AKEL’in 22. Kongresi’nin açılışında AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşmadan bölümler:
AKEL Merkez Komitesi adına hepinize AKEL’in 22. Kongresine hoş geldiniz diyorum. Bu kürsüden hitap eden, her zaman özel bir ağırlık, özel bir sorumluluk hisseder. Kıbrıs’ın ilerlemesini ve AKEL’in bu süreçte öncü olmaya devam etmesi için güçlenmesini isteyen, bugün burada olan pek çok kişiden ve bu salonun dışında olan çok daha fazla sayıdaki kişilerden biri olmanın sorumluluğunu hisseder. Bugün burada bir iletişim panayırı için bir araya gelmedik. Kendimize övgüler yağdırmak için bir araya gelmedik. Her kongrede yaptığımız gibi, önemli meseleleri ele alıp tartışmak, faaliyetlerimizi objektif olarak değerlendirmek ve daha ileriye gidebilmemiz için kolektif olarak kararlarımızı almak için bir araya geldik.
Bugün halkların düşmanca bir ortamla karşı karşıya olduğu koşullarda kararlarımızı almaya çağrılmaktayız. Ekonomik kriz kapitalizmin sert çehresini gözler önüne serdi. Emperyalizm dünyanın dört bir yanında açık, açık ve canice faaliyetlerini sürdürüyor. Ukrayna’da batı yanlısı faşist darbe dayatıldı. Latin Amerika’da Amerikan müdahaleleri bariz bir biçimde sürüyor. Irak, on yıl Amerikan işgalinin ardından, defakto bir şekilde üçe bölünmüş bir durumda, Afganistan’da Amerikan askeri varlığı kalıcı bir hal almış durumda bulunuyor. Onların saldırıları Pakistan’a uzanıyor. Aynı müdahaleler Kuzey Afrika’da da yaşanıyor. 2011’de NATO’nun saldırılarının ardından Libya tam bir kaos içerisinde bulunuyor. Orta Doğu’da sınırlar yeniden kanla çiziliyor. Ekstrem hareketler ve örgütler korku ve yıkım saçıyorlar. Ancak canavarı kim yarattı? Onun cinayetleri karşısında bugün timsah gözyaşları dökenler. Hillary Clinton’un bizzat kendisi İŞİD’in gökten zembille inmediğini itiraf etti. Karakteristik bir biçimde “Sovyetler Birliği’ni yenmeleri için biz 20 yıl öncesinden onları finanse ettik” dedi. Filistin sorunu, Kürt sorunu, Kıbrıs sorunu Suriye’deki iç savaş, Irak’ta fanatik İslamcıların ilerleyişi, Lübnan’daki durum ve Mısır’daki gelişmeler gibi yeni sorunlarla iç içe giriyorlar. Tüm bunlar savaşlar nedeniyle ülkelerinden ayrılarak, köle tüccarlarından daha iyi bir yaşam umudunu satın alan göçmen dalgalarına yol açıyor. Bu insanlardan pek çoğu bu yolda yaşamlarını yitiriyor.
Aynı esnada, Avrupa Birliği enerji güvenliği adına Akdeniz’i daha da militarize ediyor. Rusya deniz gücü varlığını güçlendiriyor ve Türkiye ile İsrail bölgede üstünlük sağlamak için kavga etmeye devam ediyor. Bu çerçevede bölgemizdeki enerji rekabetleri yoğunlaşıyor. Önümüzdeki dönemde Kıbrıs’ın dikkatlerin merkezinde olacağını görememek saflık olur. Emperyalizm kendi enerji planlarını dayatmak için bölgeye müdahaleyi hedefledi ve hedeflemeye davam edecektir. Bizim hedefimiz ise, enerji zenginliğinin bölge halkları için barış ve refah etmenini teşkil etmesi için mücadeleyi yoğunlaştırmaktır.
Ekonomik alanda, kriz yoğunlaşmaya devam ediyor. Artık herkes durumu net bir biçimde görebiliyor. Burjuva ekonomistler dahi bunu kabul ediyorlar. Krizin sebebi kapitalizmin kendi karakteridir. Büyük bir çoğunluk çalışıyor, küçük bir azınlık kazanıyor. Binlerce insan üretiyor, ama üretilenler çok az sayıda insana ait oluyor. Böylece bir yandan yoksullar ve işsizler ordusu ve diğer yandan serveti elinde tutan bir avuç azınlık yaratılıyor. Muhafazakâr neoliberalizmin yerleşmesi krizi daha öncesinde görülmemiş boyutlara ve derinliğe vardırdı. Kriz bahanesiyle, haklara ve kazanımlara karşı saldırılar yoğunlaştırıldı. Çıkıp “Sekiz saatlik mesaiye ne ihtiyacımız var? Niye İhtiyat Sandığı olsun ki? Neden çalışma saatleri serbestleştirilmesin? Neden devlet toplumun öğretmeni ve doktoru olsun? Tüm bunlar çağın gerisindeki, zamanı geçmiş şeyler. İlerlemeliyiz, çağdaşlaşmalıyız” diyorlar. Bizce ilerici olan, emekçilerin çıkarlarına hizmet eden ve yaşamlarını nitel olarak iyileştirenlerdir. Çalışanların onurlarını, yaşamlarını, haklarını ve kazanımlarını yerle bir etmek isteyenler çağdışıdır.
Programa dâhil edilen her ülkede monoton bir biçimde “Memorandumdan çıkacağız”, “Ekonomiye yeniden canlanma geliyor” sloganları duyuluyor. Kapitalizmin kanunu bu. Önce kriz geliyor, sonra ekonomik daralma ve durgunluk, ardından da yeniden canlanma ve yükseliş. Ancak bunun için halklar hangi bedeli ödüyorlar? Memorandumların ardından ne ayakta kalıyor? Memorandumların kemer sıkma politikalarının geçici bir şey olmadığını söylemeye cesaret edemiyorlar. Memorandumdan çıkacağız, ama borç sözleşmesinden değil. Memorandum bitecek, ama memorandumun ilham aldığı felsefe bitmeyecek. Ekonominin göstergeleri hakkında Avrupa Birliği’nin belirlediği kriterler sürecek.
Nitekim resmen benimsediği ekonomi politikaları bunun kanıtıdır. Lizbon Sözleşmesi’nden, bankalarda ulus ötesi denetimi hedefleyen bankacılık birliğinden ve aynı zamanda AB ve ABD pazarlarının birleşmesine yönelik ticari anlaşmadan (ΤΤΙΡ) söz ediyorum. Ticari işlemleri ve yatırımları bazı temel sosyal haklarımızla ilgili “düzenleyici engellerden kurtarıp”, devletlere ve halklara değil, çok uluslu Avrupa ve Amerika şirketlerine hizmet eden ΤΤΙΡ Sözleşmesi’nden söz ediyorum. Son tahlilde onların hedefi budur.
Sert şantajlar ve ültimatomlar. İnsanlar değil, rakamlar. Sefalet ve yoksulluk. Kriz içindeki toplumlar. Memorandumların gerçekliği işte budur. Bundan bir dönem öncesinde Kıbrıs’ın bunları yaşaması düşünülemezdi. Bugün bunları yaşıyoruz. Sayın Anastasiadis’in Cumhurbaşkanı seçilmesinin üzerinden iki yılı aşkın bir süre geçti. Krizin o zaman başladığını ima etmiyoruz, ancak hükümetin Troyka ile üzerinde anlaşmaya vardıkları, ekonomik durgunluğu arttırdı ve halk açısından ağır olumsuz sonuçlara yol açtı. Doğal zenginliğimizi değerlendirme perspektifi giderek daha karanlık bir hale geliyor. Skandallar, yolsuzluk hikâyeleri ve kurumların aşağılanması adeta bu yokuş aşağı gidişin sonu yok hissini vererek giderek daha da yoğunlaşıyor. İç cephedeki durum çoğu kez bir savaş alanını anımsatıyor. Ülke açısından önemli meselelere karşı koyabilmek için normal olarak asgari bir fikir birliğinin gerekli olduğu bir dönemde hükümetin kendini beğenmişliği, sloganlar ve horoz dövüşleri yaşanıyor. Bu çerçevede, Kıbrıs sorununun çözümü için müzakereler en nihayet yeniden başlıyor.
AKEL olarak pek çok kez söyledik ve yine tekrar ediyoruz. Biz yurtsever bir siyasal gücüz. Dimitris Hristofyas hükümeti döneminde maruz kaldığımız yıkıcı ve ahlak dışı saldırıların rövanşını alma uğruna, Kıbrıs sorununun çözümünü kurban etmeyeceğiz. O zaman ve bugün olanları duygusal bir biçimde değil, siyasi olarak ele alıyoruz.
Hristofyas hükümetini kimileri ne kadar kötü niyetli bir biçimde değerlendirseler de, bazı tarihi özelliklerini görmezden gelemezler. Kıbrıs sorununun çözümü için pek çok konuda tarafları birbirlerine yakınlaştıran öneriler Hristofyas döneminde sunuldu. O dönemde bunun tüm ağırlığını Sol olarak biz üstlendik. Gerçek siyasi öncülük olarak siyasi bedeli göze aldık. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin ortak evlerinde, Kıbrıs Cumhuiyeti’nde barış içinde bir arada yaşamaları perspektifini destekledik. Bundan gurur duyuyoruz. O dönemde gerçeklerin dile getirilmesinden aynı derecede gurur duyuyoruz. Milliyetçiliğin kurbanı olan Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin kemiklerinin Kıbrıs’ın bağrında saklı olduğu dile getirildi. Kıbrıs’ın ilerleyebilmesi için Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler arasında etnik zıtlaşmanın aşılması ve iki toplumun siyasi temelde işbirliği yapmaları gerektiği söylendi. Bir yandan balkonlardan halkı uyutan nutuklar atılırken, diğer yandan kapalı kapılar ardında başka anlaşmaların yapılmasından Kıbrıs’ın çektiği acılar dile getirildi.
Hristofyas hükümeti bankalar ekonomi modelinin sınırlarına vardığı esnada başka bir pencereyi, enerji penceresini açtı. Üstelik bunu ülke ve halk için barış faktörü olarak sağlama alma gayretini gösterdi. O dönemde, ekonomik kriz koşullarında emekçilerin ve ihtiyacı olanların yararına direniş ve koruma hattı çizildi. AKEL bu hattı sonuna kadar savundu ve bugün de savunmaya devam etmektedir. Tüm bunlar Hristofyas hükümetinin tarihi önemini göstermektedir. Onun Cumhurbaşkanlığı döneminde, karşı karşıya kaldığı tüm saldırılara rağmen, atılan önemli adımları kimse görmezden gelemez. Çalışma ilişkilerinde, eğitim alanında, yerel yönetimler alanında, sosyal politikada, su sorunu konusunda, çevrenin korunması alanında ve daha nice alanda yapılan yenilikler ve reformlar.
…
Nikos Anastasiadis Cumhurbaşkanlığı’nı üstlendiğinde, Kıbrıs sorununda doğru politika izlediği takdirde, müzakere sürecini destekleyeceğimizi AKEL olarak vurguladık. Açık çek ne verdik, ne de veriyoruz. Desteklemek için somut önkoşullar koyduk. Çözüm ilkelerinde tutarlılık. Kıbrıs’ı askersizleştirecek, garantileri iptal edecek ve yabancı güçlerin müdahale hakkının olmayacağı bir çözüm. Birleşmiş Milletler metinlerinde belirtildiği şekilde siyasi eşitliğin olacağı, iki bölgeli iki toplumlu federasyon çerçevesinde ülkeyi, halkı, kurumları ve ekonomiyi yeniden birleştirecek bir çözüm.
Müzakerelerin Hristofyas döneminde kalmış oldukları yerden devam etmesi gerektiği konusundaki ısrarımızın sebebi, kendimizi haklı çıkarma çabası değildir. Cumhurbaşkanı Anastasiadis müzakerelere sıfırdan başladığı takdirde sonu gelmez bir sürece girileceği görüşünde olmamızdan dolayıydı. Böylesi bir sürecin sonu ya çıkmaz olacaktı ya da taraflar arasındaki görüş birliklerini daha kötüye götüren düzenlemeler olacaktı. Dimitris Hristofyas’ın Mehmet Ali Talat ile başardıklarından daha iyisini Sayın Eroğlu ile nasıl başarabilirdi ki?
Sayın Anastasiadis’in seçilmesinin üstünden iki yılı aşkın bir süre geçti. Yaptığımız uyarılarda haklı olup olmadığımız konusunda objektif bir biçimde değerlendirme artık yapılabilir. Daha önce değindiğim gibi, Hristofyas ve Talat’ın yaptıkları çok olumlu içerikli iki ortak açıklama varken, müzakerelerin yeniden başlamasının öncesinde yeni bir ortak açıklamaya gerek olmadığını Cumhurbaşkanı’na belirttik. Bizi dinlemediler. Daha önceki ortak açıklamalara kıyasla, özellikle bölünmez egemenlik konusunda daha düşük seviyede kalan bir Ortak Açıklama’ya varabilmek için altı ay harcandı. Ardından Cumhurbaşkanı, bizim uyarılarımıza rağmen, tarafların tezlerinin tetkik süreci yönünde ilerlemeyi seçti. Sonunda, bizim daha öncesinden öngördüğümüz sonuca vardı. Bu süreç iki tarafın tezleri arasındaki mesafeyi önemli derecede genişletti. Sonunda, bütün başlıklarda iki toplumun tezlerini içeren belgelerin karşılıklı olarak sunulmasına geçildi ve bunun sonucunda da diğer tarafa kabul edilemez tezlerini tekrar öne sürme olanağı verilerek, taraflar arasındaki mesafe sadece yazılı olarak onaylanmış oldu.
Ardından iki liderin çözülmemiş temel konuları görüşmeleri ve bunu al-ver sürecinin izlemesi konusunda anlaşmaya varıldı. Böylece sığ ve istikrarsız bir sürece girildi diyeceğim. Çözülmemiş konuların görüşülmesi için önce hangi konuların çözülmüş olduğu konusunda anlaşmaya varılması gerekir. Üstelik iki tarafın tezleri arasında bu kadar büyük bir mesafe varken, al-ver sürecine nasıl girilebilecekti? AKEL olarak, biz tüm çekincelerimizden bağımsız bir biçimde, üzerinde anlaşmaya varılan bu sürece karış çıkmadık. Çünkü sürece ilişkin çıkmaza girilmesi tehlikesi açıkça görülüyordu ve böylesi bir şey trajik olurdu.
Özlü müzakereler sürecine ilişkin anlaşmaya varıldığında Türkiye NAVTEX’i yayınladı. Bu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin güney bölgeleriyle, özgür sahillerimizin karşısındaki bölgelerle ilgili ağır bir tahrikti. O koşullarda Cumhurbaşkanı’nın müzakere sürecinin tehir edilmesinden başka seçeneği yoktu. Cumhurbaşkanı’nın, gecikerek de olsa, deniz bölgeleri ve doğal kaynaklar hakkındaki Hristofyas-Talat görüş birliklerini ve federal gelirlerin dağılımı hakkındaki Hristofyas-Eroğlu görüş birliklerini kabul etmesi NAVTEX’in sonlandırılmasına katkıda bulundu. Teknik nedenlerle araştırma sondajlarının tehiri ve yeni Kıbrıslıtürk liderin belirlenmesi sürecinin tamamlanmasıyla bağlantılı olarak, müzakere sürecinin yeniden başlamasına izin veren koşullar yaratıldı.
Bu esnada, başka bir olumlu gelişme, Mustafa Akıncı’nın Kıbrıstürk toplumunun yeni lideri olması yaşandı. Sayın Akıncı Kıbrıs sorununun iki bölgeli iki toplumlu federasyon temelinde çözümünü yaşam tutumu edinmiş bir Kıbrıslıtürk politikacıdır. Kesin olan şu ki, Sayın Akıncı müzakere masasına sunacağı tezlere bakılarak değerlendirilmelidir. Ayrıca adada işgal ordularını tutan Türkiye’nin sahip olmaya devam ettiği belirleyici rol de görmezden gelinemez. Bununla birlikte her zaman Kıbrıslıtürk liderin hiçbir rolünün olmadığı yönündeki görüşü biz paylaşmıyoruz. Nitekim bu görüşün yanlışlığını yaşananlar da göstermektedir. Hristofyas-Talat arasında varılan ve daha sonra Eroğlu’nun geri aldığı görüş birlikleri de bunu göstermektedir. Tek egemenlik, tek uluslar arası kimlik ve tek vatandaşlık ile çapraz oy hakkındaki görüş birliği için de bu geçerlidir. Mehmet Ali Talat tüm bunları, Türkiye’nin farklı görüşüne rağmen, kabul etti. Oluşan koşullarda çözüm için bir fırsat penceresi açılmaktadır. Görevimiz bunu değerlendirmektir. Önümüzde müsait bir konjonktür var. Siyasal liderlikler olarak bunu kaçırmamalıyız. AKEL görüş birliklerinin değerlendirilmesi ve askıdaki temel konulara ağırlık verilerek görüşmelerin ilerlemesi gerektiğini savunmaya devam etmektedir. Bu şekilde, çok değerli zaman kazanılacak ve gereksiz maceralardan kaçınılacaktır. Kıbrıs sorununun iç boyutlarıyla ilgili olarak Mustafa Akıncı’nın işbirliği içerisinde olabileceğine ve işbirliği içerisinde olmayı istediğine inanıyoruz. Bu meselelerde anlaşma menziline ulaşmayı başardığımız takdirde, o zaman Türkiye’nin önüne sorumluluklarını koyacağız. Güvenlik, işgal ordularının ve yerleşiklerin adadan ayrılması ve toprak konularında karar verenin Türkiye olduğunu herkes biliyor. Anlaşmaya varmamız için, Türkiye’nin adım atması gerekecektir.
Bizim önerilerimize, yaşamın kendisinin haklı çıkardığı ve aklı başında önerilere Cumhurbaşkanı’nın bu kez kulak vermesini ve en nihayet özlü müzakerelere girmesini ümit ediyoruz. Seçimler öncesindeki heyecanlarını, taşkınlıkları tamamnen gerisinde bırakıp, bunlardan kurtulmasını ümit ediyoruz. Görüşmelerden şu ana kadar gelen ilk mesajlar cesaret vericidir. Devamının daha iyi olmasını ve Sayın Anastasiadis’in ilkelerde tutarlılıkla, kolektiflik ve ciddiyetle hareket etmesini ümit ediyoruz. Üstlendiği “taahhütlerden” en azından birini, ülkenin yeniden birleştirilmesi taahhüdünü yerine getirmesini diliyoruz.
…
Öne çıkmalıyız. Hepimiz. İşçiler, işsizler, çiftçiler, gençler, kadınlar, aydınlar. Artık öne çıkan toplumla birleşmeliyiz. Bu davadan dönemimizin sembol insanları, yazın ve sanat insanları da uzak kalamaz. Bugüne kadar insan beyninin gerçek zenginliğiyle hizmetlerini özveriyle sunmuş ve bugün devletten hor görücü bir teşekkürü alan insanlar. Son yıllar bizim için de zor yıllar olduğunu ve kendileriyle ilişkilerimiz geçmişteki kadar yoğun olamadığını kabul etmeliyiz. Ancak biz onlarla ilişkimizi et ve tırnak gibi hissediyoruz. Hareket olarak bu insanlara tekrar yönelmek istiyoruz. Onlara ihtiyacımız var. Mücadelelerimizde bizimle birlikte olmalarına, onların taleplerinde yanlarında olmamıza ihtiyacımız var. Yurdumuzun manevi ve sanatsal rezervlerini zenginleştirme mücadelelerinde yanlarında olmamıza ihtiyacımız var. Siyasal ve sosyal mücadelelerde eserleri ve sesleriyle yanımızda olmalarına ihtiyacımız var. Onlara sadece bravo demek, onları alkışlamak için değil, daha ileriye doğru adımlarını atmalarında onlara azim vermek için yanlarında olacağız.
