Home  |  Açıklamalar   |  “Kıbrıs Sorunu: Kritik Aşama” başlıklı konferansın “Siyasi Eşitlik-Egemen Eşitlik” oturumunda Uluslararası Hukukçu Tumazos Çelepis’in konuşması

“Kıbrıs Sorunu: Kritik Aşama” başlıklı konferansın “Siyasi Eşitlik-Egemen Eşitlik” oturumunda Uluslararası Hukukçu Tumazos Çelepis’in konuşması

 

Bayanlar baylar,

Değerli davetliler,

Değerli dostlar, yoldaşlar,

Konferansın ikinci oturumunun başlığı tesadüfen seçilmedi. Kulağa çok akademik gelebilir ancak aslında siyasi sorunumuzun müzakere ve çözüm zeminini doğrudan ilgilendiriyor ve müzakere sürecinin yeniden başlatılmasında gözlemlenen benzeri görülmemiş zorluğa açıklık getiriyor.

 

Bilindiği gibi, Crans Montana’da sürecin çöküşünden sonra Türkiye ve Ersin Tatar yirmi yıldan fazla bir süre sonra iki devletli çözüm talebine geri döndüler ve müzakere sürecinin yeniden başlatılması için egemen eşitliğin ve Kıbrıs Türk tarafının uluslararası eşit statüsünün kabul edilmesini ön koşul olarak öne sürüyorlar. Bu görüş kabul edilemez, çünkü bu aslında iki devletli çözüme ya da en iyi ihtimalle devletlerin halefliğiyle federal bir yapının yaratılmasına tekabül ediyor ve bu da ciddi yan etkilere yol açabilir.

 

Egemen eşitlik BM Şartı’nda, Uluslararası Hukuk İlkeleri Bildirgesi’nde, Helsinki Nihai Senedi ve diğer uluslararası belgelerde belirtildiği gibi uluslararası hukukun temel ilkelerinden biridir. Ve bu haliyle bağımsız ve egemen devletler arasındaki ilişkileri düzenler. Dolayısıyla egemen eşitlik kabul edilirse, federal bir çözüme ulaşsak bile, yeni bir ayrılma durumunda geleceğin hukukçusu, federasyonun iki ayrı devletin halefi olduğuna ve iki egemen devletin birliği tarafından oluşturulduğuna karar verecektir. Bu, diğer ciddi yan etkilerin yanı sıra, eski Yugoslavya örneği de dikkate alındığında, uluslararası alanda geniş çapta tanınma ve adada ikinci bir devlet riskini keskin bir şekilde arttırmaktadır. Bu konuda Badinter Komisyonu’nun (1991-1993) esasen Yugoslavya’yı oluşturan Cumhuriyetlerin bağımsız varlıklar olarak önceden var olduğu yönündeki raporları vardır ve bu nedenle federasyonun dağılması eski duruma dönüşü getirmiştir.

 

Bu nedenlerden dolayı egemen eşitlik kabul edilemez. Zaman zaman duyduğumuz çeşitli yeni fikirler aslında egemen eşitliğin gerçek içeriğini baltalıyor ve tehlikeli bir şekilde bir kenara itiyorlar. Dolayısıyla çıkmazın aşılmasına katkıda bulunmamakla kalmıyor, aynı zamanda Sayın Tatar’ı müzakere sürecinin yeniden başlatılmasını imkânsız hale getirecek yaklaşımlarda ısrar etmesi yönünde cesaretlendiriyorlar. Ayrıca onlarca yıl süren görüşmelerden sonra egemenlik konusunda Hristofyas ile Talat arasında fikir birliğine varıldığı da unutuyorlar: Kıbrıslı Rumlardan ve Kıbrıslı Türklerden eşit olarak kaynaklanan bir, tek ve bölünmez egemenlik.

 

Kıbrıs’ta federasyonun nasıl oluşturulacağı konusuna gelince, Kıbrıs Rum tarafının, devlet yapımızın üniterden federal yapıya doğru evrilmesiyle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı tezinde, Kıbrıs Türk tarafının ise iki devletin birleşmesi tezinde ısrarları müzakerelerde yıllarca bizi sıkıntıya soktu. Sonunda federal modelin oluşturulma biçimini açıkça tanımlamaya gerek olmadığı şeklindeki Hristofyas-Talat yakınlaşmasıyla önemli bir başarıya ulaşıldı. Ayrıca federal devletin uluslararası örgütlere katılımının devam etmesi ve 1960’tan itibaren imzalanan uluslararası anlaşmaların geçerliliğinin korunması konusunda da mutabakata varıldı. Bunlara ilaveten, ayrılmanın açıkça yasaklanması konusunda da anlaşmaya varıldı. Hedef bu üç temel unsuru güvence altına almaktı ve bunu başardıktan sonra, federasyon modelimizin nasıl oluşturulacağı konusunda çıkmaz bir tartışmaya devam etmek için anlamlı bir neden de kalmamış oldu.

 

Tatar’ın egemen eşitlik konusundaki tutumunun onlarca yıldır üzerinde mutabakata varılan müzakere zeminini iptal etmesinin yanı sıra, egemenlik ve federasyonun nasıl oluşturulacağı konusuyla ayrılmaz bir şekilde bağlantılı iki temel ve değerli yakınlaşmayı da iptal etmesinin söz konusu olduğu açıkça görülmektedir.

 

Müzakere sürecinin yeniden başlatılmasını kabul etmesi için Sayın Tatar’ın öne sürdüğü ikinci şarta yani eşit uluslararası statünün tanınmasına gelince, eşit uluslararası statü, üstelik de çözümden önce, özünde adada iki devletin varlığının kabulüne yol açacağından, bu da üzerinde anlaşmaya varılan müzakere zeminini iptal etmektedir. Kıbrıs sorununun çözümüyle, çeşitli federal sistemlerde var olan, uluslararası anlaşmalar yapma ve belirli uluslararası kurumlarda temsil edilme konusundaki sınırlı olanak da dahil olmak üzere, iki oluşturucu devletin aynı yetki ve sorumluluklara sahip olacağı konusunda zaten anlaşmaya varılmıştır. Dolayısıyla eşit uluslararası statü hakkındaki tutum, Kıbrıs Türk toplumunun haklarının güvence altına alınmasını değil, “KKTC”nin tanınmasını amaçlamaktadır.

 

Siyasi eşitlik egemen eşitlikten tamamen farklı bir konudur. Egemen eşitlik bağımsız devletler arasındaki ilişkileri, siyasi eşitlik ise iki toplum arasındaki iç ilişkileri düzenler. Siyasi eşitlik hakkında 1991’den itibaren Güvenlik Konseyi tarafından belirtilen ve hem Genel Sekreter’in raporlarında hem de Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında sürekli olarak tekrarlanan bilinen bir tanımlama var. Anlaşıldığı üzere, bu tanımlamanın, tüm federal organlara eşit katılım ve tüm kararların oybirliğiyle alınmasını talep eden o zamanın Kıbrıslı Türk lideri Rauf Denktaş’a yanıt olması amaçlanıyordu. Rauf Denktaş’ın talebinde yer alanlar federasyonun değil, konfederasyonun temel özellikleridir. Bu nedenle BM’nin tanımında siyasi eşitliğin sayısal eşitlik, tüm kurumlara eşit katılım veya her kararın oybirliğiyle alınması anlamına gelmediği net bir şekilde ortaya koyuyordu. Şu ifadeye dikkat edin: “Tüm kurumlara eşit katılıma hayır” demek bazı kurumlara eşit katılım demektir. Yine benzer şekilde, “Alınacak her kararda oybirliği aranmayacak” demek, bazı kararların oybirliğiyle alınacağı anlamına gelir. BM’nin tanımı önce siyasi eşitliğin olmadığını ortaya koydu, sonra da etkin katılımın ne anlama geldiğini net bir şekilde ortaya koydu: Diğer hususların yanı sıra, tüm kurum ve kararlara etkin katılım, Üst Meclis’e (Senato’ya) eşit katılım, iki eyaletin aynı yetkilere sahip olması gibi birçok federal sistemde bulunan unsurlardan söz etti.

 

Bu tanım elbette genel çerçeveyi belirliyordu ve bu çerçeve içerisinde yıllar süren müzakereler aracılığıyla -Crans Montana sürecinin çökmesinden sonra bizzat BM Genel Sekreteri’nin raporlarında da doğru bir şekilde tespit ettiği gibi- etkin katılıma somut bir içerik verdik ve aslında tam bir yakınlaşmaya ulaştık. Diğer hususların yanı sıra, çapraz ve ağırlıklı oyla 2:1 dönüşümlü başkanlık, Bakanlar Kurulu’nda alınacak tüm kararlarda her toplumdan en az bir olumlu oyun olması, politik içeriği düşük seviyede olan az sayıda organda bir olumlu oyun olması hakkında yakınlaşma sağlandı. Kolektif başkanlığın yerini -kararların Cumhurbaşkanı tarafından değil, Bakanlar Kurulu tarafından alınacağı- dönüşümlü başkanlığın alması yönünde Venedik Komisyonu’nun Bosna’ya tavsiyesine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarıyla atıfta bulunduğunu, yani yukarıda bahsettiğim yakınlaşmalarla bizim zaten üzerinde anlaşmaya vardıklarımızı tavsiye etmiş olduğunu belirtmekte fayda var.

 

Sayın Tatar’ın egemen eşitlik talebine verilecek en ikna edici cevap siyasi eşitliktir. Tabii ki, somut konudaki yakınlaşmaların tamamını açıkça içermiyorsa ikna olmayacağı anlaşılmaktadır. Cumhurbaşkanı Güvenlik Konseyi kararlarında tanımlandığı şekliyle siyasi eşitliği kabul etmekle doğru olanı yapıyor, ancak yukarıda da belirttiğim gibi bu tanım çerçeveyi belirliyordu ve etkin katılımın tam olarak ne anlama geldiğini belirleyemiyordu. Bunda iki toplumun anlaşması gerekiyordu ve uzun yıllar süren çabalarla ve büyük emeklerle bu belirlendi. Bu noktada şunu da belirtmeliyim: Türkiye garantilerin ve işgal haklarının kaldırılmasını ve Türk ordularının adadan ayrılmasını kabul etmesi için, odak noktası siyasi eşitlik olmak üzere iç meseleler hakkında aynı anda üzerinde anlaşmaya varılması şartını koştu.

 

Siyasi eşitliğin en önemli noktası, çapraz ve ağırlıklı oyla dönüşümlü başkanlık ve Bakanlar Kurulu’nun her kararı için bir olumlu oydur. Bunların daha çok söylenmesi gerekiyor, çünkü Crans Montana’dan sonra siyasi eşitlik %80’in %20 ile ırkçı bir şekilde eşitlenmesi, 4:1’in 1:1’e dönüştürülmesi, çıkmaza ve çöküşe yol açacak siyasi eşitsizlik vb. olarak nitelenerek şeytanlaştırıldı. Bu iddialar ikna edici gözükebilir ancak doğru olmaktan uzaktır. Siyasi eşitlik çoğu kez farklı terminoloji ve içerikle tüm federal eyaletlerde mevcuttur. Bunun özü, kesinlikle saygı gösterilmesi gereken vatandaşların eşitliği ve bireysel hakların yanı sıra kolektif hakların da olmasıdır, yani etnik ve/veya bölgesel toplum veya toplulukların haklarının da olmasıdır. Zaten bu, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki toplumlu Anayasası’nda da yaygın bir şekilde mevcuttur.

 

Birkaç örnekle anlatmak istiyorum. ABD’de Trump, Clinton’dan 3 milyon daha az oyla Başkan seçildi. Al Gore’un karşısında Bush Jr. Başkan seçildiğinde de aynısı yaşandı. İlk bakışta anti-demokratik görünen bu seçim sistemi, diğer hususların yanı sıra, tek haneli sayıda eyaletin nüfusun mutlak çoğunluğuna sahip olmasıyla açıklanıyor.

 

1.300.000 nüfuslu Zürih, 75.000 nüfuslu Uri kantonu gibi 2 Senatör seçiyor. Buradaki oran 36’ya 1’dir. 37 milyon nüfuslu Kaliforniya, 500.000 nüfuslu Wyoming gibi 2 Senatör seçiyor. Buradaki oran ise 70’e 1’dir. Kenya’da Başkan seçilebilmek için eyaletlerin yarısından en az %25’inin, Endonezya’da ise %20’sinin oyunu almak gerekmektedir. Belçika’da Bakanlar Kurulu’na Flamanların ve Valonların eşit katılımı söz konusudur. Diğer birçok örnek arasındaki bu örnekler, siyasi eşitlikle ilgili düzenlemelerin hiçbir yerde olmadığı iddiasını çürütmektedir.

 

Cumhurbaşkanı Hristodulidis’in tezi müzakerelerin Crans Montana’da kalınan yerden devam etmesidir. Yukarıda söylediklerimden, bu yaklaşımın doğru olduğu ve bunda tutarlı olmaya devam edilmesi gerektiği sonucu çıkıyor. Egemenlik, siyasi eşitlik, federasyonun kuruluş şekli, üç temel özgürlüğün kesintisiz uygulanması, Yunanistan ve Türkiye vatandaşlarına 4:1 oranının uygulanması vb. gibi daha nicesi Tatar’ın egemen eşitlik, uluslararası eşit statü vb. konulardaki kabul edilemez tezi karşısındaki kalkanımızdır.

 

Varılan yakınlaşmalarla ayrılmaz biçimde bağlantılı olan Guterres çerçevesi Kıbrıs sorununun altı temel yanının çözümünü amaçlıyor. Genel olarak da söylendiği gibi, Crans Montana’da çerçeve üzerinde stratejik stratejik anlaşmaya çok yaklaştık ve bu anlaşma kapsamlı çözümü kaçınılmaz kılacaktı. Bu çerçevenin müzakere edilmesi gereken sadece altı başlıktan oluştuğunu sıklıkla duyuyoruz. Bu doğru değildir. Daima yakınlaşmalarla bağlantılı olarak bu çerçeve altı temel konunun çözümünü önermektedir. Beklemede olan konuların sayısı çok azdı ve varılan yakınlaşmaları yeniden tartışmaya açmamız ve bu çerçeveden neyin hoşumuza gidip neyin hoşumuza gitmediğini seçmemiz değil, sadece beklemede olan, üzerinde mutabakata varılmamış olan konuları müzakere etmemiz gerekiyor. Çok konuşulan Crans Montana yemeğinde sunulan çözümün uygulanma mekanizmasıyla birlikte bu çerçevenin garantileri ve müdahale haklarını ortadan kaldırıp, sadece Yunan ve Türk Alayları konusunu görüşülecek konu olarak askıda bırakarak, Türk askeri birliklerinin adadan hızla ayrılmasını öngörüyor olması, yalnızca bu bile, bu çerçevenin şartlar ve koşullar öne sürmeden kabul edilmesi gerektiğini göstermektedir.

 

Türkiye’nin Crans Montana çizgisine geri dönmesinin mümkün olup olmadığını kimse bilmiyor. Ve denemediğimiz sürece asla bilemeyeceğiz. AKEL’in 2020’de sunduğu ve hem eski Cumhurbaşkanı hem de şimdiki Cumhurbaşkanı tarafından hâlâ görmezden gelinen önerisi her zamankinden daha güncel, çünkü gerçekten de kritik aşamadayız, zamanın tükendiği noktadayız. Önerinin özü sadece bunu söylemek değil, ama aynı zamanda bunu gerçekten kastederek hayata geçirilmesidir, yani müzakere sürecine kalınan yerden devam edilmesi ve diğer tarafın bunda hemfikir olması için -daima kırmızı çizgileri ihlal etmeden- iyi niyetli motivasyonların sağlanmasıdır. Aksi takdirde kocaman bir kayayı bir dağın zirvesine çıkarmaya çalışan Sisifos efsanesinde olana benzer bir şekilde, dağın zirvesinden eteklerine yuvarlanacağız ve bir elli yıl daha konuşup tartışacağız, ama her şeye hükmeden zaman ve değişen koşullar artık bölünmenin kalıcılaşmasını, taksimi geri dönülemez bir şekilde damgalamış olacak.

 

PREV

“Kıbrıs sorunu: Kritik Aşama» başlıklı konferansta AKEL Merkez Komitesi Genel Sekreteri Stefanos Stefanu’nun konuşması

NEXT

"Nuris’in tel örgüsünün akıbeti" AKEL'in uyarılarını doğruladı