Home  |  Konuşmalar   |  İstanbul Kültür Üniversitesi’nde Kıbrıs’la ilgili 9. Yuvarlak Masa toplantısında AKEL Merkez Komitesi Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

İstanbul Kültür Üniversitesi’nde Kıbrıs’la ilgili 9. Yuvarlak Masa toplantısında AKEL Merkez Komitesi Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

 

Bu seminere katılmam ve seminerdeki konuşmacılarından biri olmam için yapmış olduğunuz davet için size çok teşekkür ederim. Kıbrıslırumlar ve Türkler arasında doğrudan iletişimin olmasını önemli gördüğüm için bu davetin özel bir önemi olduğu düşüncesindeyim. Birbirimizin gerçek niyetini sadece doğrudan iletişim aracılığıyla öğrenebiliriz. Bizi ayıran anlaşmazlıkların çözümüne ulaşmamıza izin verecek koşulları sadece diyalog aracılığıyla inşa edebiliriz. Özellikle Kıbrıs sorunu gibi bu kadar karmaşık ve uzun yıllardır devam eden bir sorun tartışılırken, İstanbul Kültür Üniversitesi Global Political Trends Center gibi saygın bir araştırma merkezi tarafından organize edilen böylesi seminerlerin değerli sonuçların çıkarılmasına götürebileceği görüşünü taşımaktayım.

 

Kıbrıs ve Kıbrıs tarihini inceleyen bir kişi adamıza bir nimetin bahşedildiğini ve aynı zamanda adamızın sırtına bir de lanetin yüklendiğini söyleyebilir. Avrupa, Asya ve Afrika’nın kavşağında bulunan Kıbrıs önemli bir coğrafi konuma sahip olmanın nimetini yaşadı. Böylece önemli bir ekonomik merkez haline gelerek ve kültürel hazinesini zenginleştirerek çeşitli halklar arasında köprü ülke olmanın mutluluğunu yaşama şansına sahip oldu. Ne yazık ki tam da aynı sebeplerden dolayı Kıbrıs lanetli olarak da görülebilir. Önemli coğrafi konumu yüzyıllar boyunca onu fethetmek için pek çoklarını cezbeden bir öğe oldu. Her tarihi dönemin güçlüleri bütün bölgeyi kontrolleri altında tutabilmek için Kıbrıs’a sahip olmayı hep arzuladılar.

 

Bu nedenle Kıbrıs halkı da yeryüzündeki pek çok halk için anlaşılır olan özgürlük ve barış için yıllar boyu mücadele etmeye mahkûm oldu. Adanın yakın tarihi de bunu doğrulamaktadır. 1974’ten, hatta 1960’tan da önce Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler adanın bir ucundan öbür ucuna kadar hep birlikte yaşıyorlardı. Bölücü anlayışlar ve ayrılıkçı hatlar olmaksızın iki toplum aynı yaşam koşullarında aynı mutlulukları ve üzüntüleri, aynı sevinçleri ve acıları paylaşıyorlardı. Ortak hedefleri vardı ve birlikte ortak mücadeleler veriyorlardı. İngiliz sömürgeciliğinin Kıbrıs halkına dayattığı çetin yaşam koşulları Kıbrıslırumları ve Kıbrıslıtürkleri hakları için birlikte mücadele etmeye yöneltti. Kıbrıs işçi mücadeleleri tarihine bir bakış, sosyal ve siyasal haklarını kazanmak için verdikleri mücadelelerde Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk çalışanların birliğini görmek için yeterlidir. Halkımıza damgasını vuran çeşitli olaylardan önce Kıbrıs’taki yaşama bakıldığında, Kıbrıs’ın yakıcı güneşinin altında Kıbrıs toprağını besleyen emeğin ve alın terinin Andreas’ın mı yoksa Ali’nin mi olduğunu kimse ayırt edemezdi. Yan tarafındakinin Hıristiyan ya da Müslüman olduğunu kimse ayırt edemezdi.

 

Elbette bunda istisnaların da var olduğu görmezden gelmek istemiyorum. Nüfusu daha küçük bir toplum olan Kıbrıslıtürklerin adada ikincil bir rolde sınırlandırılmaları gerektiği görüşünde olan Kıbrıslırumlar da vardı. Ancak bu, Kıbrıslırumların çoğunluğunun iradesini yansıtmıyordu. Özellikle de hem geçmişte, hem bugün Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin aynı toprak ananın evlatları olduğu ve ortak vatanları karşısında aynı haklara ve sorumluluklara sahip oldukları görüşünde olan Sol’un iradesini kesinlikle yansıtmıyordu. Diğer yandan elbette Kıbrıslırumları düşman olarak gören Kıbrıslıtürkler de vardı.

 

Bu kadar önemli jeostratejik konumu olan Kıbrıs’ın da 1940’lı, 1950’li ve 1960’lı yılların uluslararası koşullarından etkilenmemesi mümkün değildi. İkinci Dünya Savaşı’nın sonu, savaşı kazananlar arasındaki rekabetler ve sömürgecilikten kurtuluş hareketinin gelişmesi Kıbrıs tarihine de damgasını vurdu. O dönemde, Kıbrıs halkının sömürgeciliğe karşı mücadelesi yükseldi, ancak iki toplum artık farklı yörüngelere sokulmuştu. Enosis ve Taksim sloganları altında toplumlararası çatışmalar yoğunlaştı. Elbette ki bunun tek sebebinin, Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin hedeflerine ulaşmak için kullanmayı seçtikleri taktiğin sonucu olduğu söylenemez. Kıbrıs’ta nüfuzunu sürdürmek için altın fırsatı iki toplumun çatışmasında gören İngiliz politikasının da bunda sorumluluğu vardır. Böylece Kıbrıs sorunu Kıbrıs’ın İngiliz sömürge boyunduruğundan kurtulması meselesinden, İngilizlerin Yunanistan ve Türkiye’yi de sürece katarak hakem rolünü oynamaya başladıkları toplumlararası anlaşmazlık meselesine dönüştürülmesi sağlandı.

 

Bu çalkantılı ve olaylı süreç içerisinden 1960’ta Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına götürüldük. Kıbrıs devletinin kuruluşunun başka olguların yanı sıra, adada yabancı orduların ve üslerin kalması yükünü de beraberinde getirdiği iyi bilinmektedir. Ayrıca bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti dıştan getirilen bir Anayasa temelinde işleyecekti. Tüm bunlara rağmen, Kıbrıs’ın bağımsızlığının yurdumuz ve halkımız için büyük ve nitel bir adımı teşkil ettiğinden kimse şüphe edemez. Bağımsızlığın Kıbrıslılar için, asırlardır süren boyunduruğa ve esarete son veren en önemli kazanım olduğundan ve yeni perspektiflere yol açtığından kimse şüphe edemez. Bağımsızlığın Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin birlikte ilerlemelerinin devamı için yeni perspektifler yaratan ve çatışmaların çalkantılı yıllarının kara parantezini kapatabilecek bir gelişme olduğundan kimse şüphe edemez. Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler olarak birlikte yöneteceğimiz iki toplumlu üniter bir devletin çatısı altında birlikte çalışmamızın o noktadan itibaren mümkün hale gelmiş olduğundan kimse şüphe edemez.

 

Ne yazık ki hepimiz aynı planlara ve arzulara sahip değildik. Kıbrısrum toplumunda kimileri Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi için bağımsızlığın bir basamak olduğu görüşündeydiler. Kıbrıstürk toplumunda da aşırı uç unsurlar bağımsızlığı taksim için basamak olarak gördüler. İki toplumda da bu unsurlar Kıbrıs Cumhuriyeti’ni içten içe kemirdiler. Böylece Kıbrıs dışındakilere Kıbrıs’a yönelik emellerini ve planlarını öne çıkarmaları için bekledikleri bahaneyi sundular.

 

Yabancı planların yaşama geçirilmesi için 1974 olayları hazırlandı ve gerçekleştirildi. Soğuk Savaş döneminde dünyanın her hangi bir yerinde bir yaprak dahi sallansa NATO’cuların rüzgârın yönünü bile kontrol etmek istediklerini unutmayalım. Özellikle, Başpiskopos Makarios’un bağlantısız dış politikada inatla ısrar etmesini ve ABD’ye üsler verilmesini reddetmesini göz önüne alırsak, bağlantısız, askersizleştirilmiş ve barışçıl bir Kıbrıs onların planlarına hizmet etmiyordu. Bunun için NATO da kendi jeopolitik ve jeostratejik çıkarlarına hizmet için toplumlararası çalkantıları kullanmayı hedefledi. 1974’un kara yazında kendi planlarını yaşama geçirmek için iki toplumda da milliyetçileri ve şovenleri, Atina Cuntasını ve Türkiye’yi kullandı. Darbe ve Anayasal düzenin bozulmasıyla kendisine verilen fırsatı gerekçe olarak kullanan Türkiye Kıbrıs’ı istila etti. Kullandığı “gerekçeler”den bağımsız olarak, Türkiye’nin adaya yönelik çıkarlarını öne çıkarmak için kendisine yegâne fırsatın verildiği değerlendirmesini yaptığı açıkça görülmektedir.

 

20 Temmuz 1974 Kıbrıs halkının tümüne pek çok acılar getirdi. Ölümleri, göçmenliği, kayıpları, adaya yığınsal nüfus taşınmasını ve Kıbrıslıların insan haklarının ayaklar altına alınmasını getirdi. Uluslararası toplum 1974 olaylarıyla ilgili net tavır takındı. Kendisi için Kıbrıs sorununun bir istila ve işgal sorunu olduğunu net bir biçimde ortaya koydu. BM kararlarıyla Kıbrıs sorununun çözüm çerçevesini netleştirdi. Aynı zamanda BM sorunun çözüm aracı olarak Kıbrısrum ve Kıbrıstürk toplumları arasında görüşmeler sürecini belirledi. Hatta bu süreci kendi himayesi altına aldı. O zamandan beri, Kıbrıs sorununa Birleşmiş Milletler çerçevesinde barışçıl çözüm için çabalar ortaya konulmaktadır.

 

Eğer Kıbrısrum tarafı, bazılarının sunmaya çalıştığı gibi, dogmatik ve uzlaşmaz olsaydı farklı bir yaklaşımı olurdu. Ancak Darbe ve istilanın ardından koşulların bütünüyle değiştiğinin bilincinde olarak Kıbrısrum tarafı büyük bir uzlaşma hareketinde bulundu. Adanın yeniden birleşmesi için çerçeve olarak iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümünü kabul etti. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin iki oluşturucu birimden oluşacağını ve her birimin bir coğrafi bölgeyi yöneteceğini kabul etti. Aritmetik olamayacağını netleştirerek siyasi eşitliği kabul etti. Çözümün tek egemenlikli, tek vatandaşlıklı ve tek uluslararası kimlikli birleşik bir devlete götürmesi gerektiğini daha başından itibaren net bir şekilde ortaya koydu. Çözümün endişeleri giderip her iki toplumda da var olması gereken güvenlik duygusuna yanıt vermesi gerektiğini kabul etti. Bu çerçevede, AKEL her şeyi tartışmaya hazırdır. Birleştirici ve işler olmaları koşuluyla olası tüm önerileri incelemeye hazırdır.

 

Kıbrıs sorunun bugünkü şekliye var olduğu 36 yılda sorunun çözümü için çok uğraşı verildi. Tüm bu yıllarda kimin sorumlu olduğuna ilişkin çok şey söyleyebilirim. Ancak istenenin bu olmadığı görüşündeyim. İstenen, her iki toplum tarafından da kabul edilebilecek bir anlaşmaya nasıl varabileceğimizdir. Kıbrıs sorununu nasıl çözebileceğimizdir.

 

Tezimiz, gelişme halinde olan çabanın Kıbrıs sorununun kaderi açısından belirleyici olacağıdır. Sorunun çözülüp çözülmeyeceğini ya da bölgede çekişme ve istikrarsızlığın sonsuza dek devam edip etmeyeceğini etkileyeceğidir. Sorununun olası çözümsüzlüğü Türkiye’nin Yunanistan ile ilişkilerinin iyileşmesine ve Avrupa perspektifine engel olmaya devam edecektir.

 

Çözümün nasıl başarılabileceğine yönelik bazı düşünceleri ortaya koyarken bazı meseleleri netleştirmeyi gerekli görüyorum.

 

Hem Cumhurbaşkanı, hem de AKEL Kıbrıs sorununun çözümünü ülkemiz ve halkımız için tek seçenek olarak görmektedir. Sorunun olası devamı ya da statükonun sürdürülmesi bizim için çok olumsuz bir gelişmeyi teşkil etmektedir. Böylesi bir durum sonsuza kadar devam etmeyecektir. Tam tersine, bir süre sonra, hem Kıbrıslırumlara hem de Kıbrıslıtürklere acı verecek gelişmelere kayma olasılığıyla aşamalı bir biçimde kötüleşecektir.

 

Ancak böylesi bir olasılığın, bizi, Kıbrıs halkının bütününün çıkarlarına ters olacağı değerlendirmesini yapacağımız bir çözümü kabul etmeye yöneltmesinin söz konusu olmadığını net olarak belirtiyorum.

 

Çözüme ilgi duyan ya da çözümden yararı olacak olan herkesin bunu bilmesi ve dikkate alması önemlidir.

 

Bir konuyu daha netleştirmek istiyorum. 2004 referandumunun ardından, çözümle ilgili olarak Kıbrıslırumların gerçek niyeti konusunda bazı çevrelerde yoğun bir şekilde olumsuz bir görüş yaratıldı.

 

Kıbrıs’ın Avrupa Birliği’ne girmesiyle Kıbrıslırumların rahatladıkları ve çözümü arzulamadıkları yönünde bir izlenim yaratıldı. Bunun yanlış bir izlenim olduğunu söylememe müsaade ediniz. Kıbrıslırumların çoğunluğu için bu geçerli değildir. Kıbrıslırumlar Annan Planı’nı endişelerini dikkate almayan, haksız ve dengesiz bir plan olarak değerlendirdikleri için reddettiler. Daha ilk andan itibaren Annan Planı’nın reddinin yolun sonu olmadığını netleştirdik. Her halükarda bundan Kıbrıslırumların çözümü reddettikleri sonucu çıkarılamaz.

 

Kıbrıslırumların çoğunluğunun çıkarı toprağın ve Kıbrıs halkının bölünmesinden yana değildir. Hem AKEL olarak biz, hem de Cumhurbaşkanı herkese bu mesajı vermek istiyoruz. Dimitris Hristofyas ve AKEL olarak biz Kıbrıs sorununa bütünsel bir çözüm bulunması hedefine bağlıyız. Ancak çözümün ülkenin egemenliğini, toprak bütünlüğünü, bağımsızlığını ve birliğini sağlaması gerektiği konusunda ısrar ediyoruz. Kıbrıslıların tümünün insan haklarını ve temel özgürlüklerini sağlaması gerektiği konusunda ısrar ediyoruz. Adayı, halkı, kurumları ve ekonomiyi yeniden birleştirecek bir çözümü hedefliyoruz. Avrupa Birliği’nin dayandığı değer ve ilkelerle uyumlu olacak bir çözümü hedefliyoruz. Bu hedefle, Dimitris Hristofyas Kıbrıstürk toplumu lideriyle üzerinde anlaşmaya varılan ve en azından teorik düzeyde net bir zeminde doğrudan müzakerelerin başlaması yönünde ilerledi.

 

Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın Kıbrıs sorunun çözümü için kararlılığının açık gerekçeli bir temeli vardır ve müzakerelerin iki yılı aşkın süresinde de bu kararlılığın kanıtlanmış olduğu görüşündeyiz. Çözümsüzlüğün kimsenin çıkarına hizmet etmediği Cumhurbaşkanı ve bizim için nettir. Çözümsüzlük ne Kıbrıslırumlara, ne Kıbrıslıtürklere, ne de Türkiye’ye hizmet eder. Bugünkü durumun sonsuza dek sürmesi Kıbrıs halkının hem bugününü hem de yarınını ağırlaştırır. Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler kendi ülkelerinde göçmen olarak kalmaya devam eder. Tüm olanakları ile gelişen bir vatanın yararlarından faydalanamazlar. Geleceğin kendilerine barış ve istikrarı değil, kalıcı zıtlaşma tehdidi getireceğini uyarısında bulunan ordularla günlerini yaşarlar. Hepimiz biliyoruz ki Kıbrıslırum-Kıbrıslıtürk, Kıbrıs halkının tümü için kalkınmanın, ilerlemenin ve refahın olması için kalıcı barış, güvenlik ve istikrar şarttır. Bizim hedefimiz de budur.

 

Kıbrıs sorunu nedeniyle Türkiye’nin de Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde engellerle karşılaşacağını tekrar ediyorum. Hem AKEL olarak biz, hem de Cumhurbaşkanı Hristofyas Türkiye’nin Avrupa yönelimini destekliyoruz. Türkiye’nin Birliğe tam üyelik süreci Kıbrıs sorunun çözümünü bir katalizör olarak etkilemekte ve Türkiye’ye de tüm düzeylerde yarar sağlamaktadır. Ancak Türkiye Avrupa Birliği ve Kıbrıs Cumhuriyeti karşısındaki yükümlülüklerini yerine getirmeksizin bu sürece destek verilmesine devam edilemez. Yakın bir süre önce bir Türk gazetesinde yayınlanan söyleşide de Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın ortaya koyduğu tutum karakteristiktir. Türkiye’nin kendi kendisine yardımcı olması koşuluyla, Türkiye’nin Avrupa sürecini Kıbrıs Cumhuriyeti’nin engellemeyi, başlıkları gerekçesiz bir şekilde kapalı tutmayı hedeflemediğini orada bir kez daha teyit etmiştir.

 

Türkiye’nin tam üyelik süreci ilerlemezse Asya’ya yöneleceği ve bunun Kıbrıs’a zarar vereceği görüşü Türk yetkililer ve başkaları tarafından şantaj edici bir biçimde ifade edilmektedir. Böylesi bir gelişmenin olumsuz olacağını reddetmiyoruz. Ancak böylesi bir tutum her şeyden önce, birleşik faaliyetleriyle çok yönlü fırsatlar sunan bir ülkeler birliğinin eşit üyesi olarak işbirliği olanaklarını kaybedecek olan Türkiye’ye ve Türk halkına zarar verecektir. Bu işbirliği bazı hedeflerini yaşama geçirmede Türkiye’ye büyük yararlar sağlayacaktır. Böylesi bir şantaja boyun eğmemizin beklenmesi anlaşılabilir değildir.

 

Son olarak, Kıbrıs sorununun ilkeler temelinde çözümünün adada kalıcı ve sürekli barışı sağlayacağı ve Doğu Akdeniz’de ve Orta-Doğu’da istikrarı güçlendirip Kıbrıs’ın olduğu kadar Yunanistan’ın, Türkiye’nin ve Avrupa Birliği’nin de çıkarlarına hizmet edeceği açıkça bellidir.

 

Ancak daha önce vurguladığım gibi, Cumhurbaşkanı’nın çözüm için kararlı ve hazır olduğu kesindir ve bu açıkça görülmektedir. Dimitris Hristofyas müzakerelerin ilerlemesi ve üzerinde anlaşmaya varacağımız çözüme ulaşmamıza müsaade edecek öylesi bir ilerlemenin kaydedilmesi için mümkün olan her şeyi yapmaktadır. Çözüme ulaşabilme yolunda karşılaşacağımız zorluklarla ilgili olarak hiçbir şekilde hayal dünyasında yaşamıyoruz. 36 yıldır yaşanan bölünme çok uzun bir süredir ve bu süre çözülmesi zor yeterince sorun yaratmıştır. Fakat bu sorunları aşmamız bizim elimizdedir yeter ki her iki tarafta da niyet olsun. Cumhurbaşkanı Hristofyas bu sürecin Kıbrıs sorununun çözümüyle sona ermesini istediğini pratikte göstermiştir. Müzakerelere, olumsuzluklardan ya da kısır ret edici niyetlerden etkilenmeksizin samimi ve gerçekten iyi niyetle katılmaktadır.

 

Mantıki, gerçekçi ve uygulanabilir öneriler sunmaktadır. Üzerinde anlaşmaya varılanlarla uyumlu ve Birleşmiş Milletler kararlarını, uluslararası hukuku ve Avrupa hukukunu dayanak alan ve aynı zamanda 1974’ten sonra Ada’da yaratılan koşulları dikkate alan öneriler sunmaktadır. Üzerinde anlaşmaya varılan iki bölgeli iki toplumu federasyonu hedefleyen öneriler sunmaktadır. Sadece Kıbrıslırumların değil, Kıbrıslıtürklerin de ve bütününde Kıbrıs halkının çıkarlarını dikkate alan öneriler sunmaktadır. Kısacası, işgal ile bölünmenin yarattığı sorunlara çözümler getiren ve aynı zamanda Birleşmiş Milletler kararlarını saygılı öneriler sunmaktadır. Bu önerilerden bazıları onu başka siyasi partilerle çatışmaya götürmüş olsa da bu onu durdurmamaktadır. Yönetim konusundaki önerisi güçlü ve karakteristik bir örneği teşkil etmektedir. Bu öneri, Birleşmiş Milletler belgelerinde tarifi yapıldığı şekliyle siyasi eşitliği sağlayan bir dizi supapla Kıbrıslıtürklerin merkezi federal hükümete ve devlete sonuç alıcı katılımının sağlanmasını içermektedir. Kıbrıslıtürklerin kararların alınmasına katılımını ve dönüşümlü başkanlığı öngörmektedir. Dengelendirilmiş ve çapraz oy hususu Kıbrıslırumlar ile Kıbrıslıtürklerin gelecekte olası zıtlaşmaları olasılığını sınırlayarak, iki toplumun aralarında işbirliği yapma perspektifini yaratmaktadır. Bu öneriye maalesef Türk tarafından gerekli olumlu yanıt gelmedi. Ne de Cumhurbaşkanı’nın müzakere sürecine ivme kazandırmak ve olumlu katkı yapması için Türk tarafını teşvik etmek amacıyla sunduğu üçlü öneriye olumlu yanıt geldi. Mülkiyet başlığının toprak ve muhaceret, yabancıların vatandaşlığı ve iltica başlığıyla bağlantılı bir şekilde ele alınması ve Güvenlik Konseyi’nin Mağusa ile ilgili 1984’teki 550 Sayılı kararının Türkiye tarafından uygulanması gerekli hareketliliğin yaratılmasına müsaade edecek ve Türkiye’nin tam üyelik sürecine önemli yardımda bulunacak birinci derecede bir fırsatı teşkil etmektedir.

 

Türk tarafı tüm bu önerileri ve Dimitris Hristofyas’ın girişimlerini reddetmekte ve Kıbrısrum tarafınca kabul edilemeyecek karşı tezler önermektedir. Bunlar bizim tarafımızdan ve Hristofyas tarafından kesinlikle kabul edilemeyecek önerilerdir.

 

Mağusa konusunda, kentin sakinlerinin Kıbrıstürk yönetimi altında evlerine dönmeye davet edilmeleri olasılığının bir süreden beridir tartışılmakta olduğunu duymaktayız. Böylesi bir öneri ne Kıbrısrum tarafınca kabul edilecektir, ne de ortamın iyileşmesine katkıda bulunacaktır. Böylesi bir öneri BM’in ilgili kararları ile de çatışır. Eğer böylesi bir şeyi kabul edersek nerede duracağız?

 

Ercan hava alanının açılması karşılığında Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyeti karşısında Ankara Protokolü ve Ek Protokol’den kaynaklanan yükümlülüklerinin bir kısmını yaşama geçirmesi yönünde görüş ifade ediliyor. Kötü bir çözüme gitmemek için Kıbrıs Cumhuriyeti olarak sahip olduğumuz korunma kalkanımız uluslararası hukuk ve uluslararası örgütlerin karar ve oylamalarıdır. Bunların altını oyan görüşleri kabul etmemiz bizden nasıl beklenir? Türkiye’nin Avrupa Birliği karşısında üstlenmiş olduğu yükümlülükleri yaşama geçirmesi için bizden tavizlerde bulunmamız nasıl beklenir?

 

Aynı şey, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin olmayacağı dörtlü veya beşli konferans düzenlenmesiyle ilgili öneri için de geçerlidir. Şekilci değiliz. Ancak yaşam mücadelesi veriyoruz. Daha önce belirttiğim çerçevede uzlaşmalara gitmeye ve hedefimizi muhafaza edecek önerileri kabul etmeye hazırız. Ancak başka bir yere götüren önerileri asla kabul etmeyeceğiz.

 

Özlü ilerleme olması için Türk tarafını gerekli adımları atmaya çağırıyoruz. Ancak bu adımlar söylediklerimi dikkate almalıdır. Cumhurbaşkanı ve AKEL olarak biz Kıbrıs sorunun çözümü için kararlı ve hazırız. Fakat ülkemizin yeniden birleşmesi isteğimiz için, üzerinde anlaşmaya vardıklarımızla ve uluslararası hukukun öngördükleriyle çatışan herhangi bir unsuru kabul edeceğimiz mesajını hiçbir şekilde vermek istemiyorum. Çözümün uzlaşma unsurunu içereceği bizim için açıktır. Ancak işgalin ülkemize getirdiği acılarla değil, Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızla bir uzlaşma. Bunun için de çözümün BM Güvenlik Konseyi kararlarını ve Yüksek Düzey Antlaşmaları’nı temel alması gerektiği konusundaki uzun yıllara dayalı görüşlerimizde ısrarlıyız. Çözümün tek egemenlikli, tek vatandaşlıklı, tek uluslararası kimlikli bir devlet için Birleşmiş Milletler kararlarında belirlendiği şekilde siyasi eşitlikli iki bölgeli iki toplumlu federasyon olması gerektiği konusundaki görüşümüzde ısrarlıyız. Yeniden birleşmiş Kıbrıs’ta Kıbrıslıların tümünün, sınırlama ve yasaklamalar olmaksızın, haklarından ve özgürlüklerinden yaralanması gerektiği görüşümüzde ısrarlıyız.

 

Kıbrıs için vizyonumuz budur. Bu vizyonu gerçekleştirebileceğimize samimi olarak inanıyoruz. Engelleri aşmak için, üzerinde anlaşmaya varılanları dayanak alıp yapıcı ve samimi bir şekilde çalışalım. Kıbrıs halkının yabancı çıkarların esiri olmasını isteyen geçmişin lanetinden ülkemizi kurtarmayı başaralım. Geleceğimizin tarihini biz yazalım ve geçen yılların acı tarihini değiştirelim.

 

Binlerce yıl önce mitini bahşetmek için ülkemizi seçen güzel ve özgür Afrodit’in adamızın köpüklü dalgalarından çıktığı gibi, biz de Kıbrıs’ı kudurmuş acılar denizinin dalgalarından çıkaralım; Kıbrıs’ın yeniden doğuşunu gerçekleştirip özgür, yeniden birleşmiş ve barışçıl bir Kıbrıs’ı yaratalım.

 

Türkiye’nin kendi hedeflerine de doğru ilerlemesinde bunun yardımcı olacağında ısrar ediyorum.

 

Davetiniz ve misafirperverliğiniz için bir kez daha teşekkür ediyorum.

PREV

AKEL ve CTP Mağusa İlçe Örgütleri’nin gerçekleştirdiği yeniden yakınlaşma etkinliğinde AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

NEXT

EDON’un Troodos gezisinde AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma