“Kıbrıs sorunu: Kritik Aşama» başlıklı konferansta AKEL Merkez Komitesi Genel Sekreteri Stefanos Stefanu’nun konuşması
AKEL–Sol–Toplumsal İttifak olarak gerçekleştirdiğimiz “Kıbrıs sorunu: Kritik Aşama” başlıklı konferansa hoş geldiniz.
Bu başlık tesadüfen seçilmedi, ne gösteri yapmayı ne de etkileyici intibalar yaratmayı hedefliyoruz. Keşke durum öyle olsaydı. Ancak ne yazık ki öyle değil! Kıbrıs sorununda “Kritik Aşama” başlığı ulusal konumuzun içinde bulunduğu kötü, kritik durumu tam anlamıyla ifade ediyor.
Ancak aynı zamanda siyasi güçler olarak tarihin aynası önünde sorumlu bir şekilde durmamız gerektiğine de işaret ediyor. Artık hiç kimsenin içeriği boş, kulağa hoş gelen sloganlar atma lüksü yok. Zaman acımasızdır ve en azından halka ve kendimize karşı dürüst olmamızı dayatmaktadır. Bu nedenle bu Konferans inisiyatifini üstlendik. Bir yandan sürekli durgunluğun yol açtığı sonuçlara ilişkin tehlike çanını çalarken, diğer yandan Kıbrıs sorununun ertesi gününe ilişkin verimli ve yaratıcı bir tartışmanın önünü açmayı hedefliyoruz.
Atina cuntasının ve EOKA B’nin hain darbesi ve bunu izleyen Türkiye’nin istilası ve işgaliyle yudumuz aleyhine işlenen çifte suçun ellinci ve aynı zamanda 1964’teki toplumlararası çatışmaların altmışıncı yılında bölünmenin kalıcılaşması tehlikesinin her zamankinden daha yakın olduğu açıkça görülüyor.
Bugünkü durum AKEL’in yıllardır uyarısını yaptığı bir gerçeği hepimize hatırlatıyor: Çözüme ulaşmadan zamanın geçmesi önlemek için mücadele ettiğimiz bölünmenin kalıcılaşmasına, taksime matematiksel bir kesinlikle yol açıyor.
Bizim anlayışımıza göre, bölünmenin kalıcılaşmasının tehlikeleri net bir şekilde ortadadır: Halkımız için güvensizlik, devletimizin tüm topraklarında egemenlik haklarını kullanamaması, sürekli gerginlik ve çatışma odağı olma, Kıbrıslı Rumların mülklerinin kesin kaybı, Kıbrıslı Türklerin asimilasyonu ve ayrı bir toplum olarak aşamalı bir şekilde yok edilmesi. Bölgemizde genel bir savaş tehlikesiyle birlikte yaşanmakta olan durum, donmuş çatışmaların var olmadığını defalarca kanıtladı; çeşitli koşullar ve durumlar bunları her an sıcak çatışmalara dönüştürebiliyor.
Bu nedenle, 1974’te Attila’nın silah zoruyla yol açtığı toprak ve nüfus ayrımına ilişkin statükonun geçiciliğiyle hiç kimse rahat içerisinde olamaz.
Statükonun giderek kötüye doğru giden bir durum olduğunu ve inşa ettiğimiz her şeyin kum üzerine inşa edildiğinin farkına varmalıyız. Çözüme ulaşmaya odaklanmaktan başka seçenek yoktur.
Kıbrıs’taki tüm siyasi güçler Kıbrıs sorununun çözüme kavuşturulmasının gerektiğinden söz ediyor. Ancak her biri çözüme kendi içeriğini katıyor ve çözümün nasıl başarılabileceğine dair kendi yaklaşımını ortaya koyuyor.
Mesele elbette hangi çözümün mümkün olduğudur. Biz AKEL olarak, çözüm dediğimizde, işgali sona erdirecek, ülkeyi ve halkı, Kıbrıslı Rumları ve Kıbrıslı Türkleri yeniden birleştirecek çözümden bahsediyoruz.
AKEL için çözüm tek egemenliğe, tek vatandaşlığa ve tek uluslararası kimliğe sahip bir devleti sağlayan, tüm yurttaşlarımızın insan haklarını, temel özgürlüklerini ve aynı zamanda toplumsal haklarını yeniden tesis eden ve güvence altına alan çözümdür.
1974’ten sonra ortaya çıkan durumda, tüm bunları sağlayabilecek tek mümkün ve uygulanabilir çözüm BM’nin ilgili kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitliğe sahip iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümüdür. Kıbrısrum tarafı olarak 1977’de bu çözümü kabul ettik ve bunu defalarca tasdik ettik.
Niyet ne olursa olsun, iki bölgeli iki toplumlu federasyon dışında kamuoyuna sunulan tezler ve önerilerle yapılan tek şey halkta yanılsamalar yaratmak ve aynı zamanda üzerinde mutabakata varılan taahhütlere dair hem yurt dışında hem de Kıbrıstürk toplumunda soru işaretleri yaratmaktır.
AKEL olarak bizim için önümüzdeki durum nettir: Ya iki bölgeli iki toplumlu federasyon ya da bölünmenin kalıcılaşması, yani taksim. Ve sanırım, Türk tarafının federasyonu reddederek iki devletli çözümü resmen yeniden hedef olarak öne sürdüğü günden bu yana, iki toplumlu federasyon ya da bölünmenin kalıcılaşması meselesi daha da netleşti. İşgalin sona ermesi ve yeniden birleşme hedefine ulaşmak için başka bir çözüm aramayı hedeflememiz gerektiğini düşünenler, üzgünüm ama gerçekliğin dışındalar.
Bayanlar ve Baylar,
Değerli dostlar,
1974’ten bu yana geçen ellinci yılda olmamız, yani yarım asrın geride kalmış olması, çözüm çabalarının yeniden gözden geçirilmesi ve değerlendirilmesi için bir fırsat olabilir. Kıbrıs sorununun çözümü için kaçırılan fırsatlardan bahsedebilirdik çünkü kaçırılan fırsatlar vardı. Ayrıca Kıbrıs Rum tarafınca zaman zaman politika ve sorun yönetimi konusunda yapılan hatalardan, yanlış hesaplardan da söz edebilirdik. Türk tarafının zaman faktörünü kendi lehinde kullanarak, yani zamanın geçmesiyle hem sahadaki hem de insanların zihinlerindeki bölünme verilerinin pekişmesini sağlayan zamana oynayan taksimci politikasını kolaylaştıran ve/veya besleyen hatalar. Ancak “Kıbrıs Sorunu: Kritik Aşama” içe dönüklüğe zemin sunmayı amaçlayan bir konferans değil. Tam tersine geçmişteki hataları düzelterek geleceğe daha net bakmamızı sağlamayı amaçlayan bir konferans.
Bu hatalardan biri de Kıbrıs Rum tarafı olarak ve genelde Kıbrıs Cumhuriyeti olarak Kıbrıs Türk toplumuna karşı tutumumuzdu. Kıbrıs Türk toplumuna güven ve aynı zamanda çözüme ve yeniden birleşmeye götürecek ortak mücadele ilhamı verme yönünde gerektiği kadar onların yanında olmadığımızı kabul etmek siyasi cesaret ister. Bugün bile Kıbrıslı Türk yurttaşlarımızı çaba denklemine dahil etmekten çoğu zaman kaçınıyoruz. Kıbrıs Türk faktörünün küçük görülmesi sömürgeciliğe karşı mücadele döneminde başlamıştı. 60’lı yılların başından itibaren ve özellikle de iki toplumlu çatışmalar ve Kıbrıslı Türklerin iki toplumlu ortak devletin yönetiminden ayrılmaları sonrasında bu yaklaşım yoğunlaşmıştı. O zaman Kıbrıslı Türklerin yokluğunda alınan kararlar onlara devletin yönetimine katılımlarından kurtulduğumuz için memnun olduğumuz ve bizim bağımsızlık değil, Yunanistan ile birleşme istediğimiz mesajını veriyordu. Bu politika, ne yazık ki, Kıbrıs Rum liderliğinin resmi olarak en azından 1968’e kadar izlediği politikadır ve Enosis söylemi ne yazık ki 1974’e kadar da devam etti.
Böylesi kararlar, politikalar ve söylemler Türkiye’nin, Kıbrıs Türk liderliğinin ve Kıbrıs Türk toplumundaki aşırı sağ çevrelerin hoşgörüsüzlük, milliyetçilik ve fanatizmle insanların bilinçlerini zehirleyerek taksimi öne çıkarmasında ekmeğine yağ sürdü. Aynı politikayı Kıbrıs Rum aşırı sağı da izledi ve faaliyetleriyle sonuçta Attila’yı Kıbrıs’a getirdi.
Geçmiş hakkında bu kadar konuşmakla sınırlı kalacağım, çünkü Kıbrıs sorununda içinden geçtiğimiz kritik dönemde özellikle şimdi en önemli ve hepimizin görevi olan şeyin, çok arzuladığımız çözüme ulaşabilmek için ne yapmamız gerektiğine odaklanmamız olduğuna inanıyorum.
Kıbrıs sorununda bugüne kadar yaşanan en uzun çıkmazın aşılmasına Kıbrısrum tarafının – tabi ki elinden geldiği kadarıyla- katkıda bulunmak için ne yapması gerektiğine ilişkin AKEL’in önerisini sunacağım. Bilindiği gibi, Kıbrıs sorunu 2017 yılından itibaren tam bir durgunluk sürecinde bulunmaktadır, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin düzenlediği konferansta müzakereler çöktüğünde, Kıbrıs sorununda anlaşmaya ulaşılmasına sadece son düzlük kalmıştı.
AKEL’in önerisi şu 4 maddeyi içeriyor:
- BM’nin ilgili kararlarında ve dönüşümlü başkanlık, çapraz ve dengeli oy, Bakanlar Kurulu’nda alınacak kararların tümünde en az bir Kıbrıslı Türk Bakan’ın olumlu oyunun olması dahil olmak üzere taraflar arasında varılan ilgili tüm yakınlaşmalarda belirtildiği şekilde siyasi eşitliğin olacağı iki bölgeli iki toplumlu federasyon için üzerinde mutabakata varılan çözüm temelinde Kıbrıs Rum tarafının tutarlı ve sadık kalmaya devam ettiği her yöne ve her kesime sürekli olarak hatırlatılmalıdır. İki bölgeli iki toplumlu federasyonun ve siyasi eşitliğin sürekli hatırlatılması iki ana nedenden dolayı şarttır: Birincisi, üzerinde anlaşmaya varılmış olan çözüm zemininden Türk tarafı resmen uzaklaşmış olduğu için. Ve ikincisi de, eski Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in siyasi eşitliği şeytanlaştırmasıyla bağlantılı bir biçimde Kıbrıs içinde ve dışında iki devletli çözüm yönünde zemin yoklamaları yapması amaçlanan çözüme ilişkin Kıbrıs Rum tarafının güvenilirliğini zedelediği için.
- Müzakerelerin Crans Montana’da kesintiye uğradığı yerden herhengi bir şart ve koşul olmaksızın yeniden başlatılması konusunda ısrar etmek. Bu görüşü Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Sayın Guterres’in formüle ettiğini ve çıkmazın aşılıp müzakereleri sürdürmenin yolu olarak birkaç yıl boyunca ilgili taraflara önerdiğini belirtirim. Siyasi irade eksikliğinden hayal kırıklığına uğrayan Sayın Guterres daha sonra bu öneriye atıfta bulunmayı bıraktı. Biz somut inisiyatifler üstlenerek BM Genel Sekreteri’nin müzakerelere kesintiye uğradığı yerden devam edilmesi yönündeki bu önerisini yeniden gündeme getirmeliyiz.
Ayrıca varılan tüm yakınlaşmaların korunmasından ve Guterres çerçevesi temelinde müzakereden yana olduğumuzu cesurca beyan etmeliyiz.
Bu tutumun avantajları nelerdir?
I. Türk tarafının iki devletli çözüm, eşit uluslararası statü ve egemen eşitlik yönünde kabul edilemez ve reddedilmesi gereken tezleri böylece ekarte edilir. Federasyona değil iki devlete götüren tezler kabul edilemez.
II. Yakınlaşmaların korunması, uzun ve ısrarlı çabalar sonucunda varılması başarılan örneğin siyasi eşitlik gibi son derece önemli konulardaki anlaşmaların korunmasını sağlar. Tarafların varılan yakınlaşmaları yeniden müzakereye açmayı veya bazı yakınlaşmaların müzakereye açılmasını talep ederlerse anlaşma sağlanamaması durumunda mevcut yakınlaşmalara dönüş yapılması konusunda taahhütte bulunması gerekiyor. Yakınlaşmaların neler olduğunun bilinmediği iddia edenler de olduğu için, her iki tarafın da yorumlarını bildirerek bunların kayda geçilmesinin BM tarafından talep edilmesi. Bu geçmişte de yapıldı.
III. Guterres Çerçevesi temelinde müzakereler, müzakere süresinin çok uzun olmayacağını güvence altına almaktadır. Bunun nedeni Kıbrıs sorununun altı temel konusunu Çerçeve’nin içermesi, beklemede olan konuların az sayıda olması ve müzakerelerin bunlara odaklanacak olmasıdır.
Böylece kapsamlı bir çözüme giden kaçınılmaz yolu belirleyecek stratejik anlaşmaya kısa sürede varılabilir. Ayrıca Guterres Çerçevesi’nin tüm yakınlaşmaları ve Sayın Guterres’in güvenlik ve garantiler konuları hakkında formüle ettiği son derece önemli tezi içerdiğini de belirtmek isterim. Yani mevcut garantörlük sistemi ve tek yanlı müdahale hakları ortadan kalkacak. Aynı zamanda BM Genel Sekreteri düzenli bir takvim çerçevesinde Türkiye’nin tüm askeri birliklerinin kısa sürede adadan ayrılmasından yana olan tutumunu da ortaya koyuyor.
- Önerimizin üçüncü noktası ise Türkiye’ye yönelik güçlü bir olumlu gündemin oluşturulmasıdır. Olumlu gündemin hedefi Türkiye’yi ve Kıbrıs Türk toplumunu müzakere masasına döndürme amacıyla motivasyon yaratmaktır. Olumlu gündemin, elbette kırmızı çizgilerimizi ihlal etmeden, Türkiye’nin siyasi öncelikleri arasında üst sıralarda yer alan konuları içermesi gerekiyor. AKEL’in Aralık 2020’de oluşturduğu ve enerji konularına odaklanan somut bir önerisinin olduğu biliniyor. Tartışmaya ve zenginleştirilmeye açık olan önerimiz şu 6 noktayı içermektedir:
- Federal Yetkiler olarak Deniz Bölgeleri ve Doğal Kaynaklara ilişkin 2008-2012 yakınlaşmalarının teyit edilmesi. (Hidrokarbonların değerlendirilmesinden elde edilecek gelirler de dahil olmak üzere) Federal gelirlerin paylaşımına ilişkin yakınlaşma için de aynısı yapılmalıdır.
- Stratejik anlaşmaya varılmasıyla birlikte, Kıbrıs doğalgazının yönetimi konularına Kıbrıslı Türklerin katılımının yolunun tartışılması.
- Kıbrıs sorununun çözümüyle birlikte, hidrokarbonları değerlendirmeye yönelik olarak oluşturulacak federal fonun halen var olup içerisinden kaynak alınması yasak olan fonun yerine geçmesi.
- Kıbrıs sorununun çözümü ile birlikte, Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti ve Türkiye arasında Münhasır Ekonomik Bölge’nin Uluslararası Deniz Hukuku temelinde belirlenmesine yönelik müzakerelere başlanması.
- Münhasır Ekonomik Bölge’nin belirlenmesine yönelik müzakerelerin gidişatından bağımsız olarak, ekonomik ve teknik açıdan gerçekleştirilmesi mümkün olduğu takdirde Kıbrıs’ın doğalgazının Türkiye üzerinden aktarımı için Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti ve Türkiye’nin boru hattı projesini incelemesi.
- Kıbrıs sorunun kapsamlı çözümüyle birlikte, bölgedeki daha geniş enerji planlamalarına Türkiye’nin katılımı konusunda Federal Cumhuriyet’in hiçbir engel getirmemesi.
Olumlu gündeme AB-Türkiye konuları gibi başka konuların da dahil edilebileceğini belirtemeye gerek yok.
- Dördüncü nokta, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Kıbrıs Türk toplumu yararına tek taraflı adımlar atmasına ilişkindir. Bu adımlar, Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs Cumhuriyeti’yle ilgili ihtiyaçlarının karşılanmasını ve sorunlarının çözümünü, Kıbrıs Cumhuriyeti aracılığıyla Avrupa Birliği ile ilişkilerinin güçlendirilmesini ve günlük yaşamlarındaki sorunlarının çözülmesini amaçlamalıdır. Hükümetin açıkladığı adımlar doğru yöndedir ama yetersizdir ve zenginleştirilmeleri gerekmektedir.
Bayanlar ve baylar,
Değerli dostlar,
Bahsettiğim veya başka inisiyatiflerin/görüşlerin sunulması bunlara Türkiye ve Kıbrıs Türk liderliği tarafından otomatik olarak olumlu yanıt verileceği anlamına gelmez. Bunun için çabalarımızda çok ısrar ve tutarlılık gerekecek. Bunu yaptığımızda dahi, Türk tarafı buna karşılık vermeyebilir ve çıkmaz devam edebilir.
Ancak Kıbrıs sorunundaki durgunluğun bölünmüşlüğü pekiştirmesi nedeniyle, Rum tarafının hiçbir şey yapmadan, gidişata kayıtsız ve seyirci kalma hakkı yoktur, bilakis somut ve etkili inisiyatifler üstlenmesi gerekmektedir. Bu inisiyatifler, arzu ettiğimiz sonuçlara ulaşmasa dahi, en azından Kıbrıslı Rumların çözüm istediğine ve bu yönde çalıştıklarına uluslararası toplumun ikna olmasına yardımcı olacaktır. Güçlü uluslararası aktörler tarafından kendisine verilen büyük jeopolitik önemden ve aynı zamanda buna eşlik eden büyük çıkar ilişkilerinden kaynaklanan güçlü uluslararası mevcudiyetini kullanıp; doğrudan temaslar, uçuşlar ve ticaret politikasını pazarlayarak hukuk dışı devletin konumunu yükseltmeye çalışan Türkiye’nin başvurduğu yöntemler karşısında uluslararası toplum en azından daha az etkilenecektir.
Anlamlı girişimlerin üstlenilmesi Kıbrıs sorunuyla ilgili tutumları belirleyen Cumhurbaşkanı’nın ve genel olarak hükümetinin sorumluluğundadır. Cesur ve kararlı bir şekilde ilerlemeleri gerekiyor çünkü “Kritik Aşama’ da” bulunuyoruz. İnisiyatif almak için son zamanlarda gelişmekte olan siyasi girişimler ve hareketlilikler değerlendirilmelidir.
Yaşanmakta olan durgunluk nedeniyle büyük bir kısmı karamsarlığa ve statükoyla uzlaşmaya terk edilen topluma yönelik girişimlerde bulunulması gerekiyor. De facto durumun tehlikelerine işaret etmek ve çözüm ihtiyacını vurgulamak pratikte hükümetin sorumluluğundadır. Genel ve muğlak bir biçimde değil, üzerinde anlaştığımız ve belirli olan çözüm zeminini ve net ve somut olarak çözüm ihtiyacını vurgulamak hükümetin sorumluluğundadır. Kıbrıs sorunu küçük siyasi çıkarların ve seçim hesaplarının yeri olamaz. Kıbrıs sorunu ne kamuoyunda algı yaratmaya yönelik iletişim oyunları için, ne de iç siyasette tüketime yönelik söylemler için malzeme edilemez. Çünkü hayatımız Kıbrıs sorunun çözümüne bağlıdır ve hayat ertelenemez.
Biz çözüme kavuşma ihtiyacını toplumun siyasi önceliklerinin ve siyasi gündeminin en üstünde tutmak için çalışmaya devam edeceğiz. Bu, ülkemizin ve halkımızın yaşam meselesidir. İşte bu nedenle, geleceğimiz açısından bir dönüm noktasında, Kıbrıs meselesinin en kritik yönlerine ışık tutmak amacıyla bu iki gün sürecek Konferansı düzenliyoruz.
AKEL olarak yeniden yakınlaşma, iş birliği ve güven inşa etme politikasını geliştirerek, Kıbrıs Türk toplumuna yönelik çalışmaya, inisiyatifler üstlenmeye ve girişimlerde bulunmaya devam edeceğiz.
AKEL, hükümette veya muhalefette olmasından bağımsız olarak, çözüm yönünde dinamizm üretme yönünde Cumhurbaşkanı’nın ve hükümetinin her olumlu hareketini ve girişimini desteklemeye hazırdır. Bunu geçmişte de yaptık, şimdi de yapmaya hazırız, çünkü sadece çözüm ve yeniden birleşmeyle geleceği güvence altına alınabilecek olan Kıbrıs ve halkımız, Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türkler bizim için her şeyin üstündedir.
AKEL sorumluluk ve kararlılıkla bu yurtseverlik görevini tekrar üstlenmeye hazırdır.