Home  |  21. Kongre (2010)

AKEL Merkez Komitesi’nin 21. Kongre’ye yönelik tezlerinden bölümler

  • Kongre’den 21. Kongre’ye
  • Uluslararası Gelişmeler
  • Kıbrıs Sorunu
  • Kıbrıstürk Toplumu
  • Yeniden Yakınlaşma
  • Parti

 

 

  1. Kongre’den 21. Kongre’ye

 

  1. Kongre’nin önemi

AKEL’in 21. Kongresi 25-28 Kasım 2010 tarihinde gerçekleştirilecektir. Kongrede, merkezi referans noktası ve en önemli olayı Dimitris Hristofyas’ın Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesi olan son beş yılın değerlendirilmesi yapılacaktır. Kongre önümüzdeki beş yılda politikamızın, hedeflerimizin ve mücadelelerimizin genel istikametlerini belirleyecektir. Hristofyas hükümetinin başta bulunduğu ve Kıbrıs sorununun bir kritik aşamada olduğu koşullarda, AKEL’in 21. Kongresi parti için özel bir önem kazanmaktadır. Ülkenin siyasal gelişmelerinde AKEL’in oynadığı çok önemli rol nedeniyle, 21. Kongre Kıbrıs için, Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler için, Kıbrıs halkı için daha geniş bir önem kazanmaktadır. Kongrenin kararları siyasal camianın tümü ve Kıbrıs toplumu tarafından büyük bir ilgiyle beklenmektedir. Yurt dışında şu ya da bu şekilde Kıbrıs sorunuyla – ve sadece Kıbrıs sorunuyla da değil – ilgilenen herkes tarafından da ilgiyle beklenmektedir.

Kıbrıs geri kalan dünyadan tecrit edilmiş değildir. Tutuculuk ve sermaye güçlerinin cepheden saldırısına solun ve emek güçlerinin maruz kaldıkları bir dünyada, Kıbrıs’ın bugün AKEL’den gelen bir Cumhurbaşkanı vardır ve çalışanların partisi hükümettedir. Avrupa’daki ve dünyadaki ilerici sol güçlerin Kıbrıs’taki gelişmeleri ilgiyle izlemeleri ve Kıbrıs solunun her başarısını kendi başarıları olarak da selamlamaları bağlamında, bu veri AKEL’in 21. Kongresi’ne uluslararası ve Avrupai bir boyut vermektedir.

 

Yeni koşullar

  1. Kongre gerek partinin kendisi için gerekse daha geniş olarak Kıbrıs için daha önceki kongrelerden çok farklı veri ve koşullar içerisinde yapılacaktır. Kongrenin içerisinde gerçekleşeceği veriler ve koşullar kongrenin önemini de belirlemektedir. Bu veriler şunlardır: a) Dimitris Hristofyas’ın Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesi, b) hükümet partisi olarak AKEL, c) Kıbrıs sorununun çözümü için gelişme halinde olan kararlı çaba, d) Kıbrıs’ın uluslararası düzeyde artan saygınlığı, e) Hükümet tarafından gerçekleştirilen çok önemli çalışmalar, f) dünya çapındaki ekonomik kriz, Kıbrıs’a etkileri ve bunlara karşı koymak için mücadele, g) iç cephedeki durum, h) Türkiye’nin bölgemizde ve uluslararası alanda rolünü güçlendirmek için yoğun çabaları.

 

Hristofyas’ın seçilmesi: 24 Şubat 2008’de Dimitris Hristofyas %53,36 ile Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’na seçildi. Dimitris Hristofyas’a net bir direktif veren Kıbrıs halkına, onun adaylığını destekleyen ve seçilmesi için çalışan siyasal güçlere AKEL olarak büyük takdirimizi ifade ettik. Dimitris Hristofyas’ın Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesi sadece Sol için değil, tüm Kıbrıs halkı için tarihi önemde bir başarıyı teşkil etmektedir. Bu, on yıllardır var olan önyargıları yıkan ve gerek Kıbrıs sorununun adil çözümüyle, gerek daha adil bir toplumun oluşmasıyla ilgili olarak yeni, umut dolu perspektifler açan bir başarıdır. Hristofyas’ın seçim zaferinden sonra geçen iki yılı aşkın süre bunun tarihi önemde bir olay olduğu yönündeki değerlendirmeleri haklı çıkardı ve halkın beklentilerini her gün haklı çıkarmaktadır.

 

AKEL’in hükümette olması: Dimitris Hristofyas’ın seçilmesiyle AKEL hükümet partisi rolünü üstlendi. 2008’e kadar Kıbrıs halkı AKEL’i Kıbrıs’ın ve çalışanların haklarını talep eden mücadeleci güç olarak tanımış ve takdir etmişti. AKEL ister hükümette, ister muhalefette yer alsın, halk AKEL’i sorumlu ilerici güç olarak tanımıştı. 2008’den itibaren Kıbrıs halkı AKEL’i iktidarda başrolü oynayan güç olarak da tanıyor ve takdir ediyor. Bu zaman sürecinde AKEL sosyal adaleti, ilerlemeyi ve hakkaniyeti geliştiren, halkın ve Kıbrıs’ın davasının yararına olan farklı bir biçimle, üslupla ve etikle ilkeler temelinde bir iktidar olduğunu pratikte kanıtladı. AKEL yıllardır var olan tezlere tutarlı bir biçimde bağlı olmaya devam etmektedir. Diğer güçlere saygıyla yaklaşmakta ve onlarla bu temelde görüşmeye devam etmektedir.

 

Kıbrıs sorununun çözümü için kararlı çaba: Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın politikası ve inisiyatifleri Kıbrıs sorununun çözümü için en kararlı çabaya götürdüler. Çözüm çabasının Kıbrıslıların mülkiyetinde olacağı daha başından itibaren güvence altına alındı ve elbette ki bu, Kıbrıs sorununun yaratılmasında ve yıllardır sürmesinde Türkiye’nin ağır sorumluluklarından ve ilkelere dayalı çözümü kabul etmesi yükümlülüğünden kurtulması anlamına gelmemektedir. Şantaj kokan takvimler ve hakemlikler ihtimal dışı kılındı. Tek egemenlikli, tek vatandaşlıklı ve tek uluslararası kimlikli bir devlet çözümünün, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Federal Birleşik Cumhuriyet’e dönüştürecek olan çözümün, BM kararlarında belirtildiği şekilde siyasal eşitliğin olacağı iki bölgeli iki toplumlu federasyon olan çözümün çerçevesi net olarak belirlendi.

Çalışma Grupları’nda, Teknik Komiteler’de ve özellikle iki toplumun liderlerinin doğrudan görüşmelerinde ilk kez olarak Kıbrıs sorununun çeşitli yanlarına ilişkin bu kadar ciddi ve detaylı tartışmalar yapıldı. Genel olarak sağlanan ilerleme daha büyük olabilirdiyse de, sorununun iç yanının ana olarak yönetim ve ekonomiyle ilgili bazı meselelerinde ve Avrupa Birliği ile ilgili bazı konularda taraflar arasında önemli yakınlaşmalar kaydedildi. Kıbrıstürk toplumu liderliğine Eroğlu’nun gelmesine rağmen, Kıbrıs sorununun çözümü için fırsat penceresi açık kalmaya devam etmektedir. Üzerinde anlaşmaya varılan çözüme ulaşmak için bütün olanaklar değerlendirilmelidir, çünkü Kıbrıs sorununun işler, yaşayabilir ve mevcut koşullarda adil çözümü Kıbrıs halkının tümü için güvenlik, istikrar, refah ve güvence altına alınmış bir gelecek demektir.

 

Kıbrıs’ın uluslararası düzeyde artan saygınlığı: Cumhurbaşkanı Hristofyas BM kararları, Yüksek Düzey Anlaşmaları, uluslararası hukuk ve Avrupa hukuku temelinde Kıbrıs sorununun çözümü için sıkı çalışma iradesi hakkında uluslararası faktörü ve Avrupa faktörünü ikna etti. Cumhurbaşkanı Hristofyas iki toplumun, Kıbrıs’ın ve Kıbrıs halkının tümünün çıkarlarını güvence altına alacak, siyasi eşitliğe saygılı, samimi ve onurlu bir uzlaşma için hazır olduğuna ikna etti. Cumhurbaşkanı Hristofyas politikasıyla, önerileriyle, ilkelerde ısrar ve aynı zamanda esnekliğiyle ikna etti. Tüm bunlar, Kıbrısrum tarafını 2004’ten sonra adaletsiz bir biçimde içinde bulunduğu zor durumdan çıkardı, uluslararası alanda ve Avrupa’da Kıbrıs’ın ve Kıbrısrum tarafının saygınlığını ve gördüğü saygıyı yükseltti. Yabancıların ifade ettikleri bu artan saygınlık ve saygı Kıbrıs sorununun çözüm çabalarının hayırlı sona ulaşması için mücadelemizde güçlü bir silahı teşkil etmektedir.

 

Önemli çalışmalar: Cumhurbaşkanı Hristofyas ve hükümeti iki yılı aşan iktidar süresinde, AKEL’in tam desteğine sahip olarak, hükümet programının yaşama geçirilmesinde hızlı adımlarla ilerlediler. Güçlüklere ve zorluklara rağmen, şimdiden önemli çalışmalar gerçekleştirildi. Hristofyas hükümeti diğer hükümetlerin üzerine eğilme cesareti gösteremedikleri kronik sorunları ele aldı ve bu sorunlardan pek çoğuna çözümler üretti ve diğer sorunları da çözüm yoluna koydu. Hristofyas hükümeti eğitim, yerel yönetimler, sosyal sigortalar, toplu taşımacılık, enerji, su, konut, yoksullukla mücadele gibi alanlarda köklü reformları öne çıkarmaktadır. Nüfusun ekonomik olarak zayıf olan kesimlerini elle tutulur bir biçimde destekleyerek daha adil bir toplum sloganını yaşama geçirmektedir.

 

Sosyal mücadeleler için uygun ortam: AKEL’den gelen Cumhurbaşkanı Hristofyas somut bir sosyal anlayıştan esinlenmektedir. Onun sosyal hassasiyetleri çok iyi bilinmektedir. Hükümetinin ilgi merkezi sıradan insandır. Çalışanların ve genelde halkın kazanımlarına tamamen saygı göstermektedir. Sosyal diyalog aracılığıyla çeşitli meseleleri öne çıkarmaktadır. Tüm bunlar ilerleme, refah ve kalkınma için sosyal ve sendikal mücadelelerin, halkın mücadelelerinin içerisinde daha da fazla gelişebilecekleri uygun bir ortamı yaratmıştır.

 

Krize karşı mücadele: Küresel ekonomik kriz kaçınılmaz bir şekilde Kıbrıs’ı da etkiledi ve ortaya çıkan zor konjonktür Hristofyas hükümetinin çalışmalarını da güçleştirmektedir. Siyasal güçlerle ve sosyal ortaklarla sürekli diyalog içerisindeki hükümet, krizin olumsuz etkilerine karşı konulmasına ve ekonominin yeniden canlanmasına yönelik olarak devamlı önlemler almaktadır. Kriz nedeniyle devletin karşı karşıya olduğu güçlüklere ve azalan olanaklarına rağmen, hükümet sosyal ve kalkınma çalışmalarına devam etmektedir. Ekonominin karşı karşıya olduğu bu zor durumda neoliberal muhafazakâr bir hükümetin değil, halktan yana sol bir hükümetin, krizin büyük yükünü çalışanların değil, geniş ekonomik olanakları olanların üstlenmesini isteyen bir anlayışla hareket eden bir hükümetin iktidarda olmasının ne kadar önemli olduğu pratikte kanıtlanmaktadır.

 

İç cephe: Hristofyas hükümetinin görünen başarılarına, halkın yararına atılan önemli adımlara ve Kıbrıs sorununun çözümü için ortaya konulan yoğun çabalara rağmen, iç cephede durum maalesef iyi değildir. Her şeyi yerle bir eden eleştiriler, her şeyi sıfırlayıcı yaklaşımlar, haksız tenkitler, demagoji ve popülizm, Kıbrıs’ta oluşturduğumuz siyasal kültürün çoğu kez sınırları dışına çıkan aşırı tutumlar günlük olgulardır. Bu durum içeride gereksiz zıtlaşmalara yol açmakta, birliği zedelemekte, Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın müzakerelerde konumunu zayıflatmakta ve halkın yararına olan hükümet programının yaşama geçirilmesinde engeller çıkarmaktadır. Ayrıca Kıbrısrum toplumunun çözüm içine hazırlığına ilişkin olarak uluslararası faktörün güveninin altını oymaktadır. Türkiye’nin uzlaşmazlığını sürekli olarak gizlemeye çalışan ve Türkiye’ye yakınlıkları iyi bilinen çevreler iç cephemizdeki durumu Türkiye’nin yararına olacak şekilde değerlendirmektedirler.

