Home  |  Konuşmalar   |  Kıbrıs’taki büyükelçilerle Kıbrıs sorunu hakkındaki toplantıda AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun yaptığı konuşma

Kıbrıs’taki büyükelçilerle Kıbrıs sorunu hakkındaki toplantıda AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun yaptığı konuşma

 

Davetimizi kabul ederek bugünkü toplantıya katılımınızla bizi onurlandırdığınız için AKEL Merkez Komitesi adına size teşekkür ederim. Bu toplantının hedefi Kıbrıs sorunundaki gelişmelerle ilgili tezlerimiz hakkında sizi bilgilendirmektir. Kıbrıs içinde ve dışında, çözüm yönünde ilerlemeye yardımcı olabilecek herkesle böylesi toplantıları gerçekleştirmeyi daima arzulamaktayız. Son birkaç yıldır bu toplantıları yılda iki kez gerçekleştirmeyi sağladık. Ülkelerinizin büyükelçileri olarak bu yönde önemli rol oynayabileceğinize inandığımız için bunu hedefledik. Bu önemli rolü oynatabilmenizin önkoşulu bilgilendirilmenizdir; Kıbrıs sorunu gibi bu kadar karmaşık bir meseleye ilişkin tüm gelişmeler hakkında objektif olarak bilgilendirmenizdir.

1974’de EOKA-B ile Atina Cuntası’nın darbesi bahanesiyle Türkiye gayri meşru bir biçimde ve Birleşmiş Milletler Şartı’nı ve her anlamıyla hukuku ihlal ederek Kıbrıs’ı istila etti. O zamandan itibaren Kıbrıs Cumhuriyeti’nin topraklarının %37’sini yasadışı bir biçimde işgali altında tutmaktadır ve 200.000’den fazla Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk kendi vatanlarında göçmen haline gelmiştir. Kıbrıs sorununun özü ve doğası burada özetlenmektedir. Söz konusu olan uluslararası bir istila, işgal ve yasa dışı bir şekilde nüfus taşınması sorunudur. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün bariz ihlali sorunudur. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin, Kıbrıs halkının tümünün insan haklarının ve temel özgürlüklerinin ihlali sorunudur. Bunlar Kıbrıs sorununun uluslararası yanını teşkil etmektedir. İki toplum arasındaki ilişkiler, Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin ortak devletinin biçimlendirilmesi de sorunun iç yanını teşkil etmektedir. 1974’den günümüze kadar Kıbrıs halkı işgal koşullarının barışçıl bir biçimde ortadan kalkmasının ve adanın yeniden birleşmesinin sağlanması için mücadele etmektedir.

Bunları vurguluyorum çünkü hepimiz Kıbrıs sorununun çözüm çerçevesi ve parametreleri hakkında tartıştığımızda bunlar aklımızda olmalıdır. Türk istilası sonrası adanın yeniden birleşmesinin ne kadar zor olduğunun bilincinde olan Kıbrısrum tarafı çözüm çerçevesi olarak iki bölgeli iki toplumlu federasyonu kabul ederek çok acı verici bir uzlaşma yönünde ilerledi. Bu, hiçbir şekilde Kıbrıs sorununun özünü ve yapısını unuttuğumuz anlamına gelmemektedir.

Kıbrıs’ın içinden ancak dışından da pek çok kişi belki de kendi kendisine şu soruları sormaktadır: Bu kadar yıl sonra, adada yaşam barışçıl bir biçimde ilerlerken, Kıbrıs sorununun çözümünde bu kadar ısrarın nedeni ne? AKEL olarak birçok kez söyledik ve sürekli olarak tekrarlıyoruz: Kıbrıs’ta kalıcı barış ve güvenlik koşulları sadece ve sadece adil, işler ve yaşayabilir bir çözümle var olacaktır. Adanın işgal altındaki bölgesinde şu anda 40.000’den fazla silahlı Türk askerinin mevcudiyeti kimsenin Kıbrıs’ta barıştan ve güvenlikten söz etmesine izin vermemektedir. Ülkemizin demografik yapısını değiştirerek, Kıbrıslırumları ve Kıbrıslıtürkleri tehdit ederek, adaya yasadışı bir şekilde nüfus taşınmasına devam edilmesi Kıbrıs halkının kendi vatanında yaşam garantisi olduğu hakkında kimsenin konuşmasına izin vermemektedir. Devam eden işgal halkımızın geleceği açısından yurdumuzun kalbindeki kısa fitilli bir bombayı teşkil etmektedir. Bunun için de Kıbrıs sorunun çözüm için AKEL olarak tüm gücümüzle her gün tüm düzeylerde mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Bu hedefin bizim için yaşam hedefi ve temel öncelik olduğunu net olarak ifade ediyorum.

1977 ve 1979 Üst Düzey Antlaşmaları’ndan günümüze kadar, AKEL, üzerinde anlaşmaya varılan çözüm çerçevesinde ısrar etmektedir. Gerek AKEL’in gerekse Cumhurbaşkanı’nın üstlendiği her girişimin merkezi ve verdiğimiz zor mücadelenin hedefi üzerinde anlaşmaya varılan çerçevede ülkemizin ve halkımızın yeniden birleşmesidir. Hedefimiz, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üniter devletten, BM’nin ilgili kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitlikli iki bölgeli iki toplumlu federasyona dönüşümüdür. Tek egemenlikli, tek uluslararası kimlikli ve tek vatandaşlıklı birleşik devlete götürecek bir çözümdür. Uluslararası hukukun ve Avrupa hukukunun ilkelerinin dışına çıkmayacak ve BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’la ilgili kararlarıyla ve Üst Düzey Antlaşmaları’yla uyumlu olacak bir çözümdür. Tüm alanlarda ülkemize gelecek perspektifi ve ilerleme koşulları sunacak ve halkı, ülkeyi, kurumları ve ekonomiyi birleştirecek bir çözümü hedefliyoruz. Kıbrıs halkının tümünün insan haklarını ve temel özgürlüklerini güvence altına alacak bir çözümü hedefliyoruz.

Arzumuz mümkün olan en kısa sürede çözümün bulunmasıdır ve bu bilinmektedir. Türk istilasının ilke ve en büyük kurbanları biz Kıbrıslırumlarız. Göçmen durumuna düşürüldük, yerlerimizden koparıldık ve doğduğumuz topraklara dönebilmeyi yaklaşık kırk yıldır beklemekteyiz. Aynı olumsuz sonuçlara maruz kalan Kıbrıslıtürklerin de var olduğu görüşündeyiz. Gereken, tüm bunların nedeninin istila ve devam eden işgal olduğunu herkesin anlamasıdır.

Mümkün olan en kısa sürede çözüme ulaşmamız için Türk tarafından da anlaşma isteği olmalıdır. Türk tarafından bugüne kadar tek duyduğumuz bazı sözlü açıklamalar ve Annan planına karşı takındıkları tavrın monoton tekrarıdır. Bu tavır yardımcı olmamaktadır. Çünkü Kıbrıs sorunu çözülmemiş olmaya devam etmektedir ve önemli olan, müzakere masasında sunulan önerilerin içeriğidir. Öneriler, üzerinde anlaşmaya varılan çözüm çerçevesine uyumlu olunmalıdır. Türkiye’nin AB karşısında üstlendiği ve Kıbrıs Cumhuriyeti’yle de ilgili olan yükümlülüklerinin yaşama geçirilmesinin önemi vardır. Adada sözde “iki devlet ve iki halk” olduğuna götüren yaklaşımların terk edilmesinin önemi vardır. Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine değil, taksime götüren yaklaşımların terk edilmesinin önemi vardır.

Taksim senaryosunu, üzerinde anlaşmaya varılmış biçimde dahi olsa, partimizin kabul etmesi asla söz konusu olamaz. Çünkü taksim yurdumuzun büyük bir kısmının Türkiye’ye verilmesi demektir. Türkiye’ye adaya istediği kadar asker ve yerleşik getirme hakkının verilmesi demektir. Bu nedenle, üzerinde anlaşmaya varılmış çözüm çerçevesi üzerinde ısrarlıyız. Cumhurbaşkanı Hristofyas da yeniden birleşme hedefine aynı tutarlılıkla sadıktır. Cumhurbaşkanlığı’na seçildiği andan itibaren doğrudan görüşmelerin başlaması için yoğun çaba ortaya koyan Cumhurbaşkanı, devamında müzakerelerin başlamasıyla, adil, işler ve yaşayabilir bir çözüme götürecek anlaşmaya ulaşmamız için samimiyetle, gerçek iradeyle ve kararlılıkla çalışmaktadır.

Şu anda görüşmeler süreci meselelerin geleceğini belirleyecek gerçekten kritik bir aşamada bulunmaktadır. Konuların tartışılması ve süreçte bir ilerleme olması için Kıbrısrum tarafınca son yıllarda ciddi ve sistemli bir çaba ortaya konurken, Türk tarafı maalesef buna denk düşen bir biçimde hareket etmedi. Özellikle Sayın Eroğlu Kıbrıstürk toplumu liderliğine gelmesinin ardından, Sayın Talat ile üzerinde anlaşmaya varılanlardan geri adım atmaktadır. Aynı esnada hem öze ilişkin, hem de görüşmelerin prosedürüne ilişkin kabul edilemez tezleri ifade etmektedir.

Son dönemde görüşmelerin nasıl geliştiğine ve bundan sonraki adımların neler olması gerektiğine ilişkin pek çok tartışma yapıldığından, her başlıkta nerede bulunduğumuza dair net bir tabloyu ortaya koymayı istiyorum. Aynı zamanda Kıbrıs içinde ve dışında pek çok kişiyi meşgul eden çeşitli önemli konulara ilişkin olarak da partimizin tezlerini ortaya koyacağım.

Yönetim ve Yetkilerin Paylaşımı başlığında, güçlendirilmiş yetkileri olacak Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ni hedefliyoruz. Cumhurbaşkanı, çapraz ve ağırlıklı oyla dönüşümlü Cumhurbaşkanlığı önerisinde bulundu. Bu önerinin önümüze konan eski önerilerden açık bir şekilde daha işler ve daha temsili olacağına inanıyoruz. Cumhurbaşkanı ile Cumhurbaşkanı’nın Yardımcısı’nın doğrudan halk tarafından seçilmesi ve çapraz oy her tür karşı karşıya gelişi siyasi düzeye taşıyarak, etnik köken temelinde ayrılıkçı duvarın yıkılmasına katkıda bulunacaktır. Bu önerinin felsefesini Sayın Talat’ın kabul etmesine ve detayları tartışılıyor olmasına rağmen, Sayın Eroğlu seçimin iki topum tarafından ayrı ayrı yapılmasında ısrar ederek geri adım attı. Onun bu ısrarı iki toplumun ayrı tutulmasına ilişkin tezini teyit etmektedir. Sayın Eroğlu’nun önerisi iki toplumun birbirlerinden ayrı ve yan yana yaşamasına götürecek bir öneridir.

Sayın Eroğlu’nun bu yaklaşımı diğer konularda da görülmektedir. İki ayrı FIR olması konusundaki ısrarı buna bir örnektir. Bağımsız devletlerin sahip oldukları bir hak olan uluslararası anlaşma imzalama hakkının her hangi bir sınırlama olmaksızın Kıbrıstürk oluşturucu birimine verilmesi yönündeki talebi de buna bir örnektir. İki oluşturucu birimin “vatandaşlık” verme hakkına sahip olmaları yönündeki tezi de aynı yöndedir. Eğer Sayın Eroğlu bu taksimci yaklaşımında ısrar ederse, Sayın Hristofyas’ın sunduğu dönüşümlü başkanlıkla ilgili önerinin bizi bağlamayacağını, sürekli Kıbrıslırum Cumhurbaşkanı önerisine geri döneceğimizi net bir şekilde ifade ediyoruz.

Mülkiyet başlığında, Kıbrıstürk tarafı somut başlığın tartışılmasında bir dizi sorun yaratarak iki bölgelilik kavramını yanlış yorumlamakta ısrar etmektedir. Aynı zamanda, mülkiyet hakkını tanırken ve bunun tedavi yolu olarak iadeyi, tazminatı ya da takası kabul ederken, ilk söz hakkının tarafımızın ısrar ettiği gibi mülkün yasal sahibinde değil, bugünkü kullanıcı da olması ve son kararın çok sınırlayıcı kriterlerle Mülkiyet Konseyi’nde olması gerektiğinde ısrar etmektedir.

Böylesi tezler bu kadar dikenli ve önemli başlığın tartışılmasını engellemektedir, hâlbuki bu başlıkta ilerleme sağlandığı takdirde otomatik olarak Kıbrıs sorununun çözüm perspektifi güçlenecektir. Kıbrısrum tarafı olarak mülkiyet konusunun toprak konusuyla ile bağlantılı bir şekilde tartışılması gerektiğini vurguladık. Bu tezimiz ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de hemfikirdir. Ancak Sayın Eroğlu bunda da olumlu karşılık vermedi. İki toplum liderinin Green Tree’de Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’yle birinci görüşmelerinden sonra, bu başlıkla ilgili somut verileri güvenilirlik içerisinde tartışacak bir komitenin kurulması taahhüdünü iki tarafın üslenmesi karakteristik bir olgudur. Maalesef Sayın Eroğlu bu konuda da herhangi bir yanıt vermedi. Bunun yerine, Genel Sekreter ile ikinci görüşmede Kıbrıstürk tarafı tamamıyla vadesi geçmiş bir şekilde mülkiyet konusuyla ilgili olarak internette de bulunabilecek bazı bilgileri sundu. Açıktır ki bu başlıkta da anahtarı Türk tarafı elinde tutmaktadır. Cumhurbaşkanı Hristofyas New-York’taki son görüşmede kendisinin görüşme niyetinde olduğunu ve sözü verilen güvenilir verileri de sunmaya hazır olduğunu açıkladı. Net bir şeklide belirttiği gibi, Kıbrısrum tarafı iki başlığı birbirleriyle bağlantılı olarak tartışmaya hazırdır yeter ki Türk tarafından gerekli güvenceler verilsin. Yani 1974’ün 100.000 göçmenin Kıbrısrum yönetimi altında tam mülkiyet haklarıyla dönüşü güvence altına alınsın. Bu, Kıbrıstürk yönetimi altında olacak bölgelerdeki mülkiyet konusunun da açık bir ufukla tartışılmasına izin verecektir.

Ne yazık ki, Türk tarafı Avrupa Birliği konularıyla ilgili olarak da sabit bir tutum ortaya koymaktadır. Müktesebattan sapmalar yapılması ve bunların yeni bir protokol aracılığıyla Birliğin birincil hukuku haline getirilmesi yönündeki tezi Kıbrısrum toplumu tarafından kabul edilemez. Böylesi bir talep Avrupa Birliği’nin tarafından da kabul edilemez.

Ekonomi başlığında, şu ana kadar var olan tablo bazı görüş birliklerinin olduğu yönündedir ancak daha tartışılması gereken çeşitli konular vardır.

Vatandaşlık başlığında, çözüm sonrası belli sayıda yerleşiğin adada kalmasıyla ilgili öneriler Kıbrısrum tarafınca sunuldu. Kıbrısrum toplumundaki siyasi partilerin yoğun eleştirilerine maruz kalan bu öneriler Cumhurbaşkanı’nın “icadı” değildir. Bu öneriler tarafımızın yıllardır ifade ettiği tezlere dayanmaktadır. Bizce, bu önerilerle demografik oranların korunmasının büyük bir önemi vardır. Yasadışı bir şekilde nüfus taşınması bir savaş suçudur. Buna rağmen, ister evlenen, ister burada doğan belli bir sayıda yerleşiğin çözümden sonra adada kalmasını tamamıyla insani nedenlerle kabul etmeye hazırız. Ancak 1974’de var olan 4’e 1’lik nüfus oranının bu tavizimizle hiçbir biçimde ihlal edilmemesi gerektiğinde ısrar etmekteyiz.

Toprak, güvenlik ve garantiler başlıklarıyla ilgili olarak, ne yazık ki Türk tarafının olumsuz tutumu nedeniyle bugüne kadar hiçbir tartışma yapılmadı. Ancak şunları söylemek için garantiler başlığı üzerinde durmak istiyorum: Kıbrıs Cumhuriyeti Avrupa Birliği’nin üyesidir. Avrupa Birliği tüm yurttaşların insan haklarını ve temel özgürlüklerini güvence altına alınması ve güvenlik için yeterli ve güvenli bir çerçeveyi sunmaktadır.

Türkiye’nin hem de tek yanlı müdahale hakkını da saklı tutarak, zamanı geçmiş garantiler sisteminin korunmasındaki ısrarını anlamıyoruz. Avrupa Birliği’ne üye bir ülkenin garantilere, üstelik Birlik üyesi de olmayan bir ülkenin garantisine gerek duyması anlaşılır bir şey midir?

New-York’taki Ocak görüşmesinin sonuçları biliniyor. Bunlar hakkında çok tartışmalar yapıldı ve yapılıyor. Bazı noktalara değinmeyi yararlı görüyorum.

Görüşmelerde tatmin edici ilerlemenin olmaması bizi hayal kırıklığına uğratmaktadır. Çözüme doğru gittiğimizi ummamıza izin verecek verilerin önümüzde olmaması bizi hayal kırıklığına uğratmaktadır. Ancak bu durum moralimizi bozmamakta, azmimizi kırmamaktadır. Cumhurbaşkanı Hristofyas ve AKEL olarak da biz, görüşmeler sürecinin zorluklarla ve geri dönüşlerle dolu bir süreç olacağını öngörmüştük. Ancak ülkemizi yeniden birleştirmeyi istiyorsak, bu, tek yoldur. Bunun için, bu süreçte ısrar etmeliyiz. Birleşmiş Milletler aynı bağlılığı göstermelidir. Tavırlarıyla Kıbrıs sorununun çözüm perspektifini açık tutmaları gerekmektedir. Hepimizin hedefi bu süreci desteklemek olmalıdır, BM’nin Kıbrıs’la ilgili kararlarının yaşama geçirilmesi hedefine bağlılık olmalıdır. Her tür farklı tavrın başaracağı tek şey, tüm olumsuz sonuçlarıyla bölünmenin kalıcılaşması olacaktır.

Uluslararası konferansla ilgili olarak takvim dayatılması olasılığı ve aynı zamanda genel olarak takvimlerin ile hakemliğin dayatılması olasılığıyla ilgili olarak da düşüncelerimizi ortaya koymak istiyorum. New-York görüşmesi sonrası, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri açıklamasında, eğer bazı koşullar yerine getirilirse, yani görüşmelerde önemli ilerleme olursa ve iki tarafla müzakereleri sonrası uluslararası konferansın toplanması çağrısında bulunma niyetinde olduğunu ifade etti.

“Uluslararası konferans” konusunda AKEL’in tezi çok nettir ve üzerinde anlaşmaya varılan prosedürle uyumludur. Bu, ancak sorunun iç yanları üzerinde anlaşmanın sağlanması sonucunda Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin, garantör güçlerin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve iki toplumun katılımıyla toplanmalıdır. Nitekim sorunun iç yanları hakkında anlaşmanın, BM tarafından herhangi bir dayatmanın değil, iki toplumun hür iradesinin sonucu olacağı Greentree görüşmesi sonrası Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından da net olarak söylendi.

İç yanlar çözülmeksizin uluslararası bir konferansın toplanması arzulanırsa çeşitli tehlikeler olacaktır. Birincisi, Kıbrıs sorununun çözümsüz kalan iç yanlarının bunda tartışılması bir çözümü dayatma çabası anlamına gelecektir. Olası böylesi bir gelişme başarısız olacaktır ve bunun hem çözüm uğraşılarıyla, hem de BM Genel Sekreteri’nin güvenirliğiyle ilgili olarak ağır sonuçları olacaktır. Sayın Ban Ki Mun’un yukarıda belirttiğim önkoşullar yerine gelmeden uluslararası bir konferansı toplantıya çağırmayacağından eminim.

Hem Cumhurbaşkanı Hristofyas, hem de AKEL olarak biz, görüşmelere takvim ve hakemlik konması olasılığına çok kez karşı çıktık. Bu şekilcilik nedeniyle ya da çabayı zorlaştırmayı istediğimiz için yapmadık. Geçmişin deneyimi takvimlerin sadece zamana oynamak için Türkiye’nin elinde bir araç olarak var olduklarını açıkça gösterdi. Aklında hakemliğin kendisinin lehine olacağı ve sonunda kendisinin akıl dışı taleplerinin tatmin edileceği vardı. Sonuç, Annan Planı’nın Kıbrıslırumlar tarafından haklı olarak reddedilmesi oldu. Bu kaçınmak istediğimiz bir olasılıktır, çünkü referandumda olası ikinci bir başarısızlık Kıbrıs sorunun çözümü uğraşıları açısından yıkım olacaktır.

Bazıları Yunanistan, Türkiye ve Avrupa Birliği’nin katılımıyla görüşmelerin genişletilmesi önerisinde bulunuyor. Türkiye’nin bu görüşmelere katılımının onun uzlaşmazlığını uluslararası alanda teşhir etmemiz olanağını vereceği düşüncesiyle, bu öneri lehine argümanlar ileri sürüyorlar. Sürecin Kıbrıslıların mülkiyetinde olmasında ısrarımızın anlamı dışarıdan çözüm dayatılmasını kabul etmeyeceğimizdir ve nitekim yakın bir süre önce yaptığı açıklamasında buna yer veren BM Genel Sekreteri de bunu kabul etmiştir. Bu, bağlayıcı olmayacak ve iki toplumun tezleri arasındaki mesafenin kapanması için köprü kurabilecek düşünceleri duymak istemediğimiz anlamına gelmemektedir.

Görüşmelerin genişletilmesi önerisinin özüne ilişkin olarak, uluslararası toplumun bir kesiminin Türk tezlerine karşı gösterdiği müsamahanın bu tezlerin içeriğini bilmemesinden kaynaklandığını görüşünde değiliz. Tam tersine, bu, kendi çıkarlarına hizmeti nasıl algıladıklarından kaynaklanmaktadır. Bundan dolayı da, Türkiye’nin genişletilmiş görüşmelere olası katılımı verileri değiştirmeyecek ve onu teşhir etmeyecektir.

Buna ilaveten, Avrupa Birliği’nin bağlayıcı nitelikte ortak bir dış politikası olmadığından, Avrupa Birliği temsilcisinin katılımının da belirleyici bir önemi olmayacaktır. AB üyesi ülkeler kendi ayrı tezlerine sahip olmaya devam edecektir. AKEL olarak, genişletilmiş görüşmelerde pozisyonumuzun güçlenmeyeceğine inanıyoruz. Tam tersine, Yunanistan karşısında ciddi avantajı olan Türkiye’nin pozisyonu güçlenecektir.

Son dönemlerde Kıbrıs içinden ve dışından birçoğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği dönem başkanlığı ile Kıbrıs sorunun çözüm süreci arasında bağ kuruyor. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği dönem başkanlığını gerektiği gibi yürüteceğini bir kez daha vurgulama gereksinimi duyuyoruz. Bu, Avrupa Birliği’ne katılımından kaynaklanan hakkı ve yükümlülüğüdür ve bu, Kıbrıs sorunundaki gelişmelerden bağımsızdır. Dileğimiz, Türk tarafının en kısa sürede, hatta Temmuz’dan da önce tavrını değiştirmesidir. Bizim görüşümüze göre, herkes gücünü Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB dönem başkanlığını üstlenmesine yönelik şüphe belirtmeye değil, bu noktaya odaklamalıdır.

Bizim anlayışımıza göre, Kıbrıs sorununun çözümü uğraşılarında önemli bir faktör olabilecek çok önemli bir konu daha var: Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’ndeki hidrokarbon yataklarının varlığının teyit edilmesi. Geçen yaz hepimiz Türkiye’nin tahrik edici tavrına tanık olduk ve bu tavrı araştırmalar sürdüğü sürece devamlı olarak keskinleşti. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir egemenlik hakkını kullanabileceğinin ve Türk tehditlerine boyun eğmeyeceğinin uluslararası toplumun bilincinde yer etmesini Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın sağlaması Kıbrıs Cumhuriyeti için bir başarıydı.

Hidrokarbon yataklarının varlığının teyit edilmesiyle Kıbrıs’ın daha geniş bölgede bir enerji merkezi haline gelmesinin koşulları doğmaktadır. AKEL olarak biz daha başından itibaren bu perspektiften yana tavır aldık. Aynı zamanda doğal gazdan, çözüm sonrası, Kıbrıslırum, Kıbrıslıtürk, tüm Kıbrıs halkının yararlanması yönündeki Cumhurbaşkanı’nın tezini güçlendirdik. Kıbrıs’ın enerji zenginliğinin sadece vatanımız için değil, aynı zamanda güneydoğu Akdeniz bölgesi için de bir barış faktörü olabileceği inancındayız. Yeter ki Türkiye tehditlerini terk etsin ve böylesi bir girişimin gerçekleşmesi için işbirliği yapsın.

Türk tarafının Kıbrıs’la ve Kıbrıs sorunuyla ilgili katı tavrı, esneklik ve yapıcı ruh göstermemesi ne kendisine, ne kendisinin koruması altında olduklarını söylediği Kıbrıslıtürklere, ne de bütününde Kıbrıs halkına yardımcı olmaktadır. Sonuç olarak, Türkiye en nihayet komşularıyla sıfır sorun sloganını pratiğe dönüştürmelidir. Bunun için iyi bir başlangıç Kıbrıs’tır. Bu çaba için iyi ve sağlam bir temel vardır ve bu, Kıbrıs sorununun üzerinde anlaşmaya varılan çözüm çerçevesidir. Beklediğimiz, Kıbrıs sorunun çözüm perspektifinin açık tutulması için Türkiye’nin elini uzatmasıdır. Aynı zamanda uluslararası toplumdan ilkeler temelinde ve Kıbrıs ile Kıbrıslıların hakkının güvence altına alınması kriteriyle bu uğraşıya destek vermesini bekliyoruz.

Buradaki mevcudiyetinizden dolayı size teşekkür ediyorum ve ülkemiz yeniden birleşinceye kadar, Kıbrıs halkı adalete kavuşuncaya kadar AKEL olarak mücadeleye devam edeceğimizin güvencesini veriyorum.

PREV

“Gençlik çözüm ve yeniden birleşme için mücadele ediyor” sloganıyla Troodos’ta gerçekleştirilen etkinlikte AKEL M.K Polit Büro Üyesi Yannakis Kolokasidis tarafından yapılan konuşma

NEXT

“Kıbrıs’ta demografik yapı, sorunlar ve perspektifler” konulu etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma