AKEL Genel Sekteri Andros Kiprianu’dan Kıbrıs Halkına Çağrı
AKEL Merkez Komitesi Genel Sekreteri Andros Kiprianu’nun Açıklaması
Sn. Anastasiadis’in bir kez daha gelecek seçimleri ve şahsi ilgisini gelecek nesillerin çıkarlarının üzerinde tutmasından duyduğum üzüntüyü dile getiriyorum. Böylesi bir tutum sonunda Kıbrıs ve tüm Kıbrıs halkı için yıkıcı olacaktır. En kötüsü de bunun –en azından duyduğumuz kadarıyla- müzakere masasında küçük de olsa bir ilerlemenin sağlandığı sırada olmasıdır. Şimdi bizim çabamız var olan bu ilerlemeyi büyütmek ve çözüm yönünde ilerlenmesi olmalıydı. Müzakere sürecinin bugün duracağını ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra, kimin seçileceğinden bağımsız olarak, sürecin durduğu yerden tekrardan başlayacağını düşünmenin siyasi saflık olduğunu sanıyorum. Toprak üzerinde yaşanacak olumsuz değişimler gelecek Cumhurbaşkanı’nın işini çok daha zorlaştıracaktır.
Bunları derken, Kıbrıs sorunuyla ilgili strateji değişikliğinde ısrar eden siyasal partilere de seslenerek, bugün önerdikleri politikanın geçmişte defalarca denendiğini söylemek istiyorum. O politika, Anastasiadis hükümeti döneminde de denendi. Bir yıl boyunca Sn. Anastasiadis onların tavsiyelerine uydu ve o zaman da aynı siyasi kişiler, aynı medya araçları onu alkışlıyorlardı. Sonuç ne oldu? İçerisinde kayıplar olan ortak bir açıklamaya varmak zorunda kaldık, özlü müzakerelerin yapılmasını bir yıl boyunca başaramadık, Barbaros hiçkimse tepki göstermeksizin Kıbrıs’ın güney sahillerinde serbest bir biçimde dolanıyordu ve BM Genel Sekreteri’nden 2004’ten bu yana en kötü raporu aldık. İşte diğer siyasal partilerin önerdiği reçete bu sonuca götürecektir. Kıbrıs halkına içinden geçtiğimiz anların önemini hissetmesi, Sn. Anastasiadis’e ve diğer siyasal partilere güçlü bir mesaj göndermesi çağrısında bulunuyorum. Bütün bu yöntemlere tepki göstermesi çağrısında bulunuyorum. Geç olmadan, bugünden. Çünkü Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar geç olacak.
Bir şeyi daha söylemek istiyorum. Sn. Anastasiadis muhalefetteyken ve Cumhurbaşkanı olduğu önceki yıllarda da, BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs’taki temsilcisiyle her tür anlaşmazlığımızın, BM ile ilişkilerimizde sorunlara yol açması olası boyutlara kamuoyu gözü önünde ulaşmasına değil, diğer siyasal partilerle tartışarak, kapalı kapılar ardında çözülmesi gerektiğine ısrar ediyordu. Şimdi Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşırken tamamen tutum değiştirerek muhalefetteyken söylediklerinin tümünü unuttu. Bu dönüşümün bedelini Kıbrıs’ın ve Kıbrıs halkının pahalıya ödememesini ümit ediyor ve diliyorum.
Basında yer alan yayınlarda hükümet tarafından sıklıkla müzakere sürecinde bir diken olarak gösterilen dört özgürlüğün sürecin çökmesi durumunda Cumhurbaşkanı için belki bir çıkış kapısı olduğunun sözü ediliyor. Dört özgürlük hakkında pek çok siyasal şahsiyete sorular soruldu ve bu konuda artık her şey net. Müzakerelerde bu kadar büyük problem yaratanın ne olduğunu biliyor musunuz?
Politikacıların büyük bir kesiminde de kafa karışıklığı olduğu için öncelikle şunu netleştirelim. BM Bildirgesi, BM Tüzük Şartı temelinde üç temel özgürlük var: Mülk edinme, yerleşim ve dolaşım özgürlüğü. AB’nin dört sınır ötesi özgürlüğü var ve bunlar bütün AB üyesi ülkeler ve yurttaşları için geçerli ve Gümrük Birliği Anlaşması’nı imzalamış ülkelerden bazıları için geçerli. Bunlar ürünlerin, sermayenin, kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımıdır. İşte bugün bunu tartışıyoruz. Çünkü Türkiye AB’yle Gümrük Birliği nedeniyle sermaye ve hizmetlerin serbest dolaşımından yararlanma imkânına sahipken, ürünlerin serbest dolaşımına gelince özellikle süt ürünleri ve hayvansal ürünlerde sınırlamalarla karşı karşıya ve geriye kalan dördüncüsü, Türkiye’nin talep ettiği bir ülkeye yerleşim ve ikamet özgürlüğüdür. Şimdi Türk tarafının talebinin tam olarak ne olduğunu bilmiyorum. Ancak bu konunun Dimitris Hristofyas ve Mehmet Ali Talat arasında çözülmüş olduğunu biliyorum ve o dönemde sağlanan görüş birliğinde ısrar edersek, sorunun çözülebileceği görüşündeyim.
Bu görüş birliği çözüm anında Kıbrıslırumlar ve Kıbrıslıtürkler arasındaki nüfus oranının, 1974’deki nüfus oranının olduğu gibi, 4/1 olacağını ve çözümden sonra gelecek Türkiye yurttaşlarıyla ilgili olarak da, Türkiye’nin sahip olmadığı ama AB üyesi olarak kendi yurttaşları için bu hakka sahip olan Yunanistan ve AB tarafından da kabul edilmesi önkoşuluyla, bu oranın yine 4/1 olacağını söylüyordu. O zamanki görüş birliği buydu. Ve Türkiye’nin Kıbrıs’ta bütün yurttaşlarının serbest dolaşımını talep ettiğini de sanmıyorum. Tartıştığımız şu esnada ne istediğini bilmiyorum, bir kaç ay öncesinde talebinin ne olduğunu biliyorum, o talep kabul edilemezdi ama kendi tezimizin doğruluğunu göstermemiz için tartışmamız ve ikna etmemiz gerekiyordu.
ABD Büyükelçisiyle sadece Kıbrıs sorununda yaşanan son gelişmeleri ve var olan perspektifler hakkında görüştük.
Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’ndeki araştırmalar hakkında, bizim görüşümüze göre Kıbrıs Cumhuriyeti egemenlik haklarını kullanma hakkına sahiptir. Bunun ötesinde bunları nasıl kullanacağının önemi vardır. Her zaman örnek olarak 2010’da Dimitris Hristofyas döneminde yapılanı hatırlatıyorum. Sondajların yapılması yönünde ilerledik, Türkiye müdahale tehdidinde bulunduğunda başta Rusya Federasyonu olmak üzere uluslararası toplum yekvücut tepki gösterdi. Uluslararası toplum bunu yaptı çünkü Dimitris Hristofyas üzerinde anlaşmaya varılmış olan temelde çözüme ulaşılması yönünde çalışmaya hazır olduğunu her gün teyit ediyordu. Bunun aksine, 2014’te Barbaros Kıbrıs’ın güney sahillerinde serbest volta atarken hiçbir tepki yoktu. İşte egemenlik haklarımızı icra ederken, beraberinde neyin yapılması gerektiği bizi düşündürmelidir.
AKEL Basın Bürosu, 8 Mayıs 2017