“Kıbrıs’ta demografik yapı, sorunlar ve perspektifler” konulu etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma
Bugünkü etkinliğe AKEL adına en içten selamlarımızı getiriyorum. Özellikle bugünkü etkinliğe davetimizi kabul eden herkese yürekten teşekkürlerimi sunuyorum. Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızın katılımını yürekten selamlıyorum. Yurdumuzun yeniden birleşmesi için mücadelemiz ortaktır ve bunu sadece ellerimizi birleştirdiğimiz takdirde başarabiliriz.
Türkiye tarafından Kıbrıs’ın işgalinin yurdumuzun temellerindeki kısa fitilli bir bomba olduğunu AKEL olarak sürekli dile getiriyoruz. Türkiye, gücü 40.000 askeri aşan işgal ordusunu Kıbrıs’ta tutmaktadır. Türkiye’nin askeri varlığı Kıbrıstürk toplumu üzerindeki denetimini kolaylaştırmaktadır. Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler 38 yıldır temel insan haklarını kullanmaktan mahrum durumdadırlar. İstikrarsızlığın, güvenliksizliğin ve bunların yol açtığı olumsuzlukların olduğu koşullarda yaşamaktadırlar.
Bunlar, 38 yıldır Türkiye tarafından Kıbrıs’ta işlenen suçların sadece bazı yanlarıdır. Uluslararası bir suç olan yasa dışı bir biçimde nüfus taşınması aynı suçun diğer yanını teşkil etmektedir. 1974’den sonra Türkiye Kıbrıs’ın demografik yapısını bozma hedefiyle adaya sürekli olarak yasa dışı bir biçimde nüfus taşımaya ve yerleştirmeye yöneldi.
İşgal altındaki bölgeye sürekli olarak nüfus taşınmasını ve yerleştirilmesini Kıbrısrum tarafı olarak her vesileyle kınıyoruz. Ayrıca işgal altındaki bölgeye nüfus taşınmasının yol açtığı duruma Kıbrıstürk toplumundan da pek çok kez tepki gösterilmektedir. Diğerlerinin yanı sıra, bu, geçen Aralık ayında bir Kıbrıslıtürk bayan yurttaşın Kıbrıstürk basınında yayınlanan mektubunda da açık bir şekilde belirtildi. “Hedef olmamak için” adının anonim kalmasını isteyerek yazdığı bu mektuptan bir bölümü sizinle paylaşmak istiyorum: “Ben Lefkoşa Surlariçi’nde yaşayan bir Kıbrıslıyım. Burada doğdum, büyüdüm ve hala yaşıyorum… Şimdi 50’li yaşlarıma geldim. Bu bölgedeki değişimi bizzat gözlerimle gördüm. Bizim zamanımızda hani söylerler ya “yasemin kokulu” diye… Öyleydi Lefkoşa. Herkes kapısının önünü akşamüzeri süpürür, yıkar, yaseminlerini dizip sokağa otururdu. Mis gibi tüterdi Surlariçi… 1990’lardan itibaren gözle görünür değişim başladı. Ben çok iyi hatırlıyorum, valiz seslerini… Bilirsiniz, valizleri çekerken tekerlekleri bir ses çıkarır, uğultu gibi… Buraya gelen göçmen Türkiyeliler de valizlerini sürükleyerek gelirlerdi… Ve bu bölgede yavaş yavaş değişim başladı. Ne mi oldu? Yaseminlerimiz bir bir kurudu… Yaseminler kurudukça ve valiz sesleri arttıkça Kıbrıslıtürkler de Ortaköy (Minceli), Yenikent (Neapoli) gibi bölgelere kaçmaya başladılar…”.
Kimileri bu mektubun başka herhangi bir ülkede de yazılabileceğini söyleyebilirler. Mahallesine gelen “göçmen” dalgasını kabullenemeyen başka her hangi bir bayan tarafından da yazılabileceğini söyleyebilirler. Ancak söz konusu olan durum hiç de öyle değildir. Bu bayanın mahallesi bir göçmen dalgası nedeniyle değil; emirlerle önceden planlanmış ve organize bir biçimde Türkiye’den Türk yerleşimcilerin getirilmesiyle Kıbrıstürk toplumunun demografik yapısıyla birlikte değişti.
Kıbrıstürk basınında yayınlanan bilgilere göre, 1990’da sözde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin nüfusu 171.469’du ve 2009’da ise 283.730’a vararak % 65 arttı. 1990’da çalışanlar 71.525’ti, 2009’da ise bu sayı 91.550’ye ulaştı. Bu olgu nasıl izah edilebilir? Kıbrıs halkının kimliğini tahrif etme hedefiyle Kıbrıs’ın işgal altındaki kesimine binlerce yerleşimciyi getireni Türkiye’yi Kıbrıs Cumhuriyeti sürekli bir biçimde suçlamaktadır. Bu suçlamalar doğrulanmakta mıdır? Türkiye’nin işgal altındaki bölgeye kitlesel bir biçimde nüfus taşınması kararını içeren gizli bir belge 2011 Kasım’ında Kıbrıstürk basınında yayınlandı. Bu belgede yazılı olduğu üzere, amaç, sözde “Kıbrıs Türk Federe Devleti”nin işgücü gereksinimini karşılamaktı. Belgenin maddelerinde bölge ve aile seçimine ilişkin kriterler belirtiliyordu. En önemli kriterlerden biri, Türkiye’nin yüksek nüfusu ve yerleşim sorunu olan büyük bölgelerinde yaşayan ailelerin seçilmesiydi. Görülen o ki, Türkiye, bir yandan yerleşimin yoğun olduğu bölgelerindeki nüfusu azaltma, diğer yandan Kıbrıs halkının demografik yapısını bozma amacıyla, bir taşla iki kuşu vurmayı hedefliyordu. Nitekim işgal altındaki bölgeye götürülecek ailelerin ana dili Türkçe olan Türk vatandaşları olması gerektiğinin de kriter olarak bu belgede yer alması bu kararın yukarıda belirtilen amaca hizmet etmek amacıyla alındığını açıkça göstermektedir. Buna ilaveten, bu kriterlerde, yerleşik olmayan göçebelere ve ormanlık ve bunun gibi bölgelerde ikamet eden ailelere öncelik verilmekteydi. Ayrıca Kıbrıs’a işgücünün gönderilmesi sürecinde gidiş, barınma ve beslenme masrafları Türk fonları tarafından karşılandı.
Sonuç olarak, göç değil, yasa dışı bir şekilde nüfus taşınması hakkında konuşuyoruz. Binlerce Türk işgal altındaki bölgeye ne tesadüfen, ne de mecbur kaldıkları için gelmediler. Seçildiler ve organize bir şekilde işgal altındaki bölgeye taşındılar. Söz konusu belgeyle birlikte yayınlanan tamamen gizli bir listede somut örnekler de vardı: Karakeşli köyünden 81 aile, Silifke’den 115 aile Mağusa’nın Pervolya yöresine, Trabzon’un Taşkıran köyünden 129 aile Girne’nin Ayos Amvrosyos yöresine, 127 aile de Kitrea’ya taşındılar. Ayrıca Adana, Antalya, İçel, Denizli ve başka yörelerden göçebe grupları aynı işlemle işgal altındaki bölgeye taşındılar. Zamanla durum Kıbrıstürk toplumu açısından daha zor ve daha karmaşık hale geldi. Adaya yasa dışı bir şekilde nüfus taşınması bugün Türk hükümeti tarafından Kıbrıslıtürklerin laik geleneklerinden şüphe duyulmasının ve Kıbrıstürk toplumu içerisinde Müslümanlığın yaygınlaştırılmasının bir aracı olarak kullanılmaktadır. Aynı esnada bu, bir “paralel pazar” olarak işlev görmektedir.
Sonuçta işgal altındaki bölgede ne olmaktadır? Yerleşikler ne kadardır ve bu konuya ilişkin tam bilgileri ve sayıları kim verebilir? Bir süre önce işgal altındaki bölgede yapılan nüfus sayımı öncesinde Şener Elcil arkadaş bu nüfus sayımının gerçek nüfusu gizlemekten başka bir hedefinin olmadığını belirterek, “Burası Türkiye’nin denetimi altında ve uluslararası hukukun dışında olan bir yer… Polisi denetleyemeyen, yasa dışı olanları tespit edip yurtdışı edemeyen bir ‘hükümet’ egemen olamaz. Buradaki ‘hükümet’ egemen değildir. Egemen olan Egemen Bağış’tır. Hükümet onun adına açıklamalar yapmaktadır. Hükümette olanlar kukladır” diye eklemişti.
Tüm bunlardan çıkan net sonuç: Türkiye’nin Kıbrıs içerisindeki uzun elini teşkil eden sözde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığının hem Kıbrıslırumlar hem de Kıbrıslıtürkler için bir tehdidi teşkil ettiğidir. Kıbrıs’ta böyle bir rejim var olduğu sürece, bu konuda durum kontrolsüz olmaya devam edecektir. Kıbrıs, Kıbrıs halkı ve geniş bölge açısından istikrarsızlığın, güvenliksizliğin ve sorunların kalıcı kaynağı işgaldir. Adaya yasadışı nüfus taşınması Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin geleceğini tehdit etmektedir. Bu sorun nasıl çözülebilir? Sadece Türk işgalinin yarattığı koşulların alaşağı edilmesi ve Kıbrıs sorunun çözülmesiyle. Her iki toplumun kabul edeceği, istikrarlı ve kalıcı barışa götürecek bir çözümle. Halkın tümü için güvenlik ve istikrar koşullarını yaratacak bir çözümle. Temelde üzerinde anlaşmaya varılan zeminde adayı tekrardan birleştirecek ve herkes için ilerleme, kalkınma ve refah koşulları yaratacak bir çözümle. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin mücadelesinin ortak hedefi budur ve bu olmaya devam etmelidir.
Yaklaşık bir yıl önce Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler burada Brüksel’de tekrar buluşmuştuk. Bu buluşmadan birkaç gün önce de Türkiye’nin ekonomik olarak boğmasına karşı Kıbrıstürk toplumunda büyük gösteriler yaşanmıştı. Göstericilerin büyük bir kısmı ekonomik zorlukların aşılması için Kıbrıs sorununun çözümünün gerekli olduğunu dile getirmişlerdi. 2011 yılının büyük mitingleri, adaya yasadışı bir şekilde nüfus taşınmasının Kıbrıslı kimliklerine karşı bir tehdide dönüşmesi nedeniyle Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızın endişe dolu haykırışlarıdır.
AKEL olarak sesimizi onların sesiyle birleştirdik. Onların mücadelesinin bizim de mücadelemiz olduğu mesajını Kıbrıs içine ve dışına taşıdık. İşgalden ve yaklaşık kırk yıldır insan haklarımızdan mahrum olmamızdan dolayı Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler boğulmaktadır. 1974’de emperyalizmin Türkiye ile birlikte NATO karargâhlarında hazırladığı planların alaşağı edilmesi için mücadelede ısrarlıyız. 1977 ve 1979 Üst Düzey Antlaşmaları’nda üzerinde anlaşmaya varılan ilkeler temelinde çözümde ısrarlıyız. Birleşmiş Milletler kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitlikli, iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümünde ısrarlıyız. Birleşik Kıbrıs’ı tek egemenliği, tek vatandaşlığı ve tek uluslararası kimliği olacak bağımsız, bağlantısız ve askersizleştirilmiş devlet kılacak çözümde ısrarlıyız.
Cumhurbaşkanı Hristofyas seçildiği ilk günden itibaren, Kıbrıs sorununu çözüm yoluna koymak amacıyla girişimler üstlendi. Cumhurbaşkanı Hristofyas ile Kıbrıslıtürk liderler Sayın Talat ve daha sonra Sayın Eroğlu arasında onlarca görüşme yapıldı. Ne yazık ki süreç, AKEL ve Dimitris Hristofyas’ın dilediği gibi akmıyor ve maalesef öngördüğümüz şekilde gelişmektedir. Türkiye uzlaşmazlığını sürdürmekte, sürece yapıcı bir biçimde katkıda bulunmayı reddetmekte ve sonuç olarak istediğimiz ilerleme olmamaktadır.
Sayın Eroğlu’nun Kıbrıstürk toplumu liderliğine seçilmesi sonrası durum daha da kötüleşti.
Sayın Talat ile varılan görüş birliklerinden Sayın Eroğlu geri adım atıyor ve her görüşmeyi Kıbrıs’ta “iki halk iki devlet” varlığı hakkında açıklamalar ve kabul edilemez tezler izlemektedir. Sayın Eroğlu’nun bu yaklaşımı iki ayrı FIR hattının olması yönündeki tezi, bağımsız devletlerin sahip oldukları bir hak olan uluslararası anlaşma imzalama hakkının her hangi bir sınırlama olmaksızın Kıbrıstürk oluşturucu birimine verilmesi yönündeki talebi, iki oluşturucu birimin ”vatandaşlık” verme hakkının olması gerektiği gibi, müzakerelerde koyduğu tezlere yansımaktadır. Bu tezler iki taraf arasındaki mesafeyi doğal olarak büyütmektedir. Ne yazık ki geri kalan başlıkların tartışılmasında da aynı uzlaşmazlığı göstermektedir.
Yönetim ve Yetkilerin Paylaşımı başlığında, Cumhurbaşkanı Hristofyas güçlendirilmiş yetkilerle başkanlık sistemini önerdi. Dimitris Hristofyas yürütme erki için çapraz ve ağırlıklı oyla dönüşümlü başkanlığı önerdi. Bu öneriyle ilgili olarak hem Cumhurbaşkanı, hem de AKEL Kıbrısrum toplumundaki siyasi partilerden ve şahsiyetlerden yoğun eleştiriler aldı. Bunda ısrar ediyoruz, çünkü bunun Kıbrıs sorununu yaratan nedenlerden bazılarına kökten darbe vurabileceğine inanıyoruz. İki toplumu siyasi olarak birleştirecek, etnik ayrımın duvarlarını yıkacak ve karşı karşıya gelişleri etnik düzeyden, siyasi ve sınıfsal düzeye taşıyacaktır. Sayın Talat’ın bu önerinin felsefesini kabul etmesine ve detayları tartışmamıza karşı Sayın Eroğlu seçimin iki toplum tarafından ayrı yapılmasında ısrar ederek geri adım attı. Bu ısrarı adada yan yana yaşayan iki varlığın olduğu anlayışındandır. Yani taksimci anlayışındandır.
Mülkiyette iki bölgeliliğin anlamını Türk tarafı yanlış yorumlamaya devam etmekte ve somut başlığın tartışılmasında bir dizi sorun yaratmaktadır. Buna ilaveten, Sayın Eroğlu mülkiyet hakkını tanımasına ve tedavi yolları olarak iade, takas ve tazminatı kabul etmesine rağmen, ilk söz hakkının yasal mülk sahibinde değil, bugünkü kullanıcı olmasında ısrar etmektedir. Böylesi tezler bu kadar dikenli ve önemli başlığın tartışılmasını engellemektedir, hâlbuki bu başlıkta ilerleme sağlandığı takdirde Kıbrıs sorununun çözüm perspektifi otomatik olarak güçlenecektir. Kıbrısrum tarafı olarak mülkiyet konusunun toprak konusuyla ile bağlantılı bir şekilde tartışılması gerektiğini vurguladık. Bu tezimiz ile Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri de hemfikirdir. Ancak Sayın Eroğlu buna da olumlu karşılık vermedi.
Ne yazık ki, Türk tarafı Avrupa Birliği konularıyla ilgili olarak da sabit bir tutum ortaya koymaktadır. Müktesebattan derogasyonlar yapılması ve bunların yeni bir protokol aracılığıyla Birliğin birincil hukuku haline getirilmesi yönündeki tezi ne Kıbrısrum toplumu tarafından ne de Avrupa Birliği tarafından kabul edilemez.
Ekonomi başlığında, şu ana kadar var olan tablo bazı görüş birliklerinin olduğu yönündedir ancak daha tartışılması gereken çeşitli konular vardır.
Toprak, güvenlik ve garantiler başlıklarıyla ilgili olarak, ne yazık ki Türk tarafının olumsuz tutumu nedeniyle bugüne kadar hiçbir tartışma yapılmadı.
Vatandaşlık başlığında, Kıbrısrum tarafı çözüm sonrası belli sayıda yerleşimcinin adada kalmasına ilişkin öneriler sundu. Kıbrısrum toplumundaki siyasi partilerin yoğun eleştirilerine maruz kalan bu öneriler Cumhurbaşkanı’nın “icadı” değildir. Bu öneriler tarafımızın yıllardır ifade ettiği tezlere dayanmaktadır. Bizce, bu önerilerle demografik oranların korunmasının büyük bir önemi vardır. Yasadışı bir şekilde nüfus taşınması bir savaş suçudur. Buna rağmen, ister evlenen, ister burada doğan belli bir sayıda yerleşimcinin çözümden sonra adada kalmasını tamamıyla insani nedenlerle kabul etmeye hazırız. Ancak 1974’de var olan 4’e 1’lik nüfus oranının bu tavizimizle hiçbir biçimde ihlal edilmemesi gerektiğinde ısrar etmekteyiz.
Bu başlıkta Kıbrısrum tarafında kamuoyunda çok ve yoğun tartışmalar yaşandı. Cumhurbaşkanı Hristofyas neredeyse Kıbrıs’ı Türkleştirmekle suçlandı. Bu dayanaksız ve aşağılayıcı suçlamaya verilecek olan yanıt basittir: 1974 yılında faşist ve hain darbe Türk işgaline halı serdiğinde Kıbrıs emperyalizmin ve Türkiye’nin yayılmacı iştahı karşısında savunmasız kaldı. Kıbrıs daha önce bahsettiğim Türk belgesi uygulanmaya başlandığı andan itibaren, 1974’ten itibaren sürekli olarak Türkleştirilmektedir. Kıbrıs’ın bugün Türkleştirilmeye devam etmesinin nedeni işgalin devam etmesidir. Çünkü Kıbrıs’ın kuzeyinde var olan rejimin, yasadışı devlette en az 15 yıl yaşayanlara ya da sözde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin bir yurttaşıyla en az üç yıl evli olanlara v.s. “vatandaşlık” verilmesini öngören yeni “yasaları” hazırladığına dair yayınları kısa bir dönem önce gördük. Eğer Kıbrıs’ın geleceğini gerçekten önemsiyorsak, eğer Kıbrıs’ın kendi evlatlarının ellerinde, Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin ellerinde olmasını önemsiyorsak, hepimiz tek bir sesle gerçek suçluya yönelmeliyiz, Türkiye’ye yönelmeliyiz.
Türkiye’nin katı tavrı durumu zorlaştırmakta ve yardımcı olmamaktadır. Sonuç olarak, Türkiye en nihayet komşularıyla sıfır sorun sloganını pratiğe dönüştürmelidir. Bunun için iyi bir başlangıç Kıbrıs’tır. Bu çaba için iyi ve sağlam bir temel vardır ve bu, Kıbrıs sorununun üzerinde anlaşmaya varılan çözüm çerçevesidir.
Kıbrıs sorununun çözümü uğraşılarında önemli bir faktör olabilecek çok önemli bir konu daha var: Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’ndeki hidrokarbon yataklarının varlığının teyit edilmesi. Bizim anlayışımıza göre, Kıbrıs’ın enerji zenginliğini yurdumuzun bir barış köprüsü olması için fırsat olarak görürsek, bu zenginlik sadece vatanımız açısından değil, aynı zamanda güneydoğu Akdeniz bölgesi açısından da barış faktörü olabilir. Yeter ki Türkiye tehditlerini terk etsin ve böylesi bir girişimin gerçekleşmesi için işbirliği yapsın.
Beklediğimiz, Kıbrıs sorunun çözüm perspektifinin açık tutulması için Türkiye’nin elini uzatmasıdır. Çözüm için karşılaştığımız bu zorluklar karşısında gündeme gelen soru şudur: Perspektifi canlı tutmayı nasıl başaracağız? Bazı Kıbrıslıtürk dostlar bu yönde bir iyi niyet girişimi olarak doğrudan ticareti görüyorlar. AKEL olarak, bu tür hareketlerin Kıbrıs sorununun çözüm uğraşılarının altını oyacağı ve Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak Avrupa Birliği’nin niyetlerine ilişkin tamamı ile yanlış mesajlar göndereceği görüşündeyiz. Hâlbuki Türkiye ve Kıbrıslıtürk liderliği, Cumhurbaşkanın önerdiği gibi, Mağusa kentinin kapalı bölgesini Birleşmiş Milletler aracılığı ile yasal sahiplerine iade edilmesi ve Avrupa Birliği aracılığıyla kentin limanının açılması için iyi niyet gösterirse, bu, hem süreci ve uğraşıları güçlendirmede, hem de iki toplum arasındaki ortamı iyileştirmede son derece olumlu işlev görecektir. Sonuç olarak perspektifi canlı tutmanın yolu vardır ve bundan iki toplum sadece yarar görecektir. Yeter ki Türk tarafı iyi niyetini göstersin ve işbirliği yapsın.
Vatanımızın barış ve refah içerisindeki geleceğini çocuklarımızın ve torunlarımızın inşa edebilmelerinin temellerini atabilmemiz için bunun mümkün olan en kısa sürede olmasını diliyoruz.