İngiltere Kıbrıslılar Birliği’nin Etkinliğinde AKEL-Sol-Yeni Güçler Milletvekili Aristos Damianu’nun Konuşması
Yurttaşlar,
Bugünkü etkinliğe katılarak konuşmam için İngiltere Kıbrıslılar Birliği’nin davetini özel bir memnuniyetle kabul ettim. Birleşik Krallık’ta yaşayan Kıbrıslılar açısından zor dönemlerde İngiltere Kıbrıslılar Birliği Kıbrıs’ta demokrasi ve gurbetteki Kıbrıslıların daha iyi bir yaşama sahip olması için verilen mücadelelere yoğun bir biçimde mührünü vurmuştur.
Son yarım yüzyılı aşan süre boyunca yurdumuz büyük yıkımlar ve pek çok kötü olay yaşadı. Halkımız ağır bedeller ödedi ve ödemeye devam ediyor.
15 Temmuz 1974 Kıbrıs’ın kaderine trajik ve silinmez bir biçimde damgasını vurdu. Art arda yapılan yasadışı ve yıkıcı faaliyetleri, işlenen cinayetleri ve estirilen terörü izleyen faşist darbe ile ihanet tamamlandı. Atina Cuntası ve EOKA-B yabancı merkezlerin talimatlarını uygulayarak demokrasiye, Kıbrıs’a ve Kıbrıs halkına karşı en büyük cinayeti işlediler.
Olası bir darbe hareketinin Türkiye’yi Kıbrıs’a getireceğine işaret eden Makarios’un, AKEL’in ve diğer demokratik güçlerin uyarılarına, mantığın sesine kulaklarını tıkayarak, kin ve fanatizmden körleşen bazı Kıbrıslıların işlediği ihanet her kentte, köyde trajik olaylara ve 1974 Kıbrıs trajedisine yol açtı.
Her yıl böylesi günlerde pek çok şey duyuyoruz. Kimileri geçmişteki günahlarını örtmeye yönelik bahaneler, tarihi tahrif etme amacıyla çarpıtmalar öne sürüyor.
Darbe bir avuç şuursuzun anlık bir hareketi değildi. Yıllarca planlanan bir cinayetin doruk noktasıydı. Hazırlanmasında, örgütlenmesinde ve yapılışında NATO’nun, CIA’nın, Atina Cuntası ve EOKA-B’nin yer aldığı bir cinayetti. Yunanistan’la güya ENOSİS hedefiyle Kıbrıs sorununu en utandırıcı biçimde “halletmeyi” ve Kıbrıs’ı Türkiye’nin emellerine teslim etmeyi hedefleyen bir cinayetti. EOKA-B cani faaliyetleriyle hain darbeye zemini hazırladı. Atina’da ve Lefkoşa’da darbecilerin ihanetlerini gerekçelendirmek için atıfta bulundukları anormal durumu yarattı. Ve 15 Temmuz sabahı tanklar harekete geçtiğinde, EOKA-B’ciler cuntacılarla birleşerek bu ihanet ve cinayette aktif bir biçimde yer aldılar. Bu nedenle, EOKA-B liderinin ve kadrolarının sorumluluğu çok ağırdır ve sadece cuntanın darbesinden söz edenler gerçeğin tümünü dile getirmemektedir. Darbe Cunta’nın ve EOKA-B’nin darbesiydi. Elbette ki Kıbrıslıtürk ilerici yurttaşlarımızı hedef alan, katleden faşist TMT’nin faaliyetleri de bir biçimiyle belirleyici rol oynadı. Kimilerinin tüm çabalarına rağmen, darbeyi planlayanların, yapanların ve destekleyenlerin ağır sorumluluklarının, suçlarının hafifletici sebepleri yoktur. Onlar Türkiye’ye yurdumuzu istila etme bahanesini vererek, işgalin bugüne kadar yaşattığı acılara yol açan darbenin hesabını halkımıza vermek zorundadırlar.
Hain darbenin ardından ölüm, yıkım ve çaresizlik saçarak Türkiye’nin ordusunun gerçekleştirdiği istila iki toplumun 1963’ten itibaren başlayan ayrılığının şiddetle tamamlanmasını, yasadışı bir biçimde yığınsal nüfus taşınmasını, kültürel mirasımızın yağmalanmasını beraberinde getirdi. Yurdumuzu ve halkımızı ikiye böldü. O zamandan beri Türkiye uluslararası hukukun her ilkesini çiğnemeye ve yurdumuzun topraklarının %37’sini işgali altında tutmaya devam etmektedir.
Yurttaşlar,
Hristofyas-Talat arasında yapılan görüşmelerde önemli ilerlemelerin sağlanmasının devamında, 2014’te özlü görüşmelerin başlamasından itibaren Sayın Anastasiadis Kıbrıs sorununun çözümü için halkta pek çok beklentiyi oluşturmaya baktı ancak ne yazık ki bu beklentileri hak ettikleri sonuca ulaştırmadı. Elbette ki bu durumun belirleyici sorumluluğu bütün bu yıllar boyunca ortaya çıkan çözüm fırsatlarının değerlendirilmesine uzlaşmaz tutumuyla izin vermeyen Türkiye’dedir. Ancak samimi olmalıyız: Crans Montana’da yapılan görüşmelerde BM Genel Sekreteri’nin, Avrupa Birliği’nin ve uluslararası unsurun önerileriyle var olan bütün olanakları tarafımızın değerlendirmediğini de söylememiz gerekiyor. AKEL olarak orada Kıbrıs sorununun kapsamlı çözümüne ulaşmanın başarılacağı beklentisi içerisinde değildik. Ancak ileriye doğru sonuç verici adımların atılabilmesi için elden gelen tüm çabayı ortaya koymamız gerekiyordu. Bunu başaramadığımız takdirde, en azından sürecin çökmesine izin vermemeliydik. Ve bu dahi olmadığı takdirde, Türkiye’ye aklanma fırsatını vermemeliydik. Ancak ne yazık ki, çözüme sadece yaklaşamamakla kalmadık, hatta çözümden uzaklaştık. Ve tek “başardığımız” da, BM Genel Sekreteri’nin raporu aracılığıyla ilk kez olarak Türkiye’nin iyi niyetini övmesi ve sorumluluğu iki toplumun, Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin liderlerine yüklemesi oldu.
Ne yazık ki, yurdumuzun fırtınalı tarihinden bunca yıl sonra dahi doğru dersler çıkarmak yerine, sanki hiçbir şey öğrenmemiş gibi hareket ediyoruz.
1974’ten bu yana Kıbrıs sorununun tarihi tecrübesi müzakere sürecinin olmadığı dönemlerde durumun kötüleştiğini ve Türkiye’nin yeni oldubittilere teşebbüs ettiğini göstermektedir. Nitekim hatırlatırım ki, müzakerenin ana hatlarını içeren Perez de Cuellar göstergelerinin reddedilmesinden sonra, Spiros Kiprianu döneminde, 1983’te “KKTC” ilan edildi. Glafkos Kliridis döneminde S-300 füzeleri konusu doruğa tırmandırıldığında ve müzakere sürecinde yine boşluk yaşandığında, 1997’de, Türkiye ve Kıbrıstürk liderliği federasyondan resmen konfederasyona döndü. 2004 referandumlarının bilinen sonucunun ardından, Tasos Papadopulos döneminde, yasadışı devletin doğrudan ticaret yapmasına yönelik kimilerinin yoğun çabaları adeta Kıbrısrum tarafını cezalandırma amacıyla gündeme getirildi.
Bugün içinden geçtiğimiz dönem de özel bir öneme sahiptir. Crans Montana’daki başarısızlığın üzerinden yaklaşık bir yıl geçti ve bu sürede ne yazık ki herhangi bir gelişme yaşanmadı. Bu arada Türkiye İsviçre’deki başarısızlığın ardından iki devletli çözüm talebini öne çıkarma girişiminde bulunma fırsatını yakaladı. Bu çok tehlikeli ve olumsuz bir gelişmedir.
Türkiye’de seçimlerin sona erdiği koşullarda, biz, Kıbrısrum toplumu olarak, özlü müzakerelerin yeniden başlaması için elden gelen her çabayı ortaya koymalıyız. BM Genel Sekreteri raporlarında nasıl ilerlememiz gerektiğini açıkça kaydetmiştir. Guterres Çerçevesi, bugüne kadar varılan görüş birlikleri ve Çözümün Uygulanması Mekanizması hakkındaki gayri resmi belge temelinde görüşmelere kalınan yerden devam edilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bir masada güvenlik ve garantiler başlığının ve diğer masada sorunun iç yanına ilişkin başlıkların ele alınmasıyla paralel ve birbirleriyle bağlantılı görüşmelerle ilerlenilebilecektir. Bunun ötesinde yapılacak olan, ilkeler temelinde taleplerini ortaya koymak ve müzakerede bulunmaktır.
Elbette ki mesele Türkiye tarafından gerekli iradenin gösterilmesidir. Aynı zamanda bizim de kuşkuya mahal vermeyecek şekilde hazırlığımızı yapmış olarak irademizi göstermemiz gerekir. Mevcut koşullar tarafımızın atıl, pasif ya da muğlak bir tutum içerisinde olmasına izin vermemektedir. Cumhurbaşkanı Anastasiadis Türkiye’nin Taksim’ci tezlerini tecrit edecek ve tarafımızı güçlendirecek inisiyatifler üstlenmelidir. Tezlerimizin haklılığı hakkında uluslararası toplumu ikna etmeye yönelik uluslararası bir kampanya başlatmalıdır. Bu durum ve gelişmeler karşısında pasif seyirci kalmak sadece Türkiye’nin ve diğer Taksim yanlılarının işine gelir.
AKEL’in görüşleri Ulusal Konsey’de ifade edildiği şekilde Kıbrısrum tarafının yıllardır dile getirdiği tezler ve ilkeler temelindedir. Biz Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin, halkımızın doğduğu topraklarda birlikte yaşayabileceğini tutarlılıkla ve sarsılmaz bir inançla savunmaya devam edeceğiz. Kıbrıs sorununun çözümü için mücadeleye devam edeceğiz. İşgale ve yasadışı bir biçimde nüfus taşınmasına son verecek bir çözüm için mücadeleye devam edeceğiz. BM kararlarını, Üst Düzey Antlaşmaları’nı, uluslararası hukuku ve Avrupa hukukunu temel alacak bir çözüm için mücadeleye devam edeceğiz. Kıbrıs’ı askersizleştirecek ve yabancı güçlerin müdahalelerine ve garantörlüklerine izin vermeyecek bir çözüm için mücadeleye devam edeceğiz. Ülkeyi, halkı, kurumları ve ekonomiyi yeniden birleştirecek bir çözüm için mücadeleye devam edeceğiz. BM metinlerinde belirtildiği şekilde iki toplumun siyasi eşitliğinin olacağı, iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümü için mücadeleye devam edeceğiz. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olacak ve tek egemenlikli, tek uluslararası kimlikli ve tek vatandaşlıklı birleşik bir devlete götürecek bir çözüm için mücadeleye devam edeceğiz.
Türkiye Kıbrıstürk toplumunu güçsüzleştiren ve Ankara’ya bağımlılığını derinleştiren politikaları yıllardır yaşama geçirmektedir. İşgal altındaki bölgenin başta inşaat ve turizm sektörlerinde olmak üzere çeşitli alanlarda ekonomik entegrasyonunu arttırmaktadır. İşgal altındaki bölgeye müdahalelerini sürdürmekte, Kıbrıstürk toplumunu daha fazla denetimi altına alma aracı olarak dini kullanma teşebbüslerini yoğunlaştırmaktadır. Kıbrıstürk toplumunda bir kesim tüm bunlara karşı direnmektedir. Ancak küçük bir toplum güçlü Türkiye karşısında nereye kadar direnebilecektir? Tüm bunları zamanında anlamadığımız takdirde, üzerinde anlaşmaya varılmış olan çerçevede çözüme ulaşma olanağı çok kısa süre içerisinde tehlikeli bir biçimde azalacaktır.
BM Genel Sekreteri görüşmelerin Crans Montana’da kaldığı yerden yeniden başlamasına yönelik hazırlık çerçevesinde Kıbrıs’a gelecek yeni özel görevlisini şimdiden tayin etmiştir. Tarafımızın niyetlerini ortaya koyarak, bu yönde adımlar atması gerekmektedir. Ve elbette ki, Türkiye ve Kıbrıstürk toplumu liderliği de üzerinde anlaşmaya varılmış olan çözüm çerçevesi ve BM tarafından belirlenen süreç içerisinde olumlu karşılık vermelidir.
Yurttaşlar,
AKEL kabul edilemez statükonun devamının yol açacağı tehlikelerin tamamen bilincindedir. Bunun için de yeniden birleşmiş federal Kıbrıs’ın tüm dünyaya örnek olacağı, iki toplumun uyumlu bir şekilde birlikte yaşamalarının çağdaş örneğini teşkil edeceği ve Kıbrıslırumların, Kıbrıslıtürklerin, Ermenilerin, Maronitlerin ve Latinlerin ortak vatanı olacağı günün doğması için bütün gücümüzle çalışmaya devam edeceğiz.
Bu, demokrasiyi ve Kıbrıs’ın özgürlüğünü savunarak mücadele eden ve canlarını veren herkese karşı boynumuzun borcudur. Yürekleri çözüm ve geriye dönüş için yanarak aramızdan ayrılan nesillere olan borcumuzdur. Ama öncelikle de gelecek nesillere olan borcumuzdur. Çünkü biz her zaman gelecek nesilleri düşünerek politika üretiyor ve mücadele ediyoruz. Yurdumuzun bütün yasal sakinlerinin barış, güvenlik ve refah içerisinde birlikte yaşayacakları yarının Kıbrıs’ını düşünerek mücadele ediyoruz.
Sözlerime son verirken, Kıbrıs’ın ve halkımızın çetin mücadelesinin haklı sonucuna ulaşması için ortaya koyduğunuz sürekli çabalarınızdan ve değerli katkılarınızdan dolayı sizi bir kez daha tebrik ederim.
18 Temmuz 2018