“Emperyalizm ve savaşlar döneminde faşizmin ve gerici güçlerin tehlikeleri” konulu AKEL tarafından gerçekleştirilen uluslararası toplantıda AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma
Kıbrıs’a ve AKEL tarafından gerçekleştirilen bu uluslararası toplantıya AKEL Merkez Komitesi adına hepinize hoş geldiniz diyorum. “Emperyalizm ve savaşlar döneminde faşizm ve gerici güçler tehlikeleri” konulu bu uluslar arası toplantıyı partimizin 22. Kongresi çerçevesinde gerçekleştiriyoruz. Bu toplantıya katılımınızın bizi özellikle onurlandırdığını dile getirmek istiyoruz. Bu buluşma çerçevesinde yapacağınız çalışmaların başta halklarımızın olmak üzere, herkesin beklentilerine yanıt vermesini diliyorum.
Sizin katılımınızın ve katkılarınızın Kıbrıs halkına önemli bir mesaj verdiğinin altını çizmek istiyorum. Bildiğiniz gibi, Kıbrıs ve halkımız NATO’cu emperyalizmin, Türk yayılmacılığının, Yunanistan’daki ve yerli faşizmin yol açtığı acıları yaşadı. Bu güçler maalesef ülkemizin büyük bir bölümünün Türkiye tarafından işgaline yol açtılar. Küçük vatanımız tam bağımsızlığı ve özgürlüğü ne yazık ki hiçbir zaman yaşayamadı. Ülkemiz yeryüzünün güçlülerinin dayatmalarının hep kurbanı oldu. Onlar kendi haksız planlarını yaşama geçirmek için zaman, zaman yerli hâkim sınıfların bir kesimini, milliyetçi ve şoven çevreleri kullandılar ya da onlarla işbirliği içerisinde oldular. Dünyanın dört bir yanından komünist ve ilerici partiler, uluslararası barış hareketi Kıbrıs halkının kurtuluş ve yeniden birleşme mücadelesine daima destek verdiler. Bunun için teşekkürlerimizi dile getirmek istiyoruz.
Bugün, AKEL olarak, çözüm dinamizminin yaratılması için adadaki diğer barış yanlısı güçlerle birlikte çalışıyoruz. İşgali ortadan kaldıracak ve garantörlükler, müdahale hakları ve yabancı ordular olmaksızın, tek egemenlikli, tek uluslar arası kimlikli, tek vatandaşlıklı bir devlete götürecek iki bölgeli iki toplumlu federasyon temelinde adayı yeniden birleştirecek bir çözüm için çalışıyoruz. Yüksek Düzey Anlaşmaları’na, BM kararlarına, uluslar arası hukuka ve Avrupa hukukuna dayanan bir çözüm için çalışıyoruz. Kıbrıslırumlara ve Kıbrıslıtürklere, Kıbrıs halkına ve tüm bölgemizde barışa hizmet edecek bir çözüm için çalışıyoruz. Çözümün gerçekleşmesi için uluslar arası ilgiyi değerlendirmeyi hedefleyeceğiz. Ancak emperyalist güçlerin çözüm için bizim gibi ilgilerinin olduğu yanılgısı içinde değiliz. Geçen zaman içerisinde toprak üstünde oldubittiler devam etmektedir. Çözüm olmadan geçen zaman, adaya yasa dışı bir şekilde nüfus taşınmasını ve yerleştirilmesini kalıcılaştırmakta ve bizi taksime doğru götürmektedir. Çözümün başarılması çabasında karşılaşacağımız güçlüklerin tamamen bilincindeyiz. Ancak bizim hem haklı mücadelemize inancımız, hem de kendimize ve argümanlarımızın gücüne güvenimiz var. Çözümü talep etmemiz için çözüm ilkelerinde tutarlılık, ciddiyet ve kolektiflikle hareket etmeliyiz. Bu şekilde, anlaşmaya varabilmemiz için, uluslararası toplumdan nüfuzunu Türkiye’ye uygulamasını talep edebiliriz.
Sovyetler Birliği’nin rolünün belirleyici olduğu halkların antifaşist zaferinden 70 yıl sonra, yaşanan uluslararası gelişmeler ne yazık ki II Dünya Savaşı’nın patlamasından önce hâkim olan koşulları hatırlatan bir sahneyi biçimlendirmektedir.
Bizim görüşümüze göre, dört temel unsur Hitler faşizmi felaketinin baş gösterdiği dönemi hatırlatan bugünkü gerçekliği teşkil etmektedir.
Birincisi, derin kapitalist kriz. Hepimiz biliyoruz ki, krizler kapitalist sistemle sıkı sıkıya bağlıdır. Bugün de bu yaşanmaktadır. Avrupa Birliği’nin hâkim sınıfları tarafından yıllardır öne çıkarılan politikalar çalışanların haklarını azaltmayı, çalışma yaşamında yeni koşulların oluşturulmasını ve kapitalistlerin karlarının korunmasını hedeflemektedir. Sağ ve sosyal demokrasi partileri yıllardır bu yönde özdeşleşmektedirler. Bu iki siyasal aile pek çok ülkede ve Avrupa genelinde temel meselelere aynı yanıtları vermekte sadece bazı konularda farklılıklar sergilemektedirler.
Avrupa Birliği içerisinde periferi ülkelerinin bağımlılık mekanizmasını onlar birlikte oluşturdular. Bu siyasal ailelerin ülkelerin içinde iktidarda olan partileri sistemi tekellerle uyum içerisinde idare etmektedirler.
İkincisi, gerek krizden gerekse devletlerde ekonomi idaresinin aşamalı gidişatından kimileri açıkça neofaşist özellikler taşıyan, kimileri ırkçılıklarını göçmenlere karşı söylemlerle gizlemeye kalkan gerici güçlerin güçlenmesidir. Aşırı Sağ’ın bu güçleri siyasal sistemin kısmen ya da tamamen itibar kaybetmesinden yararlanmakta ve vatanperverlik maskesi altında kendilerini alternatif seçenek olarak sunmaktadırlar. Bu güçler kitleleri sefalete sürükleyen nedenleri saklayıp, sadece yüzeysel analizlerle halkın duygularını okşamaktadırlar. Örneğin daha iyi bir gelecek umuduyla başka ülkelere giden milyonlarca göçmenle ilgili olarak, bu insanları başka ülkelere gitmeye zorlayan nedenleri saklamaktadırlar. Yoğun göçmen dalgalarının sebebinin eşitsizlikler, bağımlılıklar ve yoksulluklar olduğunu saklamaktadırlar. Her şeyden önce ana sebebin, emperyalizmin ham madde veya enerji kaynaklarını kontrolünde tutmak için yol açtığı savaşlar olduğunu gizlemektedirler. Kitlelerin ilkel güdülerine hitap ederek ve bir kin söylemi izleyerek bu gerçekleri saklamaktadırlar. Onlar büyük sermayenin göçmenleri ucuz işçi gücü olarak kullandığını elbette ki saklıyorlar. Bu gerici güçler gerek popülizm yapan burjuva partilerin siyasal tezlerinden, gerekse hâkim partilerin geliştirdiği antikomünizmden beslenmektedir. Nitekim güya insan tüccarları aleyhine ve yasadışı göçle mücadele adına Avrupa Birliği’nin aldığı karar bunun son örneğini teşkil etmektedir. Göçün artmasına neden olan sebeplere bu şekilde karşı koyulamaz. Bunun sebepleri sistemin kendisindedir. Aldıkları bu kararla yaptıkları tek şey, baskıyı arttırmaktır. FRONTEX tipi reçeteler, göçmenlere karşı kin ve şiddeti öne çıkaran faşist, aşırı sağcı çevreleri güçlendirmektedir.
Üçüncü unsur, egemen güçlerin dünyayı paylaşma ve yeniden paylaşma kavgalarında sistemin yol açtığı çıkmazlardır. Emperyalist güçler ulusların servetlerini ele geçirme girişimlerinde Ukrayna’da, Suriye’de, Libya’da, Irak’ta müdahalelerinde en uç, milliyetçi, aşırı sağcı-faşist güçleri desteklediler. Tüm bunların temelinde korkutma taktiklerinin ve etnik temizlik politikalarının uygulanması yatmaktadır. Bu destekleri bu ülkeleri yöneten rejimlerin istikrarsızlaştırılması hedefiyle verdiler. Böylece bu desteği verenler kendi çıkarlarından yana yeni bir düzeni dayatmayı istediler. Bu taktik ABD ya da NATO’nun yabancısı oldukları bir taktik değildir. Hillary Clinton’un da kabul ettiği gibi, ABD Talibanları, Bin Laden’in ordusunu ve İŞİD’i finanse etti ve silahlandırdı; böylece kendi stratejik hedeflerine yönelik olarak rakibi Sovyetler karşısında avantaj sağlamayı hedefledi. Aynı zamanda, kendi yarattıkları gerici güçlerin egemen oldukları yerlerde halkları karanlığa sürüklemelerinin önünü bilerek açtı. Kendilerinin destekleyip güçlendirdiklerini şimdi medeni dünyanın düşmanları ilan ediyorlar. Kendi yarattıkları güçlere karşı yıllarca süren savaşları başlattılar. Bunların hiç biri tesadüfî değildir. Güya barış ve demokrasi için yaptıkları müdahalelerin hedefi ekonomik olarak hâkim güçlerin çıkarlarına hizmet etmektir.
Orta Doğu’da fanatik İslamcı unsurları kaynaklarla, donanımlarla, bilgilerle vs. ile beslediler. Artık bunun kanıtları vardır. Tanınmış The Guardian gazetesinin 2013 Mayısındaki yayınından söz ediyorum. Bu gazete, fanatik İslamcıların işgali altındaki Suriye’ye karşı Avrupa Birliği’nin ambargoyu kaldırma kararının, petrol ticaretinin El Nusra’dan yapılmasına yol açtığını ve böylece İŞİD’in güçlenmesi için önemli kaynaklar sunulduğunu vurguluyordu. Suriye’deki muhalefetin bölünmesine ve “Suriye Konseyi” denilen yeni yapının ortaya çıkmasına yol açan “yanlış örgütleri” desteklediğini ABD’nin anlamasının üzerinden bir yılı aşkın bir süre geçtiğini hatırlayalım. O zamana kadar, Müslüman dünyasının en gerici unsurları sözde “Hür Suriye Ordusu” içerisindeydi. Aynı zamanda, o dönemde Alman Federal Meclis Başkan Vekili ve Yeşiller Partisi’nin milletvekili Claudia Roth’un 12 Ekim 2014’te yaptığı açıklamaya göre, Türkiye kendi topraklarında İŞİD kampını barındırıyordu.
Ukrayna’da kökenleri II. Dünya Savaşı’ndaki Nazi işbirlikçilerine uzanan Sağ Sektörü ve başka faşistleri Truva Atı olarak kullandılar. Hem ABD, hem Avrupa Birliği Ukrayna’da yasal hükümete karşı darbenin başarılı olması ve Ukrayna’nın AB’ye ve NATO’ya girmesini isteyen güçlerin işbaşına gelmesi için çalıştılar. ABD hükümetlerinin ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Brzezinski ABD’nin uzun vadeli olarak ekonomik ve askeri piramidin zirvesinde kalabilmesi için ülkesinin somut dış politika hedefinin, Rusya’nın “Avrupa Rusyası, Sibirya Cumhuriyeti ve Uzak Doğu Cumhuriyeti’nde oluşan gevşek bir federasyon”a dönüştürülmesi olduğunu daha 1997’den itibaren ifade ediyordu. Bunun ardında yatan neden, bu bölgedeki enerjinin tarihin ekonomik gücünün hızlandırıcısı olmasıdır. Kuşatılmış ve ardından bölünmüş bir Rusya daha büyük bir güce karşı çıkamayacak durumda olacaktır.
Brzezinski “eğer Ukrayna Moskova’nın boyunduruğu altında olmayıp, aşamalı bir şekilde Avrupa Birliği’ne ve NATO’ya yakınlaşmaya başlarsa, bu, Rusya’nın da benzer bir süreci izleme olasılığını gerçekten arttıracaktır” diyordu. Onlar bu hedeflerine ulaşabilmek için, NATO’nun askeri kanadı aracılığıyla, neofaşist güçleri güçlendirmektedirler. Yeryüzünün güçlülerinin askeri-sanayi bloğunun, tekelci grupların güçlenmesine paralel olarak tarihin en gerici güçleri siyasi satrançta önemli oyuncular olarak öne sürülmektedir.
Değinmek istediğim dördüncü unsur, faşizmle komünizmi eşitleme hedefiyle yaptıkları bilimdışı operasyondur. Tarihin hâkim ideolojinin aracı haline getirilmesinin iki somut hedefi vardır: Gelecek nesilleri tarihi gerçeklikten ve farklı bir gelecek vizyonundan mahrum bırakmak. Son yıllarda geliştirilen “iki aşırı uç” teorisi gerçeklerin objektif ve diyalektik değerlendirilmesine dayanmamaktadır. Zaten ikisi arasındaki farkı her mantıklı insan görebilmektedir. Sözde bu iki ucun karşıtı olarak kendisini sunan hâkim burjuva ideolojisine, neoliberalizme ve “Yeni Dünya Düzeni”ne zemin kazandırmak için bunları özdeşleştirmeye çalıştıkları açıkça görülmektedir. Yaşananlar ve tarihi gerçeklik bunların hem felsefelerinin hem de içeriklerinin farklı olduklarını göstermektedir. Faşizm ve Nazizm insanlığa mirası Auswitch cehennemleri, hasta ideolojileri oldu. Sosyalizm, tüm hatalarına, zaaflarına ve çarpıklıklarına rağmen, sosyal, bilimsel ve kültürel ilerlemeyi, merkezinde insan olan değerleri ve idealleri miras bıraktı. Nitel olarak daha yüksek bir toplumun çok değerli tecrübesini miras bıraktı ve günümüzün komünist hareketi bundan yarın için çok önemli dersler çıkarmaktadır.
Kıbrıs 1974 faşist darbesinin sonuçlarından çok çekti. Yurdumuzun yarısının Türkiye tarafından istila ve işgali dâhil olmak üzere, NATO’cu müdahalelerden çok çekti. Yani bu faaliyetlerin sonuçları ve antifaşist mücadele gereksinimi için tarihsel temel ve tecrübe vardır. Çok kısa bir süre önce, gerçekleştirdiğimiz protesto gösterileriyle, konferanslar ve sempozyumla bütün demokratik güçler için tehlike çanını çalma çabasının öncüsü olduk. AKEL, tıpkı kardeş partilerimizin de yaptıkları gibi, yaşanan gelişmelerin tüm insanlığı etkileyecek kadar tehlikeli olduğunu defalarca vurgulamıştır. Emperyalist güçlerin politikasını, açtıkları savaşları, faşistlerle ve aşırı sağcılarla işbirliklerini pratikte mahkûm etmeyen bir yapı antifaşist karakteri olduğunu iddia edemez. Bizim partimiz tipinde partiler, etkileme güçlerinden bağımsız olarak, antifaşist, antiemperyalist mücadeleyi sürdürmelidir. Barış hareketinin yaygınlaşması için Dünya Barış Konseyi’ni ve ülkelerimizdeki kitlesel barış hareketlerini desteklemeliyiz.
Antifaşist mücadele alanında, uluslararası komünist hareketin ve işçi hareketinin ulusal düzeyde ifade edilenleri daha büyük sonuç alıcılıkla ve kolektif bir biçimde ifade edebileceği görüşündeyiz. Biz, bu yönde daha büyük tutarlılıkla çalışma taahhüdünü üstleniyoruz. NATO’nun lağvedilmesi talebimiz ve bu yöndeki mücadelelerimiz insanlığın ilerlemesine katkıyı teşkil etmektedir. Yeryüzünün güçlülerinin planlarına ve bu planların yaşama geçirilmesine karşı uluslararası ve ulusal düzeyde tepki halklarımız için ilham kaynağı olabilir.
Ülkelerimizin haksız savaşlara katılmaması için mücadelelerimizi yoğunlaştırmalıyız. Faşistleştirmeye karşı bütünsel insani eğitimi siper edinmeliyiz. Irkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı, insanların yaşamlarında ve beyinlerinde yoksulluğa yol açan sömürü sistemine karşı mücadelelerimizi yoğunlaştırmalıyız. İçinde yer aldığımız her kurumu ve parlamenter mücadeleyi bu amaçların ileri götürülmesi için değerlendirmeliyiz. Bizim görüşümüze göre, bunlar, bizim partimiz gibi partilerin ve gerçekten demokratik bütün güçlerin önceliğidir.