EDON’un 20. Kongresi’nde AKEL M.K. Genel Sekreteri Stefanos Stefanu tarafından yapılan konuşma
Ortak mücadele arkadaşlarım,
Siyasi yaşamımda bütün bu yıllar boyunca konuşmalarıma kişisel bir ton vermekten genellikle kaçınıyorum. Ancak bugün böyle yapmamam gerektiğini hissediyorum.
Çünkü eğer bu kürsüden duygulanıp kişisel olarak konuşmazsam, karşınızda samimi olmayacağım demektir.
Benim için EDON, sadece içinde daha genç yaşta yer aldığım gençlik örgütü değil, ikinci evim ve ikinci ailemdi.
Onu karış karış tanışma şansına ve onuruna sahip oldum. Olağan üye konumundan örgütün Genel Sekreteri konumuna kadar.
Bu yüzden bugün sizinle bir araya geldiğimde, bizi birleştiren her şeyin nabzını, heyecanını ve coşkusunu hissedebiliyorum.
Aramızdaki yaş farkına rağmen, bize ilham vermeye devam eden her şey için. Bizi bir yumruk gibi birbirimize bağlayan her şey için.
Bu heyecan o kadar güçlü ki beni çok gerilere PEOM saflarında yer aldığım öğrencilik yıllarıma kadar götürüyor. Böylece oradan başlayıp, devletin bu tür taleplere karşısında sağır olduğu bir dönemde öğrencilerin sendikal hareketinin tanınması için verilen mücadeleleri hatırlayabilirim.
Yüksek öğrenim dönemim hakkında, Kıbrıs yüksek öğrenim öğrencileri hareketinin büyük kısmının yurt dışında ve o zamanlar özellikle var olan sosyalizm ülkelerinde olduğu dönem hakkında daha fazla şey söyleyebilirim. Bu ülkeler çocuklarını okutma imkânı olmayan binlerce dar gelirli aileye sundukları burslarla bu olanağı verdiler.
1980’lerden söz ediyorsak da o zamanlarda Kıbrıs’ta henüz devlet üniversitesi yoktu. Kıbrıs’ta bir devlet üniversitesinin kurulmasına Sağ’ın önemli bir kısmı karşı çıkarken, Sol bu üniversitenin kuruluşunda belirleyici bir rol oynamıştı. Bir Üniversitenin kurulmasına karşı çıkmak akıl alır bir şeyse!
O dönemin Kıbrıs Üniversite Öğrencileri ve Genç Bilim İnsanları Federasyonu’nun (POFNE) kongreleri hakkında saatlerce konuşabilirim. Dünya gençlik festivalleri, Kıbrıs için sayısız dayanışma etkinliği, aynı zamanda mücadele eden başka halklar için de dayanışma etkinlikleri.
Kıbrıslı Türklerle iletişimin son derece zor olduğu ve çeşitli “süper vatanperverlerin” Türkiye’nin işgalini yeniden yakınlaşma faaliyetlerimizle güya meşrulaştırdığımızı iddia ederek bizi suçladığı ortak etkinliklerimize de saatlerce atıfta bulunabilirim.
Dünya gençlik ve öğrenci festivallerinden, EDON festivallerinden söz edebilirim.
Geçmişe atıfta bulunmak çok cazip olsa da buna kapılmayacağım. Bugün daha fazla önemli olan bir şeye, bence bir gencin EDON’a katılarak öğrendiklerine işaret edeceğim.
Bunu size büyük Che Guevara’nın şu sözleriyle anlatacağım: “Biz gerçekçiyiz, imkansızı hedefliyoruz.”
Yani yarına bakarak, Solcular olarak vizyon edindiğimiz geleceğe bakarak, bugünün talepleri için mücadele ediyoruz.
Sosyal ve ekonomik olarak ayrıcalıklılara değil, halkın çoğunluğunun refahına odaklanan daha adil bir toplumun olacağı bir geleceği vizyon ediniyoruz, hedefliyoruz.
EDON’un tüm varlığında hâkim olan anlayış budur ve AKEL’in faaliyetlerinin ana özelliği de budur. Gerçekçi olup, imkansızı başarmayı hedeflemek!
Sol politikanın en önemli unsurlardan biri, sosyalizm vizyonu ile mevcut sistem koşullarında faaliyetleri arasındaki diyalektik ilişkinin biçimlendirilmesidir.
Küresel deneyim, Sol’un vizyonundan, nihai hedeflerinden vazgeçmeden, dönemin büyük meselelerine karşı koymada önemli rol oynadığında büyüdüğünü, tarihsel gelişmelerin ön sahnelerinde yer aldığını ve böylece Sol’un vizyonunun, ideolojisinin, ideallerinin ve değerlerinin bilinçleri kazandığını göstermektedir.
Kıbrıs Solu doksan beş yıldır bu şekilde mücadele ediyor, siyaseti uyguluyor ve bu nedenle de büyüdü, devleşti, kitleselleşti. Bu nedenle, önde gelen bir role, güçlü bir ses ve söz hakkına sahip olarak herkes tarafından saygı duyulan büyük bir siyasi güç haline geldi.
İnsani ve nitel olarak daha ileri bir toplumu hedefleyen vizyonumuz, faaliyetimizi hiçbir zaman kesintiye uğratmadı. Halkımızın karşı karşıya olduğu mevcut sorunlara karşısında bizi hiçbir zaman kayıtsız kalmaya götürmedi. Ülkemizde ve tüm dünyada yaşanan, ortaya çıkan olumsuzluklara bizim inanmadığımız bir sistemin yol açtığı ve bu nedenle de bunların bizim meselemiz olmadığı şeklindeki bir algıya asla kapılmadık. Doğası sonucu çıkmazlar yaratan kapitalizm hakkında “kapitalizm böyledir, çıkmazlara yol açar ve hiçbir şey değişemez” türünden anlayışlara kapılmadık.
Biz dünyayı değiştirmeyi ve değişim perspektifinin yolunu açmayı istiyoruz.
EDON’da analizlerle, yorumlarla sınırlı kalmamayı öğrendik.
Yurdumuzu, halkı, emekçileri, genç nesli savunmak için mücadelelerin ön saflarında yer almayı öğrendik.
Yeni kazanımlar için öne atılmayı öğrendik.
Kayıtsız kalmamayı, acı çeken, hayatta kalma mücadelesi veren ülkeler ve halklarla dayanışma içinde olmayı öğrendik.
EDON’da Bunları öğrendik. AKEL’de ve Sol’da bunu yapmaya devam ediyoruz.
EDON çalışmaları ve faaliyetleri aracılığıyla gençlere bunları öğretmeye devam etmelidir.
EDON’cu gençler,
Eminim ki sizden yaşlı olan bizlerin kendi dönemimiz hakkında konuştuğumuzu, “Bizim zamanımızda şunu yaptık, bunu yaptık” dediğimizi çok kez duymuşsunuzdur.
Geçmişten söz etmek kimilerimiz için çok çekici ve nostaljik olabilir. Ancak her dönemin kendine has özellikleri, öncelikleri, zorlukları ve sorunları olduğunu asla unutmayın. Zorlukların etkin bir şekilde karşı koymanın yolu farklı dönemlerden uygulamaların ve politikaların kopyalanmasında bulunmuyor. Dogmatizm ve geçmişe hapsolmak yanlış değerlendirmelere, yanlış kararlara ve yanlış politikalara götürür. Geçmişe günümüzün verilerinin ve durumlarının prizmasından yaratıcı bir şekilde yaklaşmalıyız.
Sizden daha yaşlı olan bizlerin genç neslin siyasallaşmasına, kitlesel olarak örgütlenmesine ve harekete geçmesine yardımcı olan koşulların olduğu dönemlerde yaşadığımız bir gerçektir.
Darbe ve istila ile Kıbrıs aleyhine işlenen çifte cinayetin ve daha öncesinde olanların sonuçlarının yaşandığı bir dönemde, Kıbrıs trajedisine yol açan suçluların yargılanması ve cezalandırılması talebiyle kitlesel bir biçimde yollara dökülüyorduk, dernekleri ve etkinlik salonlarını tıka basa dolduruyorduk. Faşizme, emperyalizme ve milliyetçiliğe karşı, toplumu ve insanlığı aşağılayan her şeye karşı çıkarak Theodorakis’in ve Loizos’un şarkılarını birlikte söylemek için bir gitar, bir buzuki ile bir araya geliyorduk.
Tüm bunlar 1960’lı ve 1970’li yıllarda kitlelerin nükleer silahlara, cuntalara, ABD’nin Vietnam’daki kirli savaşına karşı radikalleşmenin olduğu bir dönemde yaşanıyordu.
Bugün ise durum farklı. Bunu derken durumun düzeldiğini kastetmiyorum. Tam aksine! Bugün durum daha kötü. Eşitsizlikler artıyor, servet daha az kişinin elinde toplanmaya devam ediyor ve giderek daha fazla sayıda insan yoksulluğun eziyetlerini çekiyor. Yoğunlaşarak devam eden savaşlarla gezegenin güçlüleri dünyayı tekrar yağmalıyor. Kapitalizm, zenginliğin iki kaynağını, insanları ve çevreyi daha şiddetli bir şekilde yok etmeye devam ediyor:
İktidardaki elitler, ellerindeki modern araçlarla, kamuoyunu manipüle ederek, umudu yok ederek, sistem hakkında halkta yanılgılar, kaderci eğilimler yaratarak tepkileri yumuşatmaya ve etkisiz hale getirmeye özen gösteriyor. İnsanların doğru ve mantıklı düşünmesini engellemek için korku kullanılıyor, rasyonalizmin yerine popülizm, siyasi düşünceyi ortadan kaldırmak hedefiyle komplo teorileri öne sürülüyor.
Bütün bunlar sorunların köklerini tespit etmeyi daha da zorlaştırıyor. Sınıfsal ve siyasi rakibi daha da görünmez kılıyor. Siyasetten ve seçimlerden uzaklaşmayı, pasizmi, kaderciliği ve umutsuzluğu pekiştiriyor ve bunlar da aslında günümüz toplumlarının sefaletinin ve sorunlarının kaynağı olan durumun derinleşmesinden başka bir şeye yol açmıyor.
Korkunç bir çelişki döneminde yaşıyoruz. Demokrasi ve özgürlük dijital çağ ve iletişim teknolojilerindeki devrimle geliştirilmiş gibi görünse de, sahte bilgiler, sansür ve kamuoyunun manipülasyonu demokrasiyi her zamankinden daha fazla tehdit ediyor.
Medya, düzen ve siyaset arasındaki karmaşık çıkar ilişkileri ağı günümüzde çok tehlikeli boyutlara ulaşan en büyük meselelerden biridir. Bu çıkar ilişkileri ağı öylesi derin boyutlara ulaşmış durumda ki, seçim sonuçlarını belirliyor, halk düşmanı politikaları meşrulaştırıyor, düşünceyi kontrol ediyor, sanal gerçeklikler inşa ediyor ve sistem açısından sorun olmayacak şekilde sosyal ve siyasal davranışları biçimlendiriyor. Düşünür Uberto Echo, iletişim teknolojilerinde devrimin gerçekleşmesinden dahi önce çok doğru bir şekilde şöyle yazmıştı: “Bugün televizyon varken, diktatörlüklerini sadece aptallar tanklarla kuruyor”. Bunun bugün ne ölçüde yaşandığını bir düşünün!
“Hepsi aynı” ve “hiçbir şey değişmez” gibi yaklaşımlar günümüz toplumlarında kitlelerin düşünce ve davranışlarının manipüle edilmesiyle ortaya çıkan yaklaşımlardır. Ülkemizde oldukça popüler olan ve hükümette olanlar tarafından yaygın olarak kullanılan bu yaklaşımlar Sol’un sınıfsal yaklaşımına, akılcılığa, alternatif seçeneklere olan inancına, toplumsal ve siyasal alanda katılım ve eylem yoluyla değişimin gerçekleşebileceğine dayalı çalışmalarını daha da güçleştirmektedir.
Bu tür sosyal anlayışların ve davranışların, yaşadıkları acı gerçeklerden hayal kırıklığına uğrayan ve öfkelenen genç nesilde özellikle güçlü olduğu görülmektedir. Ancak düzen karamsarlık, hayal kırıklığı, tüm siyasi güçlerin eşitlenmesi, pasifizm, siyasetten uzaklaştırma ve apolitikleştirme yoluyla bu tepkiyi etkisiz hale getirmeyi başarmaktadır.
Bu, EDON’un gençleri örgütleme ve harekete geçirme konusunda karşılaştığı ek zorluklardan biridir. Değişime inancın olmadığı yerde, harekete geçmek için, eylem için motive edecek unsurlar da yoktur. Bu durumla mücadele etmek kolay değildir, ama zorunludur.
Faaliyetlerini ve eylemlerini geliştirme konusunda EDON’un yıllar boyunca edindiği deneyimi, bu tür olumsuz fenomenlerle başa çıkmada çok faydalıdır. Ve daha önce de söylediğimiz gibi, geçmişten öğrenmeli, ders almalıyız, ama dogmatik bir şekilde geçmişe takılıp kalmamalıyız. Güncel ve faydalı olanı yaratıcı bir şekilde değerlendirmeliyiz. Hayatın zaten geride bıraktıklarına yapışıp kalmamalı, bugüne denk düşen yeni çalışma yollarını ve yöntemlerini arayıp bulmalıyız.
Bize rehberlik etmesi gereken şey, geçmişte etkili olan ancak artık rollerini tüketen çalışma biçimlerinde ısrar etmeyip, günümüzde genç nesillere nasıl ve ne kadar etkili bir şekilde hitap ettiğimiz, onları heyecanlandırdığımız, harekete geçirdiğimiz olmalıdır.
Ortak mücadele arkadaşlarım,
Herkes ülkenin ve halkın ilerlemesi hakkında konuşuyor. İlerleme hakkında herkes kendisine göre bir içerik belirliyor. Fakat ilerleme ne anlama geliyor ve onu nasıl tanımlayabiliriz? Bence ilerlemenin en basit bir ölçütü çocukların ebeveynlerinden daha iyi koşullarda yaşayabilmelidir.
Dolayısıyla kaçınılmaz olarak şu soruya yanıt verilmesi gerekiyor: günümüzün Kıbrıs gerçekliğinde, siz gençler anne babanızdan daha iyi mi yaşayabiliyor musunuz? Durumu iyileştirme olasılığı, umudu var mı?
Bu iki sorunun cevabı hayır. Ne daha iyi yaşayabiliyorsunuz ne de durumu daha iyi hale getirme olasılığı ufukta görünüyor.
Ülkemiz ve toplumumuz karşı koymamız gereken çetin ve tehlikeli çıkmazlarla ve sorunlarla karşı karşıya bulunuyor ve ne yazık ki, ülkeyi dokuz yıldır yöneten DİSİ hükümeti sorunlarla ve çıkmazlarla baş etmekte yetersiz kalmayıp, bunlara neden olanın aslında kendisi olduğunu da kanıtlamıştır. DİSİ hükümeti sorunların parçasıdır, bu yüzden sorunları çözememektedir.
Bu durum daha devam edemez! DİSİ hükümetten gitmelidir ve bizim çalışmamızla, yoğun çabamızla gidecektir!
DİSİ’nin hükümete geçmesinden bu yana çıkar ilişkileri ağı ve yolsuzluklar doruğa çıktı ve uluslararası alanda Kıbrıs’ın saygınlığı zedelendi. DİSİ’nin hükümette olduğu dönemde boyunca, Kıbrıs’ın adı kara para aklama işleri ve dolandırıcılar için bir sığınakla eş anlamlı hale geldi. N. Anastasiadis’e Pandora Papers hakkında soru sormak için gazetecilerin yağmur altında beklemesi tesadüf değildir. Bu tabii ki yurt dışında yaşanan bir şey, çünkü Kıbrıs’ta hükümettekiler sorulara yanıt vermiyorlar. Medyanın büyük çoğunluğu üzerinde uyguladıkları kontrol ile monologları ve kendi gündemlerini oluşturmayı tercih ediyorlar. Kıbrıs’ta Cumhurbaşkanı kendisine bir şey sormaya cüret eden herkesi genellikle başından savıyor.
DİSİ hükümetinin bir diğer özelliği de Kıbrıs’ta yıllardır olmayan bir şey. On binlerce yurttaşımızın ve özellikle pek çok gencin karşı karşıya olduğu sosyal ve ekonomik güvensizlik. Artık bu ülkedeki insanların çoğu için hiçbir şey net, hiçbir şey kesin değil. Bu hükümet bir gecede mevduatları traşladı. Bir günde Kooperatifleri sattı. Meclis’te yapılan bir oylamada, insanların bir ömür boyu emekleriyle yarattıklarının satılmasına karar verdiler. Bu hükümet nüfusun dörtte birini yoksulluğun ve sosyal dışlanmanın eşiğine itti.
Hükümettekiler övünerek, işsizlik oranını düşürdüklerini söylüyorlar. Ama insanların ne tür işlerde ve hangi ücretlerle çalışmak zorunda kaldıklarından söz etmiyorlar. Kıbrıslı gençlerin çoğu, üstelik çoğu üniversite mezunu olan gençler, bir daire kirasının 600, 700 avroya ulaştığı koşullarda ayda 700 ve 800 avroya çalışıyor. Çoğu asgari haklarla ve korumasız olarak çalışıyor. Ev sahibi olmak artık ulaşılmaz bir hayal oldu. Gerekli yapıları ve gerekli desteği sağlayamayan bir toplumda aile kurmak çok zorlaştı.
Elbette halkın çoğunun yaşadıklarını yaşamayanlar da var. Hükümete yakın olup kendileri için farklı kurallar olanlar var. Hiçbir istihdam yeri olmadığında bile, onları bir yere yerleştirmek için istihdam yeri yaratıyorlar. Akrabalarını, arkadaşları ve sınıf arkadaşlarını kilit mevkilere atadılar. DİSİ’de çalışanları Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda asistan olarak işe aldılar ve bir gecede onları devlet memur statüsüne geçirdiler. Tek vasfı DİSİ’li olması olan bir kişinin nasıl işlerinin yoluna koyulduğunun tipik bir örneği olan Yannakis Yannakis’in eşi benzeri görülmemiş skandalını hepimiz hatırlıyoruz ve tüm bunlar gerçekten endişe verici.
Ancak hükümettekiler endişeli değil. Ve eğer skandallarından birini eğer kontrol edemezler ve ortaya çıkarsa, yapacakları basittir. Önce saklanırlar ve gürültü durana kadar cevap vermezler. Eğer gürültü devam ederse, Hükümet ve DİSİ sadece sayfayı yırtıp yoluna devam eder. Hoşlarına gitmeyen, katılmadıkları bir şey gördüklerinde böyle yapıyorlar. Kitaplardan sayfaları koparıyorlar, insanlara görüşleri için zulmediyorlar. Bunlar böyle! Yüksek ücretli danışmanları bunlara ne kadar arka çıkarsa çıksın, yaptıklarını örtmeye çalışsın, bunların değişmeleri söz konusu değil.
Ama hükümette oldukları bu on yılın sonunda geride bıraktıkları en kötü miras, Kıbrıs sorununda yaptıklarıdır.
Sonucu yurdumuzun ve halkımızın geleceğini belirleyecek bir sorun olan Kıbrıs sorununun çözümü süreci yıllardır çıkmazdadır. Daha da kötüsü, nihai taksim kapımızın eşiğindedir. Uluslararası toplum tarafından Kıbrıs sorununun içinde bulunduğu çıkmazdan aklanmış bir şekilde hareket eden Türkiye her türlü hukuk kavramını ve BM’nin ilgili kararlarını ihlal etmektedir. Zamanın boşa geçmesinden yararlanarak, karada ve denizde yeni oldubittilere yol açmaktadır. Tüm bunlar yaşanırken, hükümettekiler bunların işgalci gücün blöfü, iletişim oyunları olduğunu, Kıbrıs’ın MEB’inin korunmasını çok taraflı buluşmalarla sağladıklarını ve AB’nin Türkiye’yi zorlayacak yaptırımlar uygulayacağını söyleyip, halkta yanlış intibalar ve yanılsamalar oluşmasına yol açtılar.
Bu tehlikeli sahne karşısında DİSİ hükümeti endişe duymuyor. Hükümettekiler çelişkili ve yanlış hareketleriyle, Türkiye’nin ciddi bir siyasi bedel ödemeden tahriklerini ve yasa dışı hareketlerini sürdürmesine imkân veriyor. Anastasiadis-DİSİ hükümeti, uluslararası alanda itibarını yitirmiş bir durumda ve Kıbrıs sorununda çözüme ulaşmak için siyasi iradeye sahip olduklarına kimseyi ikna edemiyor. Bu yüzden BM Genel Sekreteri son raporunda da çıkmazdan ve müzakere boşluğundan Kıbırsrum tarafını sorumlu görmeye devam ediyor. Daha da kötüsü, Türkiye’nin iki devletli çözüm konusunu gündeme getirdiği bir dönemde, BM Genel Sekreteri üzerinde anlaşmaya varılmış olan çözüm temeline, iki bölgeli, iki toplumlu federasyona herhangi bir atıfta bulunmuyor.
Ancak hükümettekiler raporun olumsuz içeriği hakkında endişelenmek yerine, bulabildikleri tek şeyden, Sayın Guterres’in taraflar arasında eşit mesafeleri korumasından söz ediyorlar. Bu konuda bile hükümettekiler gerçeği söylemeye cesaret edemiyorlar. Sayın Guterres’in yaptığı eşit mesafe koymak değil, her iki tarafa da eşit sorumluluklar yüklediğidir. Ancak açıkçası şu ki, hükümettekiler varılan kötü durumla ilgilenmiyorlar. Bir kez daha onları ilgilendiren tek şeyin, yurt içinde bilgileri kontrol ederek iletişim yönetimi yapmak olduğu görülüyor. Hükümettekiler karşı karşıya olduğumuz tehlikelere kayıtsız kalmaya, sonuçları konusunda susmaya devam ediyorlar.
Ancak, çözümsüzlüğün tehlikelerini çok iyi bilen bizler, bölünmenin devamına ve taksime karşı olan bizler ellerimizi kaldırıp teslim olmayacağız ve işgalci Türkiye’nin Kıbrıs’taki yasadışı varlığını pekiştirmesi için zamanın geçmesine izin vermeyeceğiz.
Biz, özellikle yurdumuzun geleceği olan siz gençler için, Kıbrıs’ta kalıcı güvenlik ve kalıcı barış istiyoruz. BM kararları çerçevesinde ve üzerinde anlaşmaya varılmış olan zeminde yurdumuzu ve halkımızı özgürleştirecek ve yeniden birleştirecek olan çözüm için mücadeleye devam edeceğiz.
Arkadaşlar,
Ülkemizin ve toplumumuzun içinde bulunduğu çıkmaz değişim ihtiyacını doğurmaktadır, gerçek, önemli, ilerici değişim ihtiyacını…
Dokuz yıldır hükümette olan DİSİ’nin Genel Başkanı Sayın Averof Neofitu’dan şimdi Cumhurbaşkanlığını devralıp bizi kurtaracağını, bir şeyleri değiştireceğini beklemek mantıklı değildir. Ülkemizin halktan yana, ilerici bir siyasi program temelinde gerçek bir değişime ihtiyacı var.
Genç neslin beklediklerinin hayata geçmesi için.
Kaliteli Sağlık ve Eğitim için.
Emekçilerin insan onuruna yakışır işlerde haklarından yararlandıkları bir çalışma yaşamı için.
İhtiyacı olanlara devletin etkin bir şekilde destekleyebilmesi için.
Dışlamaların ve ayrımcılığın olmayacağı bir toplum için.
Çevreyi koruyan politikalar için.
Araştırmaya, yeniliğe, geleceğe yatırım yapılması için.
Kısacası, Kıbrıs’ın halkına gelecek umudu veren ve ülkenin yaratıcı güçlerini çıkmazlara hapsetmeyen bir hükümete ve bir Cumhurbaşkanı’na ihtiyacı var.
Ortak mücadele arkadaşlarım,
Çoğu zaman kendi kendime soruyorum: Gençliğimi EDON’da geçirmeseydim nasıl bir insan olurdum?
Mücadelelerin, talep etmenin, gönüllülüğün, kendi kendine eğitmenin, bilginin, eylemin büyük üniversitesi EDON’da okumuş olmasaydım, bir insan olarak nasıl evrimleşir, nasıl gelişirdim?
Eminim ki EDON’dan geçen ve EDON’da karakteri şekillenen herkes kendisine aynı soruları soruyordur:
Gerçekten, ne kadar eşsiz deneyimlerimiz oldu? Kaç yeni dünyayla tanıştık? Kaç hayalimiz vardı, kaç ufuk açtık? Dünya edebiyatının ve şiirinin devlerini keşfederek ufuklarımız ne kadar genişledi? Dünyayı düşünerek ve yorumlayarak, dünya için hedefler koyarak, düşüncemiz ne kadar derinleşti? Okulun ne yazık ki sağlaması gerektiği halde vermediği bilgileri edinerek hayatımız ne kadar güzelleşti?
EDON geniş bir ufuktur. Bize yaşamı öğreten, bize yaşam için savaşmayı öğreten, her birimizin yaşam kitabında harika bir bölümdür. Büyük bir sosyal, insani, kültürel ve politik eğitim ve yetiştirme üniversitesidir. A’dan Z’ye her şeyi insan, gelecek, yarın olan yerdir.
EDON, yüreklerimize atış ve ritim, hayallerimize renk, mücadelelerimize coşku ve ivme kazandıran damardı ve öyle olmaya da devam edecektir.
Mücadelelerinizde güç!
Birlikte ilerlemeye devam ediyoruz!
Kıbrıs’ımız için!
Tüm dünya için!
Yaşasın EDON!
Yaşasın Kıbrıs’ın genç nesli!