 

Türkiye’nin artan rolü: Sovyetler Birliği’nin dağılması, Kıbrıs’ta çeşitli çevrelerin değerlendirmelerinin aksine, Türkiye’nin uluslararası alanda zayıflamasına değil, güçlenmesine yol açtı. Son yıllarda uluslararası düzeyde dengelerin değişiminin sonucu olarak, Türkiye NATO’da, Genel Sekreterliği’nde bulunduğu İslam Konferansı Örgütü’nde, Kafkasların ve Orta Asya’nın ve çeşitli bölgesel birliklerinde artan bir role sahiptir. Ayrıca Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin bu dönemde başkanlığını da yürütmektedir. 2008-2010 dönemi için BM Güvenlik Konseyi’nin daimî olmayan üyesi olarak seçilmesi de Türkiye’nin uluslararası alanda konumunun güçlenmesinde özel öneme sahiptir.

 

 

 

Uluslararası Gelişmeler

 

Kongremiz, sistemin doğuştan var olan çelişkilerinin ve neoliberalizmin dayatılması nedeniyle son otuz yıllık dönemde eşitsizliklerin hızlı artmasının sonucu olarak, kapitalist sistemin ve neoliberal yönetim modelinin derin bir kriz içinden geçtiği bir dönemde gerçekleştirilmektedir.

Geçen kongremizden bugüne geçen yıllarda, ABD ve müttefiklerinin küresel hegemonyalarını ekonomik, siyasi ve askeri-stratejik, tüm düzeylerde koruma ve güçlendirme arzusuyla emperyalist düzen sürdürüldü ve güçlendirildi. Halkların tahammül göstermesini ve onayını sağlama uğraşılarında, emperyalist güçler komünizm tehlikesi bahanesinin yerine terör tehlikesini koydular ve terörle mücadele adı altında kendi cani eylemlerini ve politikalarını “meşrulaştırmaya” çalışmaktadırlar. Bunlara ilaveten, sözde demokratikleşme bahanesiyle, ABD’nin beğenmediği ve dostu olmayan hükümetlerin ve rejimlerin altının oyulması ve devrilmesi hedeflenmektedir.

Aynı anda devlet gruplarını, ayrı ayrı devletleri ve uluslararası tekelleri ilgilendiren emperyalistler arası rekabet tüm düzeylerde gelişmektedir. Rekabet, doğal olarak, karakteristik Avrupa Birliği örneğinde olduğu gibi, müttefik devletlerin ya da ittifak içindeki devlet gruplarının dahi içine işlemektedir.

Halkların, çalışanların ve sıradan insanların aleyhine emperyalist düzeninin dayatmaları apaçık bir biçimde gerçekleştirilmektedir. Uluslararası hukukun ihlali ve güçlünün hukukunun dayatılması aracılığıyla, çifte standartlı politikalar ve uygulamalar aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. “Önleyici vuruş” gibi doktrinlerin NATO’cular tarafından benimsenip ilerletilmesiyle ve bazı sözde barışçıl ve insani misyonlarla BM’nin vasisi olma ve yerini alma uğraşıyla ifade edilmektedir. Uluslararası ilişkilerin yoğun bir biçimde askerileştirilmesi, silahlanma yarışının yoğunlaştırılması, nüfuz alanlarının genişletilmesi için sürekli uğraşılar, ABD’nin ve NATO’nun askeri üs ağlarının genişletilmesi aracılığıyla ileri götürülmektedir.

Kıbrıs’ın NATO’ya, ya da Barış için Ortaklık gibi kurumlarına katılması Kıbrıs halkının ve önüne koyduğu hedeflerin çıkarına değildir. Tam da bundan dolayı, diğer nedenlerin yanı sıra ülkemizin nice acılarla dolu tarihi ile de çelişen böylesi bir katılım için hiçbir Kıbrıs hükümeti geçmişte başvuruda bulunmamıştır Günümüzde NATO’nun varlığı siyasi bir çağ dışılığı teşkil etmektedir.

Emperyalist müdahaleler ve ülkelerin işgali aracılığıyla, milliyetçiliğin, ırkçılığın, dinsel ve kültürel hoşgörüsüzlüğün kışkırtılması aracılığıyla, insan halklarının ve siyasi özgürlüklerin korkutucu yasalarla sınırlanması aracılığıyla “Yeni Dünya Düzeni” inşa edilmektedir. Çeşitli “renkte” veya “kadife” devrimler gibi, çok daha ince ve görünüşte demokratik yeni araçlar ve yöntemler kullanılmaktadır.

İnsan aklının yarattığı en insani ve soylu komünist ideolojiyi faşizm ile eşitleme ve tarihi tahrif etme girişimi aracılığıyla komünizm karşıtı bir histerinin geliştirilmesiyle kapitalizmin çıkmazlarının örtülmesi için utandırıcı uğraşılar ortaya konulmaktadır. “Yeni Dünya Düzeni” emperyalist ideolojiyi öne çıkarmak için sosyalizmin vizyonunun pratikteki yanlışlarını, eksikliklerini, çarpıtılmasını ve tahrif edilişini istismar etmektedir.

“Yeni Dünya Düzeni” küresinde, en üst aşamasındaki, emperyalizm aşamasındaki kapitalizm, insanın insan tarafından giderek yoğunlaşan sömürülmesi aracılığıyla yaşamayı başarmaktadır. Milyonlarca çocuğun kanları ve gözyaşları aracılığıyla, derinleşen ekonomik ve sosyal eşitsizlikler aracılığıyla yaşamayı başarmaktadır. Büyük kapitalist devletlerin siyasi yaşamlarını kontrol eden çokuluslu şirketlerin ülkeleri ve halkları yoğun bir şekilde sömürmesi gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkelerde, tüm dünyada milyonlarca insanın tecridine, yoksulluğuna ve sefaletine neden olmaktadır.

Geçen kongremizden bugüne kadar geçen zaman içerisinde, “Yeni Dünya Düzeni”nin iğrenç gerçekliklerinin örnekleri pek çoktur. Irak ve Afganistan’ın ABD ve NATO’cu müttefikleri tarafından işgali devam etmektedir. Kahraman Filistin halkına karşı İsrail Devleti’nin işgal suçu devam etmektedir. Bağımsız devletlerin egemenliklerine karşı saldırılar devam etmektedir ve Kosova’nın Sırp bölgesinin kendi bağımsızlığını ilan etmesi ve bunun belli sayıda devlet tarafından tanınması durumunda olduğu gibi uluslararası hukukun ihlali devam etmektedir.ABD, Latin Amerika’da dördüncü filosunu geliştirmesiyle, Guantanamo ve Kolombiya askeri üslerinde varlığıyla, Küba halkına karşı canice ambargoyu sürdürmesiyle ve Honduras’ın darbeci hükümetini emperyalistlerin sessiz bir biçimde desteklemesiyle Latin Amerika’ya açık bir biçimde müdahale etmeye devam etmektedir.

Müdahalelerinin coğrafi alanının genişletilmesi, misyonlarının içeriğinin enerji ve çevre gibi konularla genişletilmesi, nükleer silahsızlanma için ilanlarının aksine nükleer bir blok olarak teyidi ve üye devletlerden askeri harcamaların arttırılması talebi gibi şimdiden pratikte dayatılmış olanların yazılı entegrasyonu ile NATO’nun yeni stratejik doktrininin benimsenmesi ileri götürülmektedir.NATO güçleri Balkanlar’a varlığını sürdürürken, Avrupa’da ABD ve NATO tarafından yeni füzesavar kalkanın Bulgaristan ve Romanya’ya yerleştirilmesi yönünde ilerlenmektedir.

AB Lizbon Sözleşmesi’nin kabulü ile dış politika, savunma politikası ve güvenlik politikası alanlarında NATO ve ABD’ye bağımlılığını kurumsallaştırdı. Buna paralel olarak, silahlanma harcamalarını arttırma ve daha genelde uluslararası ilişkileri askerileştirme yönünde yükümlülük üstlendi.

Afrika’da Somali’ye, Kongo Halk Cumhuriyeti’ne, Afrika Boynuzu bölgesine ve Sudan’a müdahaleler ve Afrika’da ABD Askeri Yönetimi’nin, AFRICOM’un varlığı ile kıtanın askerileştirilmesi devam etmektedir.

Sözde Yeni Dünya Düzeni uluslararası alanda konumunu güçlendirmektedir ancak bunun yanı sıra uluslararası alanda kendi artan önemine sahip diğer gelişmeler de dikkatlerden kaçmamalıdır. “Yeni Dünya Düzeni” dünyanın çeşitli noktalarında direnişle karşılaşmaktadır. Halkların mücadelesi “Yeni Dünya Düzeni”nin patronlarının planlarını istedikleri şekilde yaşama geçirmelerine izin vermemektedir. Latin Amerika’da devrimci nitelikte hazırlık faaliyetleri gerçekleşmektedir. Çin büyük ekonomik bir güç ve bunun sonucu olarak da uluslararası gelişmelerde kendi varlığını öne çıkaran siyasi bir güç olarak ortaya çıkmaktadır. Süper güç rolünü talep eden Rusya sürekli olarak güçlenmektedir.

 

Avrupa Birliği

Kapitalist siyasi-ekonomik bütünleşmenin öne çıkarılan biçimi olarak Avrupa Birliği’nin niteliği hakkındaki AKEL’in değerlendirmeleri değişmeden kalmaya devam etmektedir. Gelişmeler değerlendirmelerimizi sürekli olarak doğrulamaktadır.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği’ne girmesinin üzerinden altı yıl geçti. Brüksel’de alınan kararların ve AB’de hâkim olan durumun Kıbrıslıların yaşamlarını etkilediği giderek daha da fazla anlaşılmaktadır. AKEL tüm önemli konuları incelemekte, biriken tecrübeyi değerlendirmekte, aktif olarak katılmakta, yaratıcı olarak tutumunu ortaya koymakta ve ilgisinin merkezinde çalışanlar, Kıbrıs halkının tümünün çıkarı ve diğer halklarla dayanışma olmak üzere hem yerel düzeyde, hem de daha geniş bir biçimde Avrupa ve Avrupa Parlamentosu düzeyinde mücadele etmektedir.

Avrupa kurumlarında mevcudiyetimizle ilgili olarak, partimiz demokratik, sosyal kazanımların ve çalışanların kazanımlarının korunması ve geliştirilmesi ve halk karşıtı, neoliberal, muhafazakâr politikaların geri püskürtülmesi çabası üzerinde odaklanmaktadır. Sadece Kıbrıs halkının değil, Avrupalıların çoğunluğunun gereksinimlerini yansıtan talep üzerinde odaklanmaktadır. Farklı bir Avrupa hedefine; barışın, demokrasinin ve sosyal adaletin Avrupası hedefine bağlılığımızı teyit ediyoruz. Avrupa alanında diğer sol güçlerle birlikte Halkların Avrupası için mücadeleye devam ediyoruz.

Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın liderliğinde hükümet, küçük devletler için çok zor koşullarda, vatanımızın Avrupa kurumlarına eşit katılımı için istikrarlı çabalar ortaya koymaktadır. Buna paralel, ilerici ve uluslararası hukukla uyumlu tezler ortaya koyarak mücadele etmektedir. Cumhurbaşkanı’nın “var olan eşitsizliklere sonuç alıcı bir biçimde karşı koyacak ve aynı zamanda çevrenin korunmasıyla birlikte sürdürülebilir kalkınmayı cesaretlendirecek politikaların öne çıkarılması için” mücadele yönünde ilan ettiği tezini destekliyoruz.

Bugün Avrupa’da var olan durum, bugünkü AB’nin tekellerin, sermayenin ve güçlü üye devletlerin çıkarlarına karşı halkların haklarının hâkim olduğu bir alana dönüştürülmesinden çok uzak olduğu değerlendirmesini ne yazık ki doğrulamaktadır.

Kıbrıs olarak çevre, teknoloji ve internet aracılığıyla çağdaşlaşma, sağlık ve bunun gibi alanlarda olumlu sonuçlar elde edebiliriz. Ancak AB’deki genel gelişmeler olumlu değildir.

Lizbon Sözleşmesi, bir dizi referandumda görüşü sorulan halkların hayır demelerine rağmen, sonuçta 1 Aralık 2009 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir ve bu, yeni bir gerçekliği oluşturmaktadır. Sözleşme’nin ilk şekline ve 20. Kongre’de de analizi yapıldığı gibi daha da muhafazakâr bir çerçeveyi ileri süren son şekline partimiz detaylı incelemelerden sonra karşı oy verdi. Bu Sözleşme, diğer unsurlarının yanı sıra, çalışanların ve sosyal devletin aleyhine unsurlar içermekte, yurttaşların siyasal hak ve özgürlüklerini sınırlamakta, AB’nin dış politikasını ve savunma politikasını NATO’ya daha da fazla bağlamakta, uluslararası hukukun aleyhine uluslararası ilişkileri daha fazla askerileştirmektedir. Biz dizi konuda veto hakkının kaldırılmasının özelikle küçük devletler için bir olumsuz bir gelişme olduğu görüşündeyiz.

Son yıllarda, egemen çevreler, iş ilişkilerinin ve hizmetlerin düzensizleştirilmesi ve finans sektörünün daha da fazla serbestleştirilmesi yönünde karakteristik baskılarıyla bir dizi kararı güçlü bir şekilde ileri götürdüler. Tüm bunlar 2010 yılında sona eren Lizbon Stratejisi’nde yer almaktaydı. Sadece AB ilan edildiği gibi dünyanın en büyük rekabet gücüne sahip olan ekonomisi olamamakla kalmadı, bu politikaların içeriği küresel kapitalist krizin Avrupa’daki etkilerini arttırdı ve derinleştirdi. Partimiz saf bir rekabet çerçevesinin uygulanmasının tehlikeleri konusunda zamanında uyarıda bulundu. Ancak maalesef egemen çevreler düzensizleştirme çalışmalarına devam ettiler.

AKEL 2020 yılına kadar yeni bir Avrupa Stratejisi tartışmaları çerçevesinde, farklı öncelikler ve felsefe ile, Avrupa düzeyinde yeni bir Strateji için öneride bulunma sonucuna vardı. AKEL’in önerisi, diğerlerinin öğelerinin yanı sıra, yoksulluğun azaltılması ve ortadan kaldırılması, yeni nitel (sürekli ve kalıcı) istihdam alanlarının yaratılmasıyla işsizliğin sınırlandırılması hedefiyle strateji yaratılması, toplu sözleşmelere uyulması ve sendikalılaşma hakkının korunması aracılığıyla düzenlenmiş çalışmaya uyma yükümlülüğü, kamu konut planlarının yapılması, yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırımlarda kamu harcamalarının arttırılması için önerileri içermektedir. Böylesi sosyal hedeflerin başarılmasının temel bileşkesi İstikrar Paktı’nın muhafazakâr mantığından uzaklaşma ve her devletin kendine özgü niteliklerine saygıdır.

Avrupa düzeyinde rota ve içerik değişikliği için anlaşmak yerine, İstikrar Paktı’nın ve muhasebecilik kriterlerinin üstelik Uluslararası Para Fonu’nun ve ona eşlik eden sıkıcı şartların devreye girmesiyle daha da sertleştiği bir döneme doğru gittiğimizin görülmesi endişe vericidir. AKEL bu politikalarla uyuşmamakta ve farklı bir vizyonu ortaya koymaktadır.

Terörle mücadele adına yurttaşların, örgütlü yapıların ve hareketlerin siyasi özgürlüklerinin ve kişisel haklarının kısılması eğilimi çıkmaz bir politikadır ve halkların kazanımlarını sabote eder. Masum yurttaşları hedef alan terör ve şiddet eylemlerine karşı sonuç alıcı tek yol bu olguların sosyal nedenlerine yanıt veren ve uluslararası hukuka dayalı bütünsel bir politikanın temellendirilmesidir.

2009 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde AKEL-Sol-Yeni Güçler olarak büyük bir başarı elde ettik. %34,90’lık çok yüksek orana ulaştık. Daha önceki Avrupa Parlamentosu seçimlerine kıyasla gücümüzü %7 oranında arttırdık. Avrupa Parlamentosu’nda parti ve partinin Avrupa Parlamentosu üyeleri Kıbrıs sorununun ve halktan yana tezlerin öne çıkarılmasına ağırlık vererek mücadele ediyorlar. Partinin Avrupa Parlamentosu’ndaki varlığı özellikle Kıbrıs sorunuyla, Kıbrıs halkının çıkarlarının ileri götürülmesiyle ve hakların savunulmasıyla ilgili olarak belirleyici oldu. AKEL, diğer ilerici ve sol partilerle ve çalışanların sendikalarıyla birlikte, somut girişimler üstlenerek Avrupa alanında daha geniş boyutlu mücadelelere katılmaktadır.

2004’ten itibaren AKEL Avrupa Parlamentosu’ndaki üyeleriyle Avrupa Birleştirici Sol/Kuzey Yeşil Sol’u konfederatif grubunda yer almaktadır. Küçük boyutuna rağmen siyasi grubumuzun katkısı Avrupalı çalışanlar için önemli ve Kıbrıs halkı için paha biçilmezdir. Siyasi grubumuz gerek tezleri ve faaliyetleriyle, gerekse Avrupa Parlamentosu’nun diğer üyeleri ve gruplarıyla ilkeler temelinde zaman, zaman yaptığı ittifaklarla Avrupa Parlamentosu’nda ilerici sesi teşkil etmekte, halk karşıtı uygulamaların önünü kesilmesine ve en iyi koşulların yaratılmasına katkıda bulunmaktadır. Kıbrıs sorununda, Avrupa Parlamentosu’ndaki en tutarlı müttefikimizi teşkil etmektedir.

AKEL hem siyasi grubumuzu, hem de onun konfederatif karakterini desteklemeye devam edecektir. Grubumuzun daha büyük nüfuz ve saygınlık kazanması için çalışmaya devam edeceğiz.

 

Türkiye’deki durum ve Türkiye’nin artan rolü

Son on yılda Türkiye kapitalizmin yeni bir gelişme evresine girdi ve bu da bu ülkedeki büyük siyasi, ekonomik ve sosyal değişikliklere belirleyici olarak katkıda bulundu. Bu süreç hem burjuvazi ve çalışanlar arasında, hem de Türk sermayesinin çeşitli kesimleri arasında çelişkilerin ve zıtlaşmaların kesinleşmesi çerçevesinde gerçekleşmektedir. Tüm bu süreçte başroldeki siyasi güç ilk kez olarak hükümet erkini 2002 Kasım’ında erken genel seçimlerinde kazanan Başbakan Erdoğan’ın Adalet ve Kalkınma Partisi’dir. Bugüne kadar, Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye’nin siyasi yaşamında başta gelen konumunu başta olma konumunu önceliğini korumaya devam etmektedir.

Bugün Türkiye’nin içerisinde hükümet ile Kemalist denilen düzen arasında yoğun zıtlaşmalar devam etmektedir. Hem Türkiye içinde hem de dışında öne sürülmekte olan bir anlayış, söz konusu zıtlaşmanın tek özelliğinin siyasi İslam ile laik-Kemalist güçler arasındaki bir çatışma olmadığıdır.

Burjuvazinin hükümeti destekleyen kesimleriyle, Kemalist denilen bürokrasiyle ve orduyla özdeşleşen kesimleri arasında yaşandığından bugünkü zıtlaşmanın özelliği her şeyden önce sınıflar arası olmasıdır. Türkiye’de 1980’li yıllarda ortaya çıkan ve hükümet partisini destekleyen “Müslüman” burjuvazi bugün açık bir şekilde daha güçlüdür ve bu Türk sermayesinin “Kemalist” bürokrasiyle işbirliği içinde güçlenen kesimiyle zıtlaşmalara yol açmaktadır. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yükselişi Kemalist düzenin, yani ordu, yargı erki ve laik burjuvazinin bazı kesimlerinin geleneksel erki tarafından kuşkuyla karşılandığından, bugün Türkiye’de yaşanan zıtlaşmanın erk için rekabet niteliği de vardır.

Bugün Türkiye’de yaşanan zıtlaşmanın demokrasi ve despotluk arasındaki bir zıtlaşma niteliği yoktur. Adalet ve Kalkınma Partisi kapitalist gelişmenin genişletilmesi ve ülkenin geleneksel iş çevrelerinin yararlandıkları kazanç birikimindeki tekelin kırılması hedefiyle “Müslüman” burjuva sınıfı tarafından yaratılmıştı. Dolayısıyla, bugün Türkiye’deki durumun ortaya çıkardığı temel özelliklerin kısa sürede aşılması söz konusu değildir. Şu anda Türk hükümeti Kemalist düzenle çatışmayı kesin olarak kazandığı anlamına gelmeksizin rakipleri karşısında güçlenmiş durumdadır.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin hükümette olduğu tüm süre boyunca ve özellikle de hükümetinin ilk yıllarında Türkiye’nin demokratikleşmesi yönündeki bazı adımlara katkıda bulunan çok sayıda reformların ve değişikliklerin yapıldığı bir gerçekliktir. Ancak özellikle çalışanların hakları, etnik haklar ve azınlık hakları ile ilgili olarak Türkiye’nin gerçekten demokratik bir ülke olması için bu yönde yapılması gereken daha çok şeyin olduğu da bir diğer gerçekliktir.

Bugün Türkiye’de gözlemlenen değişiklikler sadece iç dengelerin değişiminin sonucu değildir. Aynı zamanda Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle oluşmaya başlayan uluslararası koşulların değişiminin sonucudur. Türk dış politikası bugün Orta Doğu’da, Orta Asya’da ve Balkanlar’da başrolde olmayı sağlama arzusundadır. ABD ve NATO’nun desteğiyle, Türkiye, devletin laik niteliği ve sözde serbest piyasanın kesintisiz işleyişiyle Müslüman dünya için “model devlet” olmayı hedeflemektedir. Bu yönde komşu ülkelerle “Sıfır problem” doktrini ileri götürmüştür. Bu doktrin Türkiye’nin nihai hedefini değil, Avrasya’nın tümünde nüfuzunu arttırma aracını teşkil etmektedir. Türkiye’nin nüfuzunu güçlendirme arzusu esas olarak bölge devletleriyle ikili işbirliği mekanizmaları aracılığıyla, ticari ilişkilerin büyük oranda artmasıyla ve bu bölgelerin Türkiye aracılığıyla gelişmiş kapitalist ekonomilere entegrasyonu uğraşılarıyla başarılmaktadır.

Aynı anda, Türk dış politikasının temel unsuru AB’ye giriş olmaya devam etmektedir. Bu aşamada Türkiye’nin Orta Doğu, Orta Asya ve Balkanlar’da güçlenmesi Türkiye’nin ABD, NATO ve AB ile geleneksel bağlarıyla da bağlantılıdır. Ancak son yıllarda ve özellikle de Türkiye’nin AB’ye giriş müzakerelerine başladığı 2005 yılından sonra AB’ye giriş sürecinde büyük bir durgunluk gözlemlenmektedir. Bu durumla bağlantılı olarak, AB’nin kötü ekonomik durumu ve Türkiye’nin görece iyi ekonomik durumu, Türkiye’nin uluslararası alanda güçlenmesi ve Türkiye’nin bu aşamada aşamadığı birçok zorluklar ülkenin AB’ye giriş için ilgisini azaltan faktörlerdir. Bu durum Türkiye’yi AB’ye girişten ziyade giriş perspektifinin korunmasını talep etmeye yönlendirmektedir.

Tüm bunlar Kıbrıs sorununu özlü olarak etkilemektedir. Türkiye, kendi hükümet yetkililerinin kamuoyuna yaptıkları açıklamaların tersine, Kıbrıs sorununun çözümünün şu anda öncelikleri arasında üst sırada olduğu görünümü sunmamaktadır. Vatanımızın yeniden birleşmesinin yolunun açılması için, Kıbrısrum toplumunun makul endişelerini tatmin edecek türden tavizler vermeye hazır olduğu görünümünü vermemektedir. AB’nin önemli devletlerinin Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği perspektifine karşı olmaları ve Türkiye’nin uluslararası alanda yerinin genel çerçevesi Kıbrıs sorununu aşağıdaki şekilde olumsuz olarak etkileyen faktörlerdir:

  • Türkiye beklentileri daha öncesinde olduğu kadar yüksek olmaksızın AB’ye girmeyi ummaktadır.
  • Bölgesel bir güç olarak yerini sağlamlaştırmayı ve bir “Türk” düzeni yaratacak biçimde bölgedeki nüfuzunu artırmayı hedeflemektedir.
  • Bu çerçevede, Kıbrıs sorunu AB sürecine bağlı kalmaya devam etmekle birlikte aynı anda bölgede ülkenin çıkarları konusu olarak da ele alınmaktadır. Dolayısıyla Türk politikasında Kıbrıs sorununun çözümü ya da adada statükonun değişmesi mutlak olarak Kıbrıs’ın birleşmesi anlamına da gelmemektedir.
  • Türkiye’nin bölgedeki rolünün genel olarak güçlenmesi, Kıbrıs sorununda kendi koşullarını daha buyurgan bir biçimde koymasında işini kolaylaştırmaktadır. Ayrıca müttefikler bulmasını ve işgal rejiminin statüsünü yükseltme yönünde karşılıklar istemesini de kolaylaştırmaktadır.

 

Küresel ekonomik kriz

Kapitalizmde üretimin arttırılması için yegâne teşvik edici öğe giderek daha da büyük kazancın sağlanmasıdır. Toplumun gereksinimlerinin karşılanması sermayeyi ilgilendirmemektedir. Sermaye daha da büyük kazanç elde etme çabasında faaliyetlerini yaygınlaştırmakta, en çağdaş teknolojileri kullanmakta, çalışanların sömürülmesini daha da yoğunlaştırmakta ve daha büyük miktarlarda ticari ürün ve hizmeti piyasaya sürmektedir. Günümüzde, sermayenin kârını arttırma yönündeki açlığı ve yegâne buluşu, ekonomik refah döneminde biriken sermayelerin “değerlendirilmesi” gereksiniminin sonucu olarak, kredi-finans sektöründe yan ürünlerin ya da toksinli ürünlerin yaratılmasına götürdü.

Ekonomik krizler kapitalizmde tesadüfî bir olgu değildir. Tam tersine kapitalist üretim biçiminin doğasının bir özelliğidir ve varlığının tüm süresi boyunca zaman, zaman ortaya çıkmaktadırlar. Ekonomik krizlerin sebepleri kapitalist üretimin kendi karakterinde bulunmaktadır.

Kapitalizmde üretimin sosyal karakteri vardır yani maddi ürünlerin ve hizmetlerin üretiminde bütün çalışanlar yer almaktadır. Ancak bu birleşik üretim faaliyetinin sonucundan herkes değil, nüfusun küçük bir grubu, sermaye sahipleri yararlanmaktadır. Kapitalizmin bu temel çelişkisi (üretimin sosyal karakteriyle milyonlarca insanın çalışmasının ürününün küçük bir sermaye grubu tarafından mülk edinilmesi arasındaki çelişki) ekonomik krizlerin ana nedenidir. Ekonomik krizler kapitalizmin iç çelişkilerinin tam da açığa çıkmasıdır. Ekonomik kriz olduğunda, krizin aşılması ve tekrar “normalliğe” dönüş için sermaye çeşitli araçları kullanır. Ve her şeyden önce krizin yükünü çalışanların üzerine yüklemeye çalışır. Özellikle işçi sınıfının iyi örgütlü olmadığı ülkelerde, bunu büyük derecede başarır.

Bu dönemde sermaye ücretlerin azaltılması, çalışma saatlerinin arttırılması vb. gibi uygulamalarla çalışanların sömürüsünü en yüksek seviyede keskinleştirir. Yani işçilerin kazanımlarına yönelik bütün cephelerden saldırır; nitekim bugün krizden etkilenen ülkelerin çoğunda bunun uygulandığını görmekteyiz. Kredi finans sisteminde 2007 yılında önce (başta ABD’de olmak üzere) yüksek riskli kredilerde başlayan ve giderek artan çalkantılar sonuçta artık bütün kapitalist yapıda yaşanan bugünkü krize götürdü. Bu, kapitalizmin artık daha büyük sıklıklar, derinlikler ve yoğunluklarla tekrar eden derin bir yapısal krizidir.

Söz konusu olan, sosyal devlete karşı polemikle, çalışma ilişkilerini tamamen düzensizleştirmeyle, ulusların servetlerini satmayla ve ilham sahiplerinin yakın bir zamana kadar her şeyi düzenleme yeteneğine sahip olduğunu iddia ettikleri kapitalist pazarın kutsallaştırılmasıyla yapılarını kuran bir kapitalist kalkınma modelinin, neoliberalizmin iflasını gösteren bir krizdir. Onlar pazarın kendisinin kârlarını en yükseğe çıkarmaktan başka bir şey olmayan kendi hedefleri temelinde düzenlemelerde bulunduğunu görmezden geldiler ve ne yazık ki görmezden gelmeye devam ediyorlar. Temel sosyal sonuç bir yandan büyük servetin az sayıda elde toplanması, diğer yandan büyük bir yoksullar ve işsizler kitlesinin oluşması oldu. Biz AKEL olarak, başıbozuk pazarın başıbozukluğuna karşı gerekli düzenlemelerin yapılması için mücadele ediyoruz.

Ne yazık ki, neoliberalizmin ideolojisi ve uygulamaları aşamalı bir şekilde AB’de ve dünyanın başka yerlerinde ABD tarafından dayatıldı. Sağın ve pek çok sosyal demokrat partilerin egemen ideolojisi haline geldi.

Kredi finans sektörünün çöküşü kapitalizmin karşı karşıya olduğu bütünsel bir ekonomik krizin başlangıcını teşkil etti. ABD’nin ve AB üyesi pek çok ülkenin kredi finans sistemini kurtarmak için devlet fonlarından büyük miktarları sunarak ortaya koydukları biçare girişimin sadece geçici olarak bazı sonuçlar verdiği görülmektedir.

Krizin önünün kesilmesi sadece devletler gerçek ekonomiye yatırım yapmaya, küçük ve orta boyutlu işletmeler desteklemeye, daha fazla kalkınma projesini yaşama geçirerek yeni istihdam yerleri yaratmaya karar verirlerse gerçekleşebilecektir. Küresel ekonomik krizin aşılması için önce bu krize yol açan nedenlerin doğru tespit edilmesi gerekir. Ortaya çıkan birinci sonuç uygulanan sosyoekonomik modelin, yani neoliberal modelin çağdaş toplumlarda istikrar, refah ve ilerlemeyi sağlayamadığıdır. Ne yazık ki bunun keşfedilmesi halklar için en kötü biçimde oldu. Bütün dünyada patlak veren kredi finans krizi insanlığın geleceğinin kapitalizm değil, demokratik ve insan çehreli sosyalizm olduğunu doğruladı. Kapitalizm insanlığın üretici güçlerinin gelişimine ivme kazandı, teknolojik ve diğer gelişmelere uyum sağlamayı başardı. Ancak sosyal adalet ve herkese refah koşullarının yaratılmasında başarısız oldu.

 

 

 

Kıbrıs Sorunu

 

Kıbrıs sorunu uluslararası bir istila, işgal, yerleşiklerin varlığı, yabancı müdahaleler ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün ve aynı zamanda Kıbrıs halkının bütünün insan haklarının ve temel özgürlüklerinin açık ihlali sorununu teşkil etmektedir. Kıbrıs’a istilasından 36 yılı aşkın bir süre sonra, Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü açık bir şekilde ihlal etmeye devam etmektedir. Uluslararası hukukun, BM Tüzük Şartı’nın temel ilkelerini, bir dizi oylama ve kararı, Avrupa Birliği’nin üzerine dayandığı ilke ve değerleri ayaklar altına alarak, Türkiye katı tavrında ısrar etmektedir.

Aynı zamanda, Kıbrıs sorunu Kıbrıs devletinin yapısının yeniden biçimlendirilmesiyle ve Kıbrısrum ve Kıbrıstürk toplumu arasındaki ilişkilerin normalleşmesiyle de ilgilidir. Kıbrıs sorununun iç yanının istila ve işgal meselesini ekarte etmesi ya da küçümsenmesi doğru değildir. Kıbrıs sorununun iç yanı kendi büyük önemine sahiptir.

1974’ü izleyen yıllarda, Kıbrıs sorununun çözümü hedefiyle bir dizi girişim üstlenildi. Kıbrıs sorununa uluslararası hukukun ilkeleri temelinde bütünsel çözüm bulunması için ortaya konulan tüm uğraşılar maalesef Ankara’nın reddiyle karşılaştı. Türkiye özünde iki ayrı devletli çözüm iddiasını ileri sürmekten ve Kıbrıs üzerinde egemenlik hakları talep etmekten hiç vazgeçmedi.

İşgali sona erdirecek, taksimci oldubittileri geçersiz kılacak, ülkemizin ve halkımızın, Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin yeniden birleşmesini ve göçmenlerin tümünün dönüş hakkını sağlayacak, işler, yaşayabilir ve bugünkü koşullarda olabildiğince adil bir çözümün bulunmasına AKEL’in ve Cumhurbaşkanı’nın bağlılığı kesindir. BM’nin ilgili kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitlikli iki bölgeli iki toplumlu federasyonun üzerinde anlaşmaya varılmış olan çerçevesi içerisinde çözüm bulunmasında ısrarımız da kesindir. Çözüm, uluslararası hukukla ve Avrupa hukukuyla uyumlu olmalı, 1977 ve 1979 Yüksek Düzey Antlaşmaları’nı dayanak almalıdır ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üniter bir devletten tek egemenliği, tek vatandaşlığı ve tek uluslararası kimliği olan federal bir devlete dönüşmesini öngörecektir.

Ne yazık ki, sözde yenidünya düzeni çerçevesinde ve uluslararası ilişkilerin uluslararası hukuk temelinden aşamalı bir şekilde devam eden uzaklaşmasıyla, Türk tezleri, özellikle jeostratejik, ekonomik ve diğer çıkarlar ağı nedeniyle, destekçiler bulmaya devam etmektedir. Sorunun uzaması jeopolitik ve ekonomik kontrol için, enerji kaynaklarına erişimi sağlamak için ve doğal gaz hatlarını kontrol için geniş bölgemizde bugün yaşanan rekabetlerle hiç de ilgisiz değildir.

Sovyetler Birliği’nin ve Avrupa’daki sosyalist devletler topluluğunun dağılmasından ve Bağlantısızlar Hareketi’nin zayıflamasından sonra, ABD’ye ve NATO’da yakın müttefiklerine güce ve “güçlünün hukukuna” dayalı bir uluslararası ortamı biçimlendirmeleri için daha fazla olanak verildi. Bundan bizim sorunumuzun gidişatı da etkilendi ve uluslararası ilişkilerin bu somut ortamı içerisinde Türkiye dünya satranç tahtasında daha da önemli bir oyuncu olarak öne çıkmaktadır. Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2004 yılından itibaren katılmasına, tam üyesi olmasına ve topraklarının tümüyle içinde yer almasına rağmen, üstelik Kıbrısrum tarafının ve özellikle Cumhurbaşkanı’nın oynadığı yaratıcı rolün yaygın bir biçimde tanınmasına rağmen, Avrupa Birliği’nde ve uluslararası alanda karşılaştığımız zorlukları da, bu, büyük oranda izah etmektedir.

2004’te Annan Planı’nın reddi sonrası, Kıbrısrum toplumu olarak karşı koymak durumunda kaldığımız zorluklar uzun bir süre yoğun bir biçimde devam ettiler. 2008 Cumhurbaşkanı seçimlerine kadar, Avrupa Birliği’ndeki bazı ortaklarımız Kıbrıs sorununda ilerleme olmamasının sorumluluğunu, önerilen çözüm Planı’nın benimsenmemesinden dolayı üstelik de bir cezalandırma niyetiyle, bize yükleme yolunu seçtiler.

Cumhurbaşkanlığı’na Dimitris Hristofyas’ın seçilmesi Kıbrıs sorunu sürecine yeni bir ivme verdi ve sürekli özlü girişimler üstlenilmesiyle görüşmeler ve çözüm perspektifini canlandırdı. D. Hristofyas 8 Temmuz 2006 Anlaşması’nı yaşama geçirdi ve genişletti. 8 Temmuz Anlaşması’nda öngörülen Çalışma Grupları ve Teknik Komiteler kuruldular, çalıştılar ve somut iş ürettiler. İki toplumun liderlerinin – 23 Mayıs ve 1 Temmuz 2008 – ortak açıklamaları doğrudan görüşmelerin başlaması için zemini biçimlendirdiler. Kıbrıstürk tarafı ilk kez olarak, iki bölgeli iki toplumlu federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir ve tek egemenliğinin, tek uluslararası kimliğinin ve tek vatandaşlığının olacağını kesin bir biçimde kabul etti.

Cumhurbaşkanı’nın girişimi ve ısrarıyla, görüşmeler sürecinin Kıbrıslıların mülkiyetinde olacağı ve boğucu takvimlerin ve hakemliğin olmayacağı daha baştan netleştirildi ve bu konuda Birleşmiş Milletler ve Kıbrıstürk toplumu ile anlaşmaya varıldı.

Ülkemizin ve halkımızın geleceği için tek gerçekçi tercihi teşkil eden çözümün sağlanması hedefiyle, Cumhurbaşkanı Hristofyas, müzakere grubuyla Kıbrısrum toplumunun yıllardır var olan tezlerine ve ilkelere dayalı bir dizi öneri görüşme masasına koydu. Görüşmelerde özellikle Yönetim, Ekonomi ve Avrupa Birliği başlıklarında tarafların görüşleri arasında yakınlaşmalar kaydedildi. Başta Mülkiyet, Toprak, Güvenlik ve Garantiler ve aynı zamanda Yerleşikler başlıklarında büyük görüş ayrılıkları var olmaya devam etmektedir. Bu koşullarda AKEL görüşmelerde sıfırlanmaması gereken bir ilerlemenin olduğu, ancak bu ilerlemenin henüz tatmin edici olmadığı değerlendirmesini yapmaktadır.

Özellikle yürütme erki başlığında, Cumhurbaşkanı’nın sunduğu önerilerin Zürih’in ve Annan Planı’nın olumsuz mirasını aştığı değerlendirmesini yapmaktayız. Bu öneriler, karşılıklı olarak kabul edilebilir, doğru, birleştirici, mantıki ve demokratik önerilerdir. Kıbrıs sorununun çözüm ilkeleriyle ve Ulusal Konsey’in 1989’da oy birliğiyle aldığı kararlarıyla bağdaşan ve 1977’den itibaren uluslararası toplumun da karşısında iki toplumun üstlenmiş oldukları iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümünün bulunması çabasına hizmet eden önerilerdir.

Yukarıdakileri birlikte değerlendirerek, Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs sorunundaki politikasına ve sorunu ele alışına tam desteğimizi ifade ediyoruz. Cumhurbaşkanı, Kıbrıs’ı işgalden ve yasadışı bir şekilde nüfus taşınmasından kurtaracak ve halkımızın insan haklarını sağlayacak bir çözümün bulunması hedefine hizmet eden bütünsel bir strateji temelinde Kıbrıs sorununu ele almaktadır.

Cumhurbaşkanı Kıbrıs sorununun çözümü için siyasi irade, ilkelerde ısrar, kararlılık, gerçekçilik göstermekte ve Kıbrıstürk toplumuyla karşılıklı kabul edilebilir bir uzlaşma için hazır olduğunu ortaya koymaktadır. Uluslararası alanda, çok yönlü bir dış politika izleyerek, uluslararası faktörü ve Avrupa faktörünü mümkün olan en yüksek derecede değerlendirmektedir. Kıbrıs’ı yurt dışında sahip olduğu dayanakları güçlendiriyor, Kıbrıs’ın AB üyeliği sıfatını sürekli olarak değerlendirmekte, geleneksel dostlarla ve müttefiklerle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilişkilerini geliştirmektedir. Uluslararası toplumun da kabul ettiği çerçeve içerisinde Kıbrıs sorununun çözümünü samimiyetle isteyen ve bunun için çalışan bir lider olarak tanındığı Avrupa alanında ve uluslararası alanda Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın güvenirliliği Kıbrıs’ın en güçlü silahlarından birini teşkil etmektedir.

Şüphesiz Sayın Eroğlu’nun Kıbrıstürk toplumunun liderliğine gelişi olumsuz bir gelişmeyi oluşturmaktadır. Yıllardır dile getirdiği tezler BM kararlarının içeriği ve ruhuyla çatışmakta, Kıbrıs halkının tümünün çıkarlarına karşı olmakta ve üzerinde anlaşmaya varılmış olan çözüm çerçevesinin ve görüşmelerin yapıldığı çerçevenin dışında bulunmaktadır. Eğer Sayın Eroğlu görüşmelere bu ya da benzeri tezlerle gelmeye devam ederse, o zaman bunun görüşmelerin geleceği için olumlu olmayacağı açıkça görülmektedir. Bu açıdan, Derviş Eroğlu’nun üzerinde anlaşmaya varılan çevreye uyması yönündeki Cumhurbaşkanı’nın talebinin doğru ve gerekli olduğu görüşündeyiz.

Cumhurbaşkanı Hristofyas çok doğru hareket ederek, BM Genel Sekreteri’ne, Güvenlik Konseyi’nin daimî üyelerine ve Avrupa Birliği’ne mektupları ve diğer faaliyetleriyle, Sayın Eroğlu’nun ifade ettiği tezlerin tehlikelerine zamanında işaret etti ve uluslararası faktör ile Avrupa faktörüne sorumluluklarını hatırlattı. Türk tarafının üzerinde anlaşmaya varılan çerçeve içerisinde hareket etmesi için, Türk tarafı üzerinde nüfuzlarını kullanmaları Birleşmiş Milletler’in, Güvenlik Konseyi’nin daimî üyelerinin ve Avrupa Birliği’nin görevidir. Bizim, fakat aynı zamanda uluslararası faktörün de Türk tarafının üzerinde anlaşmaya varılan çerçeve içerisinde hareket etmesi gerektiğinde ısrar ettiğimiz bir anda, bizim -önerilerin geri çekilmesi gibi- yanlış hareketlerimizle ona bu çerçeveden kaçma fırsatı vermemiz ve olası çıkmazın sorumluluğunu bizim yüklenmemiz korkunç bir yanlış olacaktır.

Yılsonuna kadar Kıbrıs sorununun çözümünü arzuladığına dair Başbakan Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar, 2009 Aralık Avrupa Konseyi sonuç bildirgesinde de vurgulandığı gibi, siyasi iradeye ve görüşmeler masasında eyleme dönüşmelidir. Aksi takdirde, bunların hiçbir şeye yardım etmedikleri ve sadece iletişim oyunları olduğu kanıtlanmış olacaktır. Kıbrıs sorununun uzamasının Türkiye’nin kendisinin ve arzularının önünde sorun teşkil ettiğini Ankara anlamalıdır. Bu gerçekliği ne kadar hızlı anlarsa ve politikasını ne kadar hızlı değiştirirse, Kıbrıs sorununun çözüm yolu o kadar hızlı bir şekilde açılacaktır. AKEL, Türkiye’de olanları dikkatle izleyip analiz etmekte ve çeşitli beyanlara rağmen Kıbrıs sorununun şu anda Türk hükümetinin öncelikleri arasında olmadığı yönünde çeşitli çevrelerin değerlendirmelerini endişeyle kaydetmektedir. Dahası Erdoğan ve derin devlet rekabetinde Kıbrıs sorununun yönetiminin askeri çevrelere ve Türk başbakanın rakiplerine bırakıldığına dair değerlendirmeler düşündürmekte ve endişe yaratmaktadır.

Derviş Eroğlu’nun Kıbrıstürk toplum liderliğine gelişi hayal kırıklığına götürmemelidir. Tam tersine, Kıbrıs sorununun iki bölgeli iki toplumlu federasyon temelinde çözümünü gerçekten isteyen Kıbrıslıtürk güçlerle temasların ve faaliyetlerin koordinasyonunun yoğunlaştırılmasını gerektirmektedir.

Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak çözüme ulaşmamız olasılığı dahi iç cephede bir süredir pusuya yatanların tepkilerini açıkça göstermektedir. Siyaset dünyasının bir kısmının –medyanın da desteğiyle– iki bölgeli iki toplumlu federasyona daha fazla şüpheyle baktığı ve karşı çıktığı açık bir şekilde görülmektedir. İki toplumlu iki bölgeli federasyon çözümü yerine, kimsenin asla tarifini yapmadığı ve dahası bu çözümü hangi yollardan ve uluslararası alanda hangi destekle başaracağımızı söylemediği hayali bir çözüm ileri sürülmektedir. Bu hayali çözüm adına özünde çözümsüzlük ve taksimin kabulü anlayışı işlenmektedir. Federasyon çözümüne karşı savaşanlar, bilerek ya da bilmeden, Kıbrıs halkının tümü için yıkım olacak olan taksimi öne çıkarmaktadırlar.

Ayrıca yorgunluğun ve aynı zamanda muhalefet etmekle ve seçimlerle ilgili art niyetlerin kimilerini, yaşama geçirildikleri takdirde, Kıbrıs’ın ve halkımızın yararına üzerinde anlaşmaya varılacak bir çözüme değil, yabancı çıkarlara hizmet edecek bir çözümün dayatılmasına yol açacak şantaj kokan takvimlerin ve kabul edilemez hakemliklerin içinde Kıbrısrum tarafını çıkmaza sürükleyecek önerilerde bulunmaya götürdüğü açık bir şekilde görülmektedir.

İşgale ve taksime karşı uzlaşmaz savaşçı AKEL, Kıbrıs sorununun BM kararları, Yüksek Düzey Antlaşmaları, görüşmelerin üzerinde anlaşmaya varılan çerçevesi, uluslararası hukuk ve Avrupa hukuku temelinde çözümü için mücadele etmeye devam edecektir. Mümkün olan en kısa sürede çözümün sağlanması AKEL olarak bizi ilgilendirmektedir, ancak aynı zamanda Kıbrıs halkının tümü için umut veren yeni bir başlangıcı sağlayacak içerikte olması da bizi ilgilendirmektedir.

 

 

 

 

Kıbrıstürk Toplumu

 

AKEL’in 20. Kongresi’nden bugüne kadar Kıbrıstürk toplumunda sosyal, ekonomik ve siyasal alanda ciddi gelişmeler yaşandı. 2001 yılındaki ekonomik kriz ve daha sonra Annan Planı sürecinde Kıbrıs sorununun çözüm ilgili olarak gündeme gelen gelişmeler Kıbrıstürk toplumunda Kıbrıs sorununun çözümünü arzulayan ilerici ve barış yanlısı güçlerden yana bir dengenin oluşması için önkoşulları yarattı. Ancak 2009’dan itibaren başlayan dönem bu güçler dengesini alt üst etti.

Önce, 2009 yılında Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin başrolde olduğu sözde hükümet, Türkiye’nin dayattığı ve zorunlu olarak uygulamasının gerektiği ekonomik paket nedeniyle erken “seçimler” yönünde ilerleme kararı aldı ve sonuçta yenilgiye uğradı. Arkasından da sözde “Cumhurbaşkanlığı seçimleri”nde toplum liderliği Mehmet Ali Talat’tan iki devlet çözümünü destekleyen Derviş Eroğlu’ya geçti.

Tüm bu sonuçların ortaya çıkmasında Kıbrıstürk toplumunun toplumsal-ekonomik faktörleri de rol oynadılar. Bu dönemde toplumun ilerici ve barıştan yana güçleri içerisinde yaşanan zıtlaşmalar ve aynı zamanda Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin “hükümette” kendi farklılıklarını ortaya koymayı başaramaması ve tam tersine “KKTC”yi açık bir şekilde savunarak işgal rejimini yönetme uğraşısına girmesi yukarıda ifade edilen sonuçların ortaya çıkmasında da önemli faktörlerden bazılarını teşkil ettiler.

Sözde izolasyonların gerçek nedenlerini göz ardı ederek, doğrudan ticaretin uygulanması gibi, Kıbrıs’ta bölünmeyi güçlendirecek ve kalıcılaştıracak taleplerin öne sürülmesi ve böylesi taleplerin yaşama geçirilmesindeki başarısızlık da Kıbrıstürk toplumunda bu dönemdeki değişimin bir faktörüydü.

Dimitris Hristofyas’ın Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesi sonrası yeniden doğan çözüm umutları Kıbrıstürk liderliği tarafından yeterli oranda değerlendirilmedi. Mehmet Ali Talat’ın Ankara’yla neredeyse tamamen aynı rotada hareket etmesi, geçmişte Kıbrıs sorununun çözümü için AKEL ve CTP’nin aralarında anlaştıkları tezlerin Kıbrıstürk liderliği tarafından terk edilmesi ve üzerinde anlaşmaya varılmış olan çerçevenin dışında olan önerilerin Kıbrıstürk liderliği tarafından zaman, zaman sunulması süreçte daha fazla gecikmelerin ve gerginliklerin yaşanmasına neden oldu. Bu olgu da Kıbrıs sorununun çözümü için beklentilerin azalmasına katkıda bulundu ve Kıbrıslıtürk kitleleri çözümü arzulamayan güçlere yöneltti.

Erdoğan-Gül ikilisi çok tereddütlü ve gecikmeli bir şekilde Talat’ın adaylığını destekledi; Türkiye’deki diğer güçler kararlı bir biçimde Eroğlu’nun adaylığından yana tavır aldılar ve çalıştılar. Bu, Kıbrıslıtürk liderin belirlendiği oylamanın sonucunu da büyük derecede biçimlendirdi.

Bu dönem işgal altındaki bölgelerde Türkiye’nin belirleyici rolünü bir kez daha ortaya koydu. Türkiye gerek adaya yasadışı bir şekilde taşıdığı ve demografik yapıyı kökten değiştirdiği nüfus ile gerekse işgal ordusu, “Sivil Savunma, “Sivil İşler” “Türkiye Cumhuriyeti Yardım Heyeti” gibi çeşitli kurum ve örgütlenmelerle Kıbrıstürk toplumunun siyasi iradesine ipotek koyacak durumdadır. Yasadışı devletin Türkiye’ye ekonomik bağımlılığı da bunda önemli rol oynamaktadır. İşgal “hükümeti” ve Türk hükümeti tarafından imzalanan 2010, 2011 ve 2012 yıllarını kapsayan üç yıllık “Ekonomik Protokol” aracılığı ile yaptığı mali yardımlar çerçevesinde Türkiye özel sermayenin güçlendirilmesini ve en önemlisi de Türkiye sermayesinin işgal bölgesine yatırımlarını teşvik etmeyi öne çıkarmaktadır. Özellikle 2004 sonrası dönemde Türkiye’den işgal bölgesinde turizm ve eğitim alanına Türk sermayesinin yatırımlarında artış görülmektedir. Bu da, askeri işgal ve demografik yapıyı değiştirme uğraşısı sonrası, ekonomik alanda “istila” olarak da nitelenebilir.

Tüm bu gelişmeler bir yandan Kıbrıstürk toplumunun toplumsal varlığını tehlike altına sokmakta ve diğer yandan Kıbrıs sorununun çözüm sürecini de zorlaştırmaktadır. Kıbrıs sorununun çözümü Kıbrıstürk toplumunun adadaki varlığını koruması ve kimliğini sürdürmesi için büyük öneme sahiptir. Kıbrıstürk toplumunun adadaki varlığını koruması ve kimliğini sürdürmesi için Kıbrıs sorununun çözümü büyük öneme sahiptir. Kıbrıstürk toplumunun varlığını koruyabilmesi Kıbrıs sorununun çözümünden geçmektedir ve sorunun çözüm sürecinde Kıbrıslıtürk toplumu Kıbrısrum toplumundaki ilerici, demokratik güçlerin stratejik ortağıdır.

 

 

 

Yeniden Yakınlaşma

 

AKEL açısından yeniden yakınlaşma stratejik öneme sahiptir. Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde Kıbrıstürk toplumunun ilerici ve yurtsever güçleriyle yeniden yakınlaşma yeniden birleşme ve ortak vatanımızın inşası çabasında çok önemlidir. Bu tez, milliyetçiliğe karşı mücadele eden AKEL’in enternasyonalist ideolojisine ve emperyalizme ve işgale karşı Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin ortak cephesini inşa etmemiz gerektiği anlayışına dayanmaktadır. Yeniden yakınlaşma Kıbrıs sorununun çözüm sürecinde önemli olduğu kadar çözümün yaşama geçirilmesi için olumlu koşulların yaratılmasında da ve aynı zamanda daha sonraki koşullarda da bir o kadar önemlidir.

AKEL yeniden yakınlaşmaya fırsatçı bir anlayışla yaklaşmamaktadır. 1974 trajedisinin hemen sonrasında Türk istilasının yarattığı duyguların henüz yoğun olduğu koşullarda AKEL yeniden yakınlaşma politikasını belirledi ve bunun yaşama geçirilmesinin adımlarını attı. Yeniden yakınlaşma politikasıyla Kıbrıstürk toplumu ile iletişimin ve Kıbrıstürk toplumunun Türkiye’den bağımsızlaşmasının yolları arandı. Diğer yandan da Kıbrısrum toplumunun içinde milliyetçiliğe, şovenizme karşı mücadeleler verildi.

AKEL iki toplum arasında yeniden yakınlaşmayı öncelikle siyasal bir süreç olarak ele almaktadır. Yeniden yakınlaşmayı bir toplumun diğeri karşısındaki psikolojik durumunun değişmesi için somut bir çalışma aracılığıyla önyargılara karşı mücadelenin basit bir konusu olarak gören ya da yeniden yakınlaşmayı işgale karşı mücadeleden ayıran yaklaşımları reddediyoruz. AKEL yeniden yakınlaşmanın yabancı merkezleri tarafından yönlendirilmesi çabalarına karşı çıkmaktadır. Yeniden yakınlaşma, öncelikle ve esas olarak Kıbrıslıların kendilerinin ve onları ifade eden örgütlü yapıların davasıdır.

AKEL 20. kongreden bugüne kadar, AKEL Kıbrıstürk toplumu ile ilişkilerini korudu ve geliştirdi. Bir yandan Kıbrısrum ve Kıbrıstürk siyasi partilerin Ledra Palas’ta görüşmelerine katılmaya devam ederken, paralel olarak ilerici siyasal parti ve örgütlerle ikili temasları da sürdürdü. Partimiz merkezi düzeyde temaslarına önem vererek, aynı zamanda özellikle Cumhuriyetçi Türk Partisi ile ilçe örgütleri düzeyinde de ilişkilerin geliştirilmesini arzulamaktadır. Temasların genişlemesine ve siyasal, kültürel ve sosyal nitelikli yeniden yakınlaşma etkinliklerine kitlesel katılıma önem veriyoruz. Kıbrıslıtürk örgütlerle temaslarını ve ilişkilerini geliştiren Halk Hareketi örgütleri de aynı çerçevede hareket etmektedir.

Özellikle PEO’nun sınıf sendikacılığı örgütünün eyleminde Kıbrıslıtürk sendikal örgütlerle ortak faaliyetlerin gerçekleştirilmesi çabalarının ve aynı zamanda özgür bölgelerde çalışan Kıbrıslıtürklerin örgütlenmesinin önemli yeri vardır. Lefkoşa’nın tel örgülerle bölünmüş olan iki tarafında da iki toplumun örgütlerinin katılımıyla gerçekleştirilen 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlamaları toplumun çalışanlarının dayanışmasının güzel bir örneğini teşkil etmektedir ve sınıfsal dayanışmayı güçlendirmiştir.

Bu tür etkinlikler iki toplumun birlikte yaşayamayacağına dair görüşlere güçlü yanıt olmuştur. Birlikte yaşamanın olumlu unsurlarını öne çıkararak ve iki toplumun geçmişinin olumsuz yanlarından dersler çıkararak, taksim politikalarına karşı daha iyi bir gelecek için ülkemizin ve halkımızın yeniden birleşmesi gerektiğini ortaya koymuştur.

Partimiz Dimitris Hristofyas hükümetinin programında bulunan Kıbrıslıtürklere yönelik önerilerin yaşama geçirilmesini yakından izlemekte ve desteklemekte, sorunların çözümü için girişimlerde bulunmakta ve Kıbrıslıtürklerin de Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yurttaşları olduğunun altını çizerek, bu konuda daha fazla adımların atılmasını cesaretlendirmektedir. Bu öneriler Kıbrıslıtürklere ve uluslararası topluma net mesajlar göndermektedir.

Türk tarafının tezleri nedeniyle, çözüm perspektiflerine dair umutsuzluğun egemen olduğu koşullarda yeniden yakınlaşmanın rolü daha büyük önem kazanmaktadır. AKEL, tüm bunların bilincinde olarak, Halk Hareketi’nin örgütleriyle birlikte yeniden yakınlaşma politikasını ileri götürmek için üzerine düşen bütün görevleri yerine getirmeye devam edecektir.

 

 

 

Parti

 

AKEL’in hükümette olması

Dimitris Hristofyas’ın Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesiyle AKEL yeni, arttırılmış sorumluluklar üstlendi ve ülkenin sosyopolitik konjonktüründe güçlenen bir rolü oynamaktadır. AKEL aşağıdaki anlamlarıyla hükümet partisidir:

  1. a) Cumhurbaşkanı partinin yakın zamana kadarki lideridir. b) Parti kadrolarıyla ve aynı zamanda Yeni Güçler’den dostlarla da hükümette önemli varlığa sahiptir.
  2. c) Parti kadrolarıyla ve aynı zamanda Yeni Güçler’den dostlarla da yarıkamusal organizasyonlarda, diğer organizasyonlarda ve devlet erkini uygulayan komitelerde önemli varlığa sahiptir.
  3. d) Dimitris Hristofyas’ın hükümet programı büyük derecede AKEL’in halktan yana felsefesini ve programsal tezlerini temel almaktadır.

Halk AKEL’in güçlenen rolünü bilerek, partimizden büyük beklentiler içerisindedir.

Cumhurbaşkanı’nın ve hükümetin ve ayrıca partinin de bağımsızlığının kesin olması anlamıyla, AKEL, hükümette yer alan partidir ama hükümet partisi değildir. Parti hiçbir şekilde hükümetin yerini almamakta ve hükümet karşısında hiçbir şekilde kendi bağımsız varlığını kaybetmemektedir.

AKEL olarak ana görevimiz bütün gücümüzle Cumhurbaşkanı’nı ve hükümeti desteklemek ve hükümet programının yaşama geçirilmesine her yoldan yardımcı olmaktı ve öyle olmaya da devam etmektedir. AKEL, tüm güçlüklere ve zor koşullara rağmen, hükümet programının hızlı bir biçimde ve başarıyla yaşama geçirildiği değerlendirmesini yapmaktadır. Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın halkın karşısında üstlendiği ve AKEL’in taahhütleri de olan iki taahhüt de öne çıkarılmaktadır. Yani adil çözüm ve daha adil bir toplum için sıkı bir biçimde çalışmaktayız.

AKEL, Cumhurbaşkanı’na ve hükümetine tam siyasi destek sunarak, hükümet programının yaşama geçirilmesine yardımcı olmaktadır. Hükümet programının yaşama geçirilmesinde önceliklerin somutlaştırılmasına ve önem sıralarının belirlenmesine yardımcı olan önerilerde bulunmaktadır. Yaşamın ve özellikle de ekonomik krizin gündeme getirdiği sorunlar için çözümler önermektedir. Ülkenin çıkarlarına hizmet etme hedefiyle yasama ve yürütme erkinin işbirliğinin güçlenmesi yönünde AKEL Meclis’te çalışmaktadır.

AKEL, geniş halk kitlelerinin ve özellikle de çalışanların çıkarlarının ve beklentilerinin sözcüsüydü ve öyle olmaya devam etmektedir. Bu açıdan, bu çıkarları savunan güç, halkın kazanımlarının güvence altına alınması ve genişletilmesi için talep ve mücadele eden güç olmaya devam etmektedir. Neoliberalizmin felsefesini ve uygulamalarını benimsemeyen, halktan yana bir hükümetin varlığı sosyal mücadelelerin başarıyla geliştirilmesi için uygun bir ortam yaratmaktadır. Nüfusun çeşitli sosyal katmanlarının ve gruplarının, özellikle de çalışanların haklı sosyoekonomik talepleri AKEL’den her zaman destek ve yardım bulmaktadır. İster devlet bürokrasisinden, ister düzenin koşullarından, isterse de Kıbrıs toplumunun fertlerinin ayrı, ayrı karşı karşıya kaldıkları olumsuz ayrımcılıklardan kaynaklanan sorunlar vardır. Bu konuda da AKEL ve kadroları, her zaman yasalar ve hakkaniyet çerçevesinde, yardımcı olmaya kesinlikle hazırdır.

AKEL ve daha geniş olarak Halk hareketi halktan insanların mesajlarını alır ve hükümete taşır. Diğer yandan AKEL ve kadrolarının ekonomik krizden kaynaklanan güçlükleri gösterme ve bu güçlükleri dikkate alan talepleri ortaya koyma görevi de vardır. Hükümet programının yaşama geçirilmesi beş yıllık bir meseledir ve on yıllar boyunca Kıbrıs toplumunda birikmiş olan sorunların bir, iki yıl içerisinde düzeltilmesinin mümkün olmadığına işaret etme görevleri vardır. AKEL ve kadroları “torpil” ve rüşvet gibi yıpratıcı anlayışlara karşı mücadele etmeli ve hakkaniyet kültürünün yerleşmesi yönünde çalışmalıdırlar. Medya araçlarının büyük bir kesiminde hâkim olan bugünkü durumun koşullarında, AKEL ve kadrolarının gerek günlük temaslarla gerekse örgütlü atılımlarla halkın doğru bilgilendirilmesi için çalışma görevleri vardır.

 

Örgütsel durum

Olumsuz olgulara karşı mücadele, bunların yol açtıkları sorunların çözümü gereksinimi ve araştırma çabasıyla bağlantılı olarak partinin işleyişinin ve verimliliğinin çok yönlü niteliksel olarak geliştirilmesi gereksinimi, partinin örgütsel durumunu ele alacak bir olağanüstü kongrenin 20. ve 21. Kongre arasındaki dönemde gerçekleştirilmesi kararının 20. Kongre tarafından alınmasına yol açtı.

2008 Aralık’ında gerçekleştirilen Örgütsel Kongre’nin kararında “Partinin örgütsel işleyişi öncelikle siyasi ve ideolojik bir meseledir. Partinin sonuç alıcılığı ve ülkede yaşanan siyasi-sosyal gelişmelere müdahale yeteneği, gelişmeleri biçimlendirmesi ve izlenecek yolları belirlemesi örgütsel durumuna büyük oranda bağlıdır” tespiti yapıldı.

“Örgütsel çalışmanın takvime bağlanmış belirli hedeflerin başarılmasıyla sınırlı kalması anlayışı yanlıştır. Örgütsel çalışmanın çok daha geniş önemi ve misyonu vardır. Partiyi her zaman mücadeleci tutma ve çok yönlü siyasi-sosyal görevlerine yanıt verme görevi vardır. Örgütsel durumumuzun sürekli olarak iyileştirilmesi ve güçlendirilmesi partimizin karakteri, mücadeleleri ve vizyonları ile kopmaz bir biçimde bağlı olan daimî bir hedef olmaya devam etmelidir.

Kongre’nin ve onu izleyen Örgütsel Kongre’nin kararlarına nasıl yanıt verdik? Kararlar ne kadar unutuldu ve ortaya konulan çabaları 21. Kongre ne kadar olumlu ya da olumsuz olarak değerlendirebilir?

5 yıllık çalışmayı değerlendirirken, parti mekanizmasının pek çok görevi başarmaya çağrıldığını belirtmemiz gerekir. Daha önce görülmemiş derecede, çok yönlü ve özlü çalışmalarla AKEL M.K. Genel Sekreteri yoldaş Dimitris Hristofyas’ın Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı’na seçilmesinin doruk noktasını teşkil ettiği birçok seçim mücadelesine parti kadroları olumlu yanıt verdiler.

Halkla sadece ikamet yerleriyle sınırlı kalmayan temaslarımızda kaydettiğimiz önemli iyileşmeyle, partinin tezlerini, sesini her yere ulaştırmayı başardık. Birçok durumda (Cumhurbaşkanlığı seçiminde ve yerel seçimlerde) kamuoyu yoklamalarını, öngörüleri ve ayrıca çalışmanın sadece medya ile yapıldığı yönündeki görüşleri tersine çevirmeyi başardık.

Geçen yıllar içerisinde partinin temelinin, Parti Temel Örgütleri’nin (PTÖ) çalışmalarının iyileştirilmesi yönünde çalıştık. Büyük PTÖ’lerin bölünmesi ve PTÖ’lerin daha sistemli çalışması, büroların doğru işleyişi, yeni kadrolaşmalar, gençlik ve kadınlar alanından yeni üyelerin kaydı ve toplantılarının içeriğinin yükseltilmesi yönünde çalıştık. PTÖ’lerin faaliyete çağrıldığı alanlarda daha güçlü bir şekilde yer aldık. Partinin varlığı daha belirgin oldu.

Parti üyelerinin bilgisayar sistemine kaydı yönünde ilerledik ve bugün partinin yapısıyla ilgili daha somut verilerle konuşabilecek konumdayız. Hedeflerimizin somutlaştırılmasında ve sonuçları daha iyi kontrol etmede, bu bize yardımcı olmaktadır.

Politik öneriler üretme için Yardımcı Büro’ların ve önemli boşluklarımızın olduğu Parti Grupları’nın doğru ve verimli işleyişi yönünde de özlü adımlar attık. Çeşitli örgütlerde yer alan parti kadroları ve dostlarıyla temaslarımızı iyi bir yola koyduk.

Ancak ortaya koyulan çabalara ve atılan adımlara rağmen, üzerlerine dikkatimizi yoğunlaştırmamız gereken ciddi zaaflar ve eksiklikler var olmaya devam etmektedir. Bu sorunlar nerelerde görülmektedir?

  1. Merkez Komitesi’nden PTÖ bürolarına kadar birimlerin daha iyi çalışması. Partinin tüm düzeylerdeki birimlerinin çalışmalarının içeriğini daha fazla iyileştirmesi gerekmektedir. Örgütsel Kongre’nin kararında “… (Partinin) yönlendirici organları tüm düzeylerde çalışıyorlar ve kararlarını yaşama geçiriyorlar. Ancak bu, farklı derecelerdeki çeşitli zorluklar içinde olmaktadır. Bu zorluklar birimlerin işleyişi ve üyelerinin partinin günlük işlerine yanıt vermeleri dereceleriyle ilişkilidir. Kadro eksikliğinden ve çoğu kez yeni düşüncelerle ve çalışma isteğiyle dolu genç insanlara sorumluluk verilmesinde görülen cesaretsizlikten ortaya çıkan zorluklardır. Partinin saflarında görülmeye devam eden gevşemeden ve çalışmalarımızın nitel ve nicel olarak yükseltilmesi çabasını olumsuz yönde etkileyen bir faktör olan kendini öne çıkarma eğiliminden kaynaklanan sorunlardır” tespiti yapıldı.

Partinin her birimi yapıcı ve özeleştirel bir biçimde, kolektiflikle çalışmalarının her gün iyileştirilmesini, verimliliğin arttırılmasını hedeflemelidir.

  1. Yeni koşullar temelinde Merkez Komitesi’nin ve İlçe Komiteleri’nin yardımcı bürolarının rollerini daha da artırmaları gerekmektedir. Bürolar partinin yönetici organlarına siyasal, sosyal yaşamın ve parti yaşamının çeşitli yanlarıyla ilgili incelemeler ve öneriler sunmakla sorumlu bürolar rollerini arttırmalıdır. Yeni koşullarda kendi alanlarıyla ilgili hükümet programı ve uygulanma süreci hakkında somut ve net bir görüntüye sahip olmaları gerekmektedir. Büroların yeterli ve doğru kadrolandırılması görevlerinin üstesinden gelmelerinde yardımcı olacak özlü faktördür.
  2. Parti Temel Örgütleri’nin (PTÖ) işleyişinde adımlar atıldı. Büyük PTÖ’lerin bölünmesi doğrultusunda, PTÖ bürolarının daha sistemli işleyişi konusunda, PTÖ’lerin faaliyetlerinin ve toplantılarının içeriğinin geliştirilmesi için daha sistematik bir biçimde ilerliyoruz. Bağlantıları kopan üyelerle toplantılara katılım konusu sürekli olarak çalışmalarımızın öncelikleri arasında yer almalıdır. Var olan zorluklara ve çıkan sorunlara rağmen, hedefe odaklanarak ilerlemeliyiz.
  3. Halkla temas ve sistemli iletişimde ve çeşitli örgütlere genel katılımda ve katılımı izlemede zaaflarımız olmaya devam ediyor. Partinin politikasını ve bugün hükümetin politikasını halkın içine her gün ve yaygın olarak taşımak çalışmalarımızda başarının anahtarıdır. Parti bütünü bunu bilinç edinmeli ve daha aktif olmalıdır. Halkla temasa parti kadroları her gün önem vermeli ve özen göstermelidirler.
  4. Kadroların seçilmesi ve yeni üye kaydı. Bu konuda adımlar atılıyor ancak daha kararlı bir biçimde ilerlemeliyiz. Genç insanlara sorumluluk vermede partinin tüm düzeylerinde daha fazla kararlılık göstermeliyiz. Aynı zamanda partinin üye sayısını artırmak için gençlikle ve kadın hareketiyle işbirliği içinde daha sistemli çalışmalar yapılmalıdır. Bu genç üyelerin özümlenmesi ve doğru ve uygun bir şekilde değerlendirilmeleri için de daha sistemli çalışmalar yapılmalıdır.
  5. Örgütsel Kongre’nin kararında şu tespit yapılmıştı: “profesyonel mekanizma partinin politikalarının ve yönetici organlarının kararlarının ileri götürülmesinin günlük manivelasıdır ve dolayısıyla çalışmalarının nitel olarak iyileştirilmesi temel görevdir”… aynı zamanda “toplumun bugünkü gereksinimleri temelinde bütünsel bir incelenmenin yapılması ve hem M.K. hem de partinin İlçe Örgütleri mekanizmalarındaki boşlukların kapatılması yönünde tereddüt etmeksizin derhal ilerlememiz gerekmektedir”. Bazı boşlukların doldurulması için bazı işe alınmaların yapılmasına rağmen, yapılması gereken inceleme temelinde hareket etmedik. Buna paralel olarak, sürekli olarak güçlendirilmesi ve yenilenmesi gereken ve partinin bel kemiği olan gönüllüler mekanizması her gün düşüncemizde olmalıdır. Birçok kez çalışmaların belli yoldaşlara yüklenmesi sonucunu ortaya çıkaran yorgunluk ve hayal kırıklığı olgularına karşı mücadele etmeliyiz. Partinin sıradan kadroları ve aynı zamanda kamuda ve diğer alanlarda görevli olan kadrolar, herkes gönüllüler mekanizmasına katılmalıdır.
  6. Hala var olmaya devam eden gevşeme ve kendini öne çıkarma olgularına karşı mücadele edilmelidir. Parti, üyelerinin ideolojik-siyasi düzeylerinin güçlendirilmesiyle ve parti tüzük ilkelerine uyulmasına saygıda ısrarla bu yöndeki çabalarını sürdürmelidir.

 

“Haravgi”

“Haravgi” gazetesinin her gün alınması ve incelenmesi gereksinimi daimî bir ideolojik-siyasi görevdir. Bu nedenden dolayı yayın organımızın yaygınlaştırılması ve dağıtımının geliştirilmesi önemli siyasi içerikli örgütsel bir görevdir. Genel gevşeme fenomeni, gazete satıcılarının kaybından ortaya çıkan sorunlar, medya araçlarının ve özellikle elektronik medya araçlarının çokluğu “Haravgi”nin tirajının artırılması konusunda olumsuz etki yapmaktadır. Haravgi’nin tirajının artırılması partinin merkez, ilçe, yerel organlarının tümünün ve tüm parti üyelerinin dikkatinin merkezinde olmalıdır”.

Örgütsel Kongre’nin yukarıdaki kararı, yayın organımızın her gün yurttaşlara ulaşması ve partinin tezlerinin ve önerilerinin günlük propaganda aracına dönüştürülebilmesi için “Haravgi”nin yaygınlaştırılması meselesiyle ilgilenmenin parti mekanizmasının sürekli bir görevi olduğunu içermektedir. Bu doğrultuda yapılan çalışmalar süreklilik arz etmemekte, boşluklar içermektedir ve daha da fazlası olumlu olarak değerlendirebileceğimiz sonuçları bugüne kadar getirmemiştir.

Tirajının arttırılmasında gerekli ve yardımcı unsurlar olan gazetenin görünümü ve içeriğinin iyileştirilmesi yönünde atılan adımları olumlu buluyoruz. Ne yazık ki bu adımlar gazetenin tirajının artmasını getirmedi. Sorunun daha bütünsel bir şekilde ele alınması gerekmektedir. Tam da bu hedefe yönelik olarak konunun bütünsel bir şekilde ele alınması amacıyla Haravgi için bir pazar araştırması ve incelemeyi gerçekleştirdik.

Birincil ve temel olarak parti üyelerinin “Haravgi”nin günlük incelenmesi siyasi gereksiniminin bilincine varmaları gerekmektedir. “Haravgi”yi her gün alıp incelemelerinin ne kadar önemli olduğunu hala anlamayan parti üyelerinin hatta kadrolarının olması parti organlarını ve Parti Temel Örgütleri’ni meşgul etmesi gereken ideolojik-siyasi bir sorunu teşkil etmektedir.

Medya araçlarındaki olumsuz ortamı da dikkate alarak, gazetenin günlük abonelerini arttırmanın ve istikrarlı bir hale getirmenin yollarını bulmamız gerekmektedir. Abonelerin gazeteyi büfelerden almalarındaki zaaflar, gazete dağıtımcısı bulmadaki zorluklarla ve daha da doğrusu eski gazete dağıtımcılarının yokluğu ve yerlerinin doldurulamaması sorunuyla bağlantılı olarak, karşı karşıya olduğumuz en büyük örgütsel sorundur. Parti Temel Örgütleri aboneler konusuyla sürekli olarak ilgilenmeli ve “Haravgi”nin tirajıyla ilgili sorunlara çözüm yolları bulma konusunda sürekli olarak düşünmelidirler.

 

AKEL-Sol-Yeni Güçler Meclis Grubu

Partimiz 2008 Şubatı’ndan itibaren hükümette olan partidir ve bu, artan sorumluluklar, görevler ve halkın AKEL’den beklentilerinin artması demektir. Bu çerçevede, hükümet programının aşamalı olarak yaşama geçirilmesi uğraşısında olumlu katkısı ve yansıması göz ününe alındığında, Meclis Grubu’nun meclis içindeki ve dışındaki çalışmaları büyük bir öneme sahiptir.

