NATO, Cumhurbaşkanı’nın “talihsiz” tercihi
Uluslararası Hukukçu ve AKEL Merkez Komitesi Üyesi Stavri Kalopsidiotu’nun “Filelefteros” gazetesinde yayınlanan köşe yazısı:
Birkaç yıl kadar önce, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı adayı ve daha sonra da Cumhurbaşkanı olan Nikos Anastasiadis, açıkça Kıbrıs Cumhuriyeti’nin “Barış için İş birliği programına katılması gerektiğini ve neden NATO’ya katılmaması gerektiğini söylediğinde amacı belliydi. Öncelikle DİSİ seçmenlerin ruh haline ve aynı zamanda Kıbrıs dışındaki belirli çevrelerin sloganlarına hizmet etmeyi hedefleyen sloganlar akılcı analizin ve stratejik derinliğin yerini aldı.
Bugün seçimler yok ve şu anki Cumhurbaşkanı’nın -yakın arkadaşları ve onu destekleyen partiler (DİSİ hariç) bu konuda kendisinden farklı tutum içerisindeyken- neden Kıbrıs’ın NATO’ya katılması konusunu gündeme getirdiğini insan haklı olarak merak ediyor. Üstelik hükümetin bu konuyu düşünüp stratejik plan ve planlama yapmadığı, hatta ülkenin siyasi güçleriyle herhangi bir ciddi istişarede bulunmadığı da açıkça biliniyor.
Sayın Hristodulidis’in bu konuda tartışmayı kamuoyuna açmak için neden bu zamanlamayı seçtiğine dair makul soruya, geçmişteki verilerin yanı sıra onu bu tutuma iten mevcut konjonktür de ekleniyor.
Kıbrıs’ın NATO üyeliği konusunda yıllardır var olan meselelere gelince, böylesi bir perspektifin yararlarına veya kötü sonuçlarına ilişkin stratejik derinlik çalışmasının bu üyeliği desteklemediği sonucuna varan bizlerin fikir ayrılığı devam ediyor. Ülkemizin yaşadığı felaketlerin NATO damgasını taşıdığını sadece bildiğimiz için değil, aynı zamanda sürekli olarak çatışmaların yaşandığı ve bunların bir parçası haline gelmemiz tehlikesinin bariz olduğu bir bölgede, çözüm çerçevesinde açıkça ilan edilmiş ve doğru olan askersizleştirme hedefinden de bizi uzaklaştıracağı için böylesi bir üyeliğe karşıyız.
Kıbrıs’ta yabancı askeri güçlerin varlığını öngören ve Kıbrıs ile Türkiye arasında sonsuza kadar askeri ve operasyonel bağlantıyı “kilitleyecek” kalıcı bir askeri ittifaka katılımımız, tarihsel deneyimlerimiz göz önüne alındığında talep ettiğimiz güvenlik bölgesine mayınlar yerleştirilmesi olacaktır. Dahası, NATO, tüzüğü gereği, üye devletler arasındaki anlaşmazlıkları çözmeyi amaçlamamaktadır ve Türk-