Home  |  Konuşmalar   |  Kara yıldönümleri vesilesiyle gerçekleştirilen etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

Kara yıldönümleri vesilesiyle gerçekleştirilen etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

 

“- Yapılanların tümü, darbe de, istila da bir ihanetti.

– Evet, ama sen darbede yer aldın.

– Darbe girişiminde yer almıyordum.

– Bütün Limasol’u “ele geçirdiğini” sen söyledin.

– Bırakaydım da kan mı dökülseydi?

– Devletin meşru güçlerini güçlendirmek için Polis karakoluna gitmek yerine neden…

– Kimler meşru güçlerdi bayım? Pretoryanlar mı? Çete başı olan piskopos mu? Meşru olan kimdi?

– Otuz üç yıl sonra çıkıp da, “onlar pretoryanlardı, 1974’te meşru hükümet yoktu” diyemezsin.

– Makaryos’la hemfikir olmayan suçlu, günahkâr görülüyordu.

– İyi ya da kötü bir demokrasi vardı.

– Hangi demokrasi?”

 

Darbecilerin düşünce yapısını açıkça gösteren bu diyalog, darbe ve istiladan tam otuz üç yıl sonra, 2007’de Meclis’in Kıbrıs Dosyası Komisyonu’nda Darbenin elebaşıyla Komisyon’daki bir milletvekili arasında yapıldı. Bunca yıl sonra dahi Darbenin başını çekenler hiçbir şey anlamamış, hiçbir şeyden pişman olmamışlar. Tam kırk iki yıl sonra, bugün onlar yaptıkları ihaneti hissetmiyorlar, kendilerine ihanet edildiği hissindeler. Kendilerini bize ders verecek konumda görüyorlar. Yıllar sonra, siyasal ve sosyal yaşamın en ön saflarında olmayı hak ettiklerini hissindeler. O 15 Temmuz sabahında ellerindeki kalaşnikoflarla havaya ateş edip “Muskos öldü” diye sevinç gösterilerinde bulunmalarından alakasız bir biçimde, kendilerini haklı olarak iktidar koltuklarında buldukları hissindeler. Suç işlemedikleri hissindeler. Ancak biz unutmadık, unutmuyoruz. Masum insanların kanlarıyla yazılanlar nasıl unutulabilir ki?

Hristalla’ya “Kocanı alıyoruz, geri getireceğiz” dediler. Ardından silah seslerini duydu. Yorgos’u yakalayıp Merkez Hapishane’ye götürdüler. Sorguda “Solcu değil misin? Diye soruyorlardı. Onlara “Solcuyum, bundan şimdi de pişman değilim” yanıtını verdi. Mezarlık içinde bir çukurun yanında elindeki silahı Vasos’a dayayan Binbaşı “Muskos’un köpeklerini kahramanların yanına mı gömeceksiniz?” diye bağırıyordu. Aynı saatlerde başka bir kurşun, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na saldırı emrini yerine getirmeyi reddeden Sotiiris Adamu Konstantinu’nun yaşamına son veriyordu. Avraam’a “ne karını, ne de çocuklarını bir daha göremeyeceksin. Hepinizin mezarı hazır” diyorlardı. İki ayağından bir ekskavatöre bağladıkları Andreas’ın acı içerisindeki çığlıklarını çocukları duyuyordu.

Tüm bunları yapanların 1974’ün kara Temmuzunun 15’inde büyük vatanperverleri oynadıklarını kim unutabilir ki? 20 Temmuz’da saklanmak için cephe gerisine kaçıyorlardı. İstilaya karşı savaşmamak için dağlara kaçtılar, hastanelere saklandılar. Faşizme ve istilaya geçit vermemek için dökülen kanın kıpkırmızı olduğunu, bizim de kanımız olduğunu kim unutabilir ki? Demokrasiye ve yurda adanan bunca kanı kim unutabilir ki?

Kostas Mişaulis, Kostakis Evagoru, Nikos Flurencu, Kiryakos Papalazaru, Andreas Kestas, Pambos Hristofi, Tasos Hristofi, Pandelis Haralambus, Hristakis Kombos ve daha niceleri. Onların fedakârlıklarının ihanetle eşitlenmesini kabul etseydik, hem onların anısı için de, her birimiz için de bu büyük utanç olurdu. Halk Hareketi’nin bağrından Gavriil Theodosiu, Andreas Stilyanu, Yerasimos Leondiu, Evelthon İoannidis, Karasamanis ve daha nice yiğit çıktı. İşgal ordularına kapıları açanlar geceleri rahat uyusunlar diye, bugün tarihe tecavüz edilmesini kabul etmemiz, idealleri uğruna en ön safta yer alıp canlarını feda edenlere ve onların anısına karşı büyük ayıp ve utanç olurdu.

Cunta Yunanistan’da bir ekonomi mucizesi başardı ve en azından Cuntacılar devletten çalmadılar”, “Gizikis’e gönderdiği mektupla darbeye Makaryos neden oldu”, “EOKA-B üyeleri kendilerini olanlara kaptırıp sürüklenen, henüz bıyıkları bile çıkmamış olan çocuklardı, zaten Makaryos da suç işlemişti”, “emirleri yerine getiriyorlardı, Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na saldırı emrine karşı çıkamazlardı”, “Darbe bir subaylar kliğinin düşüncesizce bir hareketiydi”.

Böylesi lafları ve bunlara benzer daha nice miti darbeciler ve onların siyasi hamileri üretmeye teşebbüs ettiler. “Mitler sistemin kaleleridir” diye yazılmıştı bir zamanlar. Bu sözde pek çok gerçek saklıdır. Sistem zamanla insanların unutmalarını umuyor. Sola darbe vurma teşebbüslerinde yedek güç olarak aşırı sağa ihtiyaç duyanlar, bu mitleri korumayı, sürdürmeyi seçiyorlar. Sürekli olarak onların gerçek yüzlerini ortaya çıkarmak, gerçek tarihi olayları hatırlatmak bizim yükümlülüğümüzdür.

Cunta bir ekonomi mucizesi yapmadı. Cuntacılar diktatörcüklerdi ve emperyalizmin elinde kuklalardı. Antikomünizm, kan, sürgünler, işkenceler, vurgunculuk, uşaklık ve biat beyanları onların karakteristik özellikleriydi. Varlığını yabancı patronlara borçlu olan Cunta devletin içerisindeki köhne güç odakları sayesinde yaşamını sürdürüyordu. Her tür vergiden muaf tuttuğu yerli ve yabancı sermeye ülkeyi teslim etti. Cuntanın liderleri kamu harcamalarıyla yaşıyorlardı. Devletten aldıkları maaşların defalarca katlanmasını kararlaştırdılar ve emrettiler. Papadopulos’un köşkünün elektriğini bile devlet ödüyordu. Cunta sadece altı yıl içerisinde, 145 yılda biriken borcun 1,5 katı borç yaptı.

EOKA-B üyeleri cani Makaryos’a karşı direnmek isteyen ve olanlara kapılıp sürüklenen genç çocuklar değildi. Darbe bir subaylar kliğinin düşüncesizce bir hareketi de değildi. NATO ve CIA’nın tertiplerinin, Grivas’ın planlarının, Cunta ve EOKA-B’nin suç ve cinayetlerinin yol açtığı iğrenç bir suçtu. Kıbrıs Dosyası Raporu’nda da belgelendiği gibi, 1970’li yılların başından itibaren Başpiskopos Makaryos’u öldürme planları yapıyorlardı. Bunun başrollerinde de Komando Kuvvetleri Komutanı D. Papastolu ve Polikarpos Yorgacis yer alıyordu. Kıbrıs aleyhine işlenen bu cinayetin hazırlıkları çeşitli düzeylerde yapıldı. 1972’de Stavros Stavru Siros’un başkanlığındaki EOKA-B timi örgüt için silahları teslim aldı. 1973’te İliadis ve Potamyanos Amerika’dan gelecek parayı bekliyorlardı. Aynı yıl Grivas diktatör İoannidis’le yazışırken, kendi hain planlarını yaşama geçirmek için sabırsızlanıyordu. Tüm bu yıllar boyunca EOKA-B Makaryos’a karşı canice planlar yapıyordu. Apollon, Gronthos, Ermis, Andapodosis, Niki, Keravnos planlarını hazırlıyordu. Bu planlardan bazıları Grivas’in, bazıları Siros’un, bazıları da Karusos’un imzasını taşıyordu.

“Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na saldıranlar emirleri yerine getirdiler, dolayısıyla onlar kahraman olarak onurlandırılmalı” diyorlar. Bu mantıkla, Grigoris Afksendiu’yu yakan İngiliz askerlerini de kahraman olarak onurlandırmalıyız. Onlarda emirleri yerine getiriyorlardı. Tanklarla Politeknik Üniversitesi’ne giren askerleri de kahraman olarak onurlandırmalıyız. Gerçek şudur ki, kahramanlar faşizmin emirlerini yerine getirmeyi reddedip, bunun bedelini canlarıyla ödeyenlerdir!

Tarihi gerçekliklerden söz ettiğimizde, bugün ve Anastasiadis ile DİSİ hükümetinin “şizofreni”sinden yani bir yandan iki toplum arasında yeniden yakınlaşma olmasını istediklerini söyleyip diğer darbede yer alan canileri onurlandırmayı isteyen tavırlar sergilediklerinden söz ettiğimizde, bizi halkı bölmek, partisel çıkarlar elde etmeye çalışmakla suçluyorlar. Dün de bunu söylediler.

Anlaşılan o ki, onlar birlikten bunu anlıyorlar. Akı kara yapmalarına evet dememizi, tarihi tahrif etmelerine boyun eğmemizi istiyorlar. Böylesi bir şeyi asla kabul etmeyeceğimizi hazmetsinler.

Her yıl böylesi günlerde sağ ve aşırı sağ kendilerini çok rahatsız hissediyorlar. Bunun için de kadroları ortadan kayboluyorlar, televizyonlara, radyolara çıkmıyorlar, hatta kimi zaman ülkeden bile ayrılıyorlar. Ne kadar ortadan kaybolsalar da, nereye gitseler de, ne deseler de hiç kimse unutmuyor, hiçbir şey unutulmuyor. Ve biz Kıbrıs’ın aleyhine işlenen cinayet ve bu cinayeti işleyen caniler hakkında da, yapılan ihanet ve bunu yapan hainler hakkında da konuşmaktan asla geri durmayacağız.

Israrla “1974’te olanlarda herkesin sorumluluğu var” diyorlar. Hiç de öyle değil.

Bir yanda Makaryos’un bağlantısızlık politikası etrafında birlik olan AKEL ve Kıbrıs halkının ezici çoğunluğu ve diğer yanda bir avuç EOKA-B’ciler, bilinçli faşistler vardı. Bir yanda demokrasi ve özgürlük için canlarını, kanlarını veren binlerce onurlu yurtsever, diğer yanda ise kendilerini Cunta’ya satanlar vardı.

Herkes aynı şeyleri yapmadı. Herkesin rolü aynı değildi.

Bir yanda, darbeyle Türkiye’ye adayı istila etmesinin bahanesini sunacaklarını bilmelerine rağmen, darbeyi planlayan ve fırsatını bulur bulmaz isteyerek ve bilinçli bir şekilde yaşama geçiren Grivas ve EOKA-B vardı.

Diğer yanda ise, 1972’de planlanan darbeyi güçlü bir şekilde halkı etrafında bir araya getirerek engellemesine rağmen, Kıbrıs aleyhine yapılan canice planlar hakkında sürekli olarak uyarılarda bulunan AKEL vardı. Cunta’nın kontrolü altındaki Ulusal Muhafız Ordusu ve EOKA-B karşısında halkın milis güçlerinin oluşturulması için AKEL önerilerde bulundu.

Kimilerinin iddia ettiği gibi, Gizikis’e gönderdiği mektubuyla darbeye Makaryos neden olmadı. Nitekim Meclis Raporu’nda da belirtildiği gibi, darbenin on günden az bir süre içerisinde örgütlenmesi ve yapılması mümkün değildi. Makaryos’un mektubu Atina’ya ulaştığında, darbenin gerçekleştirilmesi emrinin zaten verilmiş olduğunu o dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Arapakis bizzat tanıklığında belirtti. Kıbrıs’ın aleyhine işlenen cinayetin yarısı darbeyle, diğer yarısı da Türkiye’nin istilasıyla gerçekleştirildi.

Darbe ihaneti Türkiye’nin istilası için “bahane” oldu. Türkiye orduları sadece bu şekilde adaya istilada bulunup, yurdumuzun topraklarının üçte birini bugüne kadar işgali altında tutabilirdi. Sadece bu şekilde binlerce Kıbrıslıyı kan ve gözyaşına boğabildi. Kıbrıslırumları ve Kıbrıslıtürkleri, Kıbrıs halkını bölüp, işgalin tel örgülerini yerleştirdi. 40.000’den fazla askerini adaya taşıdı. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin doğdukları topraklarda yaşamlarını sürdürmelerini tehdit ederek, Türkiye adaya yasadışı bir biçimde nüfus taşıdı. Halkımızın kendi yurdunda sürekli bir biçimde tehdit altında yaşamasına neden oldu. Kırk iki yıldır kısa fitilli işgal bombasıyla ve taksim senaryosu kâbusuyla yaşamaya devam ediyoruz. Ne zamana kadar?

Türkiye’nin 1974’ten bugüne bilinçli bir şekilde somut bir politikayı yaşama geçirdiği hepimizin aklında olmalıdır. Pek çok yoldan ve çeşitli düzeylerde işgal altındaki bölgeyi kendi bünyesine katmaktadır. Kıbrıstürk toplumunun Ankara’ya bağımlılığını derinleştiren politikaları yaşama geçirmektedir. Türk ordusu, işgal altındaki bölgedeki Türkiye Büyükelçiliği’nin mekanizmalarıyla ile birlikte, 1974’ün hemen ardından üstlendikleri bu rolü bugüne kadar sürdürmektedirler. Aynı zamanda, başta inşaat ve turizm sektörleri olmak üzere, çeşitli alanlarda işgal altındaki bölgenin ekonomik entegrasyonu da sürdürülmektedir. Su kaynakları açısından işgal altındaki bölgenin Türkiye’ye tamamen entegre eden deniz altı boru hattını da hatırlatırım. İşgal altındaki bölgede boru hattının geçtiği topraklar Türkiye’nin mülkü olarak görülüp, işgal altındaki bölgedeki yer altı ve yer üstü su kaynakları da, işlemlerin tamamlanmasıyla, suyun dağıtımını üstlenecek özel şirketin idaresi altında olacak. Yasa dışı havaalanı da bir Türk şirketine teslim edildi. Suyun özelleştirilmesine benzer uygulamalarla, limanların ve elektrik enerjisinin 2018’e kadar tamamen özelleştirilmesi planlanıyor. Basında yayınlananlara göre, Türkiye’nin on beş üniversitesinin işgal altındaki bölgede şube açma başvurularında bulundu ve bunların çoğu bazı Kıbrıslıtürklerle yapılacak anlaşmalar aracılığıyla Türk şirketlerine ait olacak. Tüm bunlara bir de, Türkiye Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın “Koordinasyon Ofisi”nin kurulması anlaşması ekleniyor. Ayrıca toplumsal yaşamda dinin etkisini güçlendirme amacıyla Türkiye’nin müdahaleleri ve tahsisatları artarak devam ediyor. Tüm bu gelişmeler, Türkiye’nin çözüm istediği yönündeki söylemlerini yalanlamaktadır. Pek çok kez söyledik ve yine tekrar ediyoruz: Türkiye laftan pratikte uygulamaya geçmeye çağrılmaktadır. Sadece beyanlarda bulunmaya değil, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine gerçekten katkıda bulunma niyetinde olduğunu kanıtlamaya çağrılmaktadır. Türkiye Kıbrıs’ta yaşayanların tümünün barış içerisinde birlikte armonik yaşamıyla Kıbrıs’ın bütün dünyaya örnek olacağı birleşik bir devlete dönüşmesine katkıda bulunma niyetinde olduğunu kanıtlamaya çağrılmaktadır.

Türkiye’nin dayatmaya çalıştığı taksimci çerçeveye karşı Kıbrıstürk toplumunun direnmekte olduğu bir gerçektir. Ancak büyük bir güç karşısında küçük bir toplumun daha ne kadar direnebileceği konusunda hiç kimse kesinlikle konuşamaz. Gerek Türkiye’ye, gerekse Kıbrısrum toplumuna karşı mesafeli olan bir tür Kıbrıstürk milliyetçiliği kazanmaksızın, bu direnişin daha ne kadar var olmaya devam edeceği konusunda da hiç kimse kesin bir biçimde konuşamaz.

Cumhurbaşkanı Anastasiadis ve Kıbrısrum toplumundaki herkes trajik bir biçimde geç olmadan bu gerçeklikleri görerek, uyanmalıdır. Kıbrıs sorunu çözülmediği sürece, bu gerçeklikler çoğalacak ve sorunun çözümüne değil, derinleşmesine yol açacaklardır. Her şeyden önce Cumhurbaşkanı Anastasiadis stratejik hedefimize yönelik olarak gerekli tutarlılığı, kararlılığı ve bağlılığı göstermelidir. Üzerinde anlaşmaya varılmış olan çerçeve temelinde çözüm için siyasi irademizin olduğu ve çalıştığımız herkes açısından ve her gün daha da netleştirilmelidir.

Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgilenen herkesin şunu anlamalıdır: Biz çözüm istiyoruz ve bunun için çalışıyoruz. Diğer yandan Türkiye ise oldubittiler yaratmaya teşebbüs ediyor. Bu tutumu anlaşmanın sağlanması yönündeki umudu sınırlıyor. Üzerinde anlaşmaya varılmış olan ilkeler temelinde bir çözüme ulaşma perspektifinin altını oyuyor. Herkes sadece ilkeler temelinde bir çözümü kabul edeceğimizi anlamalıdır. Gerek Cumhurbaşkanı, gerekse ülkenin tüm siyasi liderleri ve siyasi güçleri kendilerinin gelecek seçimlerde değil, gelecek nesiller tarafından değerlendirileceklerinin bilincine varmalıdırlar. Bunları iktidar sandalyeleri uğruna kurban etme sonucuna varırlarsa, vay halimize! Ülkenin yeniden birleşmesini sağlamak için ilkesel tezleri öne çıkarma ve gerekenleri yapma yerine, taktik oyunlara, tutarsızlıklara, gösteriş yapma ve intiba yaratma hareketlerine başlanırsa vay halimize! Müzakere masasında şu ana kadar sağlanan ilerleme Hristofyas-Talat görüş birliklerine dönülmesi sayesinde başarıldı. Bundan sonrasında sürecin ilerlemesi için Cumhurbaşkanı ilkeli, tutarlı ve doğru bir şekilde hareket etmeye bakmalıdır.

Kıbrıs sorununun çözümü AKEL için, bizim için birincil ve sabit hedefimizdir. Doğdukları ülkede Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin, halkımızın tehdit edilmeksizin yaşamını sürdürebilmesi için tek yol budur. Kalkınma, refah ve ilerleme koşullarının yaratılması için tek yol budur. Bunları her hangi bir çözüm sağlayamaz. Bunları sadece şöyle bir çözüm sağlayacaktır: İşgale ve yasa dışı bir biçimde nüfus taşınmasına son verecek bir çözüm; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, toprak bütünlüğünü ve birliğini sağlayacak bir çözüm; Birleşmiş Milletler kararlarını, Doruk Anlaşmalarını, uluslararası hukuku ve Avrupa hukukunu temel alacak bir çözüm, Kıbrıs’ı askersizleştirecek ve ülkemizin içişlerine yabancı güçlerin müdahale etme hakkının olmayacağı bir çözüm; Birleşmiş Milletler’in metinlerinde belirtildiği şekilde iki toplumun siyasi eşitliğinin olacağı iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çerçevesinde toprağı, halkı, kurumları ve ekonomiyi yeniden birleştirecek bir çözüm.

Bu ilkeleri içermeyen olası bir anlaşmanın AKEL tarafından kabul edilmeyeceğini herkesin açık ve net bir şekilde anlaması için bu ilkeleri tekrar, tekrar vurguluyoruz.

Kırk yılı aşkın bir süredir yurdun kurtuluşu için mücadele ediyoruz. Yaralar hakkında konuşma cesaretini gösterdik. Cinayetler, itiraf edilmemiş suçlar, yapılan ihanet hakkında konuşma cesaretini gösterdik. 1974’ün yıkıntıları üzerinde geleceği inşa etmeye cesaret ettik. Yeniden yakınlaşma hareketinin doğuşu ve gelişmesinde öncü olduk. Tüm bunlardan dolayı hakaretlere, saldırılara uğradık, ancak geri adım atmadık. Bilakis sesimizi güçlendirmeye devam ettik. Bütün Kıbrıslıların, bütün emekçilerin partisi olarak sesimizi güçlendirmeye devam ettik. Siyasi olarak eşit iki toplumdan söz eden parti olarak sesimizi güçlendirmeye devam ettik. Yarım da olsa Helen bir Kıbrıs için değil, Kıbrıslılara, Kıbrıs halkına ait bir Kıbrıs için mücadele eden parti olarak sesimizi güçlendirmeye devam ettik.

AKEL olarak, bu vizyona sadece inanmakla kalmıyoruz, aynı zamanda bu vizyon için mücadele ediyoruz. Bu ülkenin tarihinde yeni bir sayfanın açılacağı güne ulaşmak için çalışıyoruz, mücadele ediyoruz. Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızla birlikte yazacağımız barış ve gelecek sayfasının açılacağı güne ulaşmak için çalışıyoruz, mücadele ediyoruz. İhanete uğrayan o yazda kaybettiklerimizin tümüne bu borcumuzdur. Gelecek nesillere bu borcumuzdur. Bu, hem tarihimize, hem de geleceğimize, halkımızın geleceğine borcumuzdur!

Kahramanlarımıza şan ve şeref!

PREV

EDON’un 29. Gençlik ve Öğrenci Festivali’nde AKEL Merkez Komitesi Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

NEXT

AKEL Merkez Komitesi’nin 9 ve 16 Temmuz Plenum toplantıları hakkında AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun konuşması