Home  |  Konuşmalar   |  AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Kıbrıs Sorunuyla İlgili Basın Toplantısında Yaptığı Konuşma

AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Kıbrıs Sorunuyla İlgili Basın Toplantısında Yaptığı Konuşma

İki liderin 9 Ağustos’ta gerçekleştirecekleri buluşma öncesinde AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu basın toplantısı düzenledi.

Basın toplantısının açılışında Andros Kiprianu’nun yaptığı konuşma:

“Kıbrıs sorununun 1974’ten bu yana belki de en belirleyici aşamasına geldiğine inandığımız için bugünkü basın toplantısını gerçekleştirme ihtiyacını hissettik. İki liderin gerçekleştirecekleri buluşma ülkemizin geleceği açısından büyük önem taşıyor. Kıbrıs sorununun çözümü hedefiyle özlü müzakerelere yeniden başlayabilmemiz büyük derecede bu buluşmanın sonucuna bağlı olacaktır. Bu buluşma eğer başarıyla sonuçlanırsa devamı gelecektir. Eğer başarıyla sonuçlanmazsa gayri resmi konferans çabası muhtemelen istenmeyen bir şekilde sonuçlanacak ve artık kesin taksimden kaçınılabilmesi çok zor olacaktır.

Crans Montana’da müzakerelerin çöküşünden iki yıl geçti. Müzakere sürecinin yeniden başlaması hala başarılamadı. Bu özellikle endişe vericidir. Kıbrıs sorununun çözümü için var olan tek yolun BM himayesi altında sorunun dış yanlarına ilişkin uluslararası konferans ve iç yanlarına ilişkin toplumlar arası görüşmeler olduğu hep birlikte kararlaştırılmıştı. Eğer görüşmeler yoksa çözüm perspektifi olmaz ve kesin taksime doğru gidilir. Crans Montana çöküşü sonrasında AKEL Kıbrıs sorununun çözümünü tutarlılıkla desteklemeye devam etti. Tek başımıza kalmamıza rağmen tereddütsüz bu politikayı sürdürdük. Çünkü küçük partisel, seçimlere yönelik ya da başka geçici siyasal hedeflerden bağımsız olarak, yurdumuzun ve halkımızın geleceği için duyduğumuz gailenin, gerçek yurtseverliğin gereğinin bu duruş olduğu değerlendirmesinde bulunduk. Crans Montana öncesindeki tüm sürede müzakere sürecini bilinen kendi tezlerimiz temelinde destekledik. Sayın Anastasiadis’e hiçbir zaman açık çek vermedik. Bilakis ilk görev süresinin başında onu yoğun bir biçimde eleştirdik, çünkü onun müzakerelere baştan başlama arzusuna karşıydık. Devamında Cumhurbaşkanı yaptığı tercihlerin çıkmazlara yol açtığını fark edip, tekrar görüş birlikleri çizgisine geldiğinde, elbette kendisinin zaman zaman sergilediği yalpalamaları daima eleştirerek, süreci destekledik. Crans Montana sonrasında, Sn. Anastasiadis artık Kıbrıs sorununda düşüncesini toptan bariz bir şekilde değiştirdiğinde, eleştirimizi yoğunlaştırdık. Bu eleştirilerimizi yurdumuzun geleceği için duyduğumuz yoğun endişeden dolayı yaptık.

AKEL olarak müzakerelerdeki durgunluğun yol açacağı ciddi yan etkiler hakkında o zamandan itibaren uyarılarda bulunuyorduk. 1974’ten bu yana Kıbrıs sorununun tarihi tecrübesi müzakere sürecinin olmadığı dönemlerde durumun kötüleştiğini ve Türkiye tarafından yeni oldubittilerin yaratılmaya çalışıldığını göstermektedir. “KKTC” denilen yapı çok genel bir müzakere çerçevesini teşkil eden Guellar Göstergeleri’nin reddinden sonra 1983’te ilan edildi. Türkiye’nin ve Kıbrıslıtürk liderliğinin federasyondan konfederasyona resmi dönüşü 1997’de, yine müzakere boşluğu varken ve S-300 füzelerine ilişkin söylemlerin yükseldiği dönemde oldu. Yasadışı devletin doğrudan dış ticaretine yönelik yoğun çabalar 2004 referandumlarının bilinen sonucundan sonra ortaya koyuldu. Hatta 2015’te Ortak Açıklama’nın yayınlanmasından sonra ve Barbaros Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güney sahillerinin açığında turlarken BM Genel Sekreteri Kıbrısrum tarafı açısından en kötü raporlarından birini yayınladı. Crans Montana çöküşünün ardından yaşanan yan etkiler her zamankinden daha hissedilir oldu. AKEL olarak olası yan etkiler hakkında defalarca uyarılarda bulunmuştuk. Sn. Anastasiadis maalesef bizi dinlemedi. Gelişmeler tezimizin doğruluğunu gösterdi. Ankara Crans Montana’da güvenlik ve garantiler meselesinde sergilediği tutumla ilgili olarak bizzat BM Genel sekreteri tarafından aklanmasıyla bağlantılı bir şekilde müzakere boşluğunu kullanarak tamamen cüretkârlaştı. Bu durum başka yaşananların yanı sıra Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde tahrik edici ve yasadışı faaliyetlerinde ve Mağusa’nın kapalı kentine ilişkin mevcut durumu değiştirme girişimlerinde açıkça görülmektedir. Türkiye’nin tüm tahriklerine rağmen uluslararası toplumun tepkileri maalesef oldukça cılız oldu.

Crans Montana çöküşünün başka yan etkileri de oldu. İki lider arasındaki güven ve kimya tamamen kayboldu ve onlar ardından krizin aşılmasına hiç de yardımcı olmayan bir retoriğe giriştiler. Ayrıca Kıbrıslırumların olduğu kadar Kıbrıslıtürklerin de çözümün mümkün olduğuna inancı kayboldu. İki toplumda da bu durum milliyetçiliğin ve çözüm istemeyen, kesin taksim fikriyle giderek daha yoğun bir biçimde flört eden güçlerin güçlenmesine yaramaktadır. Özellikle Kıbrıslıtürk toplumunda yaşananlar çok endişe vericidir. Türkiye’nin kontrolü giderek daha da boğucu olmaktadır. Uygulanan siyasal ve askeri kontrol dışında şimdi bu ekonomi ve din alanlarına da yayılmaktadır. Tüm bunlar Kıbrıs sorununun çözümünü giderek daha da zorlaştırmaktadır.

Sayın Guterres kısa bir süre önce yayınlanan raporunda pek çok kez yaptığı gibi “statükonun yani Kıbrıs sorununda çözümsüzlüğün yaşayabilir olmadığına dair görüş birliğinin var olduğunu” ve “sonucu olmaksızın sonu gelmeyen bir müzakere sürecinin önümüzde değil ardımızda kaldığını” vurgulamaktadır. Ayrıca tarafların “görünür bir gelecekte başarılı bir sonuca ulaşma amacı ve kararlılığı ilhamıyla bütünlüklü müzakerelerin yapılabilmesine yönelik çabalarını ikiye katlamaları gerektiğinin” altını çizerek, tarafları “yapıcı, yaratıcı ve gereken aciliyetle istişare sürecine katılmaya” tekrar çağırmaktadır.

Güvenlik Konseyi de benzer bir tutum ortaya koymaktadır. Genel Sekreter’in son iki yıl boyunca tekrarladıklarının altını çizerek ve artık çok belirgin bir biçimde, bugünkü statükonun yaşayabilir olmadığı tezini paylaşmaktadır. İki lideri olumsuz retoriği terk etmeye çağırmakta ve anlamı olacak müzakerelerin yeniden başlamasının mümkün olması için kendilerinden ne yapmalarının beklendiğini liderlere hatırlatmaktadır. Crans Montana çöküşünden sonra ilerleme olmamasından üzüntüsünü ifade ederek iki liderden ve bütün ilgili taraflardan mümkün olan en kısa sürede çözüme götürecek müzakerelerin yeniden başlamasını kolaylaştırmak için görev tanımı koşullarında aciliyet hissiyle sonuca varmalarını istemektedir. Yani özünde Güvenlik Konseyi görev tanımı koşullarına ilişkin tartışmanın derhal tamamlanmasını istemektedir. Aynı zamanda BM Genel Sekreteri’nin 30 Haziran 2017 çerçevesinin askıdaki meselelerin çözüm temelini teşkil ettiğine de işaret etmektedir.

Görev tanımı koşullarına ilişkin arayışın verimsiz olmasıyla sonucu belirsiz, gereksiz bir maceraya girdiğimiz açıkça görülüyor. Crans Montana çöküşünden sonra böyle bir konu yoktu. BM Genel Sekreteri gerek öze, gerekse prosedüre ilişkin somut ve net bir süreç önermişti: Derinlemesine bir düşünme döneminden sonra görüş birlikleri, Guterres Çerçevesi ve Çözümün Uygulanması Mekanizması hakkındaki gayri resmi belge temelinde görüşmelerin Crans Montana’da kalınan yerden devamı. Farklı katılımlarla iki ayrı masada sorunun iç ve dış yanlarının görüşülmesi. Ayrıca diyalog yeniden başlarsa bu kez sonuna kadar gitme yönünde siyasi irade göstereceklerine dair iki liderden kendisini ikna etmelerini de istiyordu. Aslında geçen iki yıl içerisinde Sn. Guterres bu meselelerde hiçbir zaman net bir cevap almadı. Tam aksine sözde “yeni fikirlere” daldılar.

Türkiye’nin yıllardır Kıbrıs sorununun çözüm çabasında sorunlara yol açan tezleri desteklediği bir gerçekliktir. Tam da bu nedenden dolayı biz üzerinde anlaşmaya varılmış olan çözüm çerçevesine bağlı kalmalıyız. Yalpalamalara ve çelişkilere düşmeksizin. Peki Sn. Anastasiadis ne yaptı? Başlangıçta desentralize federasyonu önerdi ve hiçbir zaman tam olarak neyi kastettiğini açıklamadı. Bu mesele federal yetkilerle ilgilidir. Ve Crans Montana’da federal yetkiler konusunda neredeyse tamamen anlaşmaya varılmıştı. Bu nedenle de BM Genel Sekreteri altı başlıklı çerçevesinde bunlara yer vermedi. Ardından Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu kararlarında bir Kıbrıslıtürk pozitif oy konusundaki görüş birliğine açık bir şekilde karşı çıkarak siyasal eşitlik ve etkin katılım meselesini tekrar açtı. Bu, Kıbrıstürk toplumunu özünde toplumdan azınlığa indirgeyeceğinden bunun Kıbrıstürk tarafınca kabul edilmesinin hiçbir ihtimali yoktur. Zaten Zürih’in katı vetolarının yerini bir pozitif oy almıştı.

Sn. Guterres’in bizzat kendisi 2017 Eylül raporunda etkin katılım meselesinin özünde çözülmüş olduğuna değiniyordu. Bu noktada bir pozitif oyun Bakanlar Kurulu ile ilgili olduğunu ve Kıbrıstürk tarafının talep ettiği gibi bütün alt siyasi organlarla ilgili olmadığını elbette ki belirtiyoruz. Bunu Genel Sekreter’in kendisi de çerçevesinde reddetti. Son olarak da Cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanlığı sisteminin yerini parlamenter sistemin almasını istedi, hâlbuki bu görüşmelerde tartışılmış ve zaten reddedilmişti. Bunun reddedilmesi tesadüfi değildi, çünkü Kıbrıs’ın somut koşullarında söz konusu sistemde hükümet istikrarsızlığı, hükümet oluşturulamaması zaafı gibi tehlikeler vardır. Dolayısıyla bütün bu düşünceler Sn. Anastasiadis’in kabul ettiğini duyurduğu BM Genel Sekreteri’nin çerçevesinin dışındadır. Seçilen yolun görev tanımı koşullarında sonuca ve dolayısıyla görüşmelerin yeniden başlamasına da götürmediği açıktır. Türk tarafını zorlamadığı da. Tüm bunları Sayın Anastasiadis’i eleştirme niyetiyle söylemiyoruz. Tam aksine doğru kararlar almasında ona yardımcı olma çabasıyla gerçeği ortaya koyuyoruz.

Güvenlik Konseyi son kararında Kıbrıs sorununun çözüm temeliyle ilgili olarak her istikamete net mesaj gönderiyor ve bunun ilgili kararlarda belirtildiği şekilde siyasi eşitliğin olacağı iki bölgeli iki toplumlu federasyondan başka bir şey olmayacağının altını çiziyor. Ayrıca başka hususların yanı sıra, merkezi devletin organlarına etkin katılımı da içeren 1991 yılının 716 sayılı kararında yer alan siyasi eşitliğin tanımına özel atıfta bulunulması hiç de tesadüfi değildir. Bilakis, siyasi eşitliğe karşı tezlerin kabul edilemeyeceğini bariz bir şekilde hatırlatmaktadır.

İki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümünü mü müzakere etmemiz yoksa açık ya da üstü örtülü bir biçimde üniter devlet çözümünü mü hedeflememiz gerektiğine dair Kıbrısrum toplumunda geçmişin sonu gelmeyen tartışmalarına en nihayet son verilmelidir. En azından federasyon ya da taksim ikilemine alternatif seçenek olduğuna iyi niyetli bir şekilde inananlar tarafından. İki bölgeli iki toplumlu federasyon hedefinin terk edilmesine yönelik yüksek düzeydekilerin dahi yaptığı bütün tartışmaların üniter devlete yönelik değil, doğrudan taksime yönelik olduğu bugün apaçık bellidir.

On yıllarca süren görüşmelerden sonra iki tarafın nerede buluşabileceğini, hangi uzlaşılarla yaşayabileceğimizi hepimiz biliyoruz. Kıbrıs sorunuyla ilgilenenlerin tümü gerçek siyasi iradenin olduğu yerde çözümlerin de olduğunu biliyor. İşlerliği olan ve uygulanabilir pek çok ve önemli görüş birliğine vardık. Askıdaki temel konuların çözümüne Crans Montana’da çok yaklaştık. Sürekli ve maksimalist yalpamalar nereden gelirse gelsin çözüm perspektifini giderek daha fazla uzaklaştırıyor. Zaman tükeniyor. Kıbrıslıtürk toplumunu Türkiye’nin boğucu bir şekilde kuşatması ve toprak üzerinde yaşanan oldubittiler nihai taksim hayaletinin Kıbrıs’ın üzerinde hiçbir zaman olmadığı kadar daha tehdit edici bir biçimde dolaştığını doğrulamaktadır.

Tüm bu dediklerimiz Cumhurbaşkanı’nın Sayın Akıncı ile kritik buluşmasında ne yapması gerektiğini net bir biçimde ortaya koymaktadır. Cumhurbaşkanı, BM kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitliğin olacağı iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümüne bağlılığını teyit etmelidir. Sürecin varılan görüş birlikleri, Guterres Çerçevesi ve Çözümün Uygulanması Mekanizması ile Crans Montana’da kalınan yerden devam edeceğini teyit etmelidir. BM Genel Sekreteri bir konferansın tekrarının iki farklı masada altı konunun paket halinde müzakeresi şeklinde olacağını belirtmektedir. Hedef bütünlüklü çözümün yolunu açacak stratejik ortak anlayışa varılmasıdır.

Doğal gaz ve Türkiye’nin tahrikleri meselesinin bu buluşmanın başarılı sonuçlanmasıyla kendiliğinden ortadan kalkacağı ve sorumluluğun sadece Kıbrıstürk tarafına yükleneceği yönünde yanılsamalar veya hatta büyük beklentiler olmamalıdır. Sayın Akıncı’nın doğal gaz hakkındaki önerisi elbette doğru olarak reddedildi. Çünkü doğal gazı çözüm için motivasyondan, çözümden uzaklaştıran faktöre dönüştürecekti. AKEL, Cumhurbaşkanı’na tamamen somut bir öneriyi sunma siyasi cesaretini gösterdi. Bu öneriyi zaten yayınladığımız için burada detaylarına girmeme gerek yok. Cumhurbaşkanı kendi tercihlerini yaptı, bu onun ortadan kaldırılamaz hakkıdır. Ama doğal gaz konusunda anlaşmazlıklar nedeniyle 9 Ağustos buluşmasının olası başarısızlığının önüne geçmenin artık yolunu bulması gerekir.

Bu buluşmanın gayri resmi konferansın yolunu açması için Cumhurbaşkanı uygun bir şekilde hazırlanmalıdır. Ayrıca kendisinin de hedeflediğini söylediği özlü müzakerelerde yapacakları için de şimdiden hazırlanmalıdır. Çözüm, kurtuluş ve yeniden birleşme çabasında fobik sendromlara yer yoktur. Cumhurbaşkanı’nın cesaret ve özgüvenle ilerleme yönünde tarihsel sorumluluğu vardır. Aksi takdirde maalesef nihai taksimin Cumhurbaşkanı olması tehlikesiyle karşı karşıyadır ve çok ağır tarihsel sorumlulukları olacaktır.”

2 Ağustos 2019

PREV

EDON 32. Gençlik ve Öğrenci Festivali’nde AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması

NEXT

“Kıbrıs’ın Kayıplarını Ararken” Etkinliğinde AKEL Meclis Grubu Sözcüsü Yorgos Lukaidis’in Konuşması