Kıbrıs’ın Bağımsızlığının Yıldönümü Vesilesiyle Yapılan Etkinlikte AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Konuşması
Kıbrıs’ın bağımsızlığını bu yıl da onurlandırıyor ve kutluyoruz. Böylesi bir gün başka ülkelerde bayram ve şenlik günüdür. Kıbrıs’ta ise yurdumuzun ve halkımızın geleceğine dair kaygı duyanlar için düşünme ve değerlendirme günüdür.
Kıbrıs bağımsızlığını kanlı mücadelelerden sonra kazandı. Halkımızın sömürgeciliğe karşı mücadelesinde KKP-AKEL öncü rol oynadı. Tarihi Kıbrıs Ansiklopedisi’ndeki atıflar çok karakteristiktir ve 1930’da “komünistlerin faaliyeti özellikle valiyi endişelendiriyordu. Dayatmayı başardığı idareye karşı tek aykırı ses onların faaliyetleriydi” diye işaret etmektedir. Kıbrıs’ın sömürgecilikten kurtuluşunun sonucu ne yazık ki güdük bir bağımsızlık oldu. Pek çok kanlı maceradan geçen halkımız sonuçta zincire vurulmuş bir bağımsızlığı öngören Zürih-Londra Antlaşmaları’na ulaştı. Emperyalizmin sömürgecilik sisteminin çöktüğü bir dönemde Kıbrıs önkoşullar ve şartlarla yüklü bir bağımsızlığı kazandı.
Neyin yanlış gittiğini halkımızın bilmesi, anlaması ve bilincine varmasının büyük önemi vardır. Daha ziyade akademik ya da tarihi nedenlerden dolayı değil, geçmişten bugün için ders almak için. Kıbrıs’ın bağımsızlığının ilanından 58 yıl sonra halkımız hala daha işgalin ve yabancı orduların olmayacağı, yeniden birleşmiş bir yurtta, özgür ve barış içinde yaşamak için mücadele etmektedir.
Yanlış olan neydi? Kabahat kimdeydi?
AKEL olarak bütün suçları her zaman yabancılara yükleyen yaklaşımı paylaşmıyoruz. Çünkü böylesi bir yaklaşım kendi hatalarımızı görmezden gelip, milliyetçiliği ve şovenizmi aklamaktadır. Sorumluluğu halkımıza ve liderliğine yükleyen ve önce sömürgecilerin, daha sonra da Amerikancı NATO’cu emperyalizmin oynadığı rolü aklayan yaklaşım da aynı derecede tarih bilgisinden yoksundur.
Ne kadar rahatsız edici olursa olsun bugün en nihayet bazı gerçekler kabul edilmelidir. Britanya sömürgeciliği koşulları ve konjonktürü sonuna kadar kullanarak, Kıbrıs’ta kendi varlığını güvence altına almaya baktı. İçişlerimize karışmaya teşvik ettiği Türkiye’yi Kıbrıs sorununda ilgili taraf kıldı ve toplumlar arası çatışmaları körükledi ve kullandı. Kıbrıs sorununu sömürgecilikten kurtuluş sorunundan toplumlar arası çatışma ve Türk-Yunan anlaşmazlığı sorunu haline getirmeye baktı. Bu çerçevede, NATO’ya yükümlülüklerine sadık Yunan hükümetleri her zaman olumlu oynamadılar. Ne yazık ki bu, gelişmeleri büyük derecede belirledi.
En nihayet kendi sorumluluklarımızı da kabul etmeliyiz. Sağın ileriyi göremeyen ve bağnaz yaklaşımları sömürgeciliğe karşı tüm halkın birleşik bir cephesinin yaratılmasına izin vermedi. Antikomünizminin esiri olan sağ, sol ile herhangi bir işbirliğinin önünü kapadı ve silahlı mücadelenin çıkmaz yolunu seçti.
Antikomünistliği bilinen Grivas daha başından sömürgeciliğe karşı mücadeleye solun katılımını engelledi. Grivas, AKEL’e EOKA’nın işine karışmaması, “aksi takdirde hayatlarına kıyılacağı” uyarısında bulunduğunu 17 Nisan 1955’te günlüğüne yazdı. AKEL’in engellenmesini dayatan elbette ki sadece Grivas’ın antikomünizmi değildi. Grivas kadar o dönemdeki sağın liderliği sömürgeciliğe karşı mücadelenin ertesi günü iktidar meselesinin de gündeme geleceğini çok iyi biliyordu. Kıbrıs’ın sömürgecilikten kurtuluşu bir “iktidar boşluğu”na yol açacaktı ve kesinlikle solun bunu doldurmasına izin vermek niyetinde değildiler. Siyasal yaşamda sözünün ve rolünün olmaması için ülkenin en kitlesel ve örgütlü siyasal partisinin, AKEL’in nüfuzunu boğmakta kararlıydılar.
Grivas lafta kalmadı. Hain damgası vurularak AKEL’cilerin katledilmeleri çağdaş Kıbrıs tarihinin en kanlı ve karanlık sayfalarından biridir. “Komünistlere daha başından işaret ettiğim ilkenin uygulanması gerekiyordu. Yani onların siyaset ve mücadele alanına çıkmalarına imkân verilmemesi için aşağılanmaları ve onlara darbe vurulması gerekiyordu. Onlar siyasi olarak sıfırlanacaktı, önerdiğiniz ilke bu şekilde uygulanacaktı, yani rakiplerimize tek tek karşı koyacaktık. Bunu yapacağımıza onların diğer iki rakibimizle birleşmelerine, İngilizlerle ve Türklerle işbirliği yaparak bugün ciddi rakip olarak ortaya çıkmaları için komünistlerin güçlenmesine izin verdik”. 1958 Ocak ayında Grivas Mitropolit Anthimos’a bunları yazdı. Bu sözlerde Grivas’çı maskeli katillerin ellerini silahlandıran sebepler açıkça ifade edilmektedir. O zamandan bu yana onlarca yıl geçmesine rağmen Grivas’çılar işledikleri cinayetleri itiraf etme, hesap verme ve katledilenlerin itibarını iade etme cesaretini gösteremediler. Bununla birlikte Glafkos Kliridis’in şu sözleri Temsilciler Meclisi’nin Kıbrıs Dosyası Komisyonu’nda kayıtlıdır: “Kendisiyle aynı ideallere inanmayanları öldüren taraftarları olan bir kişi katildir”.
İki toplumun içerisindeki milliyetçilik ve şovenizm sömürgecilerin gelişmeleri belirlemesine izin veren kanlı zıtlaşmalara yol açtı. Yanlış olanın ne olduğu ve kabahatin kimde olduğu sorusuna yaşananların kendisi yanıt vermektedir. Amerikan-İngiliz faktörünün emelleri ve planları vardı. Ancak onlara kapı açan bazı Kıbrıslılar olmasaydı, bunlar ete kemiğe bürünemezdi. Bağımsızlık Kıbrıslırum milliyetçiler için Enosis’e giden yolda, Kıbrıslıtürk milliyetçiler için de Taksim’e giden yolda sadece bir duraktı. Bu anlayışın bedelini, bağımsızlığa inanan ve Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ortak evleri olarak seven pek çok Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk kanlarıyla ödediler.
Bağımsızlığı izleyen yıllarda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin izlediği bağlantısızlık politikası ve siyasal sahnede AKEL’in giderek daha da güçlenen varlığı Kıbrıs’ın NATO’laştırılması planlarının önündeki temel engellerdi. Yunanistan’da albaylar cuntasıyla demokrasiye son verilmesi, Kıbrıs’ta demokrasinin altının oyulması ve sonuçta 1974 Temmuz darbesiyle lağvedilmesi ve bunu izleyen Türkiye’nin istilası Amerikanların ve İngilizlerin yazıp sahneye koydukları ve halkımızın yaşadığı dramın ikinci perdesi oldu.
Kıbrıs Cumhuriyeti’ni gerektiği kadar sevmedik. Onu hepimiz aynı bakış açısıyla dayatmalara karşı kalkan olarak görmedik. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin ortak kazanımı olarak görmedik. Ne kadar zor olsa da ülkemiz için daha iyi bir geleceğin temeli olacak ve iki toplumun üzerinde işbirliği yapacakları bir zemin olarak görmedik.
Bugün sorumluluklarımız iki mislidir. Çünkü tarih buradadır ve gözümüzün içine bakmaktadır. Bunun geç de olsa Sn. Anastasiadis bilincine varmalıdır. Sn. Anastasiadis 6 yıldır Kıbrıs sorununda direksiyondadır. Sonuca baktığımızda Sn. Anastasiadis’in sergilediği çelişkiler, yalpalamalar ve tutarsızlıklarla başarısız olduğu görülmektedir. Ne yazık ki onun bu tutumu nedeniyle görüşme sürecinde çok sayıda sorun yaşandı ve en önemlisi de halkımız yavaş yavaş umudunu yitiriyor. En kötü olan da Türkiye hesap vermeksizin oldubittileri her geçen gün derinleştirmektedir.
Bugün Sn. Anastasiadis BM Genel Kurulu kürsüsünden uluslararası topluma hitap ediyor. Adadan ayrılırken yaptığı açıklamalar onun yaklaşımı hakkında bize fikir verdi. Beklendiği üzere tepki göstermemize neden oldu. Bunun sebebi çok basittir. Crans Montana’dan tam 15 ay sonra Sn. Anastasiadis New York’a giderken, müzakerelerin yeniden başlaması için iyi hazırlık yapılması gereksiniminden söz etti. Buna kimse karşı değil. Ancak herkes haklı olarak Sn. Anastasiadis’in neredeyse bir buçuk yıldır ne yaptığını sormaktadır. Üstlendiği inisiyatifler varsa biz bunları bilmiyoruz. Ancak kesin olan tek şey şudur ki, o kimseyle istişarede bulunma gereksinimini hiçbir zaman hissetmedi. Ulusal Konsey’i toplantıya çağırmadı. Türkiye’de ve işgal altındaki bölgede yaşanan gelişmeler hakkında endişe duyduğunu göstermedi. Özellikle müzakerelerin yeniden başlamasının kendisini meşgul ettiğini göstermedi.
En nihayet Sn. Anastasiadis sorumluluklarından kaçmak için bahaneler aramaya son vermelidir. BM Genel Sekreteri Güvenlik Konseyi’ne raporlarında defalardır müzakerelerin yeniden başlaması için izlenmesi gereken rotaya işaret etmektedir. Liderleri müzakereler sonuca varıncaya kadar ilerleme yönünde siyasi irade göstermeye çağırmaktadır. Sn. Guterres raporunda çok netti: İki lideri Crans Montana’da kalınan yerden devam etmeye çağırdı. Öze ilişkin olarak, bugüne kadar varılan görüş birliklerini, Guterres Çerçevesi’ni ve çözümün uygulanması mekanizmasını teyit etmeye çağırdı. Prosedüre ilişkin olarak da askıda olan altı temel konunun paket halinde müzakeresinin yapılması çağrısında bulundu ve bu konuları da (konferans masasında) güvenlik ve garantiler, (iki toplumun liderleri arasındaki müzakerelerin yapılacağı ikinci masada) toprak, mülkiyet, federal düzeyde organlarda ve kararlarda etkin katılım, Yunanistan ve Türkiye vatandaşlarına eşit muamele olarak belirledi. AKEL olarak bu yaklaşımla tamamen hemfikiriz. Varılan noktada hayırlı sonuca, üstelik de kısa zamanda varmak için izlenecek yol budur. BM Genel Sekreteri’nin Crans Montana’da sunduğu çerçevede yer alan tezler Türkiye’nin uzlaşmaz tutumu karşısında bizi koruyan tezlerdir. Müzakerelerin yeniden başlaması için bu tezleri değerlendirelim. Böylelikle Türkiye’nin gerçek niyetleri ortaya çıkacaktır. Ya işbirliği yapmak zorunda kalacak, ya da teşhir olacaktır.
Genel Sekreter’in raporunda yer alanları Sn. Anastasiadis ve DİSİ’nin de anladıklarına ve paylaştıklarına inanmak istiyoruz. Ancak ne yazık ki başka çözümlerin ve başka yaklaşımların araştırılmasına dair oluşturulan atmosfer gün be gün daha da yoğunlaşmaktadır. Sn. Anastasiadis ve DİSİ uzatmaları yaşadığımızın bilincine varmalıdırlar. Ya her çabayı ortaya koyarak yurdumuzu yeniden birleştireceğiz, ya da bir kâbus olacak Taksim senaryosunun kapısı açılacak. Sn. Anastasiadis tarihe Taksim’in Cumhurbaşkanı olarak geçmeyi istemiyorsa, içinden geçtiğimiz anların kritikliğinin bilincine varmalıdır.
Sn. Anastasiadis’in ortaya koyduğu tutumlara eleştirilerimizi dile getirdiğimizde hükümette olanlar bizi takıntılarımız olduğu ve Türkiye’nin uzlaşmazlığını beslediğimiz iddialarıyla suçluyorlar.
Biz yıllardır söylediklerimizi bugün de söylüyoruz. O zamanlar bizim yurtsever, sorumlu ve ciddi siyasal güç olduğumuzu söylüyorlardı. Şimdi ise bizi takıntılarımız olduğu ve Türkiye’nin uzlaşmazlığını beslediğimiz iddialarıyla suçluyorlar.
Türkiye’ye hesap vermemesi ve uzlaşmazlığının beslenmesi imkânını onların ortaya koyduğu tutumlar sunmaktadır. Eğer Crans Montana’da Sn. Anastasiadis gerekli hazırlığı ve kararlılığı göstermiş olsaydı, Türkiye’nin ya işbirliği yapmak zorunda kalacağını, ya da teşhir olacağını tekrarlıyorum.
BM Genel Sekreteri’yle ilgili olarak Sn. Anastasiadis’in tezlerinin ve tutumlarının neler olduğunu bizden duymasının gerekli olmadığını hükümettekilere tekrar söylüyoruz. BM Genel Sekreteri bunları Crans Montana’da yaşadı ve Sn. Lute’tan da duydu.
Kıbrıs kumarhanelerle, pasaport satışlarıyla, Cumhurbaşkanlığı çevresinin çeşitli ticari faaliyetleriyle kurtulmayacak. Kıbrıs sadece yeniden birleştiği takdirde kurtulacak. Türkiye Kıbrıstürk toplumunu güçsüzleştiren ve Ankara’ya bağımlılığını derinleştiren politikaları on yıllardır uygulamaktadır. Başta inşaat ve turizm olmak üzere çeşitli sektörlerde finansmanlar aracılığıyla işgal altındaki bölgenin ekonomik entegrasyonunu ileriye taşıdı. İşgal altındaki bölgeye sürekli müdahalelerde bulunmayı hedeflemektedir. Toplumu daha fazla denetleme aracı olarak dini kullanmaya teşebbüs ediyor. Kıbrıstürk toplumunda bir kesim tüm bunlara karşı direniyor. Ancak küçük bir toplum güçlü Türkiye’ye karşı her zaman direnemeyecektir. Kıbrısrum toplumunda sağ ve aşırı sağ bunu zamanında anlamadıkları takdirde Kıbrıs’ı bu kez telafi edilemeyecek şekilde yaralayacaklar.
AKEL Kıbrıs sorununun çözümü için mücadele etmeye devam edecektir. İşgale ve yasadışı nüfus taşınmasına son verecek bir çözüm için; BM kararlarını, Üst Düzey Antlaşmaları, uluslararası hukuku ve Avrupa hukukunu temel alacak bir çözüm için; Kıbrıs’ı askersizleştirecek ve yabancı güçlerin müdahalelerine ve garantilerine izin vermeyecek bir çözüm için mücadele etmeye devam edecektir. Ülkeyi, halkı, kurumları ve ekonomiyi yeniden birleştirecek bir çözüm için; BM kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitliğin olacağı iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümü için; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamı olacak ve tek egemenlikli, tek uluslararası kimlikli ve tek vatandaşlıklı birleşik bir devlete götürecek bir çözüm için mücadele etmeye devam edecektir.
Kısa bir süre önce Yenidüzen Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni ağırlıklı olarak Kıbrıslıtürklere hitaben gerçekten çok çarpıcı bir köşe yazısı yazdı. Bu köşe yazısı aslında Kıbrıslırumlara da hitap etmektedir. “Kumdan Kale Yıkılırken” başlıklı köşe yazısında Türkiye ekonomisindeki kriz ve yasadışı devletin Ankara’ya bağımlılığı konusuna değinerek şunları kaydetti: “Kaç “kriz” gerekiyor daha yüzleşmemiz için…Daha kaç mevsim?… Senin “kumdan kale” yıkılıyor… Görmüyor musun?”.
Tamamen haklı. Bu ülkede inşa ettiğimizi sandıklarımızın tümünü kuma inşa ediyoruz. Belirsizlik zemininin üzerine inşa ediyoruz. Tel örgüler, işgal, yasadışı nüfus taşınması ve adamızda orduların varlığı devam ettiği sürece hiçbir şeyi sağlam inşa edemeyiz. Kendi milyonları uğruna bu ülkeyi yerle bir etmek isteyenler için bunun hiçbir önemi yoksa, bizim için, şairin dediği gibi “plep efendi için”, Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler için, halkımız için yurdumuzun yeniden birleşmesi ve barış yaşam ve ölüm meselesidir. Çocuklarımızın ve torunlarımızın yeniden birleşmiş barış içerisindeki Kıbrıs’ta yaşamaları meselesidir. Kıbrıslı bütün gerçek yurtseverlerin mücadelelerinin ve fedakârlıklarının hak ettiği sonuca ulaştırılması meselesidir. Geleceğe, kendi geleceğimize giden yolun açılması meselesidir.
Biz hepimiz ve daha nice Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk, bu ülkenin yeniden birleşmesini, barış içerisinde yaşamayı ve ilerlemeyi isteyen büyük halk denizi olarak haykırmaya devam edeceğiz:
Bu memleket bizim! Kimseye bağışlamıyoruz! Bu memleket bizim! Yeniden birleştireceğiz!