Home  |  Konuşmalar   |  AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun TEPAV’da Yaptığı Konuşma

AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun TEPAV’da Yaptığı Konuşma

Doğu Akdeniz’deki Jeopolitik Durum ve Kıbrıs Sorunu

23 Kasım 2018, TEPAV, Ankara

Her şeyden önce davetiniz ve Doğu Akdeniz’deki jeopolitik durum hakkında AKEL’in görüşünü sunma fırsatını bana verdiğiniz için size teşekkür etmek istiyorum. Elbette ki bu konuşmamda Kıbrıs’a ve Kıbrıs’ı ilgilendiren gelişmelere odaklanacağım.

Bölgemiz, Doğu Akdeniz daha öncesinde görülmemiş ve tehlikeli bir militarizasyonun refakat ettiği yoğun jeopolitik yeniden düzenlemelerin, rekabetlerin ve zıtlaşmaların odağında bulunuyor. Doğu Akdeniz’deki yeni jeopolitik sahneyi belirleyen ana unsurlara baktığımızda dört faktör göze çarpmaktadır:

Birincisi, dünya enerji piyasasında istikrarsızlığa yol açan daha geniş yeniden düzenlemelerle bağlantılı olarak, Doğu Akdeniz’de önemli hidrokarbon yataklarının bulunması büyük perspektiflerin yanı sıra, büyük tehlikelere de yol açmıştır. Önümüzdeki yıllarda küresel güç dengelerini de önemli derecede belirleyecek olan dönemimizin enerji rekabetlerinden en önemlisi değilse, en önemlilerinden birinin Doğu Akdeniz’de yaşandığı bir gerçektir. Doğu Akdeniz’deki doğal gazı değerlendirilme çabasının önünde iki büyük zorluk vardır. Bir yandan doğal gazın çıkarılmasının ve taşınmasının oldukça karmaşık teknik özellikleri. Diğer yandan bölge devletleri arasındaki ilişkiler ve patlamaya hazır bölgesel sahne. Bunlara ek olarak, dünya deniz ticaretinde petrol transferi açısından yıllardır ana halkayı teşkil etmesinden de kaynaklanan Doğu Akdeniz’in önemi.

İkincisi, Suriye’ye müdahale, yapılan saldırı sonucu özünde Libya’nın dağılması ve “İslami Devlet”in faaliyeti gibi yeni meselelerle Orta Doğu sorunu, Kıbrıs sorunu, Kürt sorunu gibi bölgenin geçmişten gelen sorunları adeta iç içe girmiştir. Bu meselelerin jeopolitik ve enerji rekabetleriyle bağlantılı olduklarını ya da en azından değerlendirildiklerini hepimiz görmekteyiz.

Üçüncü faktör, bölge rejimlerinin –sözde– demokratikleştirilmesi hedefi altında geçmişte ABD tarafından öne çıkarılan “Yeni Orta Doğu” projesinin ardında bıraktığı sonuçlardır. Bu projenin bilançosu bugüne kadar devam etmekte olan kaos, istikrarsızlık ve dökülmekte olan kandır. Bu planların sonuçları bütün Doğu Akdeniz bölgesini zincirleme olarak etkiledi ve bugüne kadar da etkilemeye devam etmektedir. ABD’nin bugünkü Donald Trump yönetiminin -Orta Doğu sorununda ve genelde uluslararası güvenlik sisteminde kışkırtıcı kararlarıyla- ateşe benzin döktüğü açıkça görülmektedir.

Dördüncüsü, bölge devletlerini silahlanma yarışına götüren yeni üsler ve yeni askeri işbirlikleriyle, artarda askeri talim ve tatbikatlara, Doğu Akdeniz’de yabancı güçlerin varlığının güçlendirilmesiyle militarizasyon bu rekabetlere refakat etmektedir. Zaten militarizasyon ve güvensizlik kısır döngüsünü yeniden üretme ve keskinleştirme yöntemlerine sahip olan savaş sanayilerinin silahlanma ve askeri teçhizatlar meselesinde büyük çıkarlarının da olduğu unutulmamalıdır.

Sorulması gereken soru bu büyük çıkarlar ve tehlikeler yumağını nasıl çözeceğimizdir. Bunu barış ve işbirliği davasına, bölgemiz halklarının çıkarlarına uygun ve hizmet edecek biçimde nasıl çözeceğiz? Bizim tezimiz, Doğu Akdeniz’in doğal zenginliğinin değerlendirilmesinin somut parametreler üzerinde ilerleyebileceği ve ilerlemesi gerektiğidir. Her ülkenin doğal zenginliğinin, o ülke halkının mülkiyeti olarak ve özellikle enerjiyi kamusal sosyal bir nimet olarak ele alan bir planlamayla halkların yararına değerlendirilmesidir. Bu doğal zenginlik gerilim ve militarizasyon faktörü değil, dışlamalar olmaksızın bölgesel işbirliği ve barış faktörü olmalıdır. Bu doğal zenginliğin değerlendirilmesinde uluslararası hukuka, deniz hukukuna ve her devlet için söz konusu olan vazgeçilemez egemenlik haklarına saygı temel alınmalıdır. Belki bunlar kimilerine romantik sloganlar gibi gelebilir. Bununla birlikte, bölge hükümetleri halklarının gerçek çıkarının bilincine vararak, buna uygun bir biçimde davrandıkları takdirde, AKEL olarak, bunun tamamen gerçekleştirilebilir olduğuna inanıyoruz. Yurdumuz Kıbrıs’ın geleceği için de tam olarak bunu, gerçekçi ve karşılıklı olarak yararlı bir yolu öneriyoruz.

Kıbrıs’ın durumu karmaşık Kıbrıs sorunuyla birlikte çeşitli –ekonomik, jeopolitik, enerji– çıkarlarının kesiştiği Doğu Akdeniz puzzle’ının parçalarından biridir.

Bugün durum nedir? Kıbrıs’ta, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin (MEB) güney kısmında doğal gaz yataklarının var olduğuna dair göstergeler enerji devlerinin ve aynı zamanda komşu ülkelerin ilgisini çekmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti son yıllarda egemenlik haklarını güvence altına almak için bazı hareketlerde bulunma yönünde ilerlemiştir. MEB’in belirlenmesiyle, komşu ülkelerle ilgili anlaşmalarla ve bu yataklarda araştırma izinlerinin verilmesiyle hedeflenen buydu. Bununla birlikte, bu planlamaların karşısında Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tanımayan, bu anlaşmaları kabul etmeyen, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni benimsememiş olan ve bu planların hedefinin kendisini Doğu Akdeniz enerji haritasının dışında bırakmak ve Kıbrıslıtürkleri Kıbrıs’ın doğal zenginliğindeki haklarından mahrum bırakmak olduğu görüşünde olan Türkiye hükümetinin politikası var. Ayrıca geçen Şubat ayında Türk gemilerinin İtalyan ENI şirketinin sondaj gemisini faaliyetini durdurup bulunduğu yerden ayrılmak zorunda bıraktıkları da bilinmektedir. Bugünlerde adanın yaklaşık 150 kilometre güney batısındaki onuncu parselde Amerikan ExxonMobil şirketinin sondaj çalışmaları başladı.

Bu tabloda önümüzdeki aylarda iki faktörden dolayı gerilim hızla artabilir: Bu faktörlerden birincisi, Kıbrıs’ın MEB’i içerisinde sondaj çalışmaları yapma yönünde Türkiye’nin bariz niyeti ve bunun yol açabilecekleridir. İkincisi, Kıbrıs sorununun çözümü için görüşmeler olmaksızın, adada 1964’ten beri bulunan ve 1974’ten itibaren Türk ordusu ve Kıbrıs’ın Ulusal Muhafız Ordusu arasındaki ara bölgeyi denetleyen Kıbrıs’taki Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün görev süresinin (BM’nin barış misyonları hakkında Trump yönetiminin politikası nedeniyle) yenilenmemesi tehlikesidir. Önümüzdeki Ocak ayında müzakere süreci olmadığı takdirde, yol açabileceği bütün tehlikelere rağmen, Barış Gücü’nün önemli derecede azaltılması ya da adadan ayrılması hakkında kesin kararların alınması olasıdır.

Tüm bunlar karşısında ne öneriyoruz ve ne yapıyoruz? Öncelikle parti olarak ve şahsen benim ihlal edilemez bir ilke olarak gerek Kıbrıs içinde, gerekse dışında hitap ettiğimiz kitleye göre tezlerimizi ve beyanlarımızı değiştirmediğimizi söylemeliyim. Kıbrıs MEB’inde Türk savaş gemilerinin tahriklerinin, Kıbrıs MEB’i içerisinde sondaj çalışmaları yapmaya yönelik niyet ve saldırgan söylemin hukuki ya da siyasal dayanaklarının olmadığını, barış ve işbirliğine kesinlikle katkıda bulunmadığını bu kürsüden de beyan etmeliyim. Ayrıca doğal gazdan gelirlerin doğal gazı değerlendirebilecek noktaya ulaşıp, ilgili enerji devlerinin yüzlerce milyona ulaşan giderleri karşılandıktan sonra, yani yıllarca sonra elde edilebileceği dikkate alındığında, Kıbrıslırumların tek yanlı hareket ettiklerine dair Kıbrıstürk tarafınca dile getirilen endişelerin haklı gerekçelerinin olmadığı da görülmektedir. Yine de AKEL olarak, üzerinde ayrıldıklarımıza ve anlaşamadıklarımıza kendimizi hapsetmiyoruz. Kıbrıslıtürklerin haklarını güvence altına alan ve paralel olarak herkesin makul endişelerine cevap veren bir yolu, barış ve işbirliği yolunu öneriyoruz.

Öncelikle, Kıbrısrum toplumunun liderliğinde benden önce AKEL’in lideri olan Dimitris Hristofyas’ın ve Kıbrıstürk toplumunun liderliğinde Mehmet Ali Talat’ın bulunduğu dönemde toplumlar arası görüşmelerde deniz bölgeleri, doğal kaynaklar ve federal gelirlerin dağılımı meseleleri de dâhil olmak üzere, Kıbrıs sorununun çözümünün içeriği hakkında önemli görüş birliklerine ulaşılmasının başarılması mümkün oldu. MEB ve doğal kaynaklar konuları dâhil olmak üzere, bütün deniz bölgelerinin merkezi federal devletin yetkisinde olmasında anlaşıldı. Bu, Kıbrısrum toplumunun kaygı duyduğu konulardan biri olan, birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek egemenliğinin, birliğinin ve uluslararası kimliğinin altını çizmektedir. MEB’in ve doğal kaynakların merkezi federal devletin yetkisinde olması, doğal gazın -adanın güney sahillerinin açıklarında bulunmasından bağımsız- iki topluma da ait olduğu demek olduğundan, bu görüş birliği aynı zamanda Kıbrıslıtürk yurttaşlarımız için de önemli ve yararlıdır. Ayrıca doğal gazın ilgili görüş birliği temelinde, federal gelirler içerisinde olacağı ve bu gelirlerin dağılımı konusunda şimdiden neredeyse anlaşmaya varılmış olduğu dikkate alınırsa, bu görüş birliğinin olup bitenler açısından büyük önem taşıyan ve karşılıklı yararı olan bir görüş birliği olduğu açıkça görülmektedir. Nitekim bizzat BM Genel Sekreteri’nin bu görüş birliğine atıfta bulunması tesadüfi değildir. Dolayısıyla Kıbrıslıtürklerin hakları güvence altındadır.

Türkiye’nin bölge enerji haritasında yerinin olmasını hedeflediğini biliyoruz. Bu rol komşu devletlerin çıkarları aleyhine güçlünün hukukuyla ve askeri dayatma mantıklarıyla edinilemez. Bu rol Kıbrıs’taki işgal ve bölünme meselesinin çözümsüzlüğü de dâhil olmak üzere, komşu devletlerle var olan anlaşmazlıkların çözümüyle edinilebilir. Kıbrıs sorununun çözümünden sonra doğal gazın gerek Türkiye tarafından kullanılması, gerekse Avrupa’ya transferi için boru hattı inşası seçeneğinin ekonomik yaşayabilirlik kriterleriyle Kıbrıs ve Türkiye arasında görüşülmesini desteklemeye AKEL olarak hazırız.

Kıbrıs ve Türkiye arasında MEB’in belirlenmesi meselesine gelince, bu meselenin sadece Kıbrıs sorununun çözümünden sonra tartışılabilecek bir mesele olduğu ve Kıbrıs sorunu müzakerelerinin bir parçasını teşkil etmediği açıktır. Ancak her halükarda, bizim görüşümüz, olası ihtilaf ve anlaşmazlığa adil ve meşru çözümler verebilecek aracın Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi olduğudur.

AKEL olarak net tezimiz, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarını icra etme, bunlardan kaynaklanan enerji planlamalarını yapma ve bütün bölge devletleriyle karşılıklı yarar temelinde bölgesel işbirlikleri geliştirme hakkına sahip olduğudur. Ancak aynı zamanda Akdeniz’deki enerji işbirliklerinin askerileştirilmesine, Filistin topraklarını yıllardır ordusuyla işgal eden İsrail’le Kıbrıs Cumhuriyeti’nin askeri tatbikatlarına ve işbirliklerine net bir biçimde karşıyız. İsrail ve başka ülkelerle Kıbrıs arasında Türkiye karşıtı bir cephenin oluşturulmasına yönelik ideolojik çarpıtmaların milliyetçi çevrelerin kulaklarını okşayabileceğini ama böylesi mantıkların büyük tehlikeler, güvensizliğe yol açan yeni kısır döngüler ve bizim görüşümüze göre pek çok yanılgıyı içerdiğini AKEL olarak defalarca vurguladık ve vurguluyoruz. Kıbrıslırumların haklı olarak duydukları güvensizlik sorunu İsrail’le ve NATO’cu güçlerle askeri işbirlikleriyle, militarizasyonla ya da Kıbrıs’ın NATO’ya girmesiyle çözülmeyecektir. Aynı şekilde, Kıbrıslıtürklerin duydukları güvensizlik sorunu da Türkiye’nin militarizasyonu yoğunlaştırmasıyla çözülmeyecektir. Güvenliğimiz barıştır. Kıbrıs ve Kıbrıslılar için barış her şeyden önce adanın ve halkının yeniden birleşmesidir.

Tüm bunlar Kıbrıs sorununun üzerinde anlaşmaya varılmış olan çerçevesi ve BM parametreleri temelinde çözümünün zaruri ve şart olduğunu şüphesiz kılmaktadır. Bu durumda, tansiyonu düşürecek ve sorunların aşılmasını sağlayacak tek yol budur. Tehlikeleri halklarımız ve ülkelerimiz için ve daha genelde bütün bölge için gelecek perspektifine dönüştürecek olan sadece çözümdür. Türkiye hükümetinin de bunun bilincine varacağını ümit ediyoruz.

Bugün önemli olanın Kıbrıs sorununda görüşmelerin Crans Montana’da kesintiye uğradığı noktadan ve Guterres Çerçevesi temelinde yeniden başlaması olduğunda AKEL olarak tereddütsüz ve tutarlılıkla ısrar ediyoruz. Bunun için de Kıbrıs’ın iki toplumunun liderlerini, Sn. Anastasiadis’i ve Sn. Akıncı’yı görev tanımında anlaşmaları ve müzakerelerin yeniden başlaması için BM Genel Sekreteri’nin çağrılarına olumlu karşılık vermeleri yönünde cesaretlendiriyoruz. Bu konuda elbette Türkiye’nin ortaya koyacağı tutum da sınanacaktır. Ne kaybedecek zamanımız var, ne de zaten üzerinde anlaşmaya varılmış olan meselelerin yeniden açılmasına zamanımız var. Ayrıca Kıbrıs sorununun çözümü için BM çerçevesinden herhangi bir şekilde sapmayı ya da “iki devletli çözüm” ve konfederasyon yönünde, yani Taksim yönünde herhangi bir düşünceyi –nereden gelirse gelsin– aklımızdan dahi geçiremeyiz ve kabul edemeyiz. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin kendilerinin ve çocuklarının gelecekleri için, ortak vatanımızın geleceği için umutlarının olabilmesinin tek yolu BM’nin ilgili kararlarında belirtildiği şekilde iki toplumun siyasi eşitliğinin olacağı, tek egemenlikli, tek vatandaşlıklı ve tek uluslararası kimlikli iki bölgeli iki toplumlu federasyon temelinde Kıbrıs sorununun ilkeli çözümüdür. Kıbrıs “Yunan adasıdır” ya da “Anadolu’nun uzantısıdır” diyen doktrinleri ve “anavatanlar” hakkındaki anlayışları geride bırakarak Kıbrıs sorununun ilkeli çözümüdür. Kıbrıs üzerinde çağdışı garantörlük rejimini, işgali ve bölünmeyi geride bırakarak Kıbrıs sorununun ilkeli çözümüdür. Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler olarak, tarihten aldığımız dersler ışığında, vasiler olmaksızın, ortak vatanımızın gerçek efendileri olabiliriz.

Rekabetlerin ve çatışmaların yaşandığı bir dünyada ve bir dönemde, özgür ve yeniden birleşmiş Kıbrıs farklı dillere, etnik kökenlere, dinlere ve acı tarihi bir mirasa sahip olan iki toplumun kendi ortak vatanlarında uyumlu bir biçimde yaşadıkları ve ortak devletlerini birlikte yönettikleri bir örnek olarak doğacak. İki toplum –tek halk, tek vatan olarak– güçlerimizi birleştireceğiz ve yurdumuzun dinamizmini ve perspektifini çoğaltacağız. Dünyanın en fazla militarize edilen bölgelerinden biri olan Kıbrıs böylece ordulardan, mayın tarlalarından, askeri teçhizatlardan, tel örgülerden ve barikatlardan kurtulacak ve Doğu Akdeniz’de barış ve güvenliğin örneği olacaktır. Bu sadece vizyon değildir. Bu, barışa hizmet eden; Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye halklarına hizmet eden; bugün pek çoğumuzun aklının alamayacağı işbirliği yollarını açan acil stratejik hedeftir.

Sözlerimi tamamlarken, Doğu Akdeniz’deki genel duruma dönmek istiyorum. Şu ya da bu şekilde bölge ülkelerinin kaderleri birbirlerine bağlıdır ve yanı başımızda yaşananlar er ya da geç bizim kapımıza da ulaşır. Başkenti Doğu Kudüs ve 1967 sınırlarında bağımsız Filistin devletinin yaratılmasıyla Orta Doğu sorununun çözümü, Suriye’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün yeniden sağlanmasıyla bu ülkede kan dökülmesine son verilmesi, bölgedeki pek çok ülkenin barış yanlısı hareketlerinin uğrunda mücadele ettiği nükleersizleştirmenin Akdeniz ve Orta Doğu’da gerçekleştirilmesi gibi meseleler bölgemizin karşı karşıya olduğu büyük zorluklardan sadece bazılarıdır.

Bu düşüncelerle, davetiniz için size tekrar teşekkür etmeyi isterken, verimli ve üretken bir tartışma gerçekleştirmemizi diliyorum.

PREV

Yasadışı Devletin İlanının Kınandığı Etkinlikte AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması

NEXT

AKEL Politbüro Üyesi Eleni Mavru’nun TDP’nin 6. Olağan Kurultayı’na Mesajı