Kıbrıs sorunu hakkında İstanbul Kültür Üniversitesi Araştırma Merkezi’nde AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma
Öncelikle bu Yuvarlak Masa Toplantısı’na katılmam ve burada konuşmam için yaptıkları davetten dolayı Kültür Üniversitesi Araştırma Merkezi’ne teşekkür etmek istiyorum. Kıbrıs sorununa mevcut koşullarda olabildiğince adil, işler ve yaşayabilir bir çözüm bulunması için Türkiye’nin içinde de bir tartışmanın başlamasının çok önemli olduğu görüşündeyim. Kıbrıs sorununa doğru bir çözüm bulunmasından Kıbrıslıların dışında, Türkiye’nin de kazançlı çıkacağının Türkiye’de de anlaşılır olmasının önemli olduğu düşüncesindeyim.
Kıbrıs sorununa bütünlüklü bir çözüm bulunması hedefiyle görüşmelerin başlamasına izin verecek bir ortak açıklamanın hazırlanması için yaklaşık dört ayı aşkın bir süredir ısrarlı ama henüz başarıya ulaşamamış olan çabaların ortaya koyulduğu günümüz koşullarında bugünkü tartışma son derece günceldir. Dileğimiz ve hedefimiz en nihayet bu ortak açıklamanın hazırlanmasının başarılması ve bu seferinde çözümle sonuçlanacak müzakerelerin yeniden başlamasıdır.
Kıbrıs sorununa ilişkin bugünkü durumun daha iyi anlaşılabilmesi için yakın geçmişte yaşananlara kısaca değinmenin gerekli olduğu kanaatindeyim.
1974’ün trajik olaylarının ve o dönemde ortaya çıkıp bugüne kadar devam etmekte olan anormal durumun ardından, 1977’den itibaren adanın iki temel toplumu, Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler arasında tarihsel uzlaşma olarak iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümü üzerinde anlaşmaya varıldı. O zamandan bu yana geçen yıllar boyunca bir az önce belirttiğim temelde sorunun çözümü için art arda gerçekleştirilen görüşme turları ne yazık ki arzu edilen sonuca bugüne kadar götüremedi.
Bunca yıl Kıbrıs sorununun çözümsüz kalmasının nedenlerine bilerek değinmeyeceğim, çünkü niyetim burada sorumluluklar yüklemek değil, bilakis hem Kıbrıslırumların, hem de Kıbrıslıtürklerin haklarına ve saygınlıklarına saygılı olacak ve karşılıklı olarak kabul edilebilir bir çözüme ulaşmayı en nihayet nasıl başarabileceğimiz konusunda düşünmeye teşvik etmektir.
Gerçekten 2004’te bütünlüklü çözüm için ayrı referandumlara kadar ulaştık, ancak Kıbrıslırumların büyük çoğunluğu önerilen çözümü özgür görüşmelerin değil, kendilerinin makul endişelerine yanıt vermeyen haksız bir hakemliğin sonucu olarak gördüğü için önerilen çözümü reddetti. Bunu 2008 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar süren verimsiz bir dönem izledi. O seçimlerde Cumhurbaşkanlığı’na AKEL Merkez Komitesi eski Genel Sekreteri Dimitris Hristofyas seçildi.
Dimitris Hristofyas adil bir çözümün sağlanması için elinden geleni yapacağına dair seçimler öncesinde üstlendiği taahhüde sadık olarak, seçilmesinin ardından hemen Kıbrıs sorununun özlü yanlarının görüşülmesi için Çalışma Gruplarının ve günlük konuları ele alacak Teknik Komitelerin oluşturulmasını hedefledi ve bunların oluşturulması konusunda Sayın Talat’la anlaştı. Hedef, daima BM himayesinde ve BM Genel Sekreteri’nin iyi niyet misyonu çerçevesinde, iki toplumun liderleri arasında doğrudan görüşmeler için zeminin hazırlanmasıydı.
Çalışma Grupları ve Teknik Komiteler çalışmalarını tamamladıklarında, Dimitris Hristofyas ile Mehmet Ali Talat’ın iki ortak açıklamasıyla görüşmelerin zemini teyit edildi: Tek bir uluslararası kimliğe sahip bir federal devlette eşit statüye sahip bir Kıbrıstürk oluşturucu devletin ve bir Kıbrısrum oluşturucu devletin olacağı, Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında tanımlandığı şekliyle siyasi eşitliğe sahip iki bölgeli, iki toplumlu federasyon. (23 Mayıs Ortak Açıklaması). Tek egemenlik ve tek vatandaşlık ilkesi üzerinde anlaşma ve izleyecek olan müzakerelerde bunların uygulanmasına ilişkin detayların görüşülmesi (1 Temmuz Ortak Açıklaması). Böylece, gerekli ön hazırlık tamamlanmış oldu ve 2008’in Eylül ayında doğrudan görüşmeler başladı.
2012 Nisanına kadar süren bu görüşmeler iki temel döneme ayrılmaktadır. Kıbrıstürk toplumunun liderliğinde Sayın Talat’ın bulunduğu dönemde, arzu ettiğimiz derecede ilerleme sağlanmasına izin vermeyen tüm güçlüklere rağmen, üç başlıkta önemli görüş birliklerine varıldı. Bu başlıklar: (yaklaşık yirmi alt başlığı olan çok büyük ve karmaşık bir başlık olan) Yönetim ve Yetkilerin Paylaşımı, Ekonomi ve Avrupa Birliği başlıklarıdır. Bu üç başlık, başlıklar arasında nihai yatay müzakere için hazırdı ve tek başına bu dahi nihai sonuca başarıyla varılması yönünde umutları arttırıyordu.
O dönemde sağlanan önemli görüş birlikleri arasında egemenlik konusu da yer almaktaydı: biraz önce değindiğim gibi, 1 Temmuz Ortak Açıklaması’nda tek egemenlik olacağı konusunda anlaşmaya varıldı ve devamında bunun uygulanmasının detaylarını görüşeceklerdi. Bu yapıldı ve egemenliğin tek ve bölünmez olacağı ve eşit olarak Kıbrıslırumlardan ve Kıbrıslıtürklerden kaynaklanacağı konusunda anlaşmaya varıldı. Buna tesadüfî olarak değinmiyorum; ortak açıklamanın yapılması konusunda bugün karşılaşılan güçlüklerle bunun doğrudan bağlantısı vardır.
Diğer üç başlıkta (Mülkiyet, Toprak, Güvenlik ve Garantiler) önemli ilerleme sağlanamadı. Bunun nedeni Kıbrıstürk tarafının son aşamadan önce Toprak konusunu görüşmekte çok tereddütlü olmasıydı ve bu, Toprak konusuyla yakından bağlantılı olan Mülkiyet başlığında her hangi bir özlü ilerlemeyi de frenliyordu. Aynı esnada Kıbrıstürk tarafı Güvenlik başlığını garantör güçlerle tartışmaya havale ediyordu.
Gerçektir ki, Güvenlik konusu Kıbrıs sorununun iç yanları çözüme kavuşturulduktan sonra, Güvenlik Konseyi’nin ve AB’nin katılacağı genişletilmiş uluslararası konferansta garantör güçlerin katılımıyla kesin olarak çözülebilir. Ancak bu, iki toplum arasındaki görüşme masasında Güvenlik konusunun da tartışılmasını men eden bir şey değildir. Böylesi bir tartışmada görüş birliği ya da taraflar arasında yakınlaşma sağlanması başarılırsa, bunun yararı olacaktır, böylece zemin uygun bir biçimde hazırlandığı için ardından konferansın sonucunun başarılı olmasının ihtimalleri artacaktır.