Kıbrıs’ta KKP-AKEL’in 90. yaşam ve mücadele yılını doldurmaya hızla yaklaşıyoruz. Gerçek şu ki, onun kuruluşunu sömürgecilik ve yerli oligarşi hiç de iyi karşılamadı. Daha kundaktayken ona saldırdılar. İki kez yasa dışı ilan ettiler. Kadrolarına saldırdılar, onları hapsettiler, sürdüler, katlettiler. AKEL ülke için kanını verirken, onlar zehir akıtıyorlardı. Silahlarla, mürekkeple, seslerle ve hakaretlerle. Nasıl dayandı? Elbette ki, metafizik güçlere sahip olduğu için değil. KKP-AKEL dayandı, çünkü o tarihin evladıdır. Kıbrıs halkının daha iyi bir gelecek gereksiniminin evladıdır. Çünkü bu partinin tarihinin ve geleceğinin zaman içerisinde devamı vardır. Ülkenin kurtuluşu için. Yeniden birleşme için. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin barış içinde bir arada yaşamaları için. Çünkü AKEL’in mücadelesi dünden bugüne geçer. İster geçen yüzyılın başında Kilise ile iç içe olan, ister o zaman olduğu gibi bugün daha fazla kar hırsında olan büyük sermayeye karşı mücadele. “Miras hukuku” ile ya da “Tanrı’nın emriyle” değil, halk egemenliğinin sonucu olan iktidar meselesi için mücadele. Halkın, ülkenin efendisi olması için mücadele. AKEL doksan yıldır bütün Kıbrıslıların partisidir. Halkın partisidir. Kıbrıslırumların, Kıbrıslıtürklerin, Maronitlerin, Ermenilerin ve Latinlerin partisidir. Bütün emekçilerin partisidir.
Kıbrıs Komünist Partisi’nin o ilk kongresinde, dokümanlarda da yazıldığı gibi, talepler çok somuttu. Kıbrıs’ın Helenlerinin ve Türklerinin birleşik antiemperyalist cephesinin oluşturulması gereksinimine değiniyorlardı. “Kıbrıslı işçinin acınacak ekonomik durumunun iyileştirilmesi” için somut tezlerin öne çıkarılmasından söz ediyorlardı. Gündeliklerin arttırılması, sekiz saatlik çalışma gününün uygulanması, çalışanların korunması, sağlık hizmetlerinin ücretsiz sunulması, işsizlerin ekonomik olarak desteklenmesi, maden şirketlerinin vergilendirilmesi, kara borsadan ve lüks eşyalardan elde edilen kârların vergilendirilmesi gerektiğinden söz ediyorlardı.
Bu taleplerin tarihi önemi vardır. Bunların bugünle bağlantılarını görmemek mümkün mü? Yeniden birleşmiş, özgür ve bağımsız bir Kıbrıs için mücadeleyle. Çalışanların kazanımlarına saygı gösterilmesi için bugünkü taleplerimizle. Kırıntı değil, maaş talebimizle. İşsizlik ödeneği süresinin arttırılması, ilk konuttan yoksun bırakılmanın yasaklanması, küçük mülk sahiplerinin vergiden muaf tutulması talebimizle. Kâr ve servetin vergilendirilmesi gerektiğini söyleme cesaretini gösterdiğimiz için bize karşı başlatılan savaşı ve geçen beş yıl içinde yaşananları görmemiş olmak mümkün mü?
O zaman da, bugün de onlar için tehdit olduk. Çünkü biz, onların iktidarına karşı çıkıyoruz. Onların işgalle uzlaşmalarının maskesini düşürüyoruz. Kıbrıs’ın yarım ama Helen olmasını tercih eden aşırı sağın siyasi mirasının gerçek yüzünü gösteriyoruz. Makamları aralarında değiş tokuş eden ve ülke ekonomisine zarar veren düzenlerinin yıllardır süren başıbozukluğunu gözler önüne seriyoruz. Onlar için tehdidiz ve tehdit olacağız. Çünkü biz halk için çalışan gücüz ve öyle olmaya devam edeceğiz. Çünkü bu halkın umuduyuz, geleceğiyiz ve öyle olmaya devam edeceğiz.