Home  |  Konuşmalar   |  Yasadışı Devletin İlanının Kınandığı Etkinlikte AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması

Yasadışı Devletin İlanının Kınandığı Etkinlikte AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması

 

1974’ün çifte cinayetinin üzerinden 44 yıl geçti. Yasadışı devletin ilanının üzerinden 35 yıl geçti. Hala buradayız. Israr ediyoruz. Boyun eğmiyoruz. Güçlü bir şekilde haykırıyoruz: Kıbrıs Halkına Aittir.

Daha kaç yıl adımlarımız barikatlarda kesilecek? Daha ne kadar kendi yurdumuzda göçmen olacağız? Daha ne kadar evlerimizi sadece ziyarete gidebilenler olacağız? Daha ne kadar yarım vatanda yarım yaşam yaşayacağız? Daha ne kadar Taksim tehdidiyle yaşayacağız?

2012 Ekim’inde Cumhurbaşkanı adayı olarak Sn. Anastasiadis “Bir görüşme turunun başarılı bir sonuca varma perspektifi yaratması gerekir. Yeni bir başarısızlık ulusal davamız açısından şüphesiz yıkım olacaktır” diyordu.

Ve halkı vaatlere boğuyordu. Avrupa Birliği’nin daha aktif rolünden, müzakerecilerin çapraz ziyaretlerinden, kapsamlı çözüm planı sunmaktan ve daha nicesinden söz ediyordu. Tüm bunların ardından ortaya koyduğu tutumların sonucunda Barbaros Kıbrıs’ın güney sahillerinde volta atarken, rotayı değiştirmeye karar verdi. Yol açtığı durumu kısmen de olsa kurtarmak için geç de olsa Hristofyas-Talat görüş birliklerini kabul etmek zorunda kaldı. Sayın Akıncı’nın Kıbrıstürk toplumu liderliğine gelmesi ve müzakerelerin kaldığı yerden devam etmesi yönündeki beyanı Kıbrıs sorununun çözümü için yeni bir konjonktürü yarattı. O zaman Anastasiadis’in halkta beklentiler yaratan manşetleriyle yeni bir döneme girdik. Dediklerine göre, neredeyse Mağusa’yı geri alacaktık, neredeyse Yeşil Hattı lağvedecektik. Bunu Kıbrıs’ta ve Kıbrıs dışında yapılan görüşmeler izledi. Bugün, Sn. Anastasiadis’in Kıbrıs sorununda yaklaşık 6 yıl boyunca ortaya koyduğu tutumların sonucunda belki kendisinin 2012’de dediği gerçekleşecek, Kıbrıs sorununda belki sonucu yıkım olacak gelişmelere doğru gidiyoruz.

Kıbrıs sorununun 44 yıldır çözümsüz kalmasının ana sorumlusu şüphesiz Türkiye’dir. Şüphesiz Türkiye yıllardır Kıbrıstürk toplumunu bütün alanlarda tamamen kontrolü altına almayı hedeflemektedir. Sorulması gereken soru bu durum karşısında bizim ne yaptığımızdır. Üzerinde anlaştıklarımıza bağlı olduğumuza, çözüm çabalarında bir adım önde olduğumuza uluslararası toplumu ve aynı zamanda Kıbrıstürk toplumunu ikna etmeyi başarmak için ne yapıyoruz?