2010’un Nisan ayında Sayın Eroğlu Kıbrıstürk toplumunun liderliğini üstlendiğinde, durum kökten değişti. BM Genel Sekreteri’nin bizzat kendisi iki liderle görüşmesinde müzakere zemininin teyit edilmesini ve müzakerelerin Sayın Talat’la kalınan yerden devamını istedi. Dimitris Hristofyas’ın görüşme masasında yaptığı önerilerin bazıları o dönemde Kıbrısrum toplumu içerisindeki çeşitli siyasal güçler tarafından kabul edilemez olarak niteleniyordu ve bunları geri çekmesi yönünde yoğun iç baskılarla karşı karşıyaydı. Tüm bunlara rağmen Hristofyas BM Genel Sekreteri’nin dile getirdiği önkoşulların ikisini de net bir biçimde kabul etti. Sayın Eroğlu ise üzerinde anlaşmaya varılmış olan müzakere zeminiyle ilgili olarak net bir şekilde taahhüt üstlenmedi ve ikinci koşulu, yani müzakerelerin kaldıkları yerden devam etmesini kabul ettiğini sözlü olarak ifade etti. Bununla birlikte devamında bu sözünü tutmadı. Sadece, üzerinde anlaşmaya varılmış olan zemine saygı göstermemekte kalmadı; her konuda anlaşmaya varılmadığı takdirde, hiçbir şey üzerinde anlaşmaya varılmış sayılamayacağı bahanesiyle, kendisinin hoşuna gitmeyen bütün önemli görüş birliklerinden de caydı.
Sayın Eroğlu’nun sonu gelmeyen tutarsızlıklarını saymakla sizi yormayacağım. Sadece bazı karakteristik örneklere değineceğim. İki yıl süren sıkı müzakerelerden sonra, Sayın Talat’la kritik bir konu olan yürütme erki konusunda bir başkanlık sisteminde Kıbrısrum tarafının dönüşümlü başkanlığı, Kıbrıstürk tarafının da çapraz –ve müteakiben dengelendirilmiş- oyu, yani dönüşümlü Cumhurbaşkanı’nın ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın ayrı seçimler yerine, doğrudan halkın tümü tarafından seçilmesini kabul edeceği sonucuna vardık. Bu, Cumhurbaşkanı’nın seçimini iki topluma da bağlı kılan bir uzlaşmaydı.
Böylesi bir uygulama etnik köken temelinde iki toplum arasına dikilen ayrım duvarlarını yıkacaktı. Bu gelişme her çağdaş Avrupa devletinde olduğu gibi, olası anlaşmazlıkların siyasi düzeyde ele alınmasının ve sorunların kökünde çözüme kavuşturulmasının yolunu açacaktı.
Ancak Sayın Eroğlu paketten sadece kendi hoşuna gideni, yani dönüşümlü başkanlığı seçip, çapraz oyu inatla reddetti. Bu nedenle de, hâlbuki Yönetim başlığının tümünde anlaşma menziline girmiş durumdayken, artık her şey havada bulunuyor.
Bir dizi başka önemli konularda da aynısı oldu. Sayın Eroğlu’nun özünde 1974’ten itibaren adaya yerleşmiş olan ve sayıları şimdiden Kıbrıslıtürkleri geçen tüm Türkiye vatandaşlarının çözümden sonra adada kalmasını talep ettiğini belirtmem yeterlidir. Yani Sayın Eroğlu demografik yapının önemli derecede değiştirilmesini kabul etmemizi talep etmektedir. Çok az sayıda Kıbrıslırumun evlerine, mülklerine dönmesini ve toplu mülk takasının yapılmasını vb. hususları talep etmektedir. Bu koşullarla görüşmeler ilerleyemezdi ve sonuç olarak Sayın Eroğlu sorunun özlü yanlarının görüşülmesine son verip, sadece günlük konuların görüşülmesiyle sınırlayarak son darbeyi de vurdu.
Bu koşullar içerisinde Şubat ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine vardık. Sayın Anastasiadis Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeni Cumhurbaşkanı oldu. Onun seçilmesinin ardından Eurogroup daha önce benzeri görülmemiş kararlar aldı ve bu kararların Kıbrıs ekonomisine yıkıcı etkileri oldu. Ortaya çıkan bu koşullarda müzakere sürecinin yeniden başlamasına yönelik çabaya ilişkin bir erteleme gündeme geldi. Ardından süreç ortak bir açıklamanın yayınlanması hedefiyle iki tarafın müzakerecileri arasındaki görüşmelerle yaklaşık dört ay önce başladı.
Sayın Anastasiadis’in seçimler öncesinde dile getirdiği bazı tezlerin bizi endişelendirdiğini sizden saklamayacağım. Ancak biz onu yaptıklarıyla, pratiğiyle değerlendirelim dedik. Her halükarda, eğer Kıbrıstürk tarafı üzerinde çok önceleri anlaşmaya varılmış olan müzakere zeminine, varılması başarılan görüş birliklerine elle tutulur bir biçimde saygı göstermemeye ve konfederasyoncu unsurlar içeren bir çözüm mantığında ısrar etmeye devam ettiği takdirde, iyimser olamıyoruz.
İşte bugünkü aşamada olan tam da budur ve müzakere sürecinin başlamasına damgasını vuracak olan ortak açıklamanın yapılabilmesinde karşılaşılan güçlük de bu şekilde izah edilmektedir. Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında ve Hristofyas-Talat ortak açıklamalarında belirtildiği şekilde müzakere zemini böylesi bir açıklamada doğal olarak teyit edilmelidir. Bunların, çözümün tek egemenlikli, tek vatandaşlıklı ve tek uluslararası kimlikli bir devleti temel alacağını kesin bir biçimde belirlediğini tekrar ediyorum.
Bugün var olan hayal kırıklığına yol açan durum muhakkak aşılmalıdır. Kıbrıs sorununun çok önceleri üzerinde anlaşmaya varılmış olan müzakere ve çözüm zemini için ortak bir açıklamaya varamamamız trajik bir gelişme olacak ve çok olumsuz bir mesaj verecektir. Tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek uluslararası kimlik her devletin özelikleridir ve eğer gerçekten iki devlet değil, tek bir devlet üzerine konuşuyorsak, bunlar sabote edilemezler. Bu, en nihayet herkes tarafından anlaşılır olmalıdır. Ortak açıklamanın yapılmasında en önemli engeli, herkesin itiraf ettiği gibi, egemenlik hakkındaki ifade teşkil etmektedir. Bu konuda bizim tezimiz çok nettir: Bu somut mesele, Hristofyas-Talat anlaşmasına varana kadar uzun yıllar boyunca tartışıldı. Bu çıkmazın aşılabilmesi için varılabilecek tek çıkış noktası Downer’in “2008-2012 Görüş Birlikleri” gayri resmi belgesinde kaydedildiği şekilde, somut görüş birliğine iki tarafın da saygı göstermesi olacaktı. İşte tam da bu görüş birliğinin reddedilmesi ortak açıklama için dört aydır süren gereksiz maceraya yol açtı. Ve ortak açıklama konusunda hayırlı sonuca ulaşılamadı. Bu yaşanandan ders alınmalıdır. Çünkü bunca emek ve çalışma ile sağlanan görüş birliklerinin terk edilmesinin her seferinde aynı şeylerin yaşanmasından korkuyoruz.
Konuşmamda doğal gaz konusuna da değinmemem bir eksiklik olurdu diye düşünüyorum. Çünkü bunun uygun ve aklı başında bir şekilde yönetiminin çözüm için hem Kıbrıslırumlar, hem de Kıbrıslıtürkler açısından ciddi bir motivasyonu teşkil edebileceği düşüncesindeyiz. Kıbrıs Cumhuriyeti münhasır ekonomik bölgesini açıkladı, komşu ülkelerle bölgeleri belirleyen anlaşmaların ve aynı zamanda izin anlaşmalarının yapılması yönünde ilerledi. Tüm bunları sadece uluslararası deniz sözleşmeleri hukukunun değil, aynı zamanda teamül hukukunun da belirlediği şekilde yaptı. Daima BM Deniz Hukuku Anlaşması çerçevesinde hareket ederek, şimdiden iki başarılı sondaj çalışmasının yapılması yönünde ilerledi.
Aynı anda hidrokarbon yatakları da dâhil olmak üzere, adanın tüm doğal kaynaklarının bütün Kıbrıslıların ortak mirasını teşkil ettiğini beyan ediyoruz ve çözüm çerçevesinde Kıbrıslıtürk yurttaşlarımız da bu zengin nimetten yararlanacaklarından emin olmalıdırlar. Bu durumda başarılı olmak için istikrarın önemli bir faktör olduğunu çok iyi bildiğimiz için, bu bizim açımızdan da güçlü bir motivasyonu teşkil etmektedir.
Bu noktada belirtmeliyim ki, Sayın Talat ile yapılan görüşmeler sırasında, hidrokarbon yatakları meselesi ele alınmadıysa da, Kıbrıs sorununun çözümü durumunda doğal gaz ile ilgili olarak daha fazla düzenleme için geriye sadece detayların kaldığı ve sağlam bir zemini oluşturan önemli görüş birliklerine varılması başarılmıştı. Çünkü yetkiler konusunun görüşülmesi sırasında, istisnasız bütün deniz bölgelerinde (karasuları, teğet bölge, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı) mutlak yetkinin federal birimlerde değil, merkezi federal devlette olması konusunda anlaşmaya varılmıştı. Buna ilaveten, komşu ülkelerle münhasır ekonomik bölgelerin sınırlarının belirlenmesinde ve ilgili anlaşmazlıkların BM Deniz Hukuku Anlaşması’na göre çözülmesinde yetkinin merkezi federal devlette olması konusunda da anlaşmaya varılmıştı. Ayrıca, elbette doğal gazın da içerisinde yer aldığı tüm doğal kaynaklarda yetkinin merkezi federal devlette olacağı konusunda da taraflar arasında yakınlaşma sağlanmış ve doğal gazdan sağlanan gelirin federal birimlere nasıl paylaştırılacağı konusunda da anlaşmaya varılmıştı. Taraflar arasında sağlanan bu çok önemli görüş birliği, sağlanan görüş birliklerinin korunması ve müzakerelere kalınan yerden devam edilmesi gerektiğini kanıtlamaktadır.
Bugün Sayın Eroğlu taraflar arasındaki yakınlaşmaları, görüş birliklerini ve kalınan yerden devam edilmesini kabul ettiğini söylüyor. Tekrar hatırlatmak istiyorum, eski Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas üç yıl boyunca Sayın Eroğlu’dan görüşmelerin üzerinde anlaşmaya varılmış olan zeminde ve kaldıkları yerden devam etmesi için BM Genel Sekreteri’nin önünde üstlenmiş olduğu taahhüde saygı göstermesini istiyordu. Sayın Eroğlu bir yandan taraflar arasındaki görüş birliklerine ve üzerinde anlaşmaya varılmış olan zemine saygı göstereceğini söylerken, aynı esnada iki ayrı devletten söz etmeye, tek ve bölünmez egemenliği kabul etmemeye devam etmekte, bunun sonucu olarak da görüşmeler hala başlayamamaktadır.
Kalmış olduğumuz yerden devam edilmesi konusunda sözlü taahhüdün pratikte yaşama geçirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur, çünkü sadece bu şekilde, ortak açıklama yapılabilecek ve kapsamlı çözüm hedefiyle tam teşekküllü bir müzakere yeniden başlayabilecektir. Böylesi bir gelişme şüphesiz Kıbrıs’ın ve tüm Kıbrıs halkının, adanın iki toplumunun, Yunanistan’ın, Türkiye’nin, Avrupa Birliği’nin çıkarlarına ve bu kadar hassas bir durumda olan bölgemizde barış ve istikrara hizmet edecektir.
20.1.2014