Kıbrıs Sorunu
Kıbrıs sorunu uluslararası bir istila, işgal, yerleşiklerin varlığı, yabancı müdahaleler ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğinin ve toprak bütünlüğünün ve aynı zamanda Kıbrıs halkının bütünün insan haklarının ve temel özgürlüklerinin açık ihlali sorununu teşkil etmektedir. Kıbrıs’a istilasından 36 yılı aşkın bir süre sonra, Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü açık bir şekilde ihlal etmeye devam etmektedir. Uluslararası hukukun, BM Tüzük Şartı’nın temel ilkelerini, bir dizi oylama ve kararı, Avrupa Birliği’nin üzerine dayandığı ilke ve değerleri ayaklar altına alarak, Türkiye katı tavrında ısrar etmektedir.
Aynı zamanda, Kıbrıs sorunu Kıbrıs devletinin yapısının yeniden biçimlendirilmesiyle ve Kıbrısrum ve Kıbrıstürk toplumu arasındaki ilişkilerin normalleşmesiyle de ilgilidir. Kıbrıs sorununun iç yanının istila ve işgal meselesini ekarte etmesi ya da küçümsenmesi doğru değildir. Kıbrıs sorununun iç yanı kendi büyük önemine sahiptir.
1974’ü izleyen yıllarda, Kıbrıs sorununun çözümü hedefiyle bir dizi girişim üstlenildi. Kıbrıs sorununa uluslararası hukukun ilkeleri temelinde bütünsel çözüm bulunması için ortaya konulan tüm uğraşılar maalesef Ankara’nın reddiyle karşılaştı. Türkiye özünde iki ayrı devletli çözüm iddiasını ileri sürmekten ve Kıbrıs üzerinde egemenlik hakları talep etmekten hiç vazgeçmedi.
İşgali sona erdirecek, taksimci oldubittileri geçersiz kılacak, ülkemizin ve halkımızın, Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin yeniden birleşmesini ve göçmenlerin tümünün dönüş hakkını sağlayacak, işler, yaşayabilir ve bugünkü koşullarda olabildiğince adil bir çözümün bulunmasına AKEL’in ve Cumhurbaşkanı’nın bağlılığı kesindir. BM’nin ilgili kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitlikli iki bölgeli iki toplumlu federasyonun üzerinde anlaşmaya varılmış olan çerçevesi içerisinde çözüm bulunmasında ısrarımız da kesindir. Çözüm, uluslararası hukukla ve Avrupa hukukuyla uyumlu olmalı, 1977 ve 1979 Yüksek Düzey Antlaşmaları’nı dayanak almalıdır ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üniter bir devletten tek egemenliği, tek vatandaşlığı ve tek uluslararası kimliği olan federal bir devlete dönüşmesini öngörecektir.
Ne yazık ki, sözde yenidünya düzeni çerçevesinde ve uluslararası ilişkilerin uluslararası hukuk temelinden aşamalı bir şekilde devam eden uzaklaşmasıyla, Türk tezleri, özellikle jeostratejik, ekonomik ve diğer çıkarlar ağı nedeniyle, destekçiler bulmaya devam etmektedir. Sorunun uzaması jeopolitik ve ekonomik kontrol için, enerji kaynaklarına erişimi sağlamak için ve doğal gaz hatlarını kontrol için geniş bölgemizde bugün yaşanan rekabetlerle hiç de ilgisiz değildir.
Sovyetler Birliği’nin ve Avrupa’daki sosyalist devletler topluluğunun dağılmasından ve Bağlantısızlar Hareketi’nin zayıflamasından sonra, ABD’ye ve NATO’da yakın müttefiklerine güce ve “güçlünün hukukuna” dayalı bir uluslararası ortamı biçimlendirmeleri için daha fazla olanak verildi. Bundan bizim sorunumuzun gidişatı da etkilendi ve uluslararası ilişkilerin bu somut ortamı içerisinde Türkiye dünya satranç tahtasında daha da önemli bir oyuncu olarak öne çıkmaktadır. Bugün Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2004 yılından itibaren katılmasına, tam üyesi olmasına ve topraklarının tümüyle içinde yer almasına rağmen, üstelik Kıbrısrum tarafının ve özellikle Cumhurbaşkanı’nın oynadığı yaratıcı rolün yaygın bir biçimde tanınmasına rağmen, Avrupa Birliği’nde ve uluslararası alanda karşılaştığımız zorlukları da, bu, büyük oranda izah etmektedir.
2004’te Annan Planı’nın reddi sonrası, Kıbrısrum toplumu olarak karşı koymak durumunda kaldığımız zorluklar uzun bir süre yoğun bir biçimde devam ettiler. 2008 Cumhurbaşkanı seçimlerine kadar, Avrupa Birliği’ndeki bazı ortaklarımız Kıbrıs sorununda ilerleme olmamasının sorumluluğunu, önerilen çözüm Planı’nın benimsenmemesinden dolayı üstelik de bir cezalandırma niyetiyle, bize yükleme yolunu seçtiler.
Cumhurbaşkanlığı’na Dimitris Hristofyas’ın seçilmesi Kıbrıs sorunu sürecine yeni bir ivme verdi ve sürekli özlü girişimler üstlenilmesiyle görüşmeler ve çözüm perspektifini canlandırdı. D. Hristofyas 8 Temmuz 2006 Anlaşması’nı yaşama geçirdi ve genişletti. 8 Temmuz Anlaşması’nda öngörülen Çalışma Grupları ve Teknik Komiteler kuruldular, çalıştılar ve somut iş ürettiler. İki toplumun liderlerinin – 23 Mayıs ve 1 Temmuz 2008 – ortak açıklamaları doğrudan görüşmelerin başlaması için zemini biçimlendirdiler. Kıbrıstürk tarafı ilk kez olarak, iki bölgeli iki toplumlu federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir ve tek egemenliğinin, tek uluslararası kimliğinin ve tek vatandaşlığının olacağını kesin bir biçimde kabul etti.
Cumhurbaşkanı’nın girişimi ve ısrarıyla, görüşmeler sürecinin Kıbrıslıların mülkiyetinde olacağı ve boğucu takvimlerin ve hakemliğin olmayacağı daha baştan netleştirildi ve bu konuda Birleşmiş Milletler ve Kıbrıstürk toplumu ile anlaşmaya varıldı.
Ülkemizin ve halkımızın geleceği için tek gerçekçi tercihi teşkil eden çözümün sağlanması hedefiyle, Cumhurbaşkanı Hristofyas, müzakere grubuyla Kıbrısrum toplumunun yıllardır var olan tezlerine ve ilkelere dayalı bir dizi öneri görüşme masasına koydu. Görüşmelerde özellikle Yönetim, Ekonomi ve Avrupa Birliği başlıklarında tarafların görüşleri arasında yakınlaşmalar kaydedildi. Başta Mülkiyet, Toprak, Güvenlik ve Garantiler ve aynı zamanda Yerleşikler başlıklarında büyük görüş ayrılıkları var olmaya devam etmektedir. Bu koşullarda AKEL görüşmelerde sıfırlanmaması gereken bir ilerlemenin olduğu, ancak bu ilerlemenin henüz tatmin edici olmadığı değerlendirmesini yapmaktadır.
Özellikle yürütme erki başlığında, Cumhurbaşkanı’nın sunduğu önerilerin Zürih’in ve Annan Planı’nın olumsuz mirasını aştığı değerlendirmesini yapmaktayız. Bu öneriler, karşılıklı olarak kabul edilebilir, doğru, birleştirici, mantıki ve demokratik önerilerdir. Kıbrıs sorununun çözüm ilkeleriyle ve Ulusal Konsey’in 1989’da oy birliğiyle aldığı kararlarıyla bağdaşan ve 1977’den itibaren uluslararası toplumun da karşısında iki toplumun üstlenmiş oldukları iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümünün bulunması çabasına hizmet eden önerilerdir.
Yukarıdakileri birlikte değerlendirerek, Cumhurbaşkanı’nın Kıbrıs sorunundaki politikasına ve sorunu ele alışına tam desteğimizi ifade ediyoruz. Cumhurbaşkanı, Kıbrıs’ı işgalden ve yasadışı bir şekilde nüfus taşınmasından kurtaracak ve halkımızın insan haklarını sağlayacak bir çözümün bulunması hedefine hizmet eden bütünsel bir strateji temelinde Kıbrıs sorununu ele almaktadır.
Cumhurbaşkanı Kıbrıs sorununun çözümü için siyasi irade, ilkelerde ısrar, kararlılık, gerçekçilik göstermekte ve Kıbrıstürk toplumuyla karşılıklı kabul edilebilir bir uzlaşma için hazır olduğunu ortaya koymaktadır. Uluslararası alanda, çok yönlü bir dış politika izleyerek, uluslararası faktörü ve Avrupa faktörünü mümkün olan en yüksek derecede değerlendirmektedir. Kıbrıs’ı yurt dışında sahip olduğu dayanakları güçlendiriyor, Kıbrıs’ın AB üyeliği sıfatını sürekli olarak değerlendirmekte, geleneksel dostlarla ve müttefiklerle Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilişkilerini geliştirmektedir. Uluslararası toplumun da kabul ettiği çerçeve içerisinde Kıbrıs sorununun çözümünü samimiyetle isteyen ve bunun için çalışan bir lider olarak tanındığı Avrupa alanında ve uluslararası alanda Cumhurbaşkanı Hristofyas’ın güvenirliliği Kıbrıs’ın en güçlü silahlarından birini teşkil etmektedir.
Şüphesiz Sayın Eroğlu’nun Kıbrıstürk toplumunun liderliğine gelişi olumsuz bir gelişmeyi oluşturmaktadır. Yıllardır dile getirdiği tezler BM kararlarının içeriği ve ruhuyla çatışmakta, Kıbrıs halkının tümünün çıkarlarına karşı olmakta ve üzerinde anlaşmaya varılmış olan çözüm çerçevesinin ve görüşmelerin yapıldığı çerçevenin dışında bulunmaktadır. Eğer Sayın Eroğlu görüşmelere bu ya da benzeri tezlerle gelmeye devam ederse, o zaman bunun görüşmelerin geleceği için olumlu olmayacağı açıkça görülmektedir. Bu açıdan, Derviş Eroğlu’nun üzerinde anlaşmaya varılan çevreye uyması yönündeki Cumhurbaşkanı’nın talebinin doğru ve gerekli olduğu görüşündeyiz.
Cumhurbaşkanı Hristofyas çok doğru hareket ederek, BM Genel Sekreteri’ne, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerine ve Avrupa Birliği’ne mektupları ve diğer faaliyetleriyle, Sayın Eroğlu’nun ifade ettiği tezlerin tehlikelerine zamanında işaret etti ve uluslararası faktör ile Avrupa faktörüne sorumluluklarını hatırlattı. Türk tarafının üzerinde anlaşmaya varılan çerçeve içerisinde hareket etmesi için, Türk tarafı üzerinde nüfuzlarını kullanmaları Birleşmiş Milletler’in, Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin ve Avrupa Birliği’nin görevidir. Bizim, fakat aynı zamanda uluslararası faktörün de Türk tarafının üzerinde anlaşmaya varılan çerçeve içerisinde hareket etmesi gerektiğinde ısrar ettiğimiz bir anda, bizim -önerilerin geri çekilmesi gibi- yanlış hareketlerimizle ona bu çerçeveden kaçma fırsatı vermemiz ve olası çıkmazın sorumluluğunu bizim yüklenmemiz korkunç bir yanlış olacaktır.
Yılsonuna kadar Kıbrıs sorununun çözümünü arzuladığına dair Başbakan Erdoğan’ın yaptığı açıklamalar, 2009 Aralık Avrupa Konseyi sonuç bildirgesinde de vurgulandığı gibi, siyasi iradeye ve görüşmeler masasında eyleme dönüşmelidir. Aksi takdirde, bunların hiçbir şeye yardım etmedikleri ve sadece iletişim oyunları olduğu kanıtlanmış olacaktır. Kıbrıs sorununun uzamasının Türkiye’nin kendisinin ve arzularının önünde sorun teşkil ettiğini Ankara anlamalıdır. Bu gerçekliği ne kadar hızlı anlarsa ve politikasını ne kadar hızlı değiştirirse, Kıbrıs sorununun çözüm yolu o kadar hızlı bir şekilde açılacaktır. AKEL, Türkiye’de olanları dikkatle izleyip analiz etmekte ve çeşitli beyanlara rağmen Kıbrıs sorununun şu anda Türk hükümetinin öncelikleri arasında olmadığı yönünde çeşitli çevrelerin değerlendirmelerini endişeyle kaydetmektedir. Dahası Erdoğan ve derin devlet rekabetinde Kıbrıs sorununun yönetiminin askeri çevrelere ve Türk başbakanın rakiplerine bırakıldığına dair değerlendirmeler düşündürmekte ve endişe yaratmaktadır.
Derviş Eroğlu’nun Kıbrıstürk toplum liderliğine gelişi hayal kırıklığına götürmemelidir. Tam tersine, Kıbrıs sorununun iki bölgeli iki toplumlu federasyon temelinde çözümünü gerçekten isteyen Kıbrıslıtürk güçlerle temasların ve faaliyetlerin koordinasyonunun yoğunlaştırılmasını gerektirmektedir.
Kıbrıs sorunuyla ilgili olarak çözüme ulaşmamız olasılığı dahi iç cephede bir süredir pusuya yatanların tepkilerini açıkça göstermektedir. Siyaset dünyasının bir kısmının –medyanın da desteğiyle– iki bölgeli iki toplumlu federasyona daha fazla şüpheyle baktığı ve karşı çıktığı açık bir şekilde görülmektedir. İki toplumlu iki bölgeli federasyon çözümü yerine, kimsenin asla tarifini yapmadığı ve dahası bu çözümü hangi yollardan ve uluslararası alanda hangi destekle başaracağımızı söylemediği hayali bir çözüm ileri sürülmektedir. Bu hayali çözüm adına özünde çözümsüzlük ve taksimin kabulü anlayışı işlenmektedir. Federasyon çözümüne karşı savaşanlar, bilerek ya da bilmeden, Kıbrıs halkının tümü için yıkım olacak olan taksimi öne çıkarmaktadırlar.
Ayrıca yorgunluğun ve aynı zamanda muhalefet etmekle ve seçimlerle ilgili art niyetlerin kimilerini, yaşama geçirildikleri takdirde, Kıbrıs’ın ve halkımızın yararına üzerinde anlaşmaya varılacak bir çözüme değil, yabancı çıkarlara hizmet edecek bir çözümün dayatılmasına yol açacak şantaj kokan takvimlerin ve kabul edilemez hakemliklerin içinde Kıbrısrum tarafını çıkmaza sürükleyecek önerilerde bulunmaya götürdüğü açık bir şekilde görülmektedir.
İşgale ve taksime karşı uzlaşmaz savaşçı AKEL, Kıbrıs sorununun BM kararları, Yüksek Düzey Antlaşmaları, görüşmelerin üzerinde anlaşmaya varılan çerçevesi, uluslararası hukuk ve Avrupa hukuku temelinde çözümü için mücadele etmeye devam edecektir. Mümkün olan en kısa sürede çözümün sağlanması AKEL olarak bizi ilgilendirmektedir, ancak aynı zamanda Kıbrıs halkının tümü için umut veren yeni bir başlangıcı sağlayacak içerikte olması da bizi ilgilendirmektedir.