AKEL’in 24. Kongresi’nde AKEL Genel Sekreteri Stefanos Stefanu’nun Konuşması
Sevgili davetliler,
Yoldaşlar,
Değerli dostlar,
AKEL’in 24. Kıbrıs Kongresi’ne hepiniz hoş geldiniz.
Buradaki mevcudiyetleriyle bizleri onurlandıran tüm davetlilerimiz Kongremize oş geldiniz.
Ancak özellikle bugün burada bizlerle birlikte olan Kıbrıslıtürk yurttaşlarımıza ve ortak mücadele arkadaşlarımıza, vatanımızın yeniden birleşmesi ve barışı için birlikte mücadele ettiğimiz Kıbrıslıtürk ilerici güçlerin temsilcilerine hepimiz adına yürekten hoş geldiniz demek istiyorum. Yılgınlığa ve umutsuzluğa karşı bu mücadeleye devam ediyoruz. Ve Kongre kürsümüzden bir kez daha sizleri temin ediyoruz: Çözümle yabancı orduların, yurdumuzu bölen dikenli tellerin ve barikatların olmayacağı, Kıbrıslırumlara ve Kıbrıslıtürklere, Kıbrıs halkına ait bir Kıbrıs’a, bir uçtan diğer ucuna kadar özgür olacak bir Kıbrıs’a ulaşma mücadelesinde AKEL geçmişte olduğu gibi bugün de, gelecekte de en ön saflarda yer almaya devam edecektir.
Yoldaşlar,
Dostlar,
Kongremizle birlikte, solun siyasi atılımına tüm alanlarda ve düzeylerde daha büyük bir ivme kazandırmayı hedefliyoruz. Çünkü halkımızın bu umuda her zamankinden çok ihtiyacı var. Bunu, yenilenmiş, demokratik, sağlam ve örgütlü bir Parti ile başaracağız. Çağın meydan okumalarıyla uyumlu, dışa dönük, siyasi hedeflerini ülkemizin yararına etkin bir şekilde hayata geçirebilen bir partiyle. Ülkemizin ilerlemesi ve halkımızın refahı için.
Kongremiz, Kasım 2023’teki Tüzük Kongresi’nde birlikte aldığımız değişikliklerin uygulamaya konulduğunu simgeliyor. Bu değişikliklerle, Parti üyelerine daha fazla rol veriyor ve iç parti demokrasisini daha da derinleştiriyoruz. Çünkü Partimiz her şeyden önce üyeleridir ve biz onlara güveniyoruz.
Kongremizi Partimizin kuruluşunun 100.yıldönümünün eşiğinde gerçekleştiriyoruz. Büyük bir tarihsel döngü tamamlanıyor; bu, çok şey söylemeye vesile olan simgesel bir yıldönümüdür. Zira bunlar, ülkemizin yakın tarihinde dönüm noktası olan olaylardır ve AKEL bu olaylarda özgürlük, demokrasi ve sosyal adalet uğruna verilen mücadelelerde öncü rol oynamıştır.
Geçmişi onurlandırıyor ve minnet duygusuyla anıyoruz; çünkü binlerce yoldaşımız –her biri kendi döneminde– cinayetlerle, işkencelerle, kovuşturmalarla, fişlemelerle, hapislerle ve yasa dışılıkla yüzleşti. Orduda, işyerlerinde, kamu sektörünün çeşitli alanlarında işten çıkarmalara, iftiralara ve ayrımcılıklara karşı direnerek, ülkenin genel yararını ve vatanımızın iyiliğini ön planda tuttular.
Geçmişi onurlandırıyoruz ve
- Sömürgeciliğe karşı verilen, kendi kaderini tayin etme hakkını kazanma mücadelesini,
- NATO’nun komplolarına ve planlarına karşı yürütülen, bağımsızlığın kökleşmesi ve yeni kurulan iki toplumlu Kıbrıs devletinin gelişmesi yönündeki devasa çabayı,
- Demokrasi uğruna verilen, EOKA B’ye ve ihanet darbesine karşı mücadeleleri,
- Özgürlük ve Kıbrıs sorununun çözümü için, Türk işgaline ve işgalci Türk ordusuna karşı verilen mücadeleleri,
- Sekiz saatlik iş günü, sosyal sigorta hakkı, Hayat Pahalılığı Ödeneği, ücretlerin iyileştirilmesi, iş güvenliği gibi kazanımlar, daha iyi çalışma koşulları ve daha iyi yaşam standartları için verilen sınıfsal mücadeleleri,
- Güçlü bir sosyal devletin ve gelişmiş bir hukuk devletinin inşası için verilen siyasi ve toplumsal mücadeleleri saygı ve hayranlıkla anıyoruz.
Geçmiş hakkında çok şey söyleyebiliriz ama 24. Kongre bugünü ve geleceği konuşmak için yapılıyor. Zira geçmiş ilham ve rehberlik içindir, nostalji için değil.
Bu yüzden, bu tarihi 24. Kongre’nin kürsüsünden, partimizin ve memleketimizin yarınından söz etme sorumluluğunu hissediyorum.
sol, aynı kararlılıkla ve dinamizmle öncü rol oynayabilir. Çünkü AKEL’in her zaman söyleyecek sözü, üstlenecek rolü vardır ve bakışları daima topluma ve halkın gerçek ihtiyaçlarına yöneliktir.
Biz, halkla iç içe olan, halkın içinde çalışan, halkla temasını nefes gibi gören bir güç olduk. Ama en önemlisi, değişime cesaret eden, sürekli yenilenen, gelişen ama rotasını ve hedefini kaybetmeyen bir güç olduk. Gelişmeyen ve modernleşmeyen bir yapı solmaya ve sonunda yok olmaya mahkûmdur.
Biz değişimden hiç korkmadık. Değişim, anlayışımızın bir parçasıdır. Genetik kodlarımızın temel bir öğesidir. İdeolojimizin de önkoşuludur. Zira eğer bu ideoloji sürekli olarak zenginleştirilip geliştirilmezse, geçmişe hapseden ve kaçınılmaz olarak çöküşe götüren bir dogmaya dönüşür.
AKEL, yeni bir tarihsel döngü açıyor ve mücadelesini hayatın tam da attığı yerde vermeye devam etmeyi seçiyor. Ülke yönetiminin temel direkleri hakkında farklı bir anlayışa sahibiz ve bu anlayışımızı yasama girişimleri, kitle ve hareket mücadeleleri aracılığıyla ortaya koyuyoruz.
Siyasette her şey, kişinin topluma ve insanın bu toplum içindeki yerine dair felsefi ve ideolojik bakışından kaynaklanır. Biz, bir asırdır halkla birlikte halk için mücadele ediyoruz. Bunu yapmaya devam edeceğiz. Çünkü bizim için ekonomi sadece rakamlardan ibaret değil; kalkınmaya ve toplumsal refaha sorumlulukla yatırım yapılan bir alandır. Yalnızca bir örnek olarak belirtiyorum. Bankaların aşırı kârlarının vergilendirilmesi yönündeki önerimiz işte bu anlayışla yürütülen bir mücadeleydi. Bu mücadelede kimlerin halktan yana, kimlerin büyük çıkar çevrelerinden yana olduğu ortaya çıktı. Ve biz, her zaman olduğu gibi, toplumun desteklenmesinde öncülük ettik.
Yaptıklarımıza ya da ihmallerimize göre hepimiz değerlendiriliriz. Hele ki söz konusu olan, Kooperatifçilik gibi temel öneme sahip kazanımlarsa, bu daha da geçerlidir. Kooperatifçilik, bilerek ve isteyerek iflas ettirilen bir kazanımdı. Bunu yapan DİSİ yönetimiydi; amacı da banka kartelinin keyfi şekilde hareket etmesinin önünü açmak ve ona sınırsız alan bırakmaktı. Kongrenin kürsüsünden bir kez daha vurgulamak gerekir ki, Kooperatifçiliğin yeniden kurulması, AKEL’in kararlılıkla sahiplendiği ve istikrarlı biçimde desteklediği bir hedeftir. Ve bu hedefe ulaşacağız! Sadece onu kuran kuşaklara borcumuz olduğu için değil; aynı zamanda bankacılık oligopolünün keyfîliği altında ezilen çağdaş Kıbrıs toplumu ve ekonomisinin buna gerçekten ihtiyacı olduğu için.
Dostlar,
AKEL’ciler verdikleri mücadelelerle, eylemleriyle ve sosyalist vizyonlarıyla Partimizi ilerlemenin gücü yaptılar. Aynı zamanda Partimizi, toplumun yararına hedeflerin gerçekleştirilmesi için ilerici güçlerin birleşmesini, kenetlenmesini ve birlikte yürümesini sağlayan bir platform haline getirdiler. Tarih boyunca yaptığımız şeyi bugün de yapıyoruz: Toplumsal İttifak çerçevesinde, belirli bir siyasi gündem temelinde, ilerici bireyler ve örgütlü yapılarla kurduğumuz kapsamlı birliktelikle ortak çabamızı destekliyor ve Kıbrıs’ta bir şeyleri değiştirmek için birlikte mücadele ediyoruz.
Bugün, siyasetin ve örgütlü mücadelenin birçok insanın gözünde değer kaybettiği, acil sorunların bir kesimi sahte kurtarıcılara ve hayali çözümlere yönelttiği bir dönemde, yüz yıllık tarihiyle güvenilirliğini kanıtlamış AKEL, bu ülkenin geleceğini güvence altına alacak güç, deneyim, ciddiyet ve sorumluluğa sahip tek yapı olarak durmaktadır. Geçici popülariteler üzerinden kurulmuş ve sonunda kısa ömürlü ya da etkisiz kalmış siyasi oluşumlar az değildir. Hiç kimse AKEL’in sahip olduğu bir yüzyıllık yaşam ve mücadele tecrübesinin sağladığı teminatı ve sorumluluğu taşıyamaz.
AKEL, halkın gözlerinin içine bakarak, popülizme başvurmadan şu güvenceyi verebilecek yegâne partidir: “Birlikte var olan sorunları ve zorlukları göğüsleyebiliriz. Birlikte değişimi getirebiliriz.”
“Geleceğin Gücü”! İşte bu, Kongremizin sloganıdır. Bu slogan, merkezî siyasi yönelimimizi ve hedefimizi özetleyen ve ifade eden bir çağrıdır: Kıbrıs’ımızın ve halkımızın geleceğini güvence altına almak için verilen mücadelelerde en ön safta olmaya devam etmek.
“Geleceğin Gücü” biziz. Gelecek, bugünün kararları ve eylemleriyle inşa edilir. Eğer şimdi doğru ve etkili biçimde harekete geçmezsek, eğer şimdi stratejik yanıtlar vermez ve sorunlara köklü çözümler getirmezsek, geleceği güvence altına alamayız.
Bizim için tarihin belirleyici sınavı çok net ve açıktır: Kıbrıs çok kritik, çok dönüm noktası niteliğinde bir eşiktedir ve geleceğini güvenceye alacak tüm kararların şimdi alınması gerekmektedir.
Bu her şeyden önce gelecek kuşaklara borcumuzdur. Bugüne dek inşa ettiğimiz ve yarattığımız her şeyi sadece korumakla kalmamalı, aynı zamanda yarın için de yeni olanaklar ve umutlar yaratmalıyız. Bu “yarın”, kritik zorluklarla birlikte geliyor ve büyük tehlikelerle tehdit altında.
Birinci büyük tehlike, Kıbrıs sorununda devam eden çözümsüzlüktür. 1974’ten bu yana hüküm süren geçici durumun kalıcı barış ve güvenliği sağlayamayacağına derinden inanıyoruz. Türk işgal ordusunun yasa dışı varlığı, Türkiye’nin kasıtlı olarak uyguladığı Kıbrıslı Türk toplumunun kimliğini değiştirme süreci, hukuka aykırı bir biçimde nüfus taşınmasının sürdürülmesi ve işgal altındaki bölgelerdeki Kıbrıslırum arazilerinin topluca satışı, geleceğimizi tehdit eden gelişmelerin sadece bazılarıdır.
Ayrıca, süregelen bu yarı-işgal durumu ülkemizi olanaklardan, potansiyelden ve geleceğe dair umutlardan mahrum bırakıyor. Bugünkü durumla karşılaştırıldığında, örneğin elektrik bağlantıları, su kaynakları, enerji, yatırımlar ve denizcilik gibi konularda, çözümle birlikte çok daha büyük imkânlara sahip olacağımız kolayca anlaşılabilir.
Dolayısıyla çözüm, halkımızın geleceği için yaşamsal bir ihtiyaçtır. Cevaplamamız gereken temel soru “Türkiye çözüm istiyor mu?” değil – ki Türkiye, statükoyla ve giderek kalıcı bölünmeye kayışla gayet rahat etmektedir – asıl soru şudur: “Çözüme nasıl ulaşacağız?” Elimizden geldiğince çözüm dinamiğini nasıl yaratacağız? Ortak çıkarları, teşvikleri ve gerekli koşulları nasıl inşa edeceğiz?
Bu soruya Partimiz uzun zamandır yanıt vermiştir. Şimdi sizlere temel tezlerimizi yeniden hatırlatmak isterim:
- Tutarlı ve net duruş: Çözüm, BM kararlarında tanımlandığı şekliyle, siyasi eşitliğe dayalı iki bölgeli, iki toplumlu federasyon olmalıdır.
- Müzakerelerin, Crans Montana Konferansı’nda kesildiği noktadan, Guterres Çerçevesi temelinde, üzerinde uzlaşılmamış konuların ele alınması amacıyla yeniden başlaması gerekmektedir.
- Taraflar arasında uzun yıllara yayılan müzakerelerle elde edilen tüm müzakere kazanımlarının korunması elzemdir. Kıbrıs sorununa ilişkin birçok kritik başlık zaten uzlaşılmış ya da neredeyse uzlaşılmış durumdadır. Geride kalan ve uzlaşılması gereken meselelerin sayısı sınırlıdır ve gerekli siyasi irade mevcut olursa, kısa sürede stratejik bir anlaşmaya ulaşmak mümkündür. Bu yüzden de çıkmazın aşılması ve müzakerelerin yeniden başlaması acil bir ihtiyaçtır.
- Çözüm dinamiği yaratmak için olumlu bir gündem oluşturulmalı ve bu gündem çerçevesinde somut inisiyatifler geliştirilmelidir. Bu olumlu gündemde enerji, Avrupa Birliği-Türkiye ilişkileri gibi başlıklar yer alabilir – zira Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyesi olması önemli bir avantajdır. AKEL, bu olumlu gündemin içeriğine dair önerilerini uzun süredir sunmuş olmasına rağmen, maalesef bu öneriler Ulusal Konsey çerçevesinde yapıcı bir diyalogda görüşmeye bile açılmamıştır.
- Kıbrıslıtürklerle ilişkilerin daha da geliştirilmesi, karşılıklı güvenin inşa edilmesi açısından kilit önemdedir. Bu doğrultuda hükümetin daha fazla inisiyatif, önlem ve politika geliştirmesi gerekmektedir. AKEL, Kıbrıslıtürk toplumu ile tarihsel olarak güçlü bağlara sahip bir parti olarak, yeniden yakınlaşma politikasını hep ileri taşımıştır. Bu bağlamda AKEL, hem kendi başına hem de Kıbrıslıtürk partiler ve diğer örgütlü yapılarla birlikte, çözüm iradesini ve mücadelesini besleyecek yeni girişimler üstlenmektedir.
Ülkemiz için ikinci büyük tehdit iklim değişikliğidir. Bölgemizin geleceğine ilişkin çeşitli bilimsel modellerin yalnızca Kıbrıs’ın çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu göstermesi bile, bizi önleyici ve zamanında harekete geçmeye sevk etmeliydi.
Ne yazık ki bu gerçekleşmedi ve sonuç olarak gelişmelerin gerisinden koşar hale geldik. Şu anda olduğu gibi su sorunu karşısında, bu sorun her zamankinden daha baskın ve -görünüşe göre- daha da baskın hale gelecek. Bazı kesimler, son anda Birleşik Arap Emirlikleri’nden tuzdan arındırma üniteleri temin ettiğimiz için sorunu çözdüğümüzü iddia ederek kutlamalar yapıyor. Oysa tuzdan arındırma tesisleri su sorununu çözmez, yalnızca içme suyu ihtiyacının karşılanmasına yardımcı olur – hem de yüksek çevresel ve enerji maliyetiyle. Yapmamız gereken, mevcut altyapıyı iyileştirmek, yeni altyapılar inşa etmek, diğer ülkelerde uygulanan yeni teknolojileri ve yöntemleri benimsemek, geri kazanılmış suyu tam anlamıyla değerlendirmek, su tasarrufu politikalarını teşvik etmek ve gerekli kültürü oluşturmak olmalıdır.
İklim değişikliği meselesi ihtiyaç duyduğumuz yeni ekonomik modelin şekillendirilmesinde merkezde yer almalıdır. Turizmimiz güneş ve denize dayanıyor; bunlar da iklim değişikliğinden büyük ölçüde etkileniyor. Tarımımız, büyük miktarda su gerektiren temel ürünleri içeriyor. Hayvancılığımız da iklim değişikliğinden doğrudan etkileniyor. Hem tarım hem de hayvancılık, insanlığın ve dolayısıyla Kıbrıs’ın karşı karşıya kalacağı bir sonraki büyük sorun olan gıda güvenliğinde belirleyici rol oynuyor.
Üçüncü büyük tehlike, çevresel krizle doğrudan bağlantılı olan atık yönetimi meselesidir. Kıbrıs, Avrupa’nın en yüksek çöp üretim oranlarına sahip ülkelerinden biridir. Bu durum, atık yönetimi üzerinde ciddi baskı yaratmaktadır. Şu ana kadar bütünlüklü bir planlamayı hayata geçirmekte başarısız olduk. Kıbrıs’a karşı Avrupa mahkemelerinde davalar açılmıştır. Pentakomu ve Koşi bölgelerindeki entegre atık yönetimi tesisleri kapasitesini aşmış, ciddi işleyiş sorunlarıyla karşı karşıya kalmıştır.
Kent planlama hiçbir zaman tamamlanmadı. “Ne kadar atarsam o kadar öderim” uygulaması, sistemin birçok halkası hazır olmadığından ertelendi. Atık yönetimi konusunda bütünlüklü bir yaklaşımı başaramazsak, sonuçları kâbus gibi olacaktır. Kıbrıs, birçok yasadışı çöp alanının yer aldığı dev bir çöplüğe dönüşecek; bu alanlar, doğal çevremiz için birer bulaşma ve yıkım kaynağı olacaktır.
Dördüncü büyük tehlike, ülkemizin enerji güvencesi ve yeterliliği konusunda maruz kaldığı kırılganlıktır. Anastasiadis – DİSİ hükümeti, çıkarlar, yetersizlik ve beceriksizlik nedeniyle enerji konusunu gerektiği gibi ele alamadığı için büyük sorumluluk taşımaktadır. Aynı durum su sorunu için de geçerlidir; sadece hiçbir şey yapmamakla kalmamış, üç tuzdan arındırma birimini de kaldırmıştır. 2025 yılında elektriksiz ve susuz kalma riskiyle karşı karşıyayız. Bu durum, önceki yıllardaki kötü yönetimin sonucudur.
Yetersiz enerji arzı dışında, yüksek enerji maliyeti de önemli bir sorundur ve hane halklarını ve ekonomiyi olumsuz etkilemektedir. Ülkemiz, Avrupa’da enerji yoksulluğu oranının en yüksek olduğu ülkelerden biri olup, alım gücüne göre bakıldığında AB’nin en pahalı ikinci elektriğini kullanmaktadır.
Kişi başına karbon salımı açısından AB’de en yüksek değere sahip ülkelerden biriyiz. Mevcut hükümet, enerji güvenliği ve yeterliliği konusunda somut adımlar atamamış, yüksek enerji maliyetini düşürmek için etkili politikalar geliştirememiştir. Bolca beyanlar yapılmaktadır, ama göze çarpan bir icraat yoktur. Elektrik fiyatlarının düşmesi için doğal gazın elektrik üretiminde kullanımı hızlandırılmalıdır. Vasiliko’daki altyapıların ve Dekelya’daki tesislerin modernizasyonu, enerji depolama sistemlerinin teşvik edilmesi, şebekelerin yenilenmesi bir an önce tamamlanmalıdır.
Kıbrıs’ın elektrik bağlantısı konusunda fizibilite analizine dayanarak (maliyet ve fayda dikkate alınarak) ilerlenmeesi gerekiyor. Yenilenebilir enerji kaynaklarının ülkenin enerji bileşenine daha fazla entegre edilmesi zorunludur. En öncelikli konu ise enerji yoksulluğunun giderilmesidir. Bu önemli hedefe ulaşmak için elektrikte KDV’nin düşürülmesi, yakıtlardaki çifte vergilendirmenin kaldırılması, hane tipi fotovoltaik sistemlerin kurulumu için devlet destekli programların genişletilmesi ve zenginleştirilmesi gibi bir çok somut öneride bulunduk.
Beşinci büyük tehlike, toplumsal eşitsizlikler ve patlama noktasına gelen sosyoekonomik sorunlardır. Kıbrıs, temel sosyal göstergelerde AB’nin en alt sıralarında yer almaktadır. Bu durum, son yıllarda ekonomik büyümenin tatmin edici seviyelerde olmasına rağmen geçerlidir. Ekonomi iyileşse de on binlerce Kıbrıslı yoksulluk sınırında veya altında yaşamaktadır, temel ihtiyaçlarını karşılayamamaktadır. Orta sınıf bile, ihtiyaçlarını karşılamakta büyük zorluk çekmektedir. Hayat pahalılığı kalıcı hale gelmiştir ve çalışanların gelir artışı, fiyatlardaki ve ihtiyaçlardaki artışa göre orantısız biçimde yavaştır.
Çalışma koşullarının düzensizleştirilmesi ve sosyal devletin zayıflatılması, toplumsal sorunları derinleştirmektedir. Birçok genç çift, geçimlerini sağlayamadıkları için aileleriyle birlikte yaşamaya mecbur kalmaktadır ve özellikle konut sahibi olamamaktadır, çünkü konut fiyatları ve kiralar uçuk seviyelere ulaşmıştır. Doğurganlık oranı da ciddi bir sorundur. Aile kurmanın yüksek maliyeti ve devlet politikaları ile altyapı eksiklikleri, düşük doğurganlık oranının başlıca nedenleridir.
Bu durum karşısında hükümet kapsamlı politikalar uygulayamamakta ve yalnızca geçici, yüzeysel çözümlerle yetinmektedir. Yapısal nitelikte kararlar almak yerine, parçalı ve etkisiz önlemlerle sınırlı kalmaktadır. Genel olarak, hükümetin ekonomik göstergeler üzerinden sık sık övünmesine karşın toplumda ekonomik sıkıntı ve güvensizlik hâkimken bu tutum haklı olarak tepki ve öfkeye yol açmaktadır ve hükümettekiler bu durumu anlamıyor gibi görünmektedir.
Sosyal eşitsizliklerden ve sorunlardan bahsederken, yaşam kalitesi ve toplumun geleceği açısından son derece önemli iki alandan —kısaca da olsa— söz etmeden geçemeyiz. Sözünü ettiğim alanlar Eğitim ve Genel Sağlık Sistemi – GESY’dir.
Kamusal eğitim üniversite düzeyine kadar da ücretsiz olmasına rağmen, Avrupa istatistiklerine göre Kıbrıslı haneler çocuklarını eğitmek için AB’deki en yüksek harcamaları yapanlar arasındadır. Kamusal eğitim, ek olarak özel dershane sistemi gibi paralel eğitimden kurtulmayı başaramamıştır; bu sistem hem maddi bir yük oluşturmakta hem de çocuklara stres ve yorgunluk yüklemektedir. Eğitim reformu kaçınılmazdır; bu reform ders yükünü azaltmalı, ezber yerine demokratik ve eleştirel düşünceye odaklanmalıdır.
GESY konusunda, AKEL sistemin hayata geçirilmesi için büyük katkı sağlamıştır ve bu sistem halkımızın en önemli sosyal kazanımlarından biridir. GESY’nin faydası şimdiden kanıtlanmıştır, ancak sistemin gelişmesi ve suiistimalleri gibi yapısal sorunların giderilmesi gerekmektedir. Sistemin belkemiğini oluşturan devlet hastanelerinin desteklenmesi ve geliştirilmesi büyük önem taşımaktadır.
Yabancı özel fonların sürekli hastane satın alarak sağlık sisteminin yapısını ve kurallarını belirleyecek bir tekel oluşturmaya çalışması bizleri endişelendirmektedir. Böyle bir durumda, çoğunluğu oluşturan ve ekonomik gücü olmayan halk kesimleri nitelikli sağlık hizmetlerine erişemeyecektir.
Bu büyük tehlikeyi, ilkini Kasım 2023’te gönderdiğimiz iki mektupla Cumhurbaşkanı’na ilettik; ancak hiçbir yanıt almadık. Hükümetin müdahale etmesi zorunludur. Şu ana kadar herhangi bir tepki vermemiş ve endişe belirtisi göstermemiştir. Ancak, GESY sonunda kâr amacı güden bir fona teslim edilirse ve halkın en büyük kazanımlarından biri yok edilirse, hükümet sorumlu ve suçlu olacaktır.
Ülkemiz için altıncı büyük tehlike, üçüncü ülke vatandaşlarına gayrimenkul satışının denetimsiz şekilde artmasıdır. Yeterli önlem almazsak, bir gün ülkemizin artık bize ait olmadığını fark edeceğiz. Bu bir felaket tellallığı değil. Kıbrıs’tan daha büyük yüzölçümü ve nüfusu olan diğer Avrupa ülkeleri, yabancılara mülk satışını sınırlayarak hem mülkiyet kontrolünü sağlıyor hem de fiyatları dengelemeye çalışıyor. Biz ise Kıbrıs’ta sorunu görmezden gelmekle kalmıyor, altın vize programları ve başka kolaylıklarla bu süreci daha da teşvik ediyoruz.
Artık ülkemizin kentsel merkezleri ortalama bir Kıbrıslı için erişilebilir değil, yalnızca varlıklı yabancılar için uygun hale geliyor ve bu durum gelecekle ilgili ciddi sorular doğuruyor. Stratejik öneme sahip altyapıların mülkiyet yapısına dair güvenlik önlemleri bulunmaması nedeniyle bu durum, ulusal güvenlik açısından da ciddi soru işaretleri yaratmaktadır.
Son zamanlarda, İsrail vatandaşı kişilerin kapalı bölgeler (gettolar) oluşturma girişimlerine tanık oluyoruz. Bu girişimler arasında Siyonist okulların ve sinagogların kurulması, önemli ekonomik birimlerin ve geniş arazi alanlarının topluca satın alınması yer alıyor. Aynı zamanda, İsrail’in saygın gazeteleri, ülkenin Kıbrıs’a yönelik kasıtlı bir genişleme politikasından söz ediyor. Bunu ne yabancı düşmanlığı ne de antisemitizmle söylüyoruz. Zaten, İkinci Dünya Savaşı sonrasında on binlerce Yahudi Kıbrıs’a ulaşıp İngilizler tarafından kamplara kapatıldığında onlara büyük insani yardımlarda bulunan AKEL’in böyle bir suçlamanın muhatabı olamayacağını herkes bilmektedir.
Ancak, Filistinlilerin yerinden edilmesinin, İsraillilerin Filistin topraklarını kitlesel biçimde satın almasıyla başladığını, ardından İsrail devletinin tüm Filistin’i işgal ettiğini göz ardı edemeyiz. İsrail’deki egemen sınıfın nasıl düşündüğünü ve hareket ettiğini de dikkate almak zorundayız.
Ülkemizin topraklarının korunması hükümetin sorumluluğudur. Kıbrıs’ın sonsuza dek Kıbrıslılara ait olması ve Kıbrıslılar tarafından yönetilmesi de hükümetin güvencesi altında olmalıdır. Ne yazık ki, hükümetin bu görevi yerine getirdiğini göremiyoruz. AKEL, bu meseleyi kamuya ve parlamentoya taşıyan tek siyasi güç olmuştur. Şimdi bu tehlikeli gidişatı durdurmak için bir dizi yasal girişim başlatıyoruz. Bu süreçte herkesin tutumu tek tek değerlendirilecektir.
Hükümetten söz ederken, en belirgin özelliklerinden birinin birçok şey ilan edip hiçbirini hayata geçirmemesi olduğunu vurguluyoruz. Bunun somut bir örneği, son yıllarda -özellikle DİSİ döneminde- yaşanan tüm skandallarla ilgili olarak yolsuzlukla mücadele ve temizlik sözü verilmesine rağmen, bu vaatlerin hayata geçmemiş olmasıdır. “Yolsuzlukla mücadelede örnek bir ülke olacağız” demişti Cumhurbaşkanı. Gerçekte ise, Yolsuzlukla Mücadele Kurumu etkisiz kalmış, cezasızlık alışkanlığa dönüşmüş, Kıbrıs’ı uluslararası alanda küçük düşüren skandallarla ilgili ceza soruşturması sözü sadece kâğıt üzerinde kalmıştır.
Yoldaşlar,
Yukarıda değinilen tüm bu konularla ilgili olarak, AKEL sokaklara çıktı, protestolar ve yürüyüşler düzenledi, aylar süren kampanyalar organize etti, hükümet ve devlet yetkilileriyle toplantılar gerçekleştirdi, Meclis’e yasa önerileri sundu, muhtıralar verdi ve hem kısa vadeli ihtiyaçları karşılamak hem de uzun vadeli çözümler üretmek adına öneriler sundu.
AKEL eleştiride bulunur, kötü uygulamaları teşhir eder ve hükümetin katılmadığı politika ve davranışları reddeder. Ancak sadece reddetmekle ve şikâyet etmekle yetinmez. AKEL bir itiraz ya da tepki partisi değil; talep ve öneri partisidir. Bu yüzden, gerekçelendirilmiş ve uygulanabilir çözümler sunar. AKEL, ana ve en güçlü muhalefet gücü olarak, hükümeti bazı kararlarından geri adım atmaya veya almak istemediği kararları almaya zorlamaktadır. İşte bu da güçlü olmak, derli toplu bir politikaya sahip olmak ve kimsenin sizi görmezden gelemeyeceği şekilde siyasi olarak ciddiye alınmak demektir.
Bu noktada izninizle, çağdaş hukuk devletinin olduğu bir ülkede muhalefetin rolüne dair daha genel bir konuya da değinmek isterim. Roller belirgin ve nettir. Muhalefet, kendi görüşüne göre yanlış olanları tespit etmek ve eleştirmek zorundadır. Muhalefetin görevi, hükümetin karar ve politikalarının karşısında durmaktır; bu karşı duruş bir amaç değil, farklı görüş ve önceliklerin doğal bir sonucudur.
Biz, Sayın Hristodulidis’in adaylığını desteklemedik, çünkü Anastasiadis–DİSİ yönetiminin devam etmesine kesin olarak karşıydık. Bugünkü hükümet, öncekinin bir devamıdır. Zaten bunu hükümet yetkilileri ve bizzat Cumhurbaşkanı her fırsatta dile getirmektedir. Hükümetin birçok yetkilisi daha önce DİSİ’de görev almış kişilerden oluşmaktadır. Dolayısıyla, önceki ve mevcut hükümetler arasında siyasi bir akrabalık olduğu açıktır.
Biz, Sayın Hristodulidis’in adaylığı olmasaydı, onun gibi bir aday yaratmamız gerekirdi diyenlerden değiliz. Biz, gerçek bir değişim istedik; Sayın Hristodulidis’in seçilmesiyle ise yalnızca eski düzen yeniden dolaşıma sokulmuş oldu. Bu nedenle, doğal olarak hükümetin karşısındayız!
Temel siyasi konularda hükümetle anlaşmazlık içindeyiz. Yönetime dair yaklaşımımız farklı; biz sosyal duyarlılık, şeffaflık, hesap verebilirlik, istişare ve liyakatten yola çıkıyoruz. Mevcut hükümetin ise bu niteliklere sahip olmadığını düşünüyoruz.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dış politikasına ilişkin anlayışımız da farklı. Biz, ülkenin dış güçlerin peşine takılmasını değil, ülkenin çıkarlarını savunan ve iç kamuoyuna yönelik küçük hesaplara dayanmayan, sağduyulu ve tutarlı bir dış politika istiyoruz.
Hükümetin, eleştirilerimize ve önerilerimize seçim öncesi motivasyonlar atfetme çabası, farklı görüşlerin şeytanlaştırılması anlamına geliyor; bu, karşıt görüşlere tahammülsüzlüğü ve çağdaş demokrasilerin nasıl işlediğine dair anlayış eksikliğini ortaya koyuyor. Hükümetin amacı açıkça, sessizlik yoluyla toplumsal uzlaşı sağlamaktır. Ancak susanlar ve durumu kabullenenler, hükümet politikalarının suç ortağıdır. Biz susmayı öğrenmedik. Başımızı dik tutmayı ve öne çıkmayı öğrendik. Emekçiler için, toplum için, Kıbrıs’ımız için!
Elbette biz rolümüzü sadece bir muhalefet gücü olarak görmüyoruz. AKEL aynı zamanda bir iktidar partisidir ve bu nedenle, ülkeye gerçek değişimi getirecek büyük ilerici cepheyi inşa etmek için çalışmaktadır. Meclis içinde ve dışında yürüttüğümüz faaliyetler, halkla olan bağlarımızı güçlendirmek amacıyla konut ve işyerlerine düzenlenen ziyaretler, toplumsal ittifak çerçevesinde ilerici güçler ve bireylerle geliştirdiğimiz işbirliği, değişim sermayesini oluşturan unsurlardır. Ülkemizin bu değişime ihtiyacı vardır ve biz, farklı bir yol isteyen herkesle birlikte bu değişimi getireceğiz.
Farklı bir yönetim: güçlü ve sürdürülebilir bir ekonomik model inşa edecek, refahı herkes için ve en başta ekonomiyi ayakta tutan emekçi sınıf için üretecek bir yönetim.
Farklı öncelikleri olan bir yönetim: toplumsal ve insan odaklı. Her şeyden önce, alçakgönüllü ve sağduyulu, dürüst yönetim ve etik anlayışına sahip, empati ve toplumsal duyarlılıkla hareket eden, ülkeyi yönetecek kişilerin ilk olarak kendilerine karşı katı ve talepkâr olduğu başka bir yönetim kültürü.
Yoldaşlar,
Dostlar,
Her Parti Kongresinde, önümüzdeki beş yıl için stratejimizi belirliyoruz. Bu da yalnızca ülkemizde değil, Avrupa’da ve tüm dünyada yaşadığımız gerçekliğin nesnel bir şekilde değerlendirilmesini gerektirir. Bugünün dünyasında, Marx’ın 150 yıldan fazla bir süre önce öngördüğü şeyin gözlerimizin önünde gerçekleştiğini görüyoruz: Kapitalizm gelişmeye çalışırken, zenginliğin iki kaynağını yok ediyor — insanı ve çevreyi.
Günümüzde, çevre tahribatı o kadar devasa boyutlara ulaştı ki, gezegendeki yaşamın kendisini tehdit eder hale geldi. Ne yazık ki, yapılan onca açıklamaya, imzalanan çeşitli anlaşmalara ve uluslararası zirvelerde belirlenen hedeflere rağmen çevrenin yok edilmesi sürüyor. Bunun önündeki en büyük engel, bizzat kapitalist sistemin kendisidir — içsel çelişkileri ve politikaları belirleyen devasa çıkarlar, ne pahasına olursa olsun kârı büyütmeyi hedeflemektedir.
Çevre aynı zamanda, dünyanın dört bir yanında süren savaşlar ve çatışmalarla da tahrip edilmektedir. Bu savaşların ve çatışmaların kurbanları ise sayılamayacak kadar çoktur. Bugünün dünyası, güç mücadelelerinin, yeniden şekillenen ittifakların ve hegemonya değişimlerinin damgasını taşıyor. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından bu yana ilk kez, ABD’nin küresel liderliği bu kadar ciddi şekilde sorgulanıyor ve bu da onları her zamankinden daha saldırgan kılıyor; böylece dünya siyasetini, ekonomisini ve ticaretini öngörülemez sulara sürüklüyorlar. Mevcut ABD Başkanı’nın sofistike tarzı, ABD’nin dış politikasında niteliksel bir değişim anlamına gelmemektedir. Trump yönetimi, vaat ettiği gibi ABD dış politikasındaki saldırganlığı sona erdirmedi; aksine onu yeniden şekillendirdi ve çıkarları için en büyük tehdit olarak Çin’i konumlandırdı.
Günümüz dünyasının bir diğer temel özelliği de toplumlar içindeki devasa eşitsizliklerdir – bir yanda az sayıdaki kişinin elinde biriken inanılmaz servet, diğer yanda ise çok sayıda insanın karşı karşıya kaldığı derin yoksulluk ve mahrumiyet. Bu eşitsizlikler, yalnızca toplumlar içinde değil, ülkeler ve bölgeler arasında da patlayıcı bir biçimde büyümektedir.
Bunların üstüne, insanlık için varoluşsal nitelikte iki tehdit yeniden yükseliyor – modern dünyanın artık geride bıraktığını sandığımız tehditler: Üçüncü Dünya Savaşı ve faşizm. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez yeni bir dünya savaşı tehlikesi bu kadar görünür hale geldi ve aynı zamanda aşırı sağ Avrupa’da ve başka yerlerde giderek daha fazla ülkede iktidara geliyor.
Özellikle savaş meselesinde, “endişe” kelimesi, gezegenin benzeri görülmemiş şekilde askeri hale getirilmesi ve NATO ile Avrupa Birliği’nin savaş ekonomisine yönelme kararlarının içerdiği tehlikelerin derinliği ve genişliğini tarif etmeye yetmez. Bu kararlar, özünde Rusya ile bir savaşa hazırlık anlamına gelmektedir. Böyle bir savaşın nükleer savaşa dönüşeceği ve insanlığın bildiğimiz haliyle sonu olacağı çok açıktır; bunun için daha fazla açıklamaya gerek yoktur.
Savaş sanayisinin kârını, yaşam standartlarının gerilemesiyle ödeyecek olanlar halklardır; ve aynı şekilde, savaşın kâbusunu yine canları ve kanlarıyla ödeyecek olanlar da halklardır. Bu tehlikelere karşı AKEL, barışın, diyaloğun, diplomasinin, uluslararası hukukun, iş birliğinin ve dayanışmanın safını seçmektedir. Bunu sadece etik ve hukuki ilkeler değil, insanlığın hayatta kalma gerekliliği de emretmektedir.
Avrupa Birliği’nden beklentimiz de budur. Zira AB, bu felaket yoluna yalnızca direnmemekte, zaman zaman bu sürece öncülük dahi etmektedir. Uyguladığı ekonomik politikaların geride bıraktığı toplumsal yıkıntılar üzerinde 21. yüzyılın aşırı sağı ve faşizmi beslenmekte ve güçlenmektedir. AB’nin egemen güçleri –ki kendilerine en Avrupalı olduklarını iddia ederler– sağ partiler ve Avrupa Halk Partisi (EPP) çatısı altındakilerdir. Bunlar, aşırı sağla açıkça işbirliği yaparak onun normalleşmesine ve kök salmasına zemin hazırlamaktadır.
Elbette bu vesileyle tekrar hatırlatalım: Bizim Avrupa Birliği’ne yönelik eleştirimiz, sağcı bir ideolojik eğilim olan Avrupa şüpheciliğiyle alakalı değildir. 1995’ten itibaren AKEL için “Avrupa içinde mi dışında mı” ikilemi söz konusu değildir. Kıbrıs ve halkımız için haklarımızı Avrupa içinde talep ediyoruz. Aynı şekilde, Avrupa Birliği’nin bugünkü sorunlarına verilecek cevaplar da “daha az mı daha çok mu Avrupa” gibi sahte bir ikilemle sınırlanamaz. Asıl sorulması gereken “NASIL BİR AVRUPA? sorusudur. Nasıl bir Avrupa istiyoruz, kıtamızın halklarının nasıl bir Avrupa’ya ihtiyacı var? Ve Avrupa halklarının ihtiyaç duydukları şey, temelden farklı bir Avrupa’dır: barışçıl, sosyal olarak adil, demokratik, çevreci ve dayanışmacı bir Avrupa. Tüm ülkeleri gözeten, yalnızca güçlüleri değil. Halklara ait ve halklara hizmet eden bir Avrupa. İşte kıtamızın dört bir yanındaki sol güçlerle birlikte bizim mücadele ettiğimiz Avrupa budur.
Yoldaşlar,
Dostlar,
Bugünün Avrupa’sında ve dünyasında sol, politikaları ve fikirleri açısından büyük zorluklarla ve engellerle karşı karşıyadır; bu bir sır değildir. Kapitalizm yalnızca ekonomik bir sistem olarak değil, bilinç ve ideoloji düzeyinde de egemendir. Irkçılığın, faşizmin, bireycilik anlayışının gerici ideolojik söylemleri; kitlesel kolektif mücadelelerin ve siyasi düşüncenin itibarsızlaştırılması her şeyden önce solu hedef almaktadır.
Bu tür olgular Kıbrıs’ta da görülmektedir ve kaçınılmaz olarak toplumun siyasi ve seçim davranışlarını etkilemektedir. Solun bu gelişmelere yanıtı, onlara uyum sağlamak değildir. Böyle bir yaklaşım solun kendisini, fikirlerini, değerlerini ve temsil ettiği idealleri ortadan kaldırmak anlamına gelir. Solun ideolojisini ve varoluş nedenini de ortadan kaldırır.
AKEL olarak biz bu yolu izlemeyeceğiz. İdeolojimiz bizi dar bir çerçeveye hapsetmek bir yana, aksine düşüncemizi ve hareket alanlarımızı genişletir. Bizi yerimizde saydırmaz; tam tersine, sürekli bir yenilenmeyi hem teşvik eder hem de zorunlu kılar. Kişilerde, uygulamalarda, anlayışlarda, yöntemlerde ve çalışma araçlarında. Çağımıza, toplumumuza ve özellikle de ülkemizin gençlerine sürekli uyum sağlamak için.
Partimiz – bu durum ülkemizin egemen çevrelerini rahatsız etse de – Kıbrıs’ta güçlü bir toplumsal temele sahip, siyasi hayatta öncü bir güç olmaya devam etmektedir. Yerel toplumlarda, toplumsal hareketlerde, sendikalarda ve devlet kurumlarında güçlü bir varlığı vardır; aynı zamanda Avrupa’da ve dünyada da saygı gören bir partidir. Bu da ideolojimiz olmasına RAĞMEN değil, ideolojimiz SAYESİNDE böyledir.
Çünkü biz ilkeli bir partisiyiz, bir vizyon partisiyiz. Yarın için hedefleri, bugün için talepleri olan bir partiyiz; çalışanların, gençlerin, halkın günlük yaşamına dokunan bir partiyiz. Kimliği ve ilkeleri olan ama aynı zamanda topluma açık, toplumu geniş çapta kucaklayabilen ve her dönemin ilerici dinamiklerini ifade edebilen bir partiyiz.
AKEL ve sol bu şekilde kök saldı ve güçlendi Kıbrıs’ta. Ve böyle devam edeceğiz. AKEL böyle devam edecek: Yenilenmiş, mücadeleci ve güçlü. Kıbrıs ve halkı için bir güç. Halk için bir güç.
Yoldaşlar,
Dostlar,
AKEL’in 24. Kongresi bugün, Kıbrıs solunun yaşamında ve mücadelesinde ikinci yüzyılın kapısını açıyor. Güçlü bir mesajla: Buradayız! Önümüzdeki mücadelelere hazırız. Umutla, birlikle, kararlılıkla. Tarihimizin verdiği güçle. Gözümüz gelecekte. Çünkü biz bir güçtük, bir güç olmaya devam ediyoruz. Gelecek için bir güç!