Home  |  Konuşmalar   |  27. AKEL Mağusa İlçe Kongresi’nde AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması

27. AKEL Mağusa İlçe Kongresi’nde AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması

AKEL Mağusa Örgütü’nün 27. İlçe Kongresi’nde AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu Tarafından Yapılan Konuşmadan Bölümler

6 Mayıs 2017-Aya Napa

AKEL Merkez Komitesi adına, AKEL Mağusa Örgütü’nün 27. İlçe Kongresi’ni selamlıyorum. Kongrenizde üretken tartışmaların yapılmasını ve Kıbrıs’ın, Mağusa ilçesinin ve aynı zamanda partimizin yararına özlü sonuçlara ulaşılmasını diliyorum.

Göçmenlik şartlarında bir kongre daha… Her şeyin üstünde özgürlük, yeniden birleşme, geri dönüş ve barış isteğinin ve tüm bunların gerçekleşmesi mücadelesinin güçlü bir şekilde vurgulanacağı bir kongre daha… Kimileri umudumuzu maalesef budamak istiyorlar. Ekonomiden sonra Kıbrıs sorununda da makasa sarıldılar. Yurdumuzu yeniden birleştirme perspektifini gün be gün buduyorlar. Cumhurbaşkanlığına seçilme ya da tekrar seçilme uğruna son yıllarda başardıklarımızı azar azar yok ediyorlar.

Maalesef yaşanan gelişmeler bunu kanıtlıyor. Sn. Anastasiadis isteseydi, doğan krizin önüne geçebilirdi. ELAM’ın önerdiği değişikliği daha başından Yüksek Mahkeme’ye gönderebilirdi. Ama bunu yapmadı. DİSİ’nin yasa önerisine ilişkin madem bazı tepkiler vardı, bu konuda Başsavcı’nın görüşünü isteyebilirdi. Bunu da yapmadı. Değişikliğin onaylanmasıyla yapılan hatanın düzeltilmesi için Meclis’e yasa tasarısı gönderebilirdi. Bunu da yapmadı. Yasayı Yüksek Mahkeme’ye gönderme hakkını kullanmayabilirdi. Bunu da yapmadı. O, Kıbrıs sorununa ilişkin niyetleri hakkında bilinçli olarak yanlış mesajlar göndermeyi tercih etti. O, Türk tarafının gerekçesini ortadan kaldırma yerine, Türk tarafı için mükemmel bir gerekçeyi yaratmayı tercih etti.

ELAM’ın değişiklik önerisinin onaylanması üzerine iç cephede krizin patlak vermesiyle, görüşmelerin kesintiye uğraması konusunda AKEL’i suçladılar. Meclis çoğunluğunun kararına karşı çıktığımız ve eleştirdiğimiz için kabahatin bizde olduğunu, bu şekilde olayın duyulduğunu ve böylece müzakerelerin kesintiye uğradığını söylediler. Bunlar, bir olayın yaşanmasının hemen ardından tüm dünyada duyulduğu günümüz koşullarında yaşandı. Krizin aşılmasına ve görüşmelerin yeniden başlamasına yardımcı olmaya çalıştığımız esnada bunun için bizi suçluyorlardı. Daha başından itibaren, biz, iki lidere de cesaretle ilerlemeleri çağrısında bulunduk. Seçimlerle ilgili ya da başka emellere, demagojilere boyun eğmemeleri ve Kıbrıs’ı maceralara sürüklememeleri çağrısında bulunduk. Sn. Anastasiadis’ten Meclis’in kararına net bir şekilde karşı çıkmasını istedik. Sn. Akıncı’yı bu olaya aşırı boyutlar vermemeye çağırdık. Çıkmazın aşılmasına katkıda bulunmaları için Kıbrıslıtürk siyasal güçlerle ve aynı zamanda AB yetkilileriyle temas ve görüşmelerde bulunduk. İki lideri de havayı olumsuz yönde etkileyebilecek beyanlardan uzak durmaya çağırdık.

İki toplumda da milliyetçi güçlerin müzakerelere son verilmesi için çabalar içerisinde olduklarına, görüşmelerde ilerleme sağlanması ve üzerinde anlaşmaya varılacak çözüm temelinde yeniden birleşme ihtimalinden endişe duyduklarına işaret ettik.

Ayrıca, geleneksel olarak demokratik tezlere ve ilkelere sahip olan DİKO ve EDEK gibi partilerin aşırı sağcı ELAM’la buluşmak için konumlarını değiştirdiklerine, popülizme ve demagojik söylemlere boyun eğmeleri sonucu demokratik duyarlılıklarını kaybettiklerine de işaret ettik.

