AKEL İzmir’de Yapılan 21. Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı’na Katılıyor
AKEL, 18-20 Ekim’de Türkiye Komünist Partisi ve Yunanistan Komünist Partisi’nin ortak ev sahipliğinde İzmir’de yapılmakta olan 21. Uluslararası Komünist ve İşçi Partileri Toplantısı’na katılıyor.
“Komünist Enternasyonal’ın Kuruluşunun 100. Yılı: Barış ve Sosyalizm Mücadelesi Sürüyor” başlığı altında gerçekleştirilen toplantıya AKEL adına Politbüro Üyesi Neoklis Silikiotis ve AKEL Merkez Komitesi Üyesi, Uluslararası İlişkiler Bürosu Sorumlusu Vera Polikarpu katılıyor.
60 ülkeden 70’i aşkın partinin katıldığı uluslararası toplantı çerçevesinde AKEL tarafından sunulan değerlendirmeden bir bölüm:
“Çalkantılı bölgemizde yeryüzünün güçlülerinin enerji kaynaklarına yönelik mücadeleleri İsrail’in, Suudi Arabistan’ın ve Türkiye’nin hâkim sınıflarının bölge halklarının aleyhine askeri-siyasi saldırganlıklarını arttırarak, otonomlaşma akımları geliştirerek ve jeopolitik yönelim seçeneklerini genişleterek, jeopolitik ve ekonomik tezlerini yeniden müzakere etme ve bölgede hâkimiyetlerini sağlama girişimleriyle buluşuyor. Tüm bunlar –Filistin, Kıbrıs, Kürt sorunu gibi- bölgenin kanayan uluslararası sorunlarıyla, halkların özgürlük, barış ve egemenlik mücadeleleriyle, bölge devletlerinin Doğu Akdeniz’de bulunan doğal zenginliği uluslararası hukuk ve deniz hukukuna göre değerlendirme haklarıyla karşı karşıya geliyor.
Türkiye tarafından istila, işgal ve ada topraklarının yüzde 37’sinin kolonizasyonu, Kıbrıs ve Kıbrıs halkının bölünmesiyle 45 yıldır devam eden Kıbrıs sorununun çözümü için Kıbrıs halkının mücadelesi artık bu koşullarda devam ediyor. Kıbrıs’ın işgal altındaki kısmının ve Kıbrıslıtürk toplumunun kültürel, dinsel, ekonomik ve siyasi asimilasyonu için Türkiye’nin uyguladığı sistematik politika nedeniyle geçen zaman gerek toprak üzerinde, gerekse ada nüfusunun demografik yapısında ciddi ve muhtemelen geri döndürülemeyecek olumsuz oldu-bittiler yaratıyor. Türkiye ve işgal altındaki bölgedeki yasadışı hükümet BM Güvenlik Konseyi’nin yasaklayan kararlarını çiğneyerek Mağusa’nın 1974’ten itibaren kapalı tutulan kentinin yerleşime açılması gibi hareketlerde bulunma yönünde dahi ilerliyor. Crans Montana konferansının çöküşünden sonra Kıbrıs sorununda varılan müzakere boşluğunu kullanan Erdoğan hükümetinin –zaten imzalamamış olduğu- BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni ve uluslararası hukuku çiğneyerek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde ihlaller ve yasadışı sondajlarla, savaş retoriğiyle Kıbrıs halkına karşı saldırganlığını yoğunlaştırdığı son dönemde Kıbrıs’ta durum dramatik bir biçimde keskinleşti. Kıbrıs’ın üye devleti olduğu AB de dâhil olmak üzere uluslararası toplumun tepkileri bugüne kadar sözlü beyanlarla sınırlı kaldı.
Bu koşullarda AKEL tehlikeli gidişata ve milliyetçiliğin artışına karşı mücadele ediyor. İşgalin sona erdirilmesi ve adanın yeniden birleşmesiyle Kıbrıs sorununun çözümünün tek yol olduğunda ısrar ediyoruz. 1974’te Kıbrıs aleyhine işlenen emperyalist cinayetin ardından yurdumuzun verdiği mücadele sadece bu şekilde haklı sonucuna ulaşacaktır. Bu meseleleri karşılıklı yarar temelinde çözen iki toplum arasındaki görüşmelerde varılan görüş birlikleri ışığında, Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin, bütün halkın yararına Kıbrıs’ın doğal zenginliğinin değerlendirilmesi sadece bu şekilde güvence altına alınabilir. Yurdumuzun Türkiye’yle ilişkilerinin normalleşmesinin ve elbette ki uluslararası hukuk ile deniz hukuku temelinde ülkelerimiz arasında Münhasır Ekonomik Bölge’nin belirlenmesinin yolu sadece bu şekilde açılabilir. Bu nedenle, diğer hususların yanı sıra, Türkiye’nin, Britanya’nın ve Yunanistan’ın Kıbrıs üzerinde garanti ve müdahale haklarının kaldırılmasını ve Türk işgal ordusunun adadan hızla ayrılmasını ve BM kararlarında belirtildiği şekilde iki toplumun siyasi eşitliğiyle iki bölgeli iki toplumlu federasyon temelinde Kıbrıs sorununun iç/anayasal yanının çözümünü de öngören BM Genel Sekreteri’nin çerçevesi temelinde Kıbrıs sorununun çözümü için müzakerelerin yeniden başlaması gerektiğine dair sürekli olarak ısrar ediyoruz. Bu çözüm iki toplumun 1977’den itibaren üzerinde anlaşmış oldukları onurlu uzlaşıdır ve uluslararası toplum tarafından benimsenmiştir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin üniter devletten federal devlete dönüşümüyle yurdumuzun birlik ve egemenliği sağlanıp adanın nihai bölünme tehlikesi ortadan kaldırılarak adanın iki toplumu ortak evlerinin yine gerçek efendisi olacaktır. Kıbrıs sorununun bu çözüm zemininde değişiklik yapılmasına yönelik hiçbir fikir ve BM parametrelerinin terk edilmesi kabul edilemez. “Kıbrıs: tek vatan-tek halk” tezini mücadelesinde şiar edinmiş olan AKEL, iki devletli ya da konfederasyon çözümüne asla rıza göstermeyecektir. Bugünkü aşamada, AKEL, özlü müzakerelerin Crans Montana’da kesintiye uğradığı yerden başlaması yönünde ilerleyebilmemiz için garantör güçlerin de katılacağı bir gayri resmi konferansta teyit edilecek olan referans koşulları hakkında iki toplumun liderlerinin, Cumhurbaşkanı Anastasiadis ve Kıbrıslıtürk lider Mustafa Akıncı’nın süratle anlaşmaya varmaları gerektiğinde ısrar etmektedir.
Kıbrıs sorununun gidişatı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin enerji programıyla ilgili olarak yaşananlarla bağlantısız değildir. Kıbrıs sorununda hiçbir şey yapmadan uzun bir süre zamanın geçmesine göz yuman ya da daha da kötüsü üzerinde anlaşmaya varılmış olan çerçevenin dışında başka çözümler için tartışmalara giren Anastasiadis hükümetinin stratejisine kararlı bir biçimde karşı çıkan adadaki tek güç AKEL olarak biziz. Bu tutumda açıkça, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin enerji programının ilerlemesi için ABD ve İsrail’in ya da Kıbrıs’ın MEB’ine enerji devlerinin dâhil olmasının Türkiye karşısında korunma sunacağı yanılgısı vardı. Anastasiadis hükümeti İsrail, ABD ve başka NATO’cu güçlerle askeri işbirliklerini öne çıkararak, Suriye ve Irak’a hava saldırılarında Kıbrıs topraklarındaki Britanya Üslerinin kullanılmasına rıza göstererek, Suudi Arabistan’la dahi açılımlarda bulunarak, Kıbrıs’ın NATO’ya ya da NATO’nun yan kolu olan “Barış İçin İşbirliği”ne girmesi konusunu dönem dönem gündeme getirerek, Kıbrıs’ı “batının ileri karakolu” ve “İsrail’in kalkanı” ilan etti. Böylesi bir anlayışla Kıbrıs’ın dış politikasını tümden yeniden yönlendirme yönünde ilerledi. İsrail’deki ABD Büyükelçiliğinin Kudüs’e taşınması ve Golan tepelerinde yasadışı egemenliğin tanınması meselesinde Kıbrıs hükümetinin suskun kalarak ABD-İsrail tarafında yer alması ve BM’de Kıbrıs’ın Filistin’e yönelik geleneksel dayanışma tezinden uzaklaşması çok karakteristik örneklerdir. Son örnek de ABD senatosundan geçen ve ABD’nin Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail’le ilişkileriyle ilgili olan ve bu ülkelerin hükümetlerini ABD’nin Doğu Akdeniz’e yönelik planlarıyla aynı çizgiye getiren Menendes-Rubio yasa tasarısıdır. ABD bu yasa tasarısıyla özünde Kıbrıs’tan ve başka ülkelerden Rusya’yla ilişkilerini tamamen dağıtmalarını talep etmekte ve Kıbrıs’ın durumunda “karşılık” olarak da yıllar önce koyulan Amerikan silahlarının satış ambargosunun kaldırılmasını vermektedir.
AKEL bu politikanın tehlikeli olduğunu, ilkelerden uzak ve yanılgılar içerisinde olduğunu vurgulamak için yoğun çabalar ortaya koydu ve ortaya koymaya devam etmektedir. Kıbrıslırumların Türkiye’nin saldırganlığından haklı olarak duydukları endişe ve güvenliksizlik adanın daha fazla militarizasyonuyla, ABD-İsrail ve diğer NATO’cu güçlere körü körüne güvenle ya da Kıbrıs’ın NATO’ya girmesiyle çözülmeyecektir. Aynı şekilde Kıbrıslıtürklerin güvenliği de Türkiye’nin ordusunda ve garanti haklarında aranamaz. Güvenliğimiz barıştır. Kıbrıs ve Kıbrıslılar için barış her şeyden önce Kıbrıs halkının kurtuluşu ve yeniden birleşmesi, adanın askersizleştirilmesi, yabancı ordulardan ve vasilerden kurtuluşu demektir. Ayrıca ilkeleri, uluslararası hukuku, barışı ve mücadele eden halklarla dayanışmayı temel alan dış politika demektir. Kıbrıs’ın yabancı orduların tatbikat alanı ve saldırıları için sıçrama tahtası değil, bölge halklarının barış köprüsü olması demektir.
AKEL için yurdumuzun kurtuluşu ve yeniden birleşmesi mücadelesi tüm Kıbrıs’ın emekçi halkının ve işçi sınıfının partisi olarak acil stratejik görevdir. Bizim anlayışımıza göre -Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin- Kıbrıs halkının, toprağının, devletinin, toplumunun ve ekonomisinin yeniden birleşmesi yurdumuzda sosyalist dönüşüm hedefinin koyulmasının özlü ön koşulunu teşkil etmektedir.
Tam da bu strateji halklarımızın geniş katmanlarının kucakladığı antiemperyalist ve savaş karşıtı mücadele bağlamında birbirleriyle bağlantılı olan ama tamamen özdeşleşmeleri şart olmayan barış için mücadele ve sosyalizm için mücadele hakkında anlayışımızın özünü içermektedir.”