Sn. Anastasiadis’in ortaya koyduğu tutumlar ne yazık ki Kıbrısrum tarafını ciddi tehlikelerle karşı karşıya bırakıyor. Hükümet ve DİSİ yetkililerinin “Kıbrıs sorununun çözümü için Cumhurbaşkanı’nın başka ne yapmasını istediniz de yapmadı?” diye bize pek çok kez yönelttikleri soruya cevap veriyoruz: Görüşmelere Hristofyas döneminde kalınan yerden devam etseydi, Hristofyas-Talat ortak açıklamalarını teyit etseydi, görüş birliklerini daha başından kabul edip Mont Pelerin-1’den bahaneler öne sürüp kaçmasaydı, Crans Montana’da net duruş ortaya koysaydı, kendisinin bile izah edemediği desentralize federasyon gibi düşünceleri üstün körü ve sorumsuz bir biçimde ortaya atmasaydı, ne istediğini ve bunu nasıl başaracağını bildiğine uluslararası toplumu ikna etseydi. Tutarlılığı, kararlılığı, metodu olsaydı ve her şeyin üstünde de yeniden birleşmiş Kıbrıs vizyonu olsaydı. Ama ne yazık ki o bunları yapmak yerine kendini taktik oyunlarda, çelişkilerde, tutarsızlıklarda, ileri geri adımlarda ve yalpalamalarda tüketti ve bugüne vardık. Yani süregiden durgunluğa.

Tüm bunları söylemekte ısrar ediyoruz. Çünkü Türkiye 1983’te yasadışı devleti ilan etmek için benzer bir konjonktürü kullandı. Kıbrıs sorunundaki durgunluk bahanesiyle Denktaş Kıbrıslıtürk toplumunda direnen her ilerici sesi susturmaya çalıştı. Planlarına direnebilecek her gücü yıprattı. Ankara’nın askeri rejimiyle tam koordinasyon içerisinde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin ilanının yolunu hazırladı. 1983 başından itibaren BM Genel Kurulu bütün işgal ordularının adayı terk etmesini talep eden ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tam egemenliğini ilan eden kararı onaylamış olmasına rağmen, Ankara uluslararası örgütün çağrılarını tahrik edici bir biçimde görmezden gelerek, kendi hedeflerini yaşama geçirme yönünde ilerledi. 15 Kasım 1983’ten önce işgal altındaki bölgede bütün iletişim kesildi. Denktaş “bağımsızlık” ilanı için Ankara’nın yazılı emrini aldıktan sonra bölücü hareketini gerçekleştirdi. Tüm bunları söylüyoruz çünkü Kıbrıs tarihini biraz olsun bilen herkes her geriye gidişin aleyhimize sonuçlara yol açtığını bilmektedir.

Bu hafta başında iki barikat daha açıldı. Barikatların açılması önemlidir. AKEL olarak, Kokkina ve Piroi gibi, başka yerlerdeki barikatların da açılmasını destekliyoruz. Ancak mühim olan görüşmeler aracılığıyla çözüm bulunması çabalarının devam etmesidir. Bugüne kadar Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri görüşmelerin kaldığı yerden ve Guterres Çerçevesi temelinde devam etmesini talep ediyordu. Şimdi görev tanımıyla bir şeyler daha isteniyor. Üzerinde anlaşmaya varılmış olan görüş birlikleri hakkında aynı anlayışa, Genel Sekreter’in çerçevesindeki noktalar hakkında aynı yoruma, olası yeni düşünceler hakkında aynı anlayışa sahip olduğumuza dair anlaşmamız isteniyor. Bunun ötesinde aynı nihai hedefe sahip olduğumuza ve oraya nasıl varacağımıza dair anlaşmamız gerekiyor.

Dolayısıyla gelişmeler artık kritik olmaktan çok daha ötedir. Sistematik bir biçimde, tutarlılık, samimiyet ve üzerinde anlaşmaya varılan çözüm hedefine bağlılıkla çalışmazsak, görev tanımında anlaşmaya varılamaması tehlikesi var. Böylesi bir şey, özellikle başarısızlığın sorumluluğu Kıbrısrum tarafına da yüklenirse, ülkemiz açısından büyük tehlikelere yol açacaktır.

Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler sadece iki bölgeli iki toplumlu federasyon çerçevesinde birlikte yaşamayı başardıklarında doğdukları topraklarda geleceğe umutla bakabileceklerdir. Tek egemenlikli, tek vatandaşlıklı ve tek uluslararası kimlikli yeniden birleşmiş bir devlet çerçevesinde geleceğe umutla bakabileceklerdir. İki toplumun barış içerisinde birlikte yaşamalarının ve işbirliklerini geliştirmelerinin güvence altında olacağı ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olacak birleşik ve bağımsız vatanda geleceğe umutla bakabileceklerdir. Bunu elbette ki herhangi bir çözüm değil, işgale ve yasadışı nüfus taşınmasına son verecek bir çözüm sağlayacaktır. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve birliğini güvence altına alacak bir çözüm sağlayacaktır. BM kararlarını, Doruk Antlaşmalarını, uluslararası hukuku ve Avrupa hukukunu temel alacak bir çözüm sağlayacaktır. Kıbrıs’ı askersizleştirecek ve yabancı güçlere herhangi bir garanti hakkı ya da yurdumuzun içişlerine müdahale hakkı vermeyecek bir çözüm sağlayacaktır. Birleşmiş Milletler kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitlikli, iki bölgeli iki toplumlu federasyon çerçevesinde toprağı, halkı, kurumları ve ekonomiyi yeniden birleştirecek bir çözüm sağlayacaktır. Müzakere masasında üzerinde anlaşmaya varıldıktan sonra böylesi bir çözümün referanduma sunulması gerekecektir.

Biraz önce de söylediğim gibi, geçtiğimiz Pazartesi iki barikat daha açıldı. Bu, özellikle sosyal medyada yeni tartışmaları tetikledi. Barikatlar açıldığı için Türkleştirilme tehdidiyle karşı karşıya olmadığımızı herkes en nihayet idrak etmelidir. Kıbrıs sorunu doğru çözüldüğü takdirde Kıbrıs Türkleştirilmeyecektir. Kıbrıs sorununu çözmeyi başaramadığımız takdirde Kıbrıs Türkleştirilecektir. Taksim bize kalırsa, “onlar o tarafta, biz bu tarafta”yı çözüm olarak kabul edersek Kıbrıs Türkleştirilecektir. Böylesi bir durumda kendi yurdumuzun içinde Türkiye ile sınırlarımız olacak. Bir yanda Kıbrıs Cumhuriyeti, diğer yanda adamızı batırıncaya kadar askerlerle ve yerleşiklerle dolduracak bir Türk oluşumu küçücük bir adada yan yana olacak. Açık ya da gizlice Taksim’i öne çıkaranlar “onlar o tarafta, biz bu tarafta” diyorlar. Ancak böylesi bir durumun Kıbrıs’a getireceği yerleşiklerin bir an gelip özgür bölgede de yaşam alanı arayacaklarını söylemiyorlar. Kendi yurdumuzda sürekli savaş tehdidiyle yaşayacağımızı söylemiyorlar. Çözüm olmaksızın bugünkü yaşamımıza devam edeceğimizi düşünmek naifliktir, saflıktır. Bizi ne zaman yutacağını bilmeyeceğimiz bir bataklık üzerinde yaşayacağız.

Böylesi bir senaryoyla uzlaşmamızın asla söz konusu olmadığını AKEL olarak bütün gücümüzle haykırıyoruz. Yurdumuzun kurtuluşu ve yeniden birleşmesi için mücadeleye devam edeceğiz. Ne işgalle, ne de büyük çıkarlarla değil, ortak vatanı birlikte paylaşacağımız Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızla onurlu bir uzlaşı için mücadeleye devam edeceğiz. Bunu herkes aklına iyice soksun. Bu topraklar bizimdir. Kimseye satmıyoruz. Kimseye bağışlamıyoruz. Bu yurdun temellerini mücadelelerimizle attık. Evlatlarımızın kanıyla, alın terimizle suladık. Ortak vatan için mücadele edeceğiz ve kazanacağız. İşgale Hayır! Taksime Hayır! Kıbrıs’ta Barışı Hiçbir Şey Engelleyemez!

15 Kasım 2018

PREV

“AB’nin Perspektifleri ve Kıbrıs Sorunu” Konulu Etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması

NEXT

AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun TEPAV’da Yaptığı Konuşma