AKEL’in 23. Kongresi’nin Açılışı’nda AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu Tarafından Yapılan Konuşma
AKEL Merkez Komitesi adına hepinize Partimizin 23. Kongresine hoş geldiniz demek istiyorum.
Bu kongre bir yıl önce gerçekleştirilecekti. Korona virüs pandemisinden ötürü ertelendi. Bugün, özel koşullar altında ve çok önemli bir zaman diliminde gerçekleştirilmektedir.
Baş etmemiz gereken Covid-19’dan ötürü dünya ve ülke, eşi benzeri görülmemiş bir hal almış durumdadır. 2013’te Anastasiadis-Eurogroup kararlarıyla ortaya çıkan kötü durumun ardından bir de pandemi sebebiyle ekonomik ve sosyal koşulların kötüleşmesi geldi. Milletvekilliği seçimlerinde alınan olumsuz sonuç da AKEL ve daha geniş toplumda Partimizin yeniden düzenlenmesinin ne şekilde olması ve buradan ileriye nasıl gitmesi gerektiği doğrultusunda bir tartışmayı gündeme getirdi. Bunların yanı sıra pek çok konu daha var ve bu konuların da yapılacak tartışmalar esnasında ele alınacağından eminim.
Geçen beş yıllık sürede, istikrarsızlık ve belirsizliğin daha yoğun bir hal almasıyla uluslararası durum daha da kötüleşmiştir. Donald Trump’ın ABD liderliğine gelmesi bu ülkenin AB, Çin ve Rusya ile olan ilişkilerinde keskinleşmeye yol açmıştır. Aynı zamanda mali ve ticari alanda da rekabet sertleşmiş ve küresel ekonomide çalkantılara sebebiyet vermiştir. Hepsinden kötüsü, izlediği aşırı sağ politikalar ve yönetim biçimiyle popülizmin, ırkçılığın, yabancı düşmanlığının şahlanmasına, aşırı sağın her yerde güçlenmesine ve yalanlarla, manipülasyonla kamuoyunun aldatılmasının artmasına yol açmıştır.
Biden liderliğinin ABD’yi nereye sürükleyeceği şüphelidir. Kapitalist krizin daha da derinleştiği ve neoliberalizmin halkları yoksulluk ve marjinalleşme içerisine gömdüğü ortadadır. Çatışmalar daha keskin bir hal almakta, uluslararası alanda yeni cepheler açılmakta ve rekabetler yoğunlaşmaktadır. ABD ve Avrupa Birliği çeşitli askeri konseptlerle NATO çerçevesinde militarizasyonu artırmaktadırlar. Stratejik noktaların ve doğal zenginlik kaynaklarınιν siyasi ve askeri kontrolü ABD’nin sabit hedefi olagelmiştir. Yaptıkları planlara karşı direnen Küba ve Venezüella gibi ülkeleri tecrit etmek ve ezmek de onların hedefleri arasındadır. Doğu Akdeniz bölgesinde ABD’nin güvenliği çerçevesine Kıbrıs’a da dahil ettiler ve Anastasiadis – DİSİ Hükümeti Menendez-Rubio Yasası’nı coşku ile karşıladı. Bu yasanın uygulanması Kıbrıs’ı emperyalist planların savaş arabasının ardına bağlayacak ve Çin ile Rusya gibi geleneksel dost ülkelerle çatışmaya sürükleyecektir.
Orta Doğu yıllardır ABD ve müttefiklerinin müdahalelerine maruz kalmaktadır. Afganistan, Irak, Libya ve Suriye kanlı ağır bedeller ödeyegelmişlerdir. O meşhur “Arap Baharı” aşırı, karanlık hareketlerin iktidara gelmesiyle birlikte ülke halklarının eceli olmuştu. Kahraman Filistin halkıysa haklı taleplerini hala daha kanıyla ödemeye devam ediyor. Özgürlüğü, bağımsızlığı ve onuru için mücadele veren her halkla AKEL olarak dayanışma içerisinde olmaya devam ediyoruz.
Çatışmaların, yeni sömürgeci politikaların ve iklimsel değişikliklerin olumsuz etkilerinin yol açtığı büyük mülteci ve göçmen dalgaları Avrupa’daki hâkim sınıflar tarafından tehdit olarak görülüyor ve hükümetler bunlara yol açan sebepleri ele alacaklarına, sadece sonuçtan söz ederek, bu konuyu insanlık dışı bir şekilde ele alıyorlar.
Mağdurlar, ABD’de ve adeta bir “Kale” haline getirilen Avrupa’da duvarlarla, yasalarla ve tüzüklerle karşı karşıya kalıyorlar. Avrupa Birliği anlaşmalar imzalamak suretiyle kendi sınırları dışında mültecileri gözetim altında tutma merkezleri oluşturuyor. Bu merkezlerin çoğunda insanlar eşya gibi yığılmış durumdadırlar. Bu merkezlerdeki koşullar ise insan onurunu katleden cinstendir. Maalesef bu konuyla ilgili Avrupa Birliği’nden aldığı önemli mali yardıma karşın Kıbrıs’ta da durum pek farklı değildir. Ayrıca acımasız politikalar ve ihmaller sonucunda son yıllarda Akdeniz sularında pek çok insan hayatı yitip gitmiştir.
İşte tam bu çerçeve içerisinde aşırı sağcı ve neofaşist güçler de yeniden sahneye çıkmak için imkân buldular. Bu güçlerden bazıları Avrupa ülkelerinde hükümet oluşumlarında dahi yer alıyorlar. Kıbrıs’ta ise tüm kritik anlarda Anastasiadis-DİSİ hükümetinin yanında yer alıyorlar.
Bütün bunlar, uluslararası hukuka saygı, halkların haklarının korunması, silahsızlanma, gezegenin korunması, barış ve sosyalizm yönünde verdiğimiz mücadelelerimizi her zaman olduğundan daha da güncel kılmaktadır.
AKEL’in Avrupa Birliği’ne, hâkim sınıfın politikalarının özelliklerine ve olumsuz sonuçlarına ilişkin yıllar öncesinde yapmış olduğu analiz de bugün her zaman olduğundan daha da günceldir. Avrupa Birliği’nin gerek yol açtığı gerekse karşı karşıya olduğu çıkmazlar, eşitsizlikler ve çelişkiler ne suskunlukla geçiştirilebilir ne de göz ardı edilebilir. Kemer sıkmaya daha çok kemer sıkmayla, yoksullaşmaya sosyal devletin küçültülmesiyle, demokratik eksikliklere gücün daha da iktidarda toplanmasıyla karşılık veriyorlar. O çok meşhur topluluk dayanışması maalesef pratikte uygulanmıyor. Bilakis, güçlülerin çıkarları her daim üstün geliyor. AKEL, Uluslararası Hukuku ve Barışı ileriye götürecek olan bir Avrupa’dan yanadır. İstisnasız herkesin insan haklarını, sosyal ve siyasal haklarını savunacak olan bir Avrupa’dan yanadır. Yoksullukla mücadele edecek ve zengin ile fakir arasındaki uçurumu kapayacak politikaları ileriye götürecek olan bir Avrupa’dan yanadır. Bu uluslararası ve Avrupa çerçevesi içerisinde, Kıbrıs halkı hayatta kalma ve hakkaniyet mücadelesi vermektedir. Anastasiadis – DİSİ hükümeti, maalesef çok boyutlu ve çok yönlü dış politikanın önemini ve zaruretini kavramaktan aciz durumdadır. Bunun sadece sözünü etmekle, ilan etmekle sınırlı kalıyor.
Üzerinden sekiz yıl geçmiş olmasına karşın sahip olduğumuz enerji zenginliğini değerlendirmeyi başaramazken taksimden bir adım öncesine vardık. Artık Sayın Anastasiadis ve DİSİ’nin kendi kendilerine bazı soruları sormalarının vakti gelmiştir. İzlenen politika bize ne kadar fayda sağladı? Kıbrıs kime hizmet etmek adına Batı’nın bölgedeki ileri karakolu olarak tayin edildi? Sonuca bakılacak olursa kesinlikle Kıbrıs ve Kıbrıs meselesine göre değil.
Sekiz yıl sonra, Kıbrıs sorununda izledikleri politikanın sonuçlarının neler olduğunu kendi kendilerine sormalarının vaktidir.
Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü ihlal etmeye açık açık devam etmektedir. Uluslararası Hukukun temel ilkelerini, BM Şartı’nı, Genel Kurul’un bir dizi metin ve kararını, Avrupa Birliği’nin üzerine inşa edildiği ilke ve değerleri, Kıbrıs halkının tümünün temel haklarını ve temel özgürlüklerini çiğnemeyi sürdürmektedir. Adamızın taksimi olan hedefini uygulamaya koyma doğrultusunda adım adım ilerlemektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin MEB’inde ve Mağusa’da tahrik edici hareketlerini arttırmakta ve yeni oldubittiler oluşturmaya girişmektedir. Masaya iki devletli çözüm şeklinde kabul edilemez bir talep koymaktadır.
Türk tarafı bir planlama temelinde hedefini uygulama doğrultusunda ilerlerken, son yıllarda Kıbrısrum tarafı ne yapıyor? Maalesef tutarsızlık içerisinde ve herhangi bir planı olmaksızın yalpalıyor.
Sayın Anastasiadis 2013 yılında sıfırdan müzakerelere başladı. Bunun sonucunda da Türk tarafı, Hristofyas-Talat görüş birlikleri ile daha öncesinde bertaraf edilmiş olan kabul edilemez tezlerini geri getirdi. Sayın Anastasiadis’in izlediği politikanın açmazlarının farkına varması ve Sayın Akıncı’nın Kıbrıstürk toplumu liderliğine seçilmesiyle görüşmelerde ilerleme sağlanmıştır. Maalesef bu ilerleme, Sayın Anastasiadis’in Kıbrıs sorunu politikasında bir parantez açılıp kapanması olarak tarihe geçmiştir. Mont Peleran ve Crans Montana’daki görüşmelerin sonucu bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. Sonuç Kıbrıs sorununda geriye gidiş ve hayal kırıklığı olmuştur.
Dört yıl sonra, Sayın Anastasiadis’in Crans Montana’da ne olup bittiğine dair anlatısı, Kıbrıs’ta ikna olmak isteyenler dışında maalesef kimseyi ikna etmedi. Kıbrıs dışında neredeyse hiç kimseyi ikna etmedi. Bu anlatı, Kıbrıs içinden ve dışından pek çok kimse tarafından dayanaksız hale getirildi. Bu kişiler, Sayın Anastasiadis’in tüm bu süreçte iki devletli çözüme doğru kaymış olduğunu itiraf ettiler.
Crans Montana’daki çöküşün ardından, maalesef Türkiye suçlarından arındırıldı. Tahrik edici hareketlerini daha da yoğunlaştırdı. MEB üzerinde yasadışı faaliyetlerde bulundu ve Mağusa’da hukuku hiçe sayan hareketlerde bulundu. Türkiye’nin bu faaliyetlerini bizler öngörmüş ve bunlar hakkında uyarılarımızı yapmıştık. Maalesef Hükümet bizi dikkate almayıp, korumamızın sağlam olduğunu dile getirerek, Türkiye’nin tüm bu hareketlerinin iletişim oyunlarından ibaret olduğunu belirtmişti.
Taksimci Ersin Tatar’ın Kıbrıstürk toplumunun liderliğine gelişi Türkiye’nin tertiplerini kolaylaştırdı. Tüm bunların sonucunda Kıbrıs sorununun çözülebileceğine dair Kıbrıs halkının inancı darbe aldı. AKEL elbette teslim olmadı. Çözüm ve yeniden birleşme için mücadeleye devam ediyor ve edecek.
Önemli bir zaman herhangi bir özlü diyalog olmaksızın harcandı. Türkiye’nin kabul edilemez talepleri ve tahrikleriyle ve Kıbrısrum tarafının sürekli yalpalamalarıyla önemli bir zaman kaybedildi. Üzerinde anlaşmaya varılmış olanlar inkâr edilerek “yeni fikirler” öne sürme adına zaman harcandı. Tüm bunlar, arzu edilen sonuca götürecek diyaloğun yeniden başlama perspektifini önemli ölçüde zayıflattı. Bir yandan Türkiye üzerinde anlaşılmış çerçeveyi açık açık yok sayıp masaya iki devletli çözümü koyuyor. Öte yandan Sayın Anastasiadis’in bazı önkoşullar altında özlü görüşmelerin 2017 yılında kalınan yerden yeniden başlatılmasına yol açabilecek inisiyatifleri artık alamayacağı ve almak istemediği gayet açıktır. Maalesef kendisine 8 Aralık 2020 tarihinde sunduğumuz öneri hakkında düşünüp, bu öneriyi bizimle tartışacağına, yaptığımız öneriyi şeytanlaştırma girişiminde bulundu. Önerinin içeriğini anlamadığı rolünü oynayarak, öneriyi alenen çarpıtıp küçümsemeye çalıştı.
AKEL, taksim kabusunu önlemek için mücadele etmeyi sürdürecektir. Görüşmelerin Crans Montana’da kaldığı yerden yeniden başlamasında ısrarcıyız. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde hidrokarbon yataklarının bulunması, gerek iki toplum, gerekse Türkiye açısından çözüm doğrultusunda ciddi bir teşvik unsurudur. Bir yandan Kıbrıslıtürkler sadece bir çözümle ortaya çıkacak avantajlardan faydalanabilecekler. Öte yandan bu çok kıymetli nimetin engeller çıkmaksızın değerlendirebilmesi için Kıbrıslırumların da istikrarlı ve güvenli bir ortama ihtiyacı var. Kıbrıs sorununun çözümünden Türkiye de yararlanacaktır. Çözümün ertesinde federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye ile MEB sınırlarını belirleme doğrultusunda görüşmeye başlaması mümkün olacaktır. Ayrıca Türkiye ile ticari işbirliği olanakları da, bu yöndeki bir girişimin mali sürdürülebilirlik kriteriyle görüşülebilecektir. Sayın Anastasiadis söylediklerinde samimiyse bu teşvik unsurunu değerlendirmelidir.
AKEL olarak, çıkmazdan bir çıkış yolu bulunmasına katkı koymaya her daim hazırız. Görüşmelerin yeniden başlaması hedefi ve üzerinde anlaşmaya varılmış olanlar temelinde bir çözüm perspektifinin açılması doğrultusunda Kıbrıs içinde ve dışında alınacak inisiyatiflerle, üzerinde anlaşmaya varılmış olan çerçevede çözümü isteyip arzulayan Kıbrısrum ve Kıbrıstürk toplumundaki herkesle işbirliği içerisinde katkı koymaya hazırız.
Bu çaba doğrultusunda ilk söz Sayın Anastasiadis’tedir. Sayın Anastasiadis denenip başarısızlığa uğramış reçetelerde ısrarcı olursa bizi kesin olarak taksime götürecektir. Böyle bir durumda tarihin kendisini taksimin lideri olarak yazacağına hiç şüphe yoktur.
Vardığımız bu noktada daha fazla hareket alanı yoktur. En azından biz, AKEL olarak, halkı yalanlarla uyutamayız, böyle bir şeyi zaten istemeyiz. Üzerinde anlaşmaya varılmış olan çerçevede bir çözümün olmaması halinde, hiç kimse durumun aynen olduğu gibi kalacağını zannetmesin.
Kendi ülkemizde Türkiye ile defakto sınırımızın olması tehlikesiyle karşı karşıyayız. Türkiye, devamlı olarak kolonileştiren ve silahlanan bir devlettir. Bir an gelip yayılma yollarını aramaya girişecektir. Başka bir deyişle, taksim olduğu takdirde, bildiğimiz haliyle Kıbrıs’ı unutmak zorunda kalacağız.
İşte bu yüzden uluslararası toplum ve Kıbrıstürk toplumuyla üzerinde anlaşmaya varılmış olan çözümde ısrar ediyoruz. Bu çözüm, Birleşmiş Milletler kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitliğin olacağı, iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümüdür. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamını teşkil edecek olan birleşik bir devlete götürecek bir çözümdür. Tek egemenliğin, tek uluslararası kimliğin ve tek vatandaşlığın olacağı bir çözümdür. Bizi işgalden ve başkalarının garantörlük haklarından kurtaracak bir çözümdür. Yurdumuzun yarısını Türkiye’ye hediye etme senaryosuyla, dikenli tellerle uzlaşmaya karşı direnmekte ısrar ediyoruz. Milliyetçiliğe ve neofaşizme karşı barış ve ülkenin yeniden birleşmesi için Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin cephesini güçlendirmekte ısrar ediyoruz.
Son bir buçuk yılda, Kıbrıs tıpkı tüm dünyada olduğu gibi Covid 19 ile eşi benzeri görülmemiş bir durum yaşamaktadır. Kimse pandeminin ne zaman sona ereceğini kesin olarak söyleyebilecek konumda değildir.
Her krizde olduğu gibi bu krizde de pek çok zaaf ve sorun açıkça ortaya çıktı. Kamusal sağlık alanındaki feci durum, Anastasiadis-DİSİ Hükümetinin izlediği ve kamusal sağlığa yönelik yatırımları dramatik biçimde kısıtlayan politika sebebiyle oluşan büyük sorunlar ve eksiklikler ortaya çıktı.
Devletin temel hizmetlerde rolünün olup olmaması gerektiği tartışmasıyla onlarca yıl geçti. Pandemi, sağlığın devlet tarafından ücretsiz olarak sunulan bir hak mı olması, yoksa yalnızca gücü yetip ödeyebileceklerin faydalanabilecekleri bir ayrıcalık mı olması gerektiği sorusuna yanıt verdi.
Pandemi Kıbrıs’ta, Avrupa’da ve tüm dünyada neoliberalizmi ve kemer sıkma doktrinini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Devletin temel insan haklarının güvence altında olması, yaşamsal hizmetler sağlaması konusunda yeri doldurulamaz rolünü teyit etti. Kapsamlı ve dayanışmacı karakterde, güçlendirilmiş personeliyle kamusal sağlık sistemlerinin olması gerekliliğini ortaya çıkardı. Esas olması gereken bunlardı, eksikliklerle, yoksunluklarla ve hükümetin duyarsızlıklarıyla boğuşmak değil…
Pandeminin büyük olumsuz ekonomik ve sosyal etkileri oldu. Toplumun çoğunluğu bir sonraki günün sorunlarına hangi politikalar ile karşılık verileceği sorusuna acil yanıtlar beklemektedir.
Kıbrıs Emek Enstitüsü’nün yaptığı araştırmada ortaya çıkan bulgular durumu gözler önüne serer niteliktedir. Pandeminin ilk dalgasında ortalama maaş %3 oranında azaltıldı. Bu düşüş, 2013 başlarından 2016 başlarına kadar emek değerinin tarihi düşüşüne eklendi. 2015 yılından 2019 yılına değin kaydedilen ekonomik ilerlemeye rağmen, sağlık krizinden ötürü ortalama bir reel ücretin alım gücü yedi yıl geriye gitmiş durumdadır, 2013 seviyesindedir. Avrupa Komisyonu hizmetlerinin öngörüsüne göre, Yunanistan ve Avrupa’nın diğer güney ülkeleriyle kıyaslandığında Kıbrıs’ta işe alımlardaki düşüş daha yüksek düzeyde olacaktır. Kıbrıs’ta ortalama %2,4’lük bir düşüş söz konusuyken, AB’de bunun karşılığındaki oran % 2,6’lık bir artıştır.
Sermayenin, kaybettiği kârı toplamak için daha sıkı bir kemer sıkma girişiminde bulunması beklenmektedir. Hükümetin ortaya koymuş olduğu politika sermayenin vergilendirilmesinin azaltılması doğrultusundadır. Bunun anlamı, pandemi ile başa çıkmak adına oluşan devlet açıklarının azaltılması için diğer vergilerde artışlar olacağıdır. Örneğin gelir vergisi, tüketim vergisi vb. Yani, krizin olumsuz etkilerinin bedeli bir kez daha emekçilerin ve orta sınıfın sırtına yüklenmeye çalışılacaktır.
Kırılıp dökülenlerin bedelini kimin ödeyeceği bir siyasi tercih meselesidir. Ne yapılması gerektiğine dair sadece tek bir seçenek yoktur. Hükümetin izlediği politikanın dışında farklı bir yaklaşım daha var. Tanınmış ekonomist ve bilim insanlarının ortaya koydukları bir yaklaşım. Bu uzmanlar, çoğunluğun ihtiyaçlarına karşılık verilmesi adına çalışanların gelirlerinin arttırılmasına odaklanan bir ekonomik büyüme stratejisinin uygulanması gerektiğini savunmaktadırlar. Böyle bir stratejinin uygulanması, alım gücünün artmasına yol açacaktır. Alım gücünün artmasıysa özel tüketimin, gayri safi yurt içi hasılanın ve istihdam yerlerinin artmasına yol açacaktır. Elbette, böylesi bir stratejinin uygulanması için zaruri ön koşul, Hükümetin bu yönde siyasi irade göstermesidir.
Toplumda, Kıbrıs ekonomisinin çoğunluğun ihtiyaçlarına karşılık veremeyecek bir süreçte olduğu yönünde yaygın bir algı oluşmuştur. Büyük özel çıkarlara ve bankalara hizmet edilmesi doğrultusundaki aşikâr ısrar, azınlığa hizmet eden ve sosyal eşitsizliği derinleştiren politikalar Kıbrıs toplumunun kımıldamasına izin vermiyor. Toplum belirsizlik ve güvensizliğin tutsağı haline geliyor. Kıbrıs nüfusunun dörtte biri yoksulluk ve sosyal dışlanma sınırındadır. Başta barınma giderleri olmak üzere, geçim giderleri önemli derecede arttığı Kıbrıs, temel ürünler açısından Avrupa’daki en pahalı ülkelerden biri halindedir. Nüfusun büyük bir kısmı, bin bir zorlukla edindiği esas ikametgahını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır.
Ne yapılması gerektiğine dair AKEL’in vizyonu var.
Ekonomide yeni planlamaya, yeni stratejiye ihtiyaç var. Üretilen zenginliğin daha adil paylaşımını, halkın yaşam düzeyinin iyileştirilmesini, üretimin artması doğrultusunda koşulların yaratılmasını, emekçilere haysiyetli çalışma koşulları sağlanmasını ve gelirinin güçlendirilmesini gözetecek yeni bir politikaya ihtiyaç var. Sürdürülebilir, dengeli ve toplumsal odaklı bir ekonomik kalkınma… Her kişinin gelirine ve ekonomik durumuna göre mali yüklerin dağılımı… Kaliteli istihdam olanaklarının sağlanması… Yeşil istihdam yerleri yaratılması ve çalışanların haklarının iyileştirilmesi… Çevreye saygı gösterilmesi ve doğal kaynakların anarşik kalkınma karşısında korunması… Toplumun mali açıdan savunmasız durumdaki kesimlerinin korunması için piyasanın işleyişinin -mümkün olan düzeyde- kontrol edilip düzenlenmesi… Ekonomik faaliyetin tüm düzeylerinde eşitlik, adalet ve iyi idare… Şişirilmiş ve yağmacı ekonomi değil, sağlam temellere dayalı, sürdürülebilir bir ekonomi istiyorsak, bunun anahtarları az önce saydığım unsurlardır.
Toplumun ekonomik açıdan en savunmasız kesimlerini koruyacak ve destekleyecek, etkin ve sosyal açıdan duyarlı bir devlet gereklidir. Vergi sisteminde vergi yükünün daha adil şekilde dağıtılmasını gözetecek bir reformu yapacak bir devlet gereklidir. Kamu maliyesiyle sürdürülebilir kalkınmayı ve altyapı oluşumunu destekleyen, üretilen zenginliğin daha adil bir biçimde dağıtılmasına arka çıkan, toplumsal bütünlüğü güçlendiren ve toplumun ihtiyaçlarını karşılayan bir devlet… Kamu yararına kuruluşların toplumsal karakterini koruyan bir devlet… Aynı zamanda bu kuruluşların yapısının, işleyişinin ve yönetiminin modernizasyonunu destekleyen bir devlet… Küçük ve orta boyutlu işletmelere ve serbest meslek sahiplerine esaslı destek sağlayan bir devlet… Böyle bir devlet gereklidir.
Kooperatif kredi sektörünün yeniden kurulmasını destekleyen bir devlet… Kooperatifçilik Kıbrıs halkının bir kazanımıydı. Çok zor yıllarda emekçiler, çiftçiler kooperatifçilikle desteklendiler. Maalesef Anastasiadis-DİSİ Hükümeti kooperatifçiliği çökertti ve yetkili araştırma komitesinin bulgularına göre, kooperatif bankalarını skandal şekilde haraç mezat sattı. Çiftçilerin, küçük ve orta boyutlu işletmelerin, ekonomik açıdan zayıf olanların korunmasını ve ülkenin kalkınma perspektifinin iyileştirilmesini gözetecek biçimde kooperatifçiliğin yeniden kurulması doğrultusundaki tezimiz ve irademiz bilinmektedir. Kooperatifçiliğin yeniden kurulması doğrultusunda Kıbrıs Çiftçiler Birliği (EKA) ve diğer örgütlerin üstlendikleri girişimi destekliyoruz.
Kıbrıs ekonomisinin araştırma, inovasyon ve teknolojiye yönelmesi de çok büyük öneme haizdir. Muazzam bir genç bilim insanı rezervine sahibiz. Bu genç bilim insanları, bu alana yapılan cılız yatırımdan ötürü her geçen gün daha çok hayal kırıklığına uğramaktadırlar. Bunlardan pek çoğu çalışmak için yurtdışında kalmak zorunda kalıyorlar. En iyi beyinlerin ülkede kalmaları ve Kıbrıs ekonomisinin perspektiflerini büyütmeleri açısından bu alana kararlı bir biçimde yatırım yapılmasının vaktidir.
Birincil sektörü güçlendirme ve çiftçilerin desteklenmesi amacıyla tarım ekonomisinin geliştirilmesi acil ve zaruri bir ihtiyaçtır. Yeni çağdaş bir sanayi politikasının düzenlenmesi de aynı şekilde zaruridir. Hedef, yapısal güçlüklerin ortadan kaldırılması ve Kıbrıs imalat sektörünün modernize edilmesidir. Ayrıca, Kıbrıs’ın uluslararası alanda profesyonel hizmetler ve danışmanlık hizmetleri sunan bir merkez olarak güçlendirilmesidir. Tüm bunlar için ortaya koyduğumuz bir dizi önerimiz mevcuttur. Aynı şekilde turizm sektörü için de, enerji sektörü için de, hidrokarbon yataklarından faydalanılması konusunda da sunduğumuz öneriler var.
AKEL için bir diğer önemli başlık ise çalışma ilişkileri meselesidir.
Kıbrıs’ta son yıllarda çalışma ilişkilerinde geriye gidiş olduğunu kabul etmeyen tek bir objektif gözlemci yoktur. Pandemi dolayısıyla işsizlik artmıştır ve daha da artacağı öngörülmektedir. Uzun yıllardır işsiz olanlar iş bulma umutlarını yitirmektedirler. Binlerce genç göç etmek zorunda kaldı veya eğitimlerini tamamladıktan sonra Kıbrıs’a dönemeyecek durumda kaldı. Bir o kadar genç de kısmi istihdam edilmiş durumdadır veya bireysel sözleşmelerle çalışmaktadır. Ekonomik krizin olumsuz etkileri sağlık krizinin olumsuz etkileri ile birleşince, emekçi ücretlerine, çalışma saatlerine, sosyal haklara ve çalışanların yıllardır sahip oldukları kazanılmış haklara yönelik yeni saldırılara yol açılmıştır.
Son yıllarda toplumsal eşitsizliğin çarpıcı biçimde genişlemesinin en temel etkeni olan düzensizleştirilmiş çalışma ilişkilerinin yeniden düzenlenmesi için mücadele ediyoruz. Sektörel toplu iş sözleşmelerinin temel hükümlerinin hukuki bağlayıcılığı olması için mücadele ediyoruz. Toplu sözleşmelerin kapsamadığı bütün çalışanlar için asgari ücreti ve temel hakları belirleyecek üçlü istişare ve müzakere mekanizmasının kurumsallaştırılması mücadele ediyoruz.
Ayrıca “esnek” diye adlandırılan istihdam biçimlerinin kullanımına son verilmesi için mücadele ediyoruz. 63 yaşında emekli olanlar için % 12’lik kesintinin kaldırılması yönünde mücadele ediyoruz. Kamu sektörünün ve yarı kamusal sektörün sürekli ihtiyaçları için dışarıdan hizmet satın alınmasına son verilmesi için mücadele ediyoruz. İşçi – işveren ilişkisini düzenleyen hususları belirleyecek hukuki düzenlemelerin yapılması için mücadele veriyoruz. Her sektörde asgari maaşın belirlenmesi için mücadele ediyoruz.
AKEL’in toplum için de vizyonu vardır.
Hepimiz halkla temas halinde olan kişileriz ve insanların karşı karşıya oldukları sorunların çok sayıda ve karmaşık sorunlar olduğunu iyi biliyoruz. Kıbrıs toplumunun büyük bir parçası güçsüz ve korunmasız bir durumda, umutsuzluğa gömülmüş bir ruh hali içerisindedir. Özellikle günümüz koşullarında çağdaş ve ilerici sosyal politika şarttır. Eğitim, sağlık, barınma ve yeterli sosyal koruma ve desteğe eşit ulaşım da aynı ölçüde zaruridir.
Anastasiadis – DİSİ hükümeti tüm bu geçen yıllarda bu alanlarda önemli ölçüde kesintiler yapıp, sosyal yardım konusunda yükü gönüllülük sektörüyle ve özel sektörün omuzlarına atmıştır. Bu politikanın yarattığı sonuçlardan bahsetmeye gerek yoktur. Bu sonuçları her gün görüyor ve doğrudan yaşıyoruz. Güvence Altına Alınmış Asgari Geliri yoksullardan alıp yoksullar ile daha yoksullar arasında bölüştürdü. Konut politikası esas olarak lağvedilmiştir. Geçenlerde ilan edilmiş olan konut politikası çok az kişinin faydasına olacaktır. Aynı zamanda pek çok kişi bankalar tarafından haciz konulması suretiyle birincil konutunu veya küçük işletme binasını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Kamu sağlık kurumlarından en temel malzemeleri olmaksızın pandemiyle başa çıkmaları istenir oldu. Hükümetin algılamadığı nokta, sosyal politikaya, eğitime, barınmaya ve sağlığa yapılacak olan yatırımın aynı zamanda ekonomik kalkınmaya da yönelik verimli bir yatırım olduğudur. Bu sebeple, hükümet ve DİSİ’nin dogmatizmi bir kenara bırakıp, kamusal yatırımları esaslı bir şekilde arttırması şarttır. Bu yatırımlar sosyal politika, yoksulluğu ve sosyal eşitsizlikleri önleme, engelli bireylerin haklarından tam olarak faydalanmaları, emeklilerin onurlu bir yaşam sürmeleri, mültecilere esaslı desteğin sunulması, genç insanların ve genç çiftlerin desteklenmesi, ailenin ve fertlerinin yaşamını sürdürebileceği, kendi ayakları üzerinde durabileceği ve yaşamlarına iyimserlikle bakabilecekleri şekilde desteklenmesi doğrultusunda yapılmalıdır.
Tüm bunların pratikte uygulanması için toplumun sahip olduğu en iyi yöneticilerden yararlanması şarttır. Anastasiadis–DİSİ hükümetinin oluşturucu unsurları olan kabiliyetsizlik ve rüşvetle savaşılması gerekiyor. AKEL, liyakatin ve yasalar önünde eşitliğin sağlanması ve uygulanması çabasında en ön safta mücadele etmekle yükümlüdür. Maalesef, bu olguların kendi alanımızda da görüldüğünü kabul etmemiz gerekir. Bunlara karşı kararlı ve güçlü biçimde mücadele etmeliyiz.
Bir ay önce gerçekleştirilen seçimlerde hayal kırıklığına yol açan bir sonuç aldık. Elbette benzer veya daha kötü sonuç alan, daha öncesine kıyasla oy oranı daha fazla düşen başka partiler de var. Onlar bunu kabul etmiyor veya bu konuyu tartışmıyorlarsa da oy oranlarının düştüğü bir gerçektir. Bizi bu sonuca götüren nedenler hakkında gerek Parti içerisinde gerekse Partinin dostlarıyla seçimlerden sonraki süreçte tartıştık. Kesinlikle son yıllarda olumsuz etkileri olan dış faktörler de var oldu. Fakat bizler esas olarak bize bağlı olan meseleler ekseninde yoğunlaşmalıyız. Kendimizi geliştirmek, daha iyi ve daha da sonuç verici bir noktaya varmak için ne yapmamız gerektiğini bu şekilde görebiliriz.
Seçim sonucuna ilişkin Kongrede de tartışma yapıp ilgili kararları alacağız. Kongre sonrasında hepimizin yeni liderliğin etrafında birleşmesi şarttır. Yerel seçimlerde ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde amaçlarımıza varmamız için hep birlikte bir bütün olarak çalışmalıyız.
Çalışıp Partimizi gerçekten layık olduğu yere, bu ülkenin siyasi olgularında önderliğe, toplumdaki önderliğe yeniden getirmemiz şarttır.
Milletvekilliği seçimlerinin sonucuna ilişkin, ilk bakışta Sol kesimden bir bölümün son yıllarda olan bitenle ilgili olarak öfke ve protestosunu yansıttığı anlamı çıkabilir. Mari, ekonomik krizin olumsuz etkileri, hacizler, bankaların başıboşluğu, AKEL’den bazı kişilerin de karıştığı yolsuzluk olguları, pandemiyle yaşadığımız eşi benzeri görülmemiş durum, pandemi nedeniyle alınan önlemlerde aslında normal ve uzun bir seçim kampanyasının yapılmaması son dönemde yaşananlardı.
Fakat ilk bakışta varılabilecek bu yoruma sığınıp sorunları halının altına atarak, ileriye gidemeyiz.
Hatalarımızla ve eksikliklerimizle yüzleşme cesaretini göstermeliyiz. Sorunları, eksiklikleri ve zaafları tespit etmeli, pes etmeden ve kendimizi kaybetmeden bunlara çözümler üretip uygulayabilmek için kararlı bir şekilde mücadele etmeliyiz. Önce özeleştiri ile başlayalım, eleştiriye sonra geçelim. Kendimize objektif, katı ve net bir şekilde bakalım, ancak kendi kendimizi kırbaçlayacak noktaya da varmadan.
Yıllardır sahip olduğumuz etik bir avantajın son yıllarda darbe aldığı doğrudur. Bunun nedeni yaşanan yolsuzluk olaylarına şu ya da bu şekilde, Partinin bazı tanınmış isimlerinin de karışmış olmasıdır. Onlarca yıl boyunca sadece AKEL’in dostları değil, hatta siyasi muhalifleri bile, bizim görüşümüze ne kadar karşı çıkarlarsa çıksınlar, Partimizi yolsuzlukla suçlayamaz, diğer partilerle aynı çuvala koyamazdı. Ne yazık ki, artık durum böyle değil. Halkın büyük bir kısmı bizim “hepimizin aynı” olduğuna inanıyor. Diğer partilerin seçmenleri destekledikleri partinin kadrolarının karmaşık çıkar ilişkilerine, yolsuzluklara karışmalarını beklerken, Sol’un seçmenleri, Sol kitleler çok doğru ve haklı olarak daha talepkâr ve duyarlı olup, dürüstlük ve temizlik talep ediyorlar.
Bunun için biz, öncelikle de Parti kimliğini taşıyanlarımız, dürüstlük ve temizlik örneği olmalıyız. Buna dayanamayan, bunu yapamayan AKEL’ci kimliğine sahip olamaz. Ve Partimizin eski üst düzey kadrolarının bile bu tür durumları oldu.
Her şeyin kuşku ve şüpheyle karşılandığı bugün ve bu dönemde, hepimiz her gün sınanmaktayız ve bu sınavlardan başarıyla geçme yükümlülüğümüz var. Temsil ettiğimiz kitleye kendimizi yeniden tanıtmalıyız. İşimiz ve mevcudiyetimizle kendimizi her gün tanıtmalıyız. Her gün yaşam ve geçim mücadelesi veren halkın çoğunluğunun, sadece kendi olanaklarıyla yaratıcı olmaya çalışan gençlerin, skandallara öfkelenen, çileden çıkan ve kamusal yaşamda skandallara karışanların gölgesini dahi görmeyi istemeyen tüm insanların, temsil ettiğimiz insanların aynası olmalıyız.
Elbette, toplumun bu tür fenomenlere karşı çok tolerans gösterir bir hale geldiğini de kabul etmeliyiz. Klasik bir örnek, Sayın Anastasiadis’in bunlara bizzat kendisinin karışmasıdır. Hemen hemen herkes bunun farkında olsa da bu durum herkesi rahatsız etmiyor. Bizim rolümüz, tüm toplumun bilincini harekete geçirmektir. Toplumu bu tür olaylara karşı isyan etmesi ve güçlü tepki göstermesi için uyandırmaktır.
Ayrıca toplum içerisinde öncü olma rolümüzü kaybettiğimizi de kabul etmeliyiz. Bunun nedenlerini görmemiz şarttır.
Bu yüzden çözümler hakkında konuşmadan önce sorunlar hakkında konuşmalıyız. Nerede sorun varsa bunları tespit etmeliyiz. Liderlikte de, tabanda da.
Parti gruplarının işleyişinde, Partinin kalbinde bir sorunumuz var. Parti gruplarının çoğu, yerel düzeyde önemli bir müdahale olmaksızın, üyelerin sınırlı katılımıyla, plansız, inisiyatifsiz, tipik ve düşük ritimlerde çalışıyor. Peki bu neden oluyor? Bir zamanlar Parti gruplarındaki temel konuların başında Parti üyelerinin bilgilendirilmesi geliyordu. Ancak bugün daha biz oturuma gidene kadar Parti üyeleri binlerce farklı kaynaktan gelen bilgilerle gelişmelerden haberdar durumdadırlar. Dolayısıyla Parti gruplarının oturumlarında ağırlık bilgilendirmeye değil, düşünce ve önerilere, tartışmalara, çeşitli konuların ele alınmasına, gelişmelere ilişkin AKEL’in tezlerinin ve tutumunun derinlemesine bir biçimde ortaya konulmasına verilmelidir. Tartışılacak konular ülkeyi, tüm toplumu ilgilendiriyorsa, bir adım daha ileri gitmeliyiz. Bu gibi durumlarda, Parti Taban Örgütleri’nin toplantıları tartışma ve görüş alışverişi için halka açık bir şekilde gerçekleştirilmelidir. Parti üyelerinin ve dostlarının Partinin tez ve görüşlerinin oluşturulma sürecine dahil olduklarını hissetmeleri gerekmektedir. Böylece Parti içerisinde ilerleme süreçlerine de katılacaklardır.
Parti grupları, sadece yıllık planı uygulamak ya da sadece aidatlar ve bağışların toplanması için mevcut değildir. Parti gruplarının yerel toplum içerisinde etkin olmaları gerekiyor. İşte bu konuya yatırım yapmalıyız. Köy ve belediye meclislerine, okul-aile birliklerine, ebeveyn birliklerine, kamu yararına kurumlara, derneklere ve diğer yerel kurum-kuruluşlara katılım ve bunlar içerisindeki çalışma ve faaliyetlerine. Parti üyeleri, yaşadıkları, çalıştıkları ve faal oldukları yerlerde tüm insanları ilgilendiren her şeyde öncü bir rol oynamalıdır. Özellikle de Hareket’in genç değerli insanlarına kapıları açalım.
Halkla yakın iletişim içerisinde olalım, insanlarla konuşalım ama aynı zamanda insanları dinleyelim. Önde olalım; halkı ilgilendiren konuların ilk ortaya çıktığı yerde konuları ilk gündeme getirenler, gönüllü çalışmalarda öncü olanlar, tüm toplumla temas halindeki öncüler olalım.
Partinin liderliği bu çalışmanın yönlendirilmesi ve kontrolü için iki misli denetlenmektedir. Bunu başarmak için yönlendirici kadroların görevlerini ne kadar yerine getirdiğini değerlendirmemiz gerekmektedir. Ancak liderlikten söz ettiğimizde, bunun sadece Başkanlık Divanı’nda oturanlar olmadığını unutmamalıyız. Liderlik, Parti tabanın Merkez Komitesi’nde ve İlçe Komiteleri’nde yer almaları için seçtikleri ile Partinin yerel yönlendirici organlarında yer alanların tümüdür. Bazı kadroların Kongre ve konferanslarda boy göstermeleri, retorik yetenekleriyle intiba yaratmaları, seçilmeleri ve ardından ortadan kaybolmaları veya toplantılara seyrek olarak katılmaları son verilmesi gereken bir olgudur. Yönlendirici organlarda yer alanlar çalışmalarda da en ön sırada olmalıdır. Günlük çalışmalarda başrolde olmak yönlendirici organlarda yer alan her bireyin yükümlülüğü ve görevidir. Üyelerini ve çalışmalarını toplu olarak değerlendirmek Parti organının yükümlülüğüdür. Parti organı her bireyin çalışmaları hakkında şeffaf bir şekilde bilgilendirilmelidir. Milletvekilleri, belediye başkanları, belediye meclis üyeleri, muhtarlar, köy meclisi üyeleri, kamu yararına çalışan kuruluşların yönetim kurulu üyeleri gibi kamu görevinde bulunan herkes için de bu geçerlidir.
Partinin örgütlülüğünün güçlendirilmesi hedefine ancak herkes önderliğin ve tabanın, tüm yapının birlikte çalışması bilincine vardığında ulaşılacaktır. Birlik içerisinde ve planlamayla. Örgütsel çalışmamızın güncellenmesi ve yenilenmesi acildir. Yeni liderliğin ilk görevlerinden biridir. Dar Parti hücresinin ötesinde halkla temaslarımızı açacak şekilde çalışma biçimimizin acilen yenilenmesi gerekiyor. Dışarda başta gençler olmak üzere, geçim derdinde olan, yaratan, öncülük eden, ilerleyen ve kendilerini dinleyecek, destekleyecek, onların sesi olacak bir Hareket’e ihtiyaç duyan binlerce insan var.
Toplumsal hareketler ve kitlesel örgütler ile istikrarlı, sürekli ve iki yönlü bir ilişkinin varlığı da aynı derecede gereklidir. Onları yönlendirme niyetinde olmadan, onları dinlemeyi, önerilerimizi iletmeyi, politikamızı ve eylemimizi zenginleştirmeyi isteyerek bunu yapmalıyız. Bu, politika ve önerilerin oluşturulması için de bir ön koşuldur ve gerileme kaydettiğimiz bir alandır. Merkez Komitesi’nin yardımcı büroları kapılarını gençlere, Parti’nin dostlarına açmalıdır. Bilimsel birikimi olan ve hedeflerimiz ortak olan insanlara kapılarını açmalıdır. Onlara sormalı, onları dinlemeli ve onlarla birlikte politikalar oluşturmalıyız. Modern toplum sürekli gelişiyor. Sürekli olarak yeni sorunlar ve meseleler ortaya çıkıyor. Bunlarla her gün ilgilenilmesi gerekiyor. Maalesef bu alanda da tüm uğraşılarımıza rağmen, istediğimiz sonuçlara ulaşamadık.
Örgütsel çalışmanın ideolojik ve politik çalışmaya bağlı olması gerektiğini sık sık söylüyoruz. Şimdi teoriden pratiğe geçme zamanıdır. Çünkü ne için ve kimin için savaştığımızı hatırlamaya şimdi her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Sömürünün olmayacağı bir toplum için, halkın en geniş kesimleri için, kol emekçileri, çiftçiler, beyin emekçileri, genç bilim insanları, serbest meslek sahipleri, küçük ve orta boyutlu işletme sahipleri, öğrenciler, kadınlar, emekliler, savunmasız gruplar, başka bir dünyayı, daha iyi dünyayı vizyon edinen ve bunun için mücadele eden herkes için. İdeolojik çalışmalar, eğitim çalışmaları küçümsenmemesi gereken bir görevdir. Günümüz koşullarında kadrolarımızın Partinin tezlerini sadece ezbere tekrarlamalarını istemiyoruz.
Görüş ve öneriler oluşturacak, eğitecek, eleştirel düşünme ve algılama biçimine sahip ve bunları başkalarına da aktaracak donanımda olan kadrolar istiyoruz. Elbette bunu derken, amacın teorik analizlerde kaybolmamız olduğunu ima etmiyorum. Ancak teorik analizleri halk içerisinde pratik siyasi eylemler ve inisiyatifler için silahımız haline getirmekten söz ediyorum. Farklı anlayışımızı göstermekten, toplumun çoğunluğunun katılımıyla yeni taleplerin, yeni mücadelelerin yollarını açmaktan söz ediyorum.
İdeolojik ve politik eğitim, toplum içerisinde çalışma maalesef Partimiz de de görülmekte olduğunu kabul etmemiz gereken kendini öne çıkarma ve faktör olma anlayışına, faktörizme karşı da en güçlü panzehirdir.
Eğer farklı olmak istiyorsak, Parti içinde faktörizme karşı mücadele etmeliyiz. Adaylar oy uğruna birbirlerinin altını oyduğu takdirde, insanların “hepiniz aynısınız” demesinden nasıl şikâyetçi olabiliriz?
Partinin etkinliğini genişletmeye çalışmak yerine, aday tercihi konusuna kendimizi hapsettiğimiz takdirde, Partinin seçimlerde daha iyi bir sonuç elde etme olasılığını da sınırlandırmış oluruz.
Herhangi birimiz kendi imajını inşa etmeye, kapalı kapılar ardında tartışmaya, gruplar oluşturmaya, Parti içinde bir faktör gibi davranmaya, Partiyi “biz ve diğerleri” olarak ayırmaya karar verirse, hatayı adeta kurtçuklar gibi bizi içten içe yiyen bu tür davranışlarda değil de neden başka yerlerde arıyoruz?
İlk fırsatta Partinin lider kadrolarını kamuoyu önünde büyük bir kolaylıkla yererek, bu şekilde kendini öne çıkarmaya çalışıldığında, Partiye ne kadar yardımcı olmuş olunur?
Ama diğer yandan şöyle bir eleştiri de getiriliyor. Bugün “faktörizm” hakkında konuşmanın modası geçmiş olduğu söyleniyor. Tam tersine. Politikacıların 1960’larda ve hatta daha öncesinde yaptığı gibi hareket etmek bugün modası geçmiş bir şeydir. Ortak amaç için değil de, ne için, kim için çalışmak? İnsanların bir kişi etrafında bir araya gelip o kişi için çalışması zamanı, modası geçmiş bir şeydir.
Bu konunun ne halk mahkemeleri kurulmasıyla ne de yiyişmekle ilgisi var. Nasıl bir Parti istediğimizle ilgisi var. İçerisinde “Ben” diyen, faktör olanların, grupçukların olduğu ve bir avuç azınlığın hâkim olmak için birbirleriyle mücadele ettiği bir parti mi? Parti tabanını bölecek ve liderliğin tüm sorumluluğunu ortadan kaldıracak bir birbirini yok etme mücadelesinin ardından lider olacak tek bir kişinin belirleyici olacağı bir parti mi?
Kitlesel, öncü, sınıf odaklı bir partiye ihtiyacımız var. Kadroları büroların içinde kapalı, Meclis içerisinde sınırlı olan değil; kadroları dışarıda halkla, gençlerle birlikte olan, ihtiyaçların olduğu, taleplerin doğduğu yerde olan bir Parti istiyoruz. Siyasi önerileri olan, bunu açık ve net bir şekilde iletebilen ve her yere ulaşan güçlü sesi olan bir Partimizin olması şarttır. Koltuk için değil, ortak amaçlar için işbirlikleri kurabilen, inisiyatifler geliştirebilen bir Parti.
İşte bu nedenlerden dolayı Parti bazı kararları almaya cesaret etmelidir.
Bizi buraya kadar getiren Partimizi nasıl güçlendirebiliriz? Dönemin ihtiyaçlarına kulak verip bunları Meclis içinde ve dışında siyasi talepler haline getirme yeteneğini nasıl güçlendirebiliriz? Toplumun temel kaygılarını anlayarak, bunları siyasi öncelikler haline nasıl getirebiliriz? Toplumun ihtiyaç duyduğu değişimlerin öncüleri olmayı nasıl başarabiliriz? Yani daha fazla ve daha güçlü bir şekilde toplum içerisinde aktif, eylemci bir hareketi nasıl geliştirebiliriz?
Toplumdaki öncü rolümüzü nasıl yeniden kazanabiliriz? Sendikal alanda, kültürde, yerel yönetimlerde, mahallede ve başka yerlerde…
Sahip olduğumuz kadroları nasıl değerlendiriyoruz? Üstünkörü çözümlerle, işin kolayına kaçan mantıklarla değil. Her birinin retorik yeteneği temelinde de değil, içeriği temelinde.
Artık farklı hızlardaki kadrolarla çalışamayız. Bazılarının çok görevleri var, bazılarının ise az. Profesyonel kadroların verimliliğinin ve etkinliğinin sürekli değerlendirilmesi gerekiyor.
Kamu görevleri üstlenenler için kontrol, şeffaflık ve hesap verebilirlik bir öncelik olmalıdır.
Halk Hareketi örgütleri çalışmalarını, çalışma şekillerini modernize etmelidir.
Dönemin gereklerini yerine getirebilmeleri için derneklerin modernize edilmesi, faaliyet içeriklerinin yenilenmesi gerekmektedir.
İnsan kaynakları açısından şu anda sahip olduğumuz en iyi kadrolarımız olan genç kadroları en iyi şekilde değerlendirmeliyiz.
Yeni Güçler’in rolünü nasıl güçlendirdiğimize ve aynı zamanda sosyal hareketlerle de ilişkilerimizi nasıl güçlendirdiğimize bakmalıyız.
Mesajlarımızı doğru siyasi tezler üzerine inşa etmeliyiz. Mesajlarımızı iletebilmemiz için iletişim konularında profesyonel yardım da alarak, somut sonuçlar alacak şekilde çalışmalıyız. İmajımızı nasıl daha iyileştireceğimize de bakmalıyız, çünkü modern, çağdaş olmamız yeterli değil, aynı zamanda olduğumuz gibi de görünmeliyiz.
Konuşmamı tamamlamadan önce izninizle kişisel bir konuya da değinmek istiyorum.
Parti liderliğine aday olma niyetinde olmadığımı zaten açıklamıştım. Bu kararı birkaç ay önce vermiştim.
Yenilenme ihtiyacı, Partiye hayat veren bir kaynaktır ve şu anda bu acildir. Bu, aldığımız hayal kırıklığı yaratan seçim sonucundan sonra özellikle şart oluyor. Partinin tarihindeki bu kritik ve belirleyici dönüm noktasında Partiye yardım etmeyi bir yükümlülük, bir görev olarak görüyorum.
Bu yerde olmanın onurunu yaşadığım yıllar boyunca elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. AKEL’in tezlerinde ve politikasında tutarlı olması ve dik durması için. Karşı karşıya olduğu eşi görülmemiş koşullarda, kriz koşullarında ve kendisine karşı sürdürülen acımasız savaşa rağmen kararlı ve dürüst olmaya devam etmesi için.
Bunca yıldır ilkeler, değerler, idealler için, yurdumuz için, yüreği Sol’da atanlar için, Kıbrıs halkı için birlikte mücadele ettiğimiz, birlikte çalıştığımız tüm yoldaşlara, Parti kadrolarına ve üyelerine, Yeni Güçler’den dostlara teşekkür etmek istiyorum. Daha iyisini başaramadığımız için üzgünüm. Ama eminim ki bugün burada olan, dışarıda olan ve bir kıvılcım bekleyen güç, AKEL’i hak ettiği yere yükseltecek coşkun bir halk nehri olacaktır.
Genel Sekreterliğe aday olmamam mücadeleden ayrılmam anlamına gelmez. Mücadelelerimizin en ön saflarında yine sizinle birlikte olacağım.
Merkez Komitesi üyeliğine tekrar aday olmamayı seçen Sekreterya ve Politbüro üyesi başka yoldaşlarımız için de aynı durum geçerlidir. Yoldaşlarımız Pambis Kiritsis, Hristos Aleku, Melya Avraam’ın yanı sıra Sekreterlik ve Politbüro’nun eski üyesi Yannakis Kolokasidis. Hepsinin Partiye ve Hareket’e bunca yıl boyunca sundukları her şey için onlara teşekkür etmek istiyorum.
Konuşmamı bitirmeden önce, bugün aramızda olmayan yoldaşlarımızdan söz etmemem büyük bir eksiklik olurdu diye düşünüyorum. Önce Dimitris Hristofyas’tan söz etmek istiyorum. Bir gün Maria Theofanus ile konuşuyorduk, sanırım çoğunuz onu tanıyorsunuz. O bana şöyle dedi: “Böyle insanlar asla unutulmazlar, unutulmadıkları için de aramızdan asla ayrılmazlar”. Evet, bu bir gerçektir.
Dimitris Hristofyas ardında bir eser bıraktı. Son derece zor bir dönemde AKEL’in yükselişine mührünü vurdu. Pek çoklarının tarihin sonunun geldiği hakkında konuşmakta acele ettiği bir dönemde, Dimitris Hristofyas beraberindeki yoldaşlarımızın liderliğinde Kıbrıs’taki AKEL onları yalanladı.
Genel Sekreter, Meclis Başkanı, Cumhurbaşkanı olarak Hristofyas ardında önemli çalışmalar ve eserler bıraktı. Ama en önemlisi ardında asla unutulmayacak bir örnek bırakmış olmasıdır. Ne kadar yükselirse yükselsin, insanlığını kaybetmeyen, dürüst, içten ve temiz kalan, halkın kendisine gösterdiği güveni tam anlamıyla onurlandıran bir siyasi lider olma örneğini bizlere bıraktı.
Önceki Kongremizden bu yana geçen beş yıl içinde, Partimize inançla ve özveriyle hizmet etmiş olan başka değerli önder yoldaşlara da veda ettik. Halk Hareketi’nin büyük küçük, bütün mücadelelerinde son nefeslerine kadar daima aktif bir biçimde yer alan yoldaşlar, hareketimizin önemli bir şahsiyeti ve tarihsel liderliğin üyesi Mihalis Pumburis, Fanis Hristodulu, Panikos Lapithiotis, Haris Kiryakidis, Nikos Petru. Onları her zaman saygıyla anacağız ve onurlandıracağız.
AKEL, dünden, tarihinden gelen büyük ve ağır bir mirası da beraberinde getiriyor. Mücadeleler, fedakarlıklar, önemli hizmetler ve katkılar, tarihi yazan insanlar, tarih olan insanlar. Ancak AKEL’in önünde yarın için de büyük bir zenginlik var.
Gençlik içerisindeki altın rezervi. Bilgi, deneyim ve donanıma sahip ve özellikle özveriyle mücadele eden gençler. Onlar AKEL’in umududur.
Mahallelerdeki parklar için küçük inisiyatiflerden, belediye meclislerine, gönüllü örgütlerine, dayanışma ağına kadar, Halk Hareketi’nin her mücadele çağrısında katkılarını sunan gönüllüler. Onlar AKEL’in dayanağıdır.
Yüzlerce anonim üye ve kadro. Onları televizyonda görmeyeceğiz, spotlar onları aydınlatmıyor, onlar sosyal medyada boy göstermiyorlar. Ama oradalar ve AKEL için, Hareket için, yurdumuz ve halkımız için sessizce çalışıyorlar.
İşte AKEL’in zenginliği tüm bu insanlardır. İnsanı bayrak edinen, Kıbrıs bayrağını yükseklerde dalgalandıran bir hareketin mirasını sırtlarında taşıyanlardır.
Başımız dik! Göğsümüz ilerde!
Mücadeleler verdik, kazandık, kaybettik, düştük, tekrar kalktık, ilerledik!
Şimdi de bunu yapacağız.
Birlikte ve kararlılıkla.
Tarihi biz yazacağız. Ve bir daha yazacağız!
Yaşasın emekçilerin en büyük kazanımı!
Yaşasın umudun gücü, yarının gücü, halkın gücü!
Yaşasın Kıbrıslıların Partisi!
Yaşasın AKEL!