“Bir İnsan: Kutlu Adalı” Kitabının Sunumunda AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması
Kutlu Adalı hakkında İlkay Adalı ve Sevgül Uludağ’ın kitabının sunumuna daveti özel bir mutlulukla kabul ettim. Günümüzde mitler hakkında değil, gerçek hikâyeler hakkında konuşmamız gerekiyor. Hâkim anlatımın kahramanlar, muzaffer komutanlar ve milli liderler olarak adlandırdıkları için değil, bizim gibi insanlar hakkında konuşmamız gerekiyor.
Kutlu Adalı tam da buydu. Bizden biri. Başını kaldırıp her şeyi adıyla söylemeye, daha da doğrusu yazmaya karar veren bir insan. O, bu duruşunu yaşamıyla ödedi. Adalı Yenidüzen’in sadece mücadeleci bir köşe yazarı değildi. O, Kıbrıstürk toplumunun boynundaki ilmiği giderek daha çok sıkan Ankara’nın eline karşı yazdıklarıyla her gün savaşan mücadeleci bir Kıbrıslı yurtsever oldu.
Kutlu Adalı’nın bir dönem Rauf Denktaş’ın yakın çalışma arkadaşı ve TMT üyesi olduğu bilinmeyen bir şey değildir. Tam da bu nedenden dolayı Denktaş kliği, yasadışı devlet, mafya, Bozkurtlar ve sözde güvenlik güçleri kadroları ona ve ailesine karşı kudurmuşcasına savaştılar. Çünkü onun bildiğini biliyorlardı. Çünkü onu pek çok kez sınadıklarından dolayı onun adil ve dürüst olduğunu biliyorlardı. Onu satın alamayacaklarından dolayı tek yapabilecekleri onu korkutmayı denemekti. Onu böyle de susturmayı başaramadıklarında öldürülmesine karar verdiler. İki toplumda da ektrimistler hep bu şekilde hareket ediyorlardı. Alçakça işlenen cinayetler ve sırtından hançerlemeler onların yıllarca başvurdukları yöntemlerdi. Ardından her şey yoluna koyuluyordu: cinayet silahları kaybediliyor, cinayetlerin dosyaları ortadan kaldırılıyordu. Katiller işlerini yapıp sırra kadem basıyorlardı. Bugünlerde bütün Kıbrıs’ta 1974 hain darbesine karşı direnişin kahramanlarını saygıyla anıyoruz. İşlenen nice böylesi siyasi cinayetler hakkındaki yaşanmışlıklarla karşılaşmıyor muyuz?
Onlara göre Kutlu Adalı öldürülmeliydi, çünkü o tüm Kıbrıs için haykıran bir sesti; çünkü Kıbrıs’ı hedef alan emperyalizmi ve Türkiye’nin politikasını kınayan bir insandı. NATO tarafından kışkırtılan Türk paramiliter teşkilatların faaliyetlerini Kutlu Adalı’nın araştırma çabası bilinmektedir. Onun bu çabası işgal altındaki bölgede kara para aklayan ve kumar faaliyetlerinden servet edinen böylesi teşkilatların beslediği yerel mafyanın ve Bozkurtların ona karşı harekete geçmeleri için yeterliydi.
Adalı ayrıca Apostolos Varnavas Manastırı’nın talan edilmesi hakkında yasadışı devletin “Sivil Savunma Teşkilatı”nı da suçlama cesaretini gösterdi. Tarihi eserlerin çalınması hakkındaki bilgileri yayınlayan Adalı aşırı sağcı örgütlerin hedefi haline geldi. 6 Temmuz 1996’da evinin önünde katledildi. Adalı cinayetinin failleri bulunmadıysa da tüm şüpheler “Sivil Savunma Teşkilatı”nın Türk komutanı Galip Mendi üzerinde yoğunlaştı. Adalı’nın cenazesi güçlü bir çığlığa dönüştü. Herkes faşizme karşı sloganlar atarak birlik, mücadele ve dayanışma diye haykıyordu.
Bu akşam burada sunduğumuz kitap Kutlu’nun eşi İlkay’ın yaşadığı ya da Sevgül’ün hatırladığı şekilde yaşananların sadece basit bir kaydı değildir. Bu akşam burada sunduğumuz kitap Kutlu Adalı’nın siyasi mirasının özünü içeren ve ister çeşitli yayınlarda, ister Yenidüzen’de yayınlanan temel metinlerini de içermektedir. Çalkantılı bir dönemin gelişmelerini dile getirdiğini ve aynı zamanda Kutlu’nun yaşayıp göremediklerini de açıkladığını düşündüğüm bir köşe yazısında Kutlu Adalı “Anavatan-Yavruvatan” politikasıyla son 35-40 yılda yaşanan faşist baskıda Kıbrıslıtürklerin de payının olduğundan, Kıbrıs’ta da işlenen faili meçhul cinayetlerden, en iyi mesleğin muhbirlik, ajanlık, casusluk haline gelmesinden ve bu pis işlerle ilgilenenlerin yükseltilip, önemli yerlere yerleştirildiğinden ve muhaliflerin dosyalanıp Türkiye düşmanı, hain, Rumcu komünistler olarak damgalandığından, çoğunun terfisinin engellendiğinden, işlerinden edildiğinden, süründürülmelerinden söz ediyordu.
Kıbrısrum toplumunda da olduğu gibi milliyetçilik ve şovenizm pek çok cinayetin azmettiricisiydi. Sadece siyasi cinayetleri kastdetmiyorum. İnsanların benlikleri, karakterleri katledildi. Ellerinde kalaşnikoflarla dolaşıp demokrasiyi katledenlerin cezasız kaldıkları ve ardından şan, para ve makam koltuklarına sahip olduklarını gördük. Halkımızı derinden yaralayan bütün olayların başrol oyuncularından çoğu bugün de hayattalar. Yaşamları boyunca damgalanan, kovuşturmalara, hakaretlere uğrayan, büyük zorluklar ve acılar yaşayıp direnenlerin de çoğu bugün hayattalar. Sonunda tarih herkes hakkında değerlendirmesini yapacaktır. Buna yürekten inanıyoruz. Aynı şekilde, her gerçek Kıbrıslı yurtseveri anmanın en iyi yolunun yurdumuzun yeniden birleşmesi olduğuna da yürekten inanıyoruz.
Kitabın beni en fazla duygulandıran bölümü Kutlu’nun ateşli ve mücadeleci makalelerinden ziyade İlkay’ın Kutlu’yla tanışmasını, çocukluk ve gençlik yıllarını anlattığı bölümüydü. İlkay orada 16 yaşındaki bir kız çocuğunun sevecen gözleriyle başka bir Kıbrıs’ı tasvir ediyor. Kutlu’yla beraber olmayı ne kadar çok istediğini, babasıyla gittiği Lukudi Sineması’nı, Kıbrıslırum aile dostlarının kendisine verdikleri Paskalya yumurtalarını, Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin birlikte yaşadıkları yaşlı bakımevini, dönemin sosyal yaşamını ve ziyaretlerini anlatıyor. Onun anlattıkları bizi gerçekten başka bir Kıbrıs’a, yeniden yaşamak istediğimiz bir Kıbrıs’a götürüyor.
Kutlu Adalı Kıbrıs’a nüfus taşınıp yerleştirilmesini son nefesine kadar kınıyordu. Taşınan nüfusla adamızın demografik yapısının değiştirilmesinin hem Kıbrıslıtürkleri, hem de Kıbrıslırumları tehdit ettiğini başka pek çok Kıbrıslıtürk gibi Kutlu da biliyordu. Bunun için Kıbrıs sorununun çözümü ve yurdumuzun yeniden birleşmesi şarttır. Çünkü Taksim’e teslim olursak yurdumuz bize değil başkalarına ait olacak.
Tarihi tekrarlamayalım. Nasıl o zaman Kıbrısrum toplumunda kimileri darbe olursa Türkiye’nin istila için kapıyı açık bulacağını biliyorlardı, şimdi de Kıbrıs sorunu çözümsüz kalırsa Türkiye’nin Kıbrıs’ta yerleşip Kıbrıs halkını yok edeceğini biliyorlar. Artık zaman kalmadı. Kimileri Kıbrıs sorununun çözüm çabalarına saldırmak için ya bahaneler buluyorlar ya da icat ediyorlar. Durum kolay değil, hiçbir zaman da kolay olmadı. Ancak şimdi her şeyi olduğu gibi söylemenin zamanıdır. Ya ülkemizi ve halkımızı yeniden birleştirecek onurlu bir uzlayışla Kıbrıs sorunu çözülecek ya da Taksim kâbusunun kapısı açılacak. Ya yurdumuzun gerçek efendisi olmak için Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler olarak verdiğimiz ortak mücadeleleri haklı sonucuna ulaştıracağız ya da yurdumuzun yarısını bağışlayıp diğer yarısını yabancıların çıkarlarına ipotek edeceğiz. Son yıllarda AKEL pek çok taraftan yerle bir edici saldırılara uğradı. Bu saldırıların hedefi AKEL’in savunduğu tezleri, Dimitris Hristofyas ve Mehmet Ali Talat tarafından varılan görüş birlikleriydi.
Tüm siyasi bedeline rağmen bu saldırılara dayanmayı başardık. Tezlerimizden geri adım atmamayı başardık. Bazılarının bizi suçlamak için söylemekten hoşlandıkları “takıntı”larımızdan ya da inadımızdan değil, tezlerimizin ve önerilerimizin merkezinde Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin on yıllarca mücadeleleri ve fedekarlıklarıyla vurguladıkları tarihi gerçek olduğundan bunu başardık. Kıbrıs yan yana değil, birlikte yaşayacak halkına aittir. Kıbrıs için vizyonumuz budur. Bu vizyona hizmet ediyoruz. Buna inanıyoruz ve bunu talep ediyoruz.
Kıbrıslıtürklerin siyasal eşitliğini ve bunun tarihi derinliğini yıllardır kabul ediyoruz. Kıbrıstürk toplumunun siyasi eşitlik gereksinimini anladığımız için tezlerimiz ve önerilerimizle bunu elle tutulur bir biçimde öne çıkardık. Bu gereksinimin kaynağı Kıbrıs’ın kendi tarihidir. Aynı anda Ankara’nın Kıbrıstürk toplumu aleyhine izlediği entegrasyon ve asimilasyon politikalarının Kıbrıs’ta Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin geleceğini gerçekten tehdit ettiğini dikkate alarak, Kıbrıslıtürk ilerici güçlerin Kıbrıstürk toplumunu, kimliğini ve iradesini korumak için ortaya koyduğu büyük çabaların altını çiziyoruz.
AKEL olarak Kıbrıslıtürk ilerici hareketini doğal müttefikimiz olarak görüyoruz. Kıbrıslıtürklerin endişeleri bizim de endişelerimizdir. Bütün Kıbrıs için haykıran bir sesisiz. Kıbrıs’ın davasını ve geleceğini dar toplumsal bir dava olarak görmüyoruz. Bunun için ısrar ediyoruz ve ısrar etmeye devam edeceğiz: Kıbrısrum toplumu da, Kıbrıstürk toplumu da sadece bir federasyon çerçevesinde birlikte yaşamayı başardıklarında varlıklarını ve yaşamlarını tehdit eden her şeyi tamamen bertaraf etmiş olacaklardır. Sadece ortak yaşamın, ortak sosyal ve siyasal faaliyetin temellerini tekrar atmaya başladıklarında. Zaten bu nedenle her zaman federasyonu Kıbrısrum iktidarının kürsüsü olarak değil; birleşik ve bağımsız yurtta iki toplumun birlikte yaşamalarının ve işbirliklerini geliştirmelerinin güvence altında olacağı; tek egemenliği, tek vatandaşlığı ve tek uluslararası kimliği olacak birleşik bir devlet çerçevesinde aynı yurdu paylaşan eşit ortakların yaratıcı işbirliği alanı olarak gördük. Bu elbette ki iki toplumun Yunanistan ve Türkiye’yle tarihi ilişkilerinin silinmesi demek değildir. Ancak halkımızın, bütün Kıbrıslıların vasiler olmaksızın başarılı olabilecekleri demektir. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin artık özgür bir biçimde kendi ortak gelecekleri için birlikte çalışabilecekleri demektir.
Üzerinde anlaşmaya varılan çerçeveyi temel alan çözümün, bizi işgalden ve içişlerimize müdahalelerden kurtaracak iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümünün, faşist ve şoven unsurların sabote etmesine izin vermeyerek onları tecrit edecek bir çözümün sonucu olarak, Kıbrısrumların, Kıbrıslıtürklerin, Maronitlerin, Ermenilerin ve Latinlerin ortak evi, ortak vatanı bir Kıbrıs’ı hayal ediyoruz. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dönüşümü garantilerin ve müdahale haklarının olmayacağı, tek ve bölünmez egemenliği, tek vatandaşlığı ve tek uluslararası kimliği olacak, iki toplumun siyasi eşitliğinin olacağı, herkesin insan haklarının ve temel özgürlüklerinin güvence altında olacağı iki bölgeli iki toplumlu federasyon temelinde birleşik devlete götürmelidir.
Sözlerime son verirken kitapta yer alan ve Kutlu Adalı’nın mirasını teşkil ettiği düşüncesinde olduğum sözleri sizlerle paylaşmak istiyorum. “Kıbrıslı olmak ne demektir? Banbuliyanın kokusunu duymak, Lefkoşa sokaklarında dolaşmak, Büyük Han’da yürümek, avluna yaseminler dikmek, bir zeytin dikmek, Kıbrıslı olarak yaşamak demektir. Kıbrıslı kimliğinden vazgeçmemek… Kıbrıslıtürkler ve Kıbrıslırumlar bu adada birlikte yaşayabiliriz.” Göçmenlerin ve yerlerinden, yurtlarından edilenlerin viran olan evlerini barış yaseminleriyle çiçeklendireceği o günün gelmesi dileğiyle. Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler olarak, savaşın ve işgalin karanlık sayfalarını tamamen ardımızda bırakacağımız o günün gelmesi dileğiyle. Gelecek nesiller için daha iyi bir gelecek andıyla bu ülke için savaşanların tümünün anılarını onurlandırarak, zeytinler dikerek Kıbrıs’ımızın yeniden birleşmesini mühürleyeceğimiz o günün gelmesi dileğiyle.
5 Temmuz 2018