AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Kıbrıs Sorunu Konulu Basın Toplantısında Yaptığı Konuşma
Hepinize bugünkü basın toplantısına hoş geldiniz demek istiyorum. Kıbrıs sorunundaki gelişmeler ülkemizin ve halkımızın geleceğini, geleceğe yönelik beklenti ve umutlarını, çocuklarımızın ve torunlarımızın yaşamını büyük derecede belirleyecek. Bu kadar kritik ve belirleyici gelişmelere hiçbirimiz ilgisiz kalamaz ve ilgisiz kalma hakkı yoktur. Özellikle de yurtsever ve sorumlu bir güç olan AKEL. Yurdumuzun ve halkımızın tümden kurtuluşu ve yeniden birleşmesi bizim için yıllardır var olan ve müzakere edilemez hedefti ve öyle olmaya devam ediyor. Bu hedefe ulaşmayı başarmak için önümüzdeki tek yol tek egemenliği, tek vatandaşlığı ve tek uluslararası kimliği olacak bir devlet için üzerinde anlaşmaya varılan çerçevede ısrar etmemizdir. Bir dizi Güvenlik Konseyi kararında belirtildiği şekilde siyasi eşitlikli iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümünde ısrar etmemizdir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamını teşkil edecek birleşik devlette ısrar etmemizdir. İşgalden, garanti ve müdahale haklarından, yerli ve yabancı ordulardan kurtulmuş bir devlette ısrar etmemizdir.
Defakto taksimin devamlılığının ana sorumluluğunun Türkiye’de olduğundan hiçbirimizin şüphesi yoktur. Ancak yakın zamanda yaşanan Mont Pelerin ve Crans Montana örneklerinde olduğu gibi Kıbrısrum tarafının bazı yanlış tutumlar sergilediği de bir gerçekliktir.
Biraz önce belirttiğim üzerinde anlaşmaya varılmış olan temelde Kıbrıs sorununun çözümünü 44 yıldır başaramadığımız bir gerçektir. Kimileri bunu argüman olarak öne sürmeye çalışarak, iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümü hedefinin gerçekleştirilemeyecek bir hedef olduğunu ve üniter devlet çözümünü hedeflememiz gerektiğini söylemektedir.
Eğer federasyon çözümü hedefi gerçekleştirilemeyecek bir hedefse üniter devlet çözümü gibi çok daha iddialı ve dolayısıyla çok daha zor bir hedefin gerçekleştirilmesi nasıl mümkün olabilir? Özellikle bugünkü koşullarda önümüzdeki gerçek ikilemin federasyon ve üniter devlet arasında değil, federasyon ve taksim olduğu apaçık kanıtlanmaktadır. Federasyonun terki düşüncesinin üst düzeylerde dahi tartışıldığının görüldüğü bugünkü koşullarda tartışılan alternatif seçenek elbette üniter devlet değil, taksimin bir biçimidir. Federal çözümün reddinin üniter devlete götürebileceğine samimiyetle inananların kaygılanmalarının ve bir kez daha düşünmelerinin zamanıdır. Eğer geçmişten ders alırsak, o zaman bu sonuca kolayca varırız. Yeter ki 1974 çifte cinayeti öncesinde yaşananları ve sonuçlarını hatırlayalım.
Dolayısıyla federasyon çözümünün reddi doğal olarak taksime götürür. Bunun iki yolu vardır. Biri üzerinde anlaşmaya varma hedefiyle müzakerelerde gündeme getirilmesi, diğeri de özlü müzakereler yapılmaksızın zamanın geçmeye bırakılması ve sonucunda buna kaymamız.
Ancak taksim ne demektir? Acaba her şeyin bugünkü gibi kalacağı ve yaşamın normal devam edeceği mi demektir? Buna inanmak tehlikeli naifliktir. AKEL’in kendileriyle sürekli görüştüğü Kıbrıslıtürkler bugünkü durum devam ettiği takdirde Kıbrıstürk toplumunun Türkiye tarafından tamamen asimile edileceği ve toplumsal varlık olarak ortadan kalkacağı görüşündedir.
Taksim, Kıbrıs topraklarının neredeyse yüzde 40’ının ve sahil şeridinin yüzde 60’ının Türkiye’ye verilmesi demektir. Taksim, Türkiye’yle 180 kilometrelik kara sınırı demektir. Kontrolsüz daha fazla yasadışı nüfus taşınması ve bütün yerleşiklerin kalması demektir. İşgal ordularının kalıcılaşması demektir. Geriye ne bir karış toprak, ne de bir mülk alınmaması demektir. Son tahlilde Kıbrıs’ın Türkiye tarafından tamamen işgal edilmesinin Demokles kılıcının başımızın üzerinde sallanması demektir.
Crans Montana başarısızlığının ardından BM Genel Sekreteri bir toparlanma dönemine atıfta bulundu. Ancak çıkmazın bugüne kadar devam ettiği görülmektedir. Müzakerelerin yeniden başlaması için Sn. Guterres ne talep etti? Anlaşılır olanı, yani anlamı olan görüşmeler yapılmasını ve anlaşmaya varmak için gerekli siyasi iradenin gösterilmesini talep etti. Ve bu genel tespitle sınırlı kalmadı. Öze ilişkin olarak, müzakere sürecinin Crans Montana’da kaldığı yerden devamını, yani o zaman kadar varılan görüş birliklerinin, Guterres Çerçevesi’nin ve çözümün uygulanması mekanizmasının korunmasını talep etti.
Prosedüre ilişkin olarak da belirlediği altı temel konunun iki müzakere masasında çapraz müzakeresini talep etti. Bu masalardan birinde garantör güçlerin ve gözlemci olarak AB’nin katılımıyla Kıbrıs sorununun uluslararası yanlarının, diğer masada her zaman olduğu gibi iki toplum arasında Kıbrıs sorununun iç yanlarının görüşülmesini talep etti. Eğer bu altı konuda görüş birliğine varılması başarılırsa, o zaman –bazılarının yanlış bir şekilde dedikleri ara anlaşma değil- stratejik ortak anlayışa varılmış olacaktır ve bu askıda olan diğer konuların daha sonra görüşülmesini çok büyük derecede kolaylaştıracaktır.
Cumhurbaşkanlığı bozuk bir plak gibi bize neyi önerdiğimizi sormaya son versin. Pek çok kez söylediğimizi bir kez daha tekrarlıyorum: Biz çok basit, açık ve net bir biçimde BM Genel Sekreteri’nin talep ettiklerinin ön koşullar ve dipnotlar eklenmeksizin kabul edilmesini önerdik. Bunu sadece Sn. Guterres talep ettiği için savunmuyoruz. BM Genel Sekreteri’nin önerisi hiç de tesadüfi değildir. Müzakere sürecinin devamı için en sonuç alıcı yolu teşkil etmektedir. Neyi kastettiğimizi de izah ediyoruz. Kıbrıs sorununun istisnasız bütün başlıkları artık görüş birliğinin ileri aşamasında bulunmaktadır. Nitekim BM Genel Sekreteri de Crans Montana başarısızlığının ardından 2017 Ekim’inde sunduğu raporda bu tespiti yapmaktadır. Özünde her başlıkta sadece bazı anlaşmazlıklar kalmıştı ve bunlar da üzerinde siyasal kararların alınması gereken anlaşmazlıklardı. Bu artık çapraz müzakereye izin vermektedir. Çapraz ve aynı anda müzakere neyin önce, neyin sonra tartışılması gerektiğine ilişkin ön koşulların öne sürülmesine izin vermemektedir. Ayrıca altı temel konunun müzakeresi detaylarda kaybolma ve sıkça yaşandığı gibi boşuna zaman kaybetme tehlikesini ortadan kaldırmaktadır.
Tüm bunlar BM Genel Sekreteri’nin önerisinde neden ısrar ettiğini izah etmektedir. Sn. Guterres kaprisinden dolayı değil, çok önemli nedenlerden dolayı bunu yaptı. Tam da aynı nedenlerden dolayı AKEL, benzer öneriyi Cenevre Konferansı’ndan önce Sn. Anastasiadis’e sunmuştu ama ne yazık ki önerimize kulak verilmedi.
Gutteres Çerçevesi bizi koruyor mu, yoksa bu çerçevede yer alanlardan endişe mi duymalıyız? Sn. Anastasiadis son basın toplantısında bu çerçeveyi reddetmesi için delirmiş olması gerektiğini söyledi. Guterres Çerçevesi çözümünün birinci gününden itibaren garantileri ve her tür müdahale hakkını lağvediyor. Yine çözümün birinci gününden itibaren işgal ordularının önemli derecede azaltılmasını ve geriye kalanların da hızla adadan ayrılmasını öngörüyor. Garantör güçleri men eden ve onların rolünü sadece tavsiyede bulunmakla sınırlayan bir çözümün uygulanması mekanizmasını öngörüyor. Sadece 950 askerden oluşan Yunan Alayı ve 650 askerden oluşan Türk Alayı meselelerini -Türkiye’nin 15 yılda bunun tekrar değerlendirilmesini ve Kıbrısrum tarafının çok daha kısa sürede bunların varlığına son verilmesini içeren maddeyle- daha fazla görüşülmek üzere açık bırakıyor. Tüm bunlar Zürih Antlaşması’ndan dahi önemli iyileştirmeyi teşkil etmektedir: Büyük dikenli konu Garanti Antlaşması sonlandırılıyor ve bizim açımızdan, en kötü durumda dahi, İttifak Antlaşması’nın süresi belirli hale getiriliyor.
Toprak başlığına gelince Guterres Çerçevesi Omorfo’nun iadesini talep ediyor. Bu, Türk tarafının geri çektiği haritayı sadece tekrar sunmasının değil, aynı zamanda buna Omorfo’yu da eklenmesinin gerekeceği demektir.
Yunanistan ve Türkiye vatandaşlarına eşit muamele konusunda bize müzakere imkânı sunan önemli bir görüş birliği söz konusudur. Bu da Hristofyas ve Talat arasında varılan 4/1 oranını içeren görüş birliğidir.
Etkin katılım konusunda, ikincil organlarda sadece iki toplumun yaşamsal çıkarlarıyla ilgili konularda pozitif Kıbrıslıtürk oya ve çıkmazların çözümü mekanizmasına atıfta bulunan Guterres Çerçevesi Kıbrısrum tarafının endişe ve taleplerine yanıt vermektedir (Bu konuda temel hususlarda anlaşmaya varılmıştı. Şimdi Sn. Anastasiadis’in bunları da yeniden tartışmaya açmayı istediği görülüyor). Yani Sn. Anastasiadis’in desentralize federasyonla güya güvence altına almayı istedikleri Guterres Çerçevesi’nde zaten güvence altındadır.
Mülkiyet başlığında Genel Sekreter iki farklı rejim öneriyor ve bu zaten Kıbrısrum tarafının da hedefiydi. Kıbrısrum yönetimine verilecek bölgelerde öncelik yerinden edinmiş mülk sahiplerine verilecek. Kıbrıstürk yönetiminde olacak bölgelerde öncelik kullancılara verilecek. Bu açıkça Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Dimopulos kararıyla bağlantılıdır ve bu karar maalesef önceliği kullancılara vermektedir. Bu tabii ki bizi tatmin etmese de en azından çerçeve daha fazla müzakere imkânı sunmaktadır. Bunlara ilaveten iade edilmeyecek olan bölgelerde dahi mülkleriyle duygusal bağı olan mülk sahiplerine öncelik verilmesine ilişkin görüş birliğinin de değerlendirilmesi gerekir.
Elbette ki BM’nin hiçbir çerçevesi bizim tezlerimizi yüzde yüz karşılayamaz. Bir bütün olarak değerlendirilmesi gerekir. Garanti Antlaşması’nı ve müdahale haklarını lağvedeceği, işgal ordularının güvenilir bir uygulama mekanizmasıyla adadan ayrılacağı, Omorfo’nun iade edileceği ve bir pozitif oy konusunda Kıbrısrum tarafının tezinin karşılanacağı dikkate alındığında terazinin olumlu unsurlar yönünde ağır bastığı görülmektedir. Dolayısıyla Guterres Çerçevesi bir nihai müzakere öncesinde bizi güçlendirmektedir.
Bu çerçeveyle ilerleseydik iki ihtimal vardı: Ya Türkiye işbirliği yapacaktı ve sonuçta çözüm yönünde önemli bir adım atılacaktı ya da kabul edilemez tezlerde ısrar edecekti ve sonuçta BM Genel Sekreteri’nin ve uluslararası toplum gözünde teşhir olacaktı.
Bunun için, Sn. Akıncı müzakerelerin kaldığı yerden Guterres Çerçevesi temelinde devamını istediğinde, biz aynısını Sn. Anastasiadis’in de yapması gerektiğini işaret etmiştik. Ancak Cumhurbaşkanı bunu yapmak yerine, ön koşullar ve şartlar öne sürmeye devam etti.
BM Genel Sekreteri’nin Güvenlik Konseyi’ne raporunu sunmasına kısa bir süre kala Sn. Anastasiadis desentralize federasyon meselesini gündeme getirdi. Söz konusu olan yeniden ısıtılmış bir yemekti, çünkü 2010’da da Ulusal Konsey’de aynısını yapmıştı. O dönemde eski Cumhurbaşkanı Dimitris Hristofyas tarafından kendisine tam olarak hangi yetkilerin oluşturucu devletlere devredilmesini istediğini soruldu ama o bu soruya hiçbir zaman yanıt vermedi. Şimdi de Ulusal Konsey’in iki toplantısından ve bizzat kendisinin halka sesleniş konuşmasından sonra hala daha neyi kastettiğini netleştirmemeye devam ediyor. Bu mesele BM Genel Sekreteri’nin çerçevesinde yer almamaktadır. Bunun sebebi de çok basittir. Çünkü bu konu çözülmüş bir konudur ve federal yetkiler konusunda özünde taraflar anlaşmaya varmış durumdadır. Sn. Anastasiadis bir yandan görüşmelerin Crans Montana’da kesintiye uğradığı yerden devamına hazır olduğunu beyan ediyor ve diğer yandan üzerinde anlaşmaya varılmış bir konuyu yeniden tartışmaya açıyor.
Sorun desentralize federasyonda değildir. Günümüz dünyasında desentralize federasyonlar kadar merkeziyetçi federasyonlar da var. Bunlar bir federasyonun kuruluş nedenlerine ve biçimlerine bağlıdır. Acaba siyasi eşitlikli ve artık yetkilerin oluşturucu devletlere ait olduğu iki bölgeli iki toplumlu federasyon merkeziyetçi federasyon mudur? Müzakere sürecinin yeniden başlaması yönünde çaba ortaya koyulurken, var olan bir görüş birliğinin yeniden tartışmaya açılması hangi amaca hizmet etmektedir? Cumhurbaşkanı düşüncelerini bizimle paylaşmamakta neden inatla ısrar ediyor? Cumhurbaşkanı düşüncelerini bizimle paylaşmalıdır çünkü oluşturucu devletlere aktarıldığı takdirde federasyondan değil, konfederasyondan ya da en azından yoğun bir biçimde konfederal unsurlardan söz edilmesine yol açacak yetkiler vardır (örneğin savunma ve savunma politikası, birleşik ekonomi, MEB, muhaceret). Madem Guterres Çerçevesi bunu öngörüyordu o zaman Cumhurbaşkanı üstelik de bunu başka bir şeyle takas etme olasılığı varken, neden bu konuyu müzakerelerde görüşmeye bırakmadı? Zaten sonuçta bunu yapmış olsaydı dahi Guterres Çerçevesi’nin altı başlığı açıkta kalmaya devam edecekti.
Konunun özü şudur: Cumhurbaşkanı izah etmeksizin ya da tam olarak neyi kastettiğini bilmeksizin üzerinde anlaşmaya varılmış olan bir konuyu yeniden tartışmaya açmaktadır. Bu hareketin amacının ne olduğunun sorulması gayet doğaldır. Acaba müzakere sürecinden kaçınmaya mı çabalıyor? Acaba iki bölgeli iki toplumlu federasyon hedefinden başka bir yere mi gitmeyi istiyor? Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in başka bir çözümü, konfederal unsurlara ve iki devletli unsurlara sahip olacak bir çözümü hedeflediği sırrını kendileriyle paylaştığını çok kişinin iddia ettiği gözümüzden kaçmıyor.
Bugün önümüzde bütün bu dengesiz ve tuhaf tutumların elle tutulur sonucu var. Durum çok daha karmaşık ve zor bir hale geldi. Artık müzakere sürecinin yeniden başlaması için görev tanımında anlaşmaları gerekiyor. Gerek içerik ve gerekse prosedür açısından önümüzde net bir çerçeve varken, şimdi görev tanımını arar olduk. Bu yeni terminolojinin sebebi nedir?
Crans Montana’dan bu yana pek çok şey yaşandı: Anastasiadis’in önerilerinin geri çekilmesi, bunun ardından Kıbrıstürk tarafının sunduğu haritayı geri çekmesi, Guterres Çerçevesi’nin (BM Genel Sekreteri’nin ve Kıbrıstürk tarafının dediği gibi) 30 Haziran çerçevesi mi, yoksa 4 Temmuz çerçevesi mi olduğuna dair anlaşmazlıklar, yaşamsal önemdeki konular dışında Bakanlar Kurulu’nda bir Kıbrıslıtürk oy hakkındaki görüş birliğini Cumhurbaşkanı’nın geri çekme niyeti, üstelik bunlara doğal gaz konusu ve desentralize federasyon önerisi dâhil değil. Kıbrıstürk tarafı bazı çekincelerine rağmen, desentralize federasyonu tartışmaya açık olduğunu ifade ettiği andan itibaren BM Genel Sekreteri’nin bunu reddetmeyip, taraflardan birlikte bunu görev tanımına dâhil etmelerini istemesi doğaldı. Ancak Genel Sekreter konunun ne kadar acil olduğunu vurgulamaktadır. Görev tanımıyla netleştirilmesi gerekenler tüm bunlar ve izlenecek süreçtir. Ancak BM Genel Sekreteri kesinlikle sürecin anlamı olacağına ikna olmayı istemektedir, aksi takdirde görüşmelerin yeniden başlamasını kabul etmemesi tehlikesi söz konusudur.
Bugüne kadar BM Genel Sekreteri görüşmelerin kaldığı yerden ve sunduğu çerçeve temelinde devam etmesini talep ediyordu. Şimdi görev tanımıyla daha fazlası talep ediliyor. Üzerinde anlaşmaya varılmış olan görüş birlikleri hakkında aynı anlayışa, Genel Sekreter’in çerçevesinin içeriği hakkında aynı yoruma, olası yeni düşünceler hakkında aynı anlayışa sahip olduğumuz konusunda anlaşmamız talep ediliyor. Tüm bunlara ilaveten aynı nihai hedefe sahip olduğumuz ve oraya nasıl ulaşacağımız konusunda da anlaşmamız gerekiyor.
Dolayısıyla gelişmeler artık kritik olmanın ötesindedir. Üzerinde anlaşmaya varılmış olan çözüme –bunu alt üst edecek ön koşullar ve şartlar öne sürmeksizin– bağlılıkla, tutarlılık ve samimiyetle sistematik bir biçimde çalışmazsak, görev tanımında dahi sonuca varamamamız tehlikesi vardır. Böylesi bir şey özellikle başarısızlığın sorumluluğu bize de yüklendiği takdirde, ülkemiz açısından büyük tehlikelere gebedir.
Artık talep edilen şey, görev tanımında anlaşmaya varılması için önümüzdeki haftaların değerlendirilmesidir. Eğer bu başarılamazsa, Kıbrısrum tarafına da sorumluluklar yüklenmesi tehlikesinin olduğunun Sn. Anastasiadis bilincinde mi? Sn. Anastasiadis böylesi bir durumda kesin taksimin hiçbir zaman olmadığı kadar daha yakın olacağının farkında mı?
Rauf Denktaş’ın vizyonu ve daimi hedefi olan taksimle yurtsever güç olarak AKEL’in uzlaşması asla söz konusu olamaz. AKEL bütün gücüyle kurtuluş ve yeniden birleşme için mücadeleye devam edecektir. Bunun başarılması için mümkün olan tek çözüm iki bölgeli iki toplumlu federasyondur. Uluslararası hukukun ve BM Tüzük Şartı’nın ilkelerini, Avrupa Birliği’nin üzerinde kurulduğu ilkeleri temel alan çözümdür. Başka yönlere dönmeleri olası olanların, biz olmadan, bunların ne kadar kabul görebileceğini ölçmeleri gerekecektir.
26 Kasım 2018