Sonuçta DİSİ tarafından bir yasa önerisi Meclis’e sunuldu. Bu önerinin içeriğiyle hemfikir olmamamıza rağmen, müzakerelerin başlamasının yolunun açılması için, kendi kendimizi de aşarak, bu öneriye lehte oy verdik. Ancak ne yazık ki, Sn. Anastasiadis Meclis’te onaylanan bu yasayı Yüksek Mahkeme’ye gönderdi. Aynı zamanda, müzakere masasında küçükte olsa sağlanan ilerlemeyi adeta görmezden gelerek, Kıbrıs sorununda neredeyse çıkmazla karşı karşıya olduğumuzu ilan etti. Ardından Bollywood’la işbirliği olanaklarımızın var olup olmadığını araştırmak için kendisini Hindistan’da buldu. Sonuç olarak belki böylesi işbirliği için olanaklar var çünkü kimilerinin oldukça iyi rol yaptıkları görülüyor.

“Anastasiadis hükümeti döneminde AKEL’in Kıbrıs sorununa ilişkin olarak ortaya koyduğu tutumdan pişman olup olmadığı” sorusu son dönemde bana pek çok kez soruldu. Öncelikle belirtmek istiyorum ki, AKEL Kıbrıs sorununa ilişkin politikasını değiştirmedi. Kıbrıs sorununun çözümü için yıllardır var olan tezlerimizi ve görüşlerimizi koruyoruz. Çözüm ilkelerinde ve 2008’den itibaren müzakere masasına sunulan önerilerde ısrar ediyoruz. Kıbrıs sorununun çözümü için tek yol olan müzakere sürecini bu ilkeleri ve önerileri temel alarak bütün gücümüzle destekledik. Biz, Sn. Anastasiadis’i değil, görüşme sürecini destekledik, süreci çözüme ulaşmak için destekledik. Cumhurbaşkanı süreci tehlikeye sokan tutumlarda bulunduğunda, onu yoğun bir biçimde eleştirdik. Anastasiadis’in Cumhurbaşkanlığı’nın ilk yılında sürecin Dimitris Hristofyas döneminde kaldığı yerden devam etmesinde ısrar eden tek siyasal gücün biz olduğumuzu hatırlatırım. Müzakerelere baştan başlanmasının tehlikeleri hakkında Sn. Anastasiadis’i pek çok kez uyardık. Ancak uyarılarımıza kulak verilmedi ve sonuç, görüşmelere bazı kayıplarla dönülmesi oldu. Tüm o dönem boyunca Sn. Anastasiadis ara siyasi alan diye adlandırılan ve kendisini alkışlayan partilerin isteklerine uyuyordu. Bu durumda sonuç neydi? Sonuçta özlü görüşmeler yapılmıyordu. Üstelik de haklı olmamıza rağmen…

Aynı dönemde BM’nin 2004’ten bu yana Kıbrısrum tarafı açısından en kötü raporu yayınlandı. Bu esnada Barbaros güney sahillerimizde, MEB içerisinde volta atarken, uluslararası toplumdan hiç kimse bizi savunmadı.

Sn. Anastasiadis’in uyguladığı bu reçete daha öncesinde de denendi ve yine olumsuz sonuçlar verdi. Uygulandığı her seferinde maalesef sadece başarısız olmakla kalmayıp, bedel ödememize de neden olmasına rağmen, bu reçetede ısrar edenler olduğu görülüyor. Eğer şimdi de aynı taktik yaşama geçirilirse, doğacak olumsuz sonuçların bedelini yine ülkemiz ve halkımız ödeyecektir ve bu sefer bedel daha da ağır olacaktır.

Kıbrıs sorununun çözümü yönünde ilerleme sağlanamamasında temel sorumluluğun kabul edilemez tezlerde ısrar eden Türk tarafında olduğuna şüphe yoktur. Ancak bizim tarafımız da maalesef gerekli kararlılık ve iradeyi göstermedi. Bu noktada kimilerinin kasıtlı bir biçimde çarpıttıkları bazı şeyleri netleştirmek istiyorum. Biz ortaya koyduğumuz bu tutumla, hiçbir şekilde Sn. Anastasiadis’in ilkesel meselelerde tavizler vermesi gerektiğini kastetmiyoruz. Tam aksine, Türkiye’nin nihai niyetlerinin ve nereye kadar gitmeye hazır olduğunun görülebilmesi için Sn. Anastasiadis’in sürece ilişkin konularda kararlı olması gerektiğini söylüyoruz. Türkiye ya üzerinde anlaşmaya varılmış olan çerçeveyle uyumlu tezleri kabul edecektir ya da teşhir olacaktır.

Sn. Anastasiadis yürütme erki konusunun görüşülmesini sona bırakıyor. Çünkü o, Dimitris Hristofyas’ın önerilerinin şeytanlaştırılmasına hapsoldu. Mustafa Akıncı da Omorfo konusunu sona bırakıyor. Türkiye ise bu sözünü ettiğimiz meselelerde, yönetime etkin katılım konusunda ve Türkiye vatandaşları için dört özgürlük meselesinde görüş birliğine varılmaksızın güvenlik konusunda kartlarını açmasının söz konusu olmayacağını söylüyor.

Biz Kıbrıs sorununun iç yanına ilişkin özlü konuların bir paket haline getirilerek görüşülmesini öneriyoruz. Geçmişte varılan görüş birliklerine ve Mont Pelerin’da yapılan görüşmelere saygı gösterildiği takdirde, anlaşma perspektifi vardır. Bu şekilde başarılı sonuca varılırsa, o zaman önemli bir konu olan güvenlik başlığında artık Türkiye’nin sorumluluklarıyla karşı karşıya getirilmesinin yolu açılacaktır. Eğer başarılı sonuca varılamazsa, bu girişimin tümü sanki yapılmamış sayılacak ve hiç kimse için her hangi bir bağlayıcılığı olmayacaktır. Ancak arzulanmayan böylesi bir durumda dahi, kimse Kıbrısrum tarafını çözüm için bütün olanakları sonuna kadar değerlendirmemekle suçlayamayacaktır. Müzakerelerin olası çöküşünün sorumluluğu sadece Türk tarafında olacaktır.

Durum bugünkü gidişatına bırakıldığı takdirde, daha sonrasında çok daha büyük güçlüklerin olacağı açıkça görülmektedir.

Sürecin çökme tehlikesi olduğuna işaret ediyoruz. Sn. Anastasiadis’e çağrıda bulunuyoruz ve uyarıyoruz. Çözümün başarılması için bütün olanakları sonuna kadar değerlendirmesi gerekmektedir. Anlaşmaya varılabilmesi için ilkelerde ısrar ve taktikte esneklikle elden gelen bütün çabaları ortaya koymalıdır. Gözünü 2018 Şubatına dikmeye son verip, yurt sevgisini koltuk sevdasının üstüne koymalıdır. Kendisi Sn. Akıncı’ya dediğini yapmalı, çocuklarımızı ve torunlarımızı düşünmelidir. Gelecek seçimleri değil, gelecek nesilleri düşünerek hareket etmelidir.

Bu noktada, özellikle dönüşümlü başkanlık konusuna değinmek istiyorum. Bu konuya ilişkin tezimiz yoğun eleştiri ve suçlamalara maruz kaldı. Ancak dönüşümlü başkanlık ilkesine hiçbir Cumhurbaşkanı’nın asla karşı çıkmadığını hatırlatmak istiyorum. Müteveffa T. Papadopulos’un tek talebi dönüşümlü başkanlık yapacak Cumhurbaşkanlığı Konseyi üyelerinin sayısının altıdan dokuza çıkarılmasından ibaretti.

Annan Planı’nın reddedilmiş olması bir gerçekliktir. Kimileri bu planla birlikte dönüşümlü başkanlığın da ortadan kalkmış olduğunu iddia edebilirler. Ancak gerçek, bu iddiadan farklıdır. Ulusal Konsey’in üzerinde daha fazla görüşme talep ettiği ve 2005 Nisanında Tasos Papadopulos’un temsilcilerinin BM’ye aktardığı özet konular arasında dönüşümlü başkanlık yer almıyordu. Hatta 2008 Ekiminde Dimitris Hristofyas Ulusal Konsey’e önerisini sunduğunda Tasos Papadopulos’un yorumu bu önerinin Kıbrısrum tarafının daha önceki bütün önerilerinden daha iyi bir öneri olduğu yönündeydi.

Özünde bu öneri etnik köken bazında ayrım duvarlarını yıkıyor ve bütün çağdaş devletlerin işleyişlerinde olduğu gibi, ayrışmaları siyasal düzeye taşıyordu. Bu, Cumhurbaşkanı’nın ve Cumhurbaşkanı Vekili’nin iki toplum tarafından da seçilmesiyle sağlanıyordu. Bu şekilde, siyasal partiler ayrımcı duvarları aşıp, işbirliği yapmaya teşvik ediliyordu.

Sn. Anastasiadis’in önceliğinin ikinci kez Cumhurbaşkanı seçilmek olduğu artık açıkça görülmektedir. Ancak bu kez hangi sloganla aday olacak? “Taahhüdünü üstleniyorum” sloganıyla sıraladıklarını yapmadığı görüldü. Çok reklamını yaptıkları bahar hiçbir zaman gelmedi. “Krize lider lazım” diyenlerin lideri mevduatların traşlanması yönündeki yıkıcı kararı aldı. Şimdi halka ne diyecek?

Kıbrıs’ın orta sınıfının beli kırıldı. Nüfusun üçte biri yoksulluk tehdidiyle karşı karşıya. Binlerce genç Kıbrıs’tan göç etti ya da öğrenimlerinden sonra Kıbrıs’a dönmüyorlar. İşsizlik yüksek düzeylerde olmaya devam ediyor. İstihdam oranları 2014 düzeyinde seyrediyor. Hükümet “Güvence Altına Alınmış Asgari Gelir” uygulamasıyla özünde yoksulluğu yeniden paylaştırma yoluna giderek, yoksullardan alıp çok yoksul yurttaşlara vererek toplumun dar gelirli kesimleriyle adeta alay etmeye devam ediyor. Servete uygulanan tek vergi olan gayrimenkul vergisini kaldırıp, gelir eşitsizliklerinin artışı açısından Kıbrıs Cumhuriyeti’ni AB içerisinde en kötü durumda olan ülke haline getirdi.

Bu durumun değişmesi şarttır. Hastaneleri, doktorları, sosyal devleti, geleceği olan, refah içerisindeki bir Kıbrıs’ı hatırlayan son nesil olmamamız için mücadele etmemiz şarttır. Bu mücadeleyi kazanabilecek siyasal güç AKEL’dir. AKEL sadece Genel Sekreterinden ve İlçe Sekreterlerinden ibaret değildir. AKEL hepimiziz, hepinizsiniz. Partimizi on yıllardır fedakârca ve gururla destekleyen bütün halktır. Daha da ilerlemeyi istiyorsak, gücümüze güç katmalıyız.

Tespitlerde bulunup, bunları kendi aramızda konuşmamız yeterli değildir. Yerel seçimlerde çok ve önemli çalışmalar yaptık ve milletvekilliği seçimlerindeki kaybı belirli oranda kapattık. Ancak AKEL’i hak ettiği yere getirebilmemiz için yapacak daha çok işimiz var. İlçe örgütleri bu yönde ilerlenmesinde önemli role sahiptirler.

Zor dönemlerden geçiyoruz. Her birimiz daha az konuşup daha çok iş yapmalıyız. Bunu pek çok kez söyledik. Hücre, çekirdek, Parti Taban Örgütüdür. Çabalarımız parti tabanına yönelik olarak yoğunlaşmalıdır. Yeni üyelere, parti gruplarının yenilenmesine, halkla günlük temasın geliştirilmesine, yerel sorunların çözümüne yönelik girişimlerimizin güçlendirilmesine yoğunlaşmalıdır. Bunları söylerken aramızdaki özgür ve samimi diyaloğun, eleştiri ve özeleştirinin de önemini vurgulamak istiyorum.

AKEL’in bundan sonraki adımı atıp, daha da güçlenmesi bize bağlıdır. 90 yılı aşkın bir süre boyunca verdiğimiz mücadeleler ve ülkemize sunduğumuz hizmetlerimiz var. Partimizin siyasal, örgütsel ve ideolojik olarak daha da güçlenmesini istiyoruz. Ülkeyi ilgilendiren büyük ve küçük bütün konular hakkında bütünlüklü siyasal önerileriyle ve aynı zamanda Meclis içinde ve dışında tutarlı mevcudiyetiyle siyasal, sosyal ve çalışma yaşamına ilişkin haklar için, insan hakları için her alanda mücadele için partimizin daha da güçlenmesini istiyoruz. Önümüzdeki siyasal ve sosyal mücadelelerde tutarlılığı, ciddiyeti ve güvenirliliğiyle başı çekmeye devam etmesi için Halk Hareketi’mizin daha da güçlenmesini istiyoruz.

Partimizin barışı, yeniden birleşmeyi, ilerlemeyi ve herkes için refahı daha da güçlü bir şekilde talep etmeye devam eden ses olması için; bütün Kıbrıslıların güçlü sesi olması için daha da güçlenmesini istiyoruz.

PREV

27. AKEL Mağusa İlçe Kongresi'nde İlçe Sekreteri Hrisantos Zannettos'un Konuşması

NEXT

AKEL Lefkoşa İlçe Sekreteri Hristos Hristofidis'in "Barış ve Yeniden Birleşme Buluşması"nda Yaptığı Konuşma