Temel siyasi görevimiz, Kıbrıs sorunun çözüm uğraşıları ve vatanımızın yeniden birleşmesi için bir araya gelmek ve aynı zamanda hükümetin çalışmalarının, kararlarının ve yaptığı yeniliklerin ortaya konulmasıdır. Buna paralel olarak, DİSİ’nin ve diğerlerinin muhalefet amaçlı saldırılarına karşı koymamız ve eleştirilere argümanlarla yanıt vermeliyiz. Meclis Grubu’nun günlük temel çalışmalarının bir yanı da halkla daha özlü temaslar ve gerek grupların, gerek bireylerin sorunlarını çözmektir ve aynı zamanda adam kayırmacı ve partizan yaklaşımlara karşı mücadeleye devam edeceğimizin mesajını vermektir. Hedefimiz adil toplumdur.

Son Cumhurbaşkanlığı, milletvekilliği seçimlerinin ve yerel seçimlerin sonuçları partimizi ülkenin öncü siyasal gücü olarak tasnif etti ve her yurttaşa, örgütlü yapıya ve organizasyona yönelik olarak ciddiyetle tam da bu sorumluluğun gereklerine yanıt vermeliyiz. Bu hedeflere ulaşmanın temel önkoşulları Meclis içinde ve dışında çalışmalarımızın sonuç verici olmasının, mücadeleci ve hazırlıklı olmamızın istikrarlı bir biçimde güçlendirilmesidir. Bu başarıları belirleyen iki parametre doğru siyasi ve ideolojik çizgi ile iyi örgütlülüğümüzdür.

Şüphesiz uluslararası alanda ve içte biçimlenen siyasi ortamın etkileri olmakta ve Meclis’te de özel siyasi koşullar yaratmaktadır.

Tüm yukarıdakiler Meclis yaşamında artık günlük öğeleri teşkil etmektedir ve Meclis Grubu bunların gereklerine yanıt vermeye daima hazır olmalıdır. Bunun için de İlçe Örgütleri, partinin Yardımcı Büroları ve Halk Hareketi’nin örgütleri ile daha sistematik ve somut işbirliği şarttır. Gelişmeler karşısında sadece tepkimizi göstermek değil, gelişmelere yetişecek şekilde hazırlıklı ve tetikte olmamız şarttır.

Ayrıca Meclis çalışmalarının önemli bir kısmı da yasa önerileri aracılığıyla çeşitli konuların düzenlenmesinin daha düzenli bir temelde yapılması olmalıdır. Aynı zamanda, yasama incelemeleri yasanın harfiyle sınırlı kalmamalı ve ciddi iyileştirme olanaklarının olduğu alanlara da yayılmalıdır. Bu çerçevede partinin tezlerinin yeterli ölçüde bilinmesi önem taşımaktadır.

Örgütsel olarak, milletvekillerinin ve yakın çalışma arkadaşlarının partinin ilçe örgütleriyle ve Halk Hareketi’nin kitlesel örgütleriyle daha iyi işbirliğinin gerçekleşmesi beklentisi içerisindeyiz. Bu alanda sağlanan iyileştirmelere rağmen, daha fazla ilerleme kaydetme olanaklarının olduğu kanaatindeyiz. Bu çerçevede yurttaşlarla, toplumla ve örgütlü yapılarla temaslar genel hatlarıyla tatmin edeci düzeydeydi. Bununla birlikte partinin tabanıyla daha fazla temas ve sonuç alıcılığın beklendiği durumlar da mevcuttur.

Somut olarak, grupların, toplulukların ve bireylerin taleplerinin ele alınması ve çözümü konusunda, daima taleplerin mantıki ve haklı olması kaydıyla, milletvekillerinin en ön safta olmaları ortak bir kanaattir. Ancak taleplerin çözümüyle uğraşıların yasama hazırlıklarını olumsuz olarak etkilediği durumların da var olduğu görülmektedir.

Meclis çalışmalarının bilimsel olarak desteklenmesi Meclis Grubu’nun çalışmalarına ve kısmen de Halk Hareketi’nin faaliyetlerine yardımcı olan bir kurumdur. Yer, yer uzman çalışma arkadaşlarının hareketin faaliyetlerine daha aktif katılımının ve daha fazla yardımcı olabilmelerinin sağlanması olanakları mevcuttur. Genel olarak, bu kurumun olumlu katkısının ve sunulan olanakların özellikle yasama faaliyetlerinin hazırlıklarında ve partinin hedeflerinin ileri götürülmesinde daha iyi değerlendirilmesi gerektiği kaydedilmektedir. Meclis politikaların ve düşüncelerin her gün sert bir biçimde karşı karşıya geldikleri ve en aşırı eleştirilerin ifade edildiği bir alandır. Bu nedenle, sosyal, siyasal ve ekonomik yaşamda partimizin daima ilerici ve öncü güç olması ve seksen dört yılı aşkın bir süredir yaşamı ve mücadeleleriyle başardığı gibi, özellikle halkın bilincinde yüksekte olmaya devam etmesi için sürekli olarak hazır durumda ve tetikte olmaları Grup üyelerinin tümünün görevidir.

Geçen kongreden bugüne kadar geçen sürede genel hatlarıyla, AKEL-Sol-Yeni Güçler Meclis Grubu’nun mevcudiyeti ve faaliyetleri kolektiflik, ciddiyet, diğer Meclis gruplarına ve Meclis Tüzüğü’ne saygı ile karakterize edilmekteydi. Ancak gerek siyasi gerekse örgütsel faaliyetlerin daha da iyileştirilmesi için olanaklar mevcuttur ve bu, Meclis Grubu’nun yapısıyla da ilgili olarak üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Kıbrıs’ın en büyük ve en kitlesel partisi olarak halkın güven oyuna yanıt vermeleri için Meclis Grubu’ndan ve üyelerinden beklentiler büyüktür. Olanaklar ve perspektifler mevcuttur.

Kıbrıs sorununun çözümü yönünde hükümetin büyük uğraşısı ve halk yanlısı ilerici programının yaşama geçirilmesi temel olarak partimiz tarafından desteklenmektedir ve Meclis Grubu bu görevin ciddi bir parçasını yüklenmiş durumdadır. Bu görevi yerine getirmek için hükümet ile daha iyi koordinasyon ve bu yönde karşılıklı çabalar gerekmektedir. Aynı zamanda IV. Başlık’taki konuların tartışılmasının bize verdiği olanakların daha iyi değerlendirilmesi gerekmektedir. Hükümete ve partimize zarar vermeyi hedef alan Meclis’teki geçici muhalif işbirliklerine ve aynı zamanda Meclis’in işleyiş tüzüğünün kabul edilemez bir biçimde ihlal edilmesi ve Meclis Komisyon Başkanları’nın yetkilerini kötüye kullanması olgularına karşı kararlı bir biçimde tepkimizi göstermeliyiz.

 

Yığınsal örgütler- hareketler

Yığınsal örgütler bugün çağdaş Kıbrıs toplumunun tüm yanlarıyla ilgili olarak çok yanlı ve önemli roller oynamaktadırlar. Sayıları kadar müdahaleleri de her gün artmaktadır. Nüfusun sosyal gruplarının gereksinimleri sonucu her gün birlikler, bilimsel ve mesleki örgütler, çevre ve kültür örgütleri ve daha niceleri oluşturulmaktadır.

Partinin yüzlerce kadrosu, üyesi ve dahası dostları geniş ya da uzmanlaşmış bir dizi yığınsal örgütte yerel düzeyde, ilçe ve tüm Kıbrıs çapında faaliyet göstermektedirler. Çalışmalarıyla çok ve çeşitli sorunun ileri götürülmesi ve çözümü yönünde katkıda bulunmaktadırlar. Yığınsal örgütlerin çalışanlar ve genelde toplum yararına ilerici bir yönelime sahip olmaları için müdahalede bulunmaktadırlar.

Herhangi bir yönetme niyeti olmaksızın parti olarak bu örgütlerde daha örgütlü ve daha sistemli bir biçimde varlığımızı ve müdahalemizi sağlamakla yükümlüyüz. Bu, yığınsal örgütlerin yerine getirdikleri önemli çalışmalara daha fazla katkıda bulunmamız için gereklidir. Diğer yandan bu, özel grupların ve nüfusun bütünün karşı karşıya olduğu sorunlarla ilgili olarak partinin daha iyi bilgi ve anlayışa sahip olmasına yardımcı olacaktır.

Bu yönde geçen kongreden bugüne çok önemli adımlar atıldı. Sistemli çalışmayla birçok mesleki ve bilimsel kuruluşla temaslarımızı ve bu kuruluşlarda örgütlenmeyi ve müdahalede bulunmayı başardık.

Bu alanda olanaklar büyüktür. Çoğu kez çeşitli örgütlere katılan parti üyeleri ve partinin destekleyicileri yeterli temas ve yönlendirme olmaksızın yalnız başlarına faaliyette bulunmaktadırlar. Bu, birçok sosyal ve daha başka sorunlara karşı koymada doğru politikanın biçimlendirilmesi ve bütünsel bilgi olanağından mahrum kılar.

Parti gruplarının kurulması ve faaliyetiyle kolektifliği ve doğru yönlendirmeyi sağlarız. Ayrıca yerinden yönetimi ve çeşitli kitlesel örgütlere katılan yoldaşlarımızın ve dostlarımızın temas biçiminin düzenlemesini ve koordinasyonunu sağlarız.

Partinin mesleki-sendikal alanlarda örgütlü grupları son yıllarda çoğaldılar ve kayda değer başarılar elde ettiler. Fakat faaliyetlerini daha da iyileştirme olanakları mevcuttur. Aynı anda, gereksinimlerin ve olanakların genişlemesiyle yeni alanlarda grupların oluşturulması gereksinimi doğmaktadır.

Bugüne kadarki deneyimden farklı çeşitli grupların işleyişinin ilgili yardımcı büronun işleyiş derecesine bağlı oldu sonucu çıkmaktadır. Partinin yardımcı bürosunun var olduğu ve iyi çalıştığı alanlarda grupların da kayda değer başarılar elde ettiği görülmektedir. Ancak yardımcı büroların çalışmadığı ya da işleyişlerinde zaafların görüldüğü alanlarda parti gruplarını oluşturmayı başaramamaktayız.

Grubun faaliyetini sadece seçim dönemi faaliyetleriyle sınırlamaması ve adeta bir seçim mekanizmasına dönüşmemesi önemlidir. Sürekli faaliyet halinde olması, girişimler üstlenmesi, belli zaman aralıklarında toplanması ve çalışmalarını sürekli olarak geliştirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde sönmeye ve dağılmaya gidecektir.

Tüm düzeylerde partinin yönetici organları parti gruplarını izlemeli ve yönlendirmelidir. Grupların geliştirdikleri faaliyetlerle ilgili olarak genel bir tabloya sahip olmalı, olası zaafların ve boşlukların aşılmasına yönelik olarak zamanında ve sonuç alıcı bir biçimde müdahale edebilmelidir.

……

Sivil toplum örgütleri

Özel konu ve faaliyetlerle ilgilenen sivil toplum örgütleri günümüzde giderek daha da büyük rol oynamaktadırlar. Gerek Avrupa Birliği içerisinde gerekse dışında sivil toplum örgütlerinin yaratılmasını ve faaliyetini cesaretlendiren ve destekleyen bir hava mevcuttur. Hâkim çevrelerin örgütlü sosyal ve sınıfsal mücadeleye, partisel ve sendikal eyleme karşılık olacak bir niteliği ve içeriği sivil toplum örgütlerine vermeye teşebbüs etmeleri anlamıyla, bu durumu motive eden unsurlar her zaman temiz, dürüst olmayabilmektedir. AKEL olarak, neoliberalizmin bir ifadesi şeklinde gördüğümüz bu tür eğilimlerle hemfikir değiliz. Ancak elbette ki bu, sivil toplum örgütleri karşısında düşmanca bir eğilim içerisinde olduğumuz anlamına gelmez. Tam tersine, pek çok sivil toplum örgütünün olumlu ve önemli rol oynadıkları ve geleneksel örgütlü yapıların içinde olmadığı alanlardaki boşlukları doldurdukları görüşündeyiz. AKEL parti kadro ve üyelerini sivil toplum örgütlerinde faaliyete ve halk hareketinin ilerici sosyal ve siyasal anlayışlarını sivil toplum örgütlerine taşımaya çağırmaktadır. Sivil toplum örgütleri parti yaratma alanları değildir. Ancak sivil toplum örgütlerinde faaliyet içinde olan parti üyelerinin partiyle iyi temasları sivil toplum örgütlerinin kapsadığı alanlardaki yurttaşlarla parti arasındaki iki yönlü diyaloğa yardımcı olacaktır.