Home  |  Konuşmalar   |  Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birleşik Solu/Kuzey Yeşil Sol Grubu’nun gerçekleştirdiği “Gelişmelerin kavşağında Kıbrıs Sorunu” konulu etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

Avrupa Parlamentosu’nun Avrupa Birleşik Solu/Kuzey Yeşil Sol Grubu’nun gerçekleştirdiği “Gelişmelerin kavşağında Kıbrıs Sorunu” konulu etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

 

Bu güncel ve önemli toplantıyı partimiz AKEL ile birlikte organize eden Avrupa Birleşik Sol / Kuzey yeşil Sol Grubu’na teşekkür etmek istiyorum.

Bu toplantı Kıbrıs sorununa kapsamlı çözüm bulunması hedefiyle görüşmelerin yeniden başlaması için ısrarlı çabalarda bulunulduğu bir anda gerçekleştirildiğinden özel bir önem taşımaktadır. Dileğimiz ve hedefimiz bu diyaloğun başlaması ve adil, işler ve yaşayabilir bir çözüme ulaşmasıdır.

Kıbrıs sorununda bugün var olan durumun anlaşılabilmesi için kısaca geçmişe bir bakışın gerekli olduğu düşüncesindeyim.

1974 trajedisinden, Türk istilasının oldubittilerinden ve Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının yaklaşık %40’ının işgalinden sonra 1977’de adanın iki temel toplumu, Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler arasında tarihi uzlaşma olarak iki bölgeli iki toplumlu federasyon üzerinde anlaşmaya varıldı. O zamandan bu yana geçen yıllarda yukarıda belirttiğim temelde sorunun çözümü için defalarca görüşme turları yapıldı ancak ne yazık ki bugüne kadar arzu edilen sonuca ulaşılamadı.

Bu kadar uzun bir zaman süresi boyunca sorunun çözümsüz kalmaya devam etmesinin ana nedeni federasyon uzlaşmasına hiçbir zaman saygı göstermeyen ve pratikte adada iki ayrı devlet anlamına gelen bir konfederasyon oluşumunu dolaylı ya da dolaysız bir biçimde hedefleyen Türkiye’nin ve Kıbrıstürk liderliğinin yıllarca ortaya koyduğu süren uzlaşmaz tutumdu.

Gerçek şu ki, kapsamlı çözüm için 2004’te ayrı referandumlara kadar ulaştık, ancak önerilen çözüm hür görüşmelerin değil, dengesiz bir hakemliğin sonucu olduğu için ve Kıbrısrum toplumunun anlaşılır endişelerine yanıt vermediği için Kıbrıslırumların büyük çoğunluğu önerilen çözümü reddetti. Bunu 2008 Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar süren verimsiz bir dönem izledi. Bu seçimlerde o dönemde AKEL M.K. Genel Sekreteri olan Dimitris Hristofyas devletin en yüksek makamına seçildi.

Dimitris Hristofyas adil bir çözümün sağlanması için elinden geleni yapacağına dair seçim öncesinde üstlendiği taahhüde bağlı kalarak, seçilmesinin ardından hemen sorunun özlü yanlarının görüşülmesi için Çalışma Gruplarının ve günlük konuların ele alınması için Teknik Komitelerin kurulmasını hedefledi ve bunu başardı.

Hedef, daima BM gözetiminde ve Genel Sekreter’in iyi niyet misyonu çerçevesinde, iki toplumun liderleri arasında doğrudan görüşmeler için zeminin hazırlanmasıydı.
Çalışma Grupları ve Teknik Komiteler çalışmalarını tamamlayınca, Dimitris Hristofyas ile Kıbrıslıtürk lider Mehmet Ali Talat’ın iki ortak açıklamasıyla görüşmelerin zemini teyit edildi ve bu: tek egemenlikli, tek uluslararası kimlikli ve tek vatandaşlıklı iki bölgeli-iki toplumlu bir devlettir. Böylece gerekli ön hazırlık tamamlandı ve 2008 Eylülünde doğrudan görüşmeler başladı.

Görüşmeler 2012 Nisanına kadar sürdü. Bu görüşmeler iki temel döneme ayrılmaktadır. Kıbrıstürk toplumunun liderliğinde Sayın Talat’ın bulunduğu süre boyunca, arzu ettiğimiz oranda ilerleme sağlanmasına izin vermeyen tüm güçlüklere rağmen, üç başlıkta önemli görüş birliklerine ulaşılması başarıldı. Bu başlıklar (yaklaşık yirmi alt başlıklı en büyük ve karmaşık başlık olan) Yönetim ve Yetkilerin Paylaşımı, Ekonomi ve Avrupa Birliği başlıklarıdır. Bu üç başlık, başlıklar arasında nihai bir yatay müzakere için özünde hazırdı ve bu da nihai sonuca varılabilmesi açısından elbette önemli perspektifler sunuyordu.
Diğer üç başlıkta (mülkiyet, toprak ve güvenlik konuları) önemli ilerleme sağlanmadı. Bunun nedeni Kıbrıstürk tarafının nihai aşamadan önce toprak başlığını tartışmakta çok tereddütlü bir tutum sergilemesiydi. Bu da toprak başlığıyla yakından bağlantılı olan mülkiyet başlığında her hangi bir özlü ilerlemenin sağlanmasını da engelledi. Aynı esnada güvenlik başlığı da garantör güçlerle tartışmaya sevk ediliyordu. Sorunun yukarıda belirtilen iç yanlarının çözümünün ardından, elbette ki güvenlik konusu garantör güçlerin katılımıyla, Güvenlik Konseyi’nin ve AB’nin yer alacağı genişletilmiş bir uluslararası konferansta nihai olarak çözülebilir. Ancak bu, iki toplum arasında güvenlik konusunun da görüşülmesini men edici değildir. Bilakis, böylesi bir tartışma yapılırsa zemin uygun olarak hazırlanacak ve konferansın başarıyla sonuçlanmasının olasılıkları da artacaktır.

2010 Nisanında Sayın Eroğlu Kıbrıstürk toplumu liderliğini üstlenince, durum çok değişti. İki toplum lideriyle görüşmesinde BM Genel Sekreteri’nin bizzat kendisi görüşmelerin zemininin tekrar teyit edilmesini ve görüşmelere Sayın Talat’la kalınan yerden devam edilmesini istedi. Sözde kabul edilemez önerilerin geri çekilmesi yönünde yoğun iç baskıya rağmen, Dimitris Hristofyas bu iki önkoşulu da açık bir biçimde kabul etti. Sayın Eroğlu müzakerelerin üzerinde anlaşmaya varılan zemini hakkında yarım yamalak sözlerle yanıt verdi ve ikinci önkoşulu, yani kalınmış olan terden devam edilmesini sözde kabul etti. Ancak devamında bu sözünü tutmadı, üzerinde anlaşmaya varılmış olan zemine saygı göstermedi ve her şey üzerinde anlaşmaya varılmadığı takdirde hiçbir şey üzerinde anlaşmaya varılmamış sayılacağı bahanesiyle, kendi hoşuna gitmeyen bütün özlü görüş birliklerini ortadan kaldırdı.

Sayın Eroğlu’nun sürekli olarak değiştirdiği tutumlarını sıralayarak sizi yormayacağım. Sadece bazı karakteristik örneklere değineceğim. İki yıl çetin müzakerelerden sonra, Sayın Talat ile kritik konu yürütme erkiyle ilgili olarak Kıbrısrum tarafının dönüşümlü başkanlığı, Kıbrıstürk tarafının da çapraz –ve müteakiben dengelendirilmiş- oyu, yani dönüşümlü Cumhurbaşkanı’nın ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın ayrı seçim yerine doğrudan halkın tümü tarafından seçilmesini kabul edeceği sonucuna vardık. Bu, Cumhurbaşkanı’nın seçimini iki topluma da bağlı kılan bir uzlaşmaydı.

Böylesi bir uygulama etnik köken temelinde iki toplum arasına dikilen ayrım duvarlarını yıkacaktı. Bu gelişme her çağdaş Avrupa devletinde olduğu gibi, olası anlaşmazlıkların siyasi düzeyde ele alınmasının ve sorunların kökünde çözüme kavuşturulmasının yolunu açacaktı.

Ancak Sayın Eroğlu paketten sadece kendi hoşuna gideni, yani dönüşümlü başkanlığı seçip, çapraz oyu inatla reddetti. Bu nedenle de, hâlbuki Yönetim başlığının tümünde anlaşma menziline girmiş durumdayken, artık her şey havada bulunuyor.

Bir dizi başka önemli konuda da aynısı oldu. Sayın Eroğlu’nun özünde neredeyse tüm yerleşiklerin adada kalmasını, yani Türkiye tarafından işlenen bir savaş suçunu teşkil eden demografik yapının değiştirilmesini, az sayıda Kıbrıslırumun evlerine, mülklerine dönmesi ve toplu mülk takasının yapılmasını vb. hususları kabul etmemizi talep ettiğini belirtmem yeterlidir. Bu koşullarla görüşmeler ilerleyemezdi ve sonuç olarak Sayın Eroğlu sorunun özlü yanlarının görüşülmesine son verip, sadece günlük konuların görüşülmesine sınırlayarak son darbeyi de vurdu.

Bu koşullar içerisinde Şubat ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine vardık. Sayın Anastasiadis Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yeni Cumhurbaşkanı oldu. Onun seçilmesi Eurogroup’un daha önce benzeri görülmemiş kararlarıyla aynı döneme geldi ve bu kararların Kıbrıs ekonomisine yıkıcı etkileri oldu. Ortaya çıkan bu koşullarda müzakere sürecinin yeniden başlamasına yönelik çaba ertelendi. Ancak süreç ortak bir açıklamanın yayınlanması hedefiyle iki tarafın müzakerecileri arasındaki görüşmelerle zaten başlamıştı.
Sayın Anastasiadis’in seçimler öncesinde dile getirdiği bazı tezlerin bizi endişelendirdiğini sizden saklamayacağım. Ancak biz onu yaptıklarıyla, pratiğiyle değerlendirelim dedik. Her halükarda, eğer Kıbrıstürk tarafı üzerinde çok önceleri anlaşmaya varılmış olan müzakere zeminine ve varılması başarılan görüş birliklerine elle tutulur bir biçimde saygı göstermemeye devam ettiği takdirde, iyimser olamıyoruz.

İşte bugünkü aşamada olan tam da budur ve müzakere sürecinin başlamasına damgasını vuracak olan ortak açıklamanın yapılabilmesinde karşılaşılan güçlük de bu şekilde izah edilmektedir. Doğal olarak böylesi bir açıklamada Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararları ve Hristofyas-Talat ortak açıklamalarında belirtildiği gibi müzakere zemini teyit edilmelidir. Çözümün tek egemenlikli, tek vatandaşlıklı ve tek uluslararası kimlikli bir devleti temel alacağını kesin bir biçimde belirleyecek olanların bunlar olduğunu tekrarlıyorum.

Ancak Kıbrıstürk tarafı bu net taahhüdü sadece önemsiz kılmaya çalışmakla kalmayıp, aynı zamanda içeriği zayıf bir metni kabul etmek için ek koşullar öne sürmektedir. Bu engel muhakkak aşılmalıdır, çünkü Kıbrıs sorununun çok önceleri üzerinde anlaşmaya varılmış olan müzakere ve çözüm zemini hakkında ortak bir açıklamaya varılamaması trajik bir gelişme olacak ve çok olumsuz bir mesaj verecektir. Tek egemenlik, tek vatandaşlık ve tek uluslararası kimlik her devletin özelikleridir ve eğer gerçekten iki devlet değil, tek bir devlet üzerine konuşuyorsak, bunlar sabote edilemezler. Bu, en nihayet herkes tarafından anlaşılır olmalıdır.

Konuşmamda doğal gaz konusuna da değinmemem bir eksiklik olurdu diye düşünüyorum. Çünkü bunun uygun ve aklı başında bir şekilde yönetiminin hem Kıbrıslırumlar, hem de Kıbrıslıtürkler açısından çözüm için ciddi bir motivasyonu teşkil edebileceği düşüncesindeyiz. Bu vesileyle, Türkiye’nin tehditlerinin uluslararası hukuk ve özellikle de Deniz Hukuku ilkelerini görmezden geldiğini bir kez daha vurgulamak istiyorum. Kıbrıs Cumhuriyeti münhasır ekonomik bölgesini açıkladı, komşu ülkelerle bölgeleri belirleyen anlaşmaların ve aynı zamanda izin anlaşmalarının yapılması yönünde ilerledi. Daima BM Deniz Hukuku Anlaşması çerçevesinde egemenlik haklarını kullanarak şimdiden iki başarılı sondaj çalışmasının yapılması yönünde ilerledi ve tehditlerden bağımsız olarak ilerlemeye devam edecektir.

Aynı anda hidrokarbon yatakları da dâhil olmak üzere, adanın tüm doğal kaynaklarının bütün Kıbrıslıların ortak mirasını teşkil ettiğini beyan ediyoruz ve çözüm çerçevesinde Kıbrıslıtürk yurttaşlarımız da bu zengin nimetten yararlanacaklarından emin olmalıdırlar. Bu durumda başarılı olmak için istikrarın önemli bir faktör olduğunu çok iyi bildiğimiz için, bu bizim açımızdan da güçlü bir motivasyonu teşkil etmektedir.

Bu noktada belirtmeliyim ki, Sayın Talat ile yapılan görüşmeler sırasında hidrokarbonlar meselesi ele alınmadıysa da, Kıbrıs sorununun çözümü durumunda doğal gaz ile ilgili olarak daha fazla düzenleme için geriye çok az şeyin kaldığı önemli görüş birliklerine varılması sağlanmıştı. Çünkü yetkiler konusunun görüşülmesi sırasında istisnasız bütün deniz bölgelerinde (kara suları, teğet bölge, münhasır ekonomik bölge ve kıta sahanlığı) mutlak yetkinin federal birimlerde değil, merkezi federal devlette olması konusunda anlaşmaya varılmıştı.

Buna ilaveten, komşu ülkelerle bölgelerin sınırlarının belirlenmesinde ve ilgili anlaşmazlıkların BM Deniz Hukuku Anlaşması’na göre çözülmesinde yetkinin merkezi federal devlette olması konusunda da anlaşmaya varılmıştı. Ayrıca, elbette doğal gazın da içerisinde yer aldığı tüm doğal kaynaklarda yetkinin merkezi federal devlette olacağı konusunda da taraflar arasında yakınlaşma sağlanmış ve doğal gazdan sağlanan gelirin federal birimlere nasıl paylaştırılacağı konusunda da anlaşmaya varılmıştı. Taraflar arasında sağlanan bu çok önemli yakınlaşma sağlanan görüş birliklerinin korunması ve müzakerelere kalınmış olunan yerden devam edilmesi gereksinimini kanıtlamaktadır.
Bugün Sayın Eroğlu taraflar arasındaki yakınlaşmaları ve kalınan yerden devam edilmesini kabul ettiğini söylüyor. Tekrar hatırlatmak istiyorum, eski Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas üç yıl boyunca Sayın Eroğlu’dan görüşmelerin üzerinde anlaşmaya varılmış olan zeminde ve kaldıkları yerden devam etmesi için BM Genel Sekreteri’nin önünde üstlenmiş olduğu taahhüde saygı göstermesini istiyordu. Sayın Eroğlu bir yandan taraflar arasındaki yakınlaşmalara ve üzerinde anlaşmaya varılmış olan zemine saygı göstereceğini söylerken, aynı esnada iki ayrı devletten söz etmeye ve tek egemenliği, tek uluslararası kimliği ve tek vatandaşlığı kabul etmemeye davam etmekte, bunun sonucu olarak da görüşmeler hala başlayamamaktadır.

Kıbrıstürk tarafının üzerinde anlaşmaya varılmış olan zemine uyması kaçınılmaz zorunluluktur, çünkü sadece bu şekilde, ortak açıklama yapılabilecek ve kapsamlı çözüm hedefiyle tam bir müzakere yeniden başlayabilecektir. Bu da, Kıbrıs’ın ve tüm Kıbrıs halkının, adanın iki toplumunun, Yunanistan’ın, Türkiye’nin, Avrupa Birliği’nin çıkarlarına ve bu kadar hassas bir durumda olan bölgemizde barış ve istikrara hizmet edecektir.

6.11.2013

PREV

AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun “Politis” gazetesinde yayınlanan röportajından bölümler

NEXT

Yasa dışı devletin ilanının kınandığı işgal karşıtı etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma