İki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümü hakkında AKEL’in görüşleri
Ulusal Konsey’in 18 ve 19 Şubat 2015’te gerçekleştirdiği iki günlük toplantıda ΑΚΕL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümü hakkında AKEL’in görüşlerini dile getirdi.
Strateji konularının ele alındığı toplantıda Kiprianu, strateji denildiğinde AKEL açısından bunun arzulanan hedef olduğunu belirterek, arzulanan hedefin “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin, Güvenlik Konseyi kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitlikli, iki bölgeli, iki toplumlu federasyona dönüşmesi” olduğunu ifade etti.
Hedeflenen çözüm olarak, iki bölgeli iki toplumlu federasyonun Makarios-Denktaş arasındaki 1977 Yüksek Düzey Anlaşması’nda yer aldığına işaret eden Kiprianu, o zamandan itibaren bu hedefin, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütün Cumhurbaşkanları tarafından teyit edildiğini ve BM Güvenlik Konseyi tarafından da benimsendiğini vurguladı.
Federal Kıbrıs’ın tek egemenliğinin, tek uluslar arası kimliğinin ve tek vatandaşlığının olacağının BM’nin bir dizi kararında ve Hristofyas ile Talat tarafından yapılan ortak açıklamalarda yer aldığını hatırlatan AKEL Genel Sekreteri AKEL açısından bu kavramların nasıl algılandığını da kısaca dile getirmesinin yararlı olacağı görüşünde olduğunu söyleyerek, federasyon kavramından başlayarak AKEL’in görüşlerini ifade etti:
Federasyon
Bugünkü dünyada yaklaşık yirmi federal devlet var. Yeryüzü nüfusunun yaklaşık %40’ının yaşadığı bu devletler dünyanın yaklaşık yarısını kapsıyor. Bu devletler arasında birbirlerine tamamen benzeyen iki devlet bulamazsınız. Her federasyon kendi özeliklerine sahiptir. Bazıları ayrı devletlerin birleşmesiyle kurulmuştur (ABD, Almanya ve İsviçre gibi 19. yüzyılın klasik federasyonları), bazıları (son örneği Belçika olmak üzere, çağdaş federasyonların neredeyse hepsi) üniter devletlerin desentralizasyonu ile kurulmuştur, bazıları büyük yüzölçümü olan devletlerin desentralizasyonu için kurulmuştur, bazıları tarihi nedenlerden ve/veya farklı etnik kökenler arasındaki sorunlara karşı koymak için başka nedenlerden kurulmuştur. Bunlar federasyondan federasyona neden farklılıklar olduğunu açıklamaktadır. Ancak bu, gerçeğin yarısıdır. Gerçeğin diğer yarısı da istisnasız bütün federasyonların ortak özelliklere sahip olduklarıdır. Ve bu özellikler kavramın içeriğini de belirlemektedir.
Böylece, her federasyon en az iki bölgeden oluşmaktadır. Her bölgenin kendi erk organları (hükümeti, meclisi, mahkemeleri) vardır ve üniter devletten farkı buradadır. Üniter devletin bölgelerinin kendi erk organları yoktur, mevcut erk organları doğrudan merkezi yönetime bağlıdır. Merkezi ve bölgesel erk organları olduğundan, bunlar arasında yetkilerin ayrılmış olması şarttır. Devletin birliğini sağlayan temel yetkiler merkeze aittir ve federal devletlerin bölgeleri birbirleriyle özdeş yetkilere sahiptir. Bütün federasyonlar tek egemenliğe, tek uluslararası kimliğe, tek vatandaşlığa sahiptirler ve insan haklarını ve temel özgürlükleri güvence altına alırlar.
İki toplumluluk
BM tarafından belirlendiği üzere, “iki toplumlu federasyon” kavramı merkezi yönetimin organlarında ve kararlarında iki toplumun da sonuç alıcı bir şeklide katılımının olması demektir. Bu yeni bir öğe değildir. Bu, 1960 Anayasası’nda da içerilmektedir.
İki bölgelilik
‘İki bölgeli’ kavramı federasyonda iki bölgenin olacağı ve her bir toplumun bir bölgeyi yöneteceği demektir.
1977 Yüksek Düzey Anlaşması’nda iki bölgeliliğin olmadığından söz edildiği için, söz konusu anlaşmada her bir toplumun yönetimi altında olacak topraktan söz edildiğini hatırlatmayı gerekli görüyorum. İşte AKEL iki bölgeliliğin içeriğini böyle algılamaktadır ve bu, iki bölgenin olması ve bir bölgenin bir toplum, diğer bölgenin diğer toplum tarafından yönetilmesinden başka bir şey değildir. İki bölgelilik kavramına gelince, devamında bu da kabul edildi. Yüksek Düzey Anlaşmaları’nın sonrasında BM tarafından sunulan bütün planlarda toprak boyutuyla ilgili olarak iki bölgeli federasyon aşikâr bir şekilde öngörülmektedir, yani bu kavram benimsenmekte ve ona yukarıda ifade ettiğimiz içerik verilmektedir. Güvenlik Konseyi’nin pek çok kararında da, 8 Temmuz Anlaşması’nda da bu böyledir.
Egemenlik
İstisnasız bütün federal devletlerin bir ve tek egemenliği vardır. BM’nin planlarında zaman, zaman bir ve tek egemenliğe değiniliyordu ama Kıbrıstürk tarafının iletişimsel gereksinimlerine yanıt verme hedefiyle buna hep bazı ‘kuyruklar’ ekleniyordu (egemenliğin eşit dağılımı, eşit bir biçimde iki toplumdan kaynaklanan egemenlik vb.).
İki liderin 23 Mayıs ve 1 Temmuz 2008 ortak açıklamalarında ve bunu izleyen görüş birliklerinde, Kıbrıstürk tarafı egemenliğin eşit olarak Kıbrıslırumlardan ve Kıbrıslıtürklerden kaynaklanacağı ‘kuyruğuyla’ bir, tek ve bölünmez egemenliği ilk kez kabul etti. Anastasiadis-Eroğlu ortak açıklamasında Kıbrıslırumlardan ve Kıbrıslıtürklerden kaynaklanan bir ve tek egemenlik –ancak bölünmez egemenlik değil– taahhüdü tekrarlanmaktadır.
Uluslararası kimlik
Bir ve tek uluslar arası kimlik bölgeleri kendi yetki alanlarına giren konularda anlaşma imzalamaları sınırlı hakkından men etmemektedir. Bu, federal sistemlerde alışılmış bir olgudur ve bu hak birincil değil, türev olduğundan ve federal sistem tarafından verildiğinden, uluslararası kimlikle eşdeğerde değildir. Kıbrıstürk tarafı, Belçika modeline atıfta bulunarak, federasyonu oluşturan federal birimlerin tüm yetki alanlarında uluslar arası anlaşma imzalama haklarının olmasını talep etmektedir; biz bunu kesin olarak reddediyoruz.
Vatandaşlık
Her devlette sadece bir vatandaşlık vardır. Ancak bazı federal devletlerde (örneğin ABD, İsviçre, Avusturya) iç vatandaşlık diye adlandırılan olgunun olduğu görülmektedir. Bu, örneğin siyasal hakların uygulanması gibi devletsel iç düzenlemelerin dayattığı nedenlerden dolayı vardır ve bu durum, bir ve tek vatandaşlıkla ilgili hiçbir şeyi ortadan kaldırmamaktadır. 1960 Anayasası’nda böylesi bir gereksinim yoktu, çünkü siyasal haklar toplumsal temelde, cemaat bazında uygulanıyordu. Zaman, zaman planlara ve tartışmalara göre, siyasal hakların uygulanması, Senato istisna olmak üzere, toplumsal temelde değil, toprak temelinde olacaktı, işte bu nedenden dolayı, iç vatandaşlığın federal devlet vatandaşlığının yerine geçmeyeceği ve sadece federal vatandaşlığı olanların buna sahip olabilecekleri netleştirilerek, iç vatandaşlık tartışma konusu yapıldı. İç vatandaşlık bir ve tek egemenliği etkilemiyorsa da, tarafımız yanlış yorumlardan kaçınılması hedefiyle, bu kavramın değiştirilmesini istedi.
Ortak açıklamada bir ve tek egemenliğe atıfta bulunulduğundan ve Federal Cumhuriyet’in yurttaşlarının aynı zamanda oluşturucu federal birimlerin vatandaşları olacağı ve bunun bir ve tek egemenliğin yerine geçmeyeceğinden, ortak açıklamada bu meselenin oldukça tatmin edici bir biçimde ele alındığı görüşündeyiz.
Siyasi eşitlik
Güvenlik Konseyi’nin ilgili tanımında belirtildiği gibi, siyasi eşitlik iki toplumluluğun (sayısal eşitlik değil, bütün organlarda ve kararlarda sonuç alıcı katılımın) federal sistemle (federasyonu oluşturan iki federal biriminin eşitliğinin, aynı yetkilere ve işleyişlere sahip olmalarının) birleştirilmesini teşkil etmektedir.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dönüşümü
Kıbrıs sorunu hakkındaki görüşmelerin bazı aşamalarında, özellikle 2002’den sonra, toplu anlaşmanın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin dönüşümüne mi yoksa (yanlış bir biçimde “bakir doğum” adı verilen) yeni bir devlete mi yol açacağı sorusu sorulmaktadır.
Biraz önce de değindiğim gibi, federasyonların oluşumunda iki yol vardır. Ayrı devletlerin birleşmeleri ve üniter devletin federasyona dönüşmesi. Birinci durumda, yeni bir devletin eskisinin yerine geçmesi, yani basit bir şekilde ifade edecek olursak, mevcut devletlerin dağılması ve onların yerine yeni bir devletin, federal bir devletin oluşturulması söz konusudur. İkinci durumda ise, mevcut devletin devamı söz konusudur ve bu durumda temelde devletin uluslar arası organizasyonlarda (örneğin BM’de, AB’de) yer almasının ve devleti bağlayan uluslararası anlaşmaların devamı güvence altındadır. Bu iki öğe birlikte var olduğunda, özünde devletin devamlılığı güvence altına alınmaktadır ve çeşitli iç öğeler, hatta devletin yapısının, (bayrak, marş vb. gibi) sembollerin değişmesi gibi önemli değişiklikler dahi, devletin yerini başka bir devletin aldığı anlamına gelmemektedir. İstikrarlı tezimiz, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamının güvence altına alınması gerektiği yönündedir ve bu nedenle yeni devlet yaratılmasını reddediyoruz. Çözüm anlaşmasında bunun kesin bir biçimde öngörülmesi mümkün olmasa dahi, anlaşmanın maddeleri aracılığıyla bu muhakkak güvence altına alınmalıdır.
Yukarıda belirtiklerim, bizim görüşümüze göre, Kıbrıs sorununun, tek egemenlikli, tek uluslar arası kimlikli, tek vatandaşlıklı bir devlet için, Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitlikli iki bölgeli, iki toplumlu federasyon için üzerinde anlaşmaya varılan çözüm çerçevesinin asgari içeriğini teşkil etmektedir. Dolayısıyla, eğer gerçekten bizi tabelası değil, içeriği ilgilendiriyorsa, lafı dolandırmadan şunu net bir şekilde yanıtlamalıyız: Kıbrıs Cumhuriyeti’nin devamının ve tek egemenliğin, tek uluslar arası kimliğin, tek vatandaşlığın güvence altına alınmasının dışında, Kıbrıs sorununun çözümünün federasyonu oluşturacak iki federal birimi öngöreceğini bunlardan birinin bir toplum, diğerinin diğer toplum tarafından yönetileceğini her birimin diğer birimle özdeş kendi erk organlarının ve yetkilerinin olacağını kabul ediyor muyuz? Merkezi yönetimin organlarında ve kararlarında iki toplumun da sonuç alıcı katılımlarının olacağını kabul ediyor muyuz? Bu sorulara yanıtımız ‘evet’ ise, o zaman, Yüksek Düzey Anlaşmaları’nı kabul ediyoruz demektir. Bu sorulara yanıtı ‘hayır’ olanlar ise, 1977 ve 1979 anlaşmalarını reddetmektedirler ve tabela ya da içerik hakkında ettikleri sözler de bahanedir.