Home  |  Konuşmalar   |  “Kritik Kavşaktaki Avrupa” Konulu Panelde AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması

“Kritik Kavşaktaki Avrupa” Konulu Panelde AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması

 

AKEL Merkez Komitesi adına hepinize bugünkü etkinliğimize hoş geldiniz diyorum ve katılımınız için teşekkür ediyorum.

Özellikle Avrupa Parlamentosu’nda Sol Grup’un eski başkanı ve 30 yıl boyunca AP Milletvekili olan Francis Wurtz’a Kıbrıs’a ve etkinliğimize hoş geldiniz demek istiyorum. Francis,  Birleşik Sol Grup’un Başkanı olarak Grup’a sayısal gücünden çok daha büyük saygınlık ve güç kattı. Onu başkalarından ayıran ciddiyetiyle, bütün konuları derinlemesine incelemesiyle, ilkelere bağlılığıyla ve gerek grup içerisinde, gerekse Avrupa Parlamentosu başkanlığında sergilediği uzlaştırıcılığıyla bunu başardı.

Tüm bu özelliklerinin yanı sıra Francis Wurtz, Kıbrıs’ın, Kıbrıs halkının ve AKEL’in çok iyi bir dostudur. İster Yeşil Hat’taki tel örgülerin önünde işgali protesto ederek olsun, ister Kıbrıs halkının haklarını Avrupa Parlamentosu’nda savunurken olsun, Kıbrıs’ın sesinin güçlenmesi için onun çalışmaları ve katkıları zengin ve çok boyutludur. Avrupa’nın bugünü ve geleceği hakkında gerçekleştirdiğimiz bugünkü etkinlikte bizimle birlikte olduğu için kendisine teşekkür ediyoruz.

Avrupa Birliği’nin perspektifleri ve aynı zamanda sorunları hakkında kamuya açık diyaloğun sadece yararlı olabileceğine inanıyoruz çünkü böylesi bir diyalog Avrupa Birliği’ni ilgilendiren büyük meselelere yurttaşları müdahil kılmaktadır. AKEL olarak geniş bilgileri olan şahsiyetlerin katılımıyla bu meseleleri ele almayı kararlaştırdık. Geçen Kasım ayında Avrupa Parlamentosu Eski Başkanı Martin Shultz’u ağırladık. Bugün de dost Francis Wurtz’u ağırlama onurunu yaşıyoruz.

Avrupa Birliği’nin bugün çıkmazlar ve patlamak üzere olan, birikmiş sosyal sorunlar içerisinde olduğu görüşü giderek daha geniş kesimler tarafından benimsenmektedir. Avrupa’nın liderlerinin dayattığı politikalar, gidişat ve kapitalist anlayışa ilişkin Sol’un yıllardır dile getirdiği değerlendirmeler ve uyarılar neoliberal sağ ve sosyal demokrasi tarafından sistematik bir biçimde görmezden gelindi ya da küçümsendi. Bugün bu tezlerin doğrulandığı açıkça görülmektedir. AB’nin ve politikalarının karşısında eleştirel ve aynı zamanda hep kanıtlarla karşısında dikilen güç Sol’dur. Biz geniş kesimlerin, emek dünyasının ve genç insanların çıkarlarına hizmet eden bir Avrupa istiyoruz. Irkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı mücadele eden, barış ve demokrasiyi öne çıkaran, çevreyi koruyan, sosyal adaletten yana bir Avrupa istiyoruz. Avrupa için vizyonumuz budur. Felsefesi başka bir Avrupa.

Neoliberalizmin aynı reçeteleriyle devam ettiği takdirde AB’nin ne kadar geleceği olacaktır? Bu reçetelerin sonucu milyonlarca işsiz, yoksul ve evsizdir. Avrupa Birliği’nin sosyal dampingin vahşi batısına dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu ve günümüz gençlerinin ebeveynlerinden daha kötü koşullarda yaşadığını Avrupa Komisyonu Başkanı Jean Claud Juncker’in bizzat kendisi kabul etmektedir.

Avrupa Birliği’nin ilan etmiş olduğu değerler günümüzün kritik meselesinde, göç ve mültecilik konusunda nasıl uygulanmaktadır? Dayanışma ilkelerinin yerine Avrupa’yı “kale”ye dönüştüren doktrin koyulmaktadır. Dış sınırların militarizasyonuna, baskıcı önlemlerin uygulanmasına ya da mültecileri Avrupa toprakları dışında tutulması için “merkezler” oluşturulmasına yönelik sağ ve aşırı sağ anlayışlar hâkim durumdadır. Macaristan’da Orban ya da Avrusturya’da Kurtz hükümeti gibi Avrupa Halk Partisi hükümetlerinin yabancı düşmanı tutumları ne kadar “Avrupalı”dır? Özellikle bu yakıcı meselede Avrupa’nın ilerici güçleri olarak şu mesajı güçlü bir şekilde vermemiz gerektiğine inanıyoruz: ırkçılık ve nefret çözümü değil, bilakis sorununun parçasını teşkil etmektedir.

Dış politika ve savunma konularında da şu soruları yöneltiyoruz: Avrupa Birliği savaş sanayisine “yatırımlara” yönelirken “barış gücü” olduğunu nasıl iddia edebilir? AB’nin güçlü üye devletleri otoriter rejimlerle ve Orta Doğu’da savaş yaşanan ülkelerle yoğun silah ticaretine giriştiği koşullarda AB “barış gücü” olduğunu nasıl iddia edebilir? NATO’yla aynı safta yer almasının sürekli olarak derinleştiği, Rusya’yla diyalog ve işbirliği yerine zıtlaşmanın sürekli olarak tercih edildiği koşullarda AB “barış gücü” olduğunu nasıl iddia edebilir?

Çalışma ilişkilerinde bu kadar büyük bir geriye gidişin yaşanması sonucunda tüm Avrupa’da çalışmalarına rağmen yoksulluk ve sefalet içerisinde olan insanların sayısının artması karşısında AB yurttaşlarının sosyal hakları için AB liderleri elle tutulur ve hukuki olarak bağlayıcı önlemler önermeyip, nasıl sadece temennilerde bulunabilirler?

AB’nin kurumsal organlarında kararları çok uluslu devlerin lobileri belirleyip halkların, yurttaşların, sendikaların, toplumsal hareketlerin sesi kaybolurken, demokrasi nereye gitmektedir? Örneğin Fransa’da yakın zamanda yaşanan kitle hareketlerine karşı uygulanan baskı ve şiddet ne kadar “Avrupalı”dır?

Tüm bunlara rağmen Avrupa Birliği’nin bazı olumlu yönleri ve başarıları da vardır. Ayrımcılıklara karşı mücadeleye ilişkin hukuki çerçeve böylesi bir örnektir. Ayrıca çevrenin korunmasına yönelik hukuki çerçeve de. Bu iki alan da bizim için çok önemlidir. Bu alanlarda Avrupa dünyanın diğer bölgelerine ya da ülkelerine kıyasla açıkça daha iyi durumdadır. Bununla birlikte hâkim olan ekonomi politikaları bugüne kadar veri olarak gördüğümüz böylesi başarıları ve kazanımları pratikte geçersiz hale getirmektedir. Örneğin işsizlik ve yoksulluk arttığında, ayrımcılıklara maruz kalan kadınlar ve diğer toplumsal kesimler iki misli darbe görmektedir. Dolayısıyla yasaların güvence altına aldığı, kâğıt üstünde kalmaktadır. Diesel Gate skandalında da görüldüğü gibi, AB’nin çevre korunmasına ilişkin politikası lafta kalmakta, büyük sanayilerin yasalara aykırı hareketlerine AB organları gözlerini kapamaktadır.

Aşırı sağın “euroseptisizm”i bütün bu büyük çıkmazlara cevap olamaz. Avrupa’yı tarihinin en karanlık dönemlerine geri döndürmekle tehdit eden güçler bu büyük çıkmazlara cevap olamaz. Durum pek çoklarının sandığından çok daha endişe vericidir. Artık Avrupa’nın siyasi ufkunda demokrasi, barış, halklarımızın hakları ve kazanımları açısından bir felaket tehlikesi bulunmaktadır. Aşırı sağcı güçler Kıbrıs’ta da olduğu gibi, şimdiden bir dizi üye devletin hükümetlerinde ve meclislerinde bulunmaktadır. Bu karanlık güçler ırkçılık ve yabancı düşmanlığını, antikomüninizmi ve antisemitizmi, seksizim ve homofobiyi, hatta Hitler ve Mussolini’ye övgüleri de beraberlerinde getirmektedir.

Kıbrıs’ın ve Avrupa’nın her demokratı ve ilerici yurttaşı bu tehdide karşı durmalıdır. Bizim AKEL olarak, bizimle her konuda hemfikir olmasa da, her demokrat yurttaşa seslenerek bu koşullarda aşırı sağa geçit vermememiz gerektiğini vurgulamamızın sebebi de budur.

Bütün bu halk düşmanı politikalara ve aşırı sağın yükseliş tehlikesine karşı cevap Sol’dadır. Sol, halk düşmanı politikaları, haksızlık ve sömürüyü sadece kınayan güç değildir ve olmamalıdır. Sol’un sadece bir protesto hareketi olması düşünülemez. Sol’un her şeyden önce bugün için önerileri, yarın için vizyonu olmalıdır. Öne çıkmalı, önermeli, talep etmeli, ilham vermeli ve vizyonlarıyla mücadele etmelidir.

Bugün her şeyden önce Avrupa için talebimiz sosyal adalet ve sosyal dayanışmadır. Kökten değişiklikler talep ediyoruz, çünkü Avrupa’da ekonomilerin bankalara ve elitlere değil, serveti üretenlere, en geniş emekçi kesimlere hizmet etmesini istiyoruz. Her devletin ekonomisinin kendine özgü özelliklerine saygı gösteren, daimi, tam ve onurlu istihdam yerleri yaratan farklı bir kalkınma yolu talep ediyoruz. Dar gelirlilere yönelik sosyal korumayı güçlendiren, emekçilerin kazanımlarını, çalışma yaşamına ilişkin haklarını, sosyal hakları ve insan haklarını güçlendiren farklı bir kalkınma yolu talep ediyoruz.

Çalışma yaşamında, toplumda, ailede ve kamusal yaşamda kadınlara ve cinsiyet eşitliğine yönelik politikalara ihtiyaç var. Avrupa Parlamentosu’nun şu anki görev döneminde eşit sayıda kadın ve erkek milletvekilinin yer almasını, üstelik de kota uygulamadan, başaran tek grup Sol Grup’tur. Bu güçlü bir sembolizmi teşkil etmesinin yanı sıra pratikte cinsiyet eşitliğini gösteren ve Sol’un önemli bir önceliği olan özlü bir başarıdır.

Avrupa’da iltica isteyen mültecilere yönelik olarak ve aynı zamanda üye devletlerarasında da dayanışma politikalarının yaşama geçirilmesini talep ediyoruz. Irkçılığa, yabancı düşmanı ve aşırı sağcı baskıcı anlayışlara, Avrupa’nın militarizasyonuna ve bir “kale”ye dönüştürülmesine karşı biz istisnasız bütün üye devletlerin nüfus ve imkânlarına göre mültecileri misafir edecekleri bir sistemin uygulanmasını ve böylece herkesin etik ve hukuki yükümlülüklerini yerine getirmesini talep ediyoruz.

Piyasa mantıklarının dışında cesur bir çevre politikasının uygulanmasını talep ediyoruz. Avrupa’da Sol’un ve ekolojist hareketlerin vurguladıkları ve çalışmalarımız ve baskımızla Avrupa Parlamentosu’nun da benimsediği tez olmasını başardığımız gibi, bu politikanın iklimsel değişikliklere karşı koyma konusunda Paris Antlaşması’ndan daha iddialı hedefleri olmalıdır. İnsanların bilinçsizliğine ve aynı zamanda engelleyici büyük çıkarlara karşı hayvanların refahına yönelik ilerici politikaların uygulanmasını talep ediyoruz. Örneğin Avrupa Parlamentosu korkunç bir ekolojik cinayet olan balina avcılığına son verilmesini talep ederken, Avrupa Halk Partisi’nin bunu engellemeye çalışması akıl almaz bir şey değil midir?

Değişimini arzuladığımız Avrupa Birliği’nde Kıbrıs’ın bölünme ve işgalin yüklerinden kurtularak özgür, birleşik ve bağımsız olarak yer almasını istiyoruz. Bizim için mücadelemizin birinci hedefi budur. Bütün gücümüzü bu hedefe adıyoruz.

Kıbrıslıların tümünün ortak vatanının kurtuluşu ve yeniden birleşmesi için mücadele ediyoruz. Yabancı orduların, vasilerin ve tel örgülerin olmayacağı, halkına ait Kıbrıs için mücadele ediyoruz. Kıbrıs’ın yurttaşları Sol Grup’un Avrupa Parlamentosu’nda onlarca kez Kıbrıs halkının sesi olduğunu bilmelidir. Kıbrıs sorunu hakkında ilkeli tezlerle. Türkiye’nin AB ile ilişkileri ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ne yönelik yükümlülükleri hakkında. Mağusa’nın kapalı kentinin iadesi hakkında. Kıbrıs’ın kayıpları hakkında. Tüm bu çabaların başında on yıllarca Francis Wurtz vardı.

Sol Grup’un ve onu oluşturan partilerin bu tezi Sol’a ve Kıbrıs halkına dayanışma tezidir. Ancak her şeyden önce bu tez, Sol’u ve her ilerici yurttaşı birleştiren düşünce ve değerlerden kaynaklanmaktadır. Hakları için mücadele eden her halkla dayanışma, barış ve enternasyonalizm.

Türkiye’nin kendine özgü özellikleri olan zor bir taraf olduğunu biliyoruz. Bu iki misli, üç misli dikkatli olmamızı gerektiriyor, yani Türkiye’yi ya Kıbrıs sorununun çözümü için bizimle işbirliği yapma ya da teşhir olma zorunda bırakmak için iki bölgeli iki toplumlu federasyon hedefine yönelik olarak bağlılıkla hareket etmemizi gerektiriyor. Türkiye’nin işini kolaylaştıran AKEL değildir; üzerinde anlaşmaya varılmış olan çözüm çerçevesini alaşağı etmeye girişenlerdir, yalpalamalar ve çelişkiler içerisinde olanlar ya da taktik oyunlar peşinde koşanlardır.

Görüşmelerin bir an önce anlaşmaya ulaşılması hedefiyle kaldığı yerden devam etmesi yurdumuzun ve halkımızın kurtuluşu için tek yoldur. Kıbrıs sorununun çözümü Kıbrıs halkı için yaşam ya da ölüm meselesidir dediğimizde bunu kelimenin tam da gerçek anlamıyla söylüyoruz. Çünkü Kıbrıs sorunu çözüme kavuşturulmadığı takdirde, Kıbrıslırumlar doğdukları topraklarda yasadışı bir yapıyla, binlerce askerle, giderek bütün Kıbrıs’a yayılan yasadışı nüfus taşınması tehdidiyle yaşamak zorunda kalacaklardır. Kıbrıslıtürkler Türkiye’nin askeri, siyasi ve ekonomik denetiminin yanı sıra, geleneksel olarak laik bir toplumun İslamcı baskı altında tamamen yok edilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır.

Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler aynı tehlikelerle karşı karşıyalar. Toprak üzerinde oldubittileri zamanın kalıcılaştırması ve bildiğimiz, yaşadığımız şekliyle Kıbrıs’ı ortadan kaldıracak olan taksim tehlikesiyle karşı karşıyalar.

Dolayısıyla, önümüzdeki gerçek ikilem federasyon ve taksim arasındadır. Yani Kıbrıs’ın kurtuluşu ve işgalin devamı arasındadır. Ara yol yoktur. Bu nedenle de taksimi reddediyoruz demek yetmez. Çünkü taksim süregiden bir çıkmazla kendiliğinden gelebilir. Böylesi bir durumda bunun sorumluluğu buna izin verenlerin sırtında olacaktır.

Taksim, Kıbrıs topraklarının neredeyse yüzde 40’ının ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin yaklaşık yüzde 60’ının Türkiye’ye verilmesi demektir. Taksim, Türkiye’yle 180 kilometrelik kara sınırı demektir. Kontrolsüz daha fazla yasadışı nüfus taşınması demektir. Geriye ne bir karış toprak, ne de bir mülk alınmaması demektir. Türkiye’nin bir tek askerinin bile adadan ayrılmaması demektir. Yasadışı devletin konumunun yasa dışı olmaktan tanınmayan olmaya yükselmesi ve zamanla tanınmaması yükümlülüğünün tanınma hakkına dönüşmesi demektir.  Yani statükonun yıllardır çabaladığımızın aksi yönünde değişmesi olasılığı demektir. Ve sonunda, eğer Türkiye yanı başımıza yerleşirse, bir gün gelip adanın tümünü kontrolü altına almayı hedefleyeceğinden hiç kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Bu senaryonun gerçekleşmemesi için AKEL bütün gücüyle mücadele edecektir. Yıllardır barış ve yeniden birleşme mücadelesinde Kıbrıslırumları ve Kıbrıslıtürkleri birleştiren yurtsever gücüz. Bunun için biz Kıbrıs’ın tümü için haykıran ses olduk ve olmaya devam ediyoruz. Bizce, Kıbrıs’ın kurtuluşu sadece bir toplumun meselesi değildir. Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler olarak sadece iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon çerçevesinde birlikte yaşamayı başardığımızda, varlığımızı tehdit eden her şeyi ortadan kaldıracağız. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamını teşkil edecek ve BM Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında belirtildiği şekilde iki toplumun siyasi eşitliğinin, tek egemenliğin, tek vatandaşlığın, tek uluslararası kimliğin olacağı, iki toplumun garantörlük ve müdahale haklarından kurtularak birleşik ve bağımsız yurtta birlikte yaşamalarının ve ortak geleceklerini birlikte inşa etmelerinin güvence altında olacağı yeniden birleşmiş bir devlet çerçevesinde birlikte yaşamayı başardığımızda, varlığımızı tehdit eden her şeyi ortadan kaldıracağız.

Ortak yaşamın, ortak sosyal ve siyasal faaliyetin temellerini tekrar birlikte atmaya başladığımızda bunu başarabileceğiz. Bu politika bizim DNA’mızdır. Uzun yıllardır sürdürdüğümüz mücadelemizin özüdür. Bunu her Kıbrıslının günlük yaşamı haline getirene kadar yılmadan, yorulmadan mücadeleye devam edeceğiz.

22 Şubat 2019

PREV

Avrupa Parlamentosu Adaylarının Kıbrıstürk Toplumuna Sunumu Etkinliğinde Milletvekili Adayı Marina Nikolau'nun Konuşması

NEXT

“Kritik Kavşaktaki Avrupa” Konulu Panelde AKEL Merkez Komitesi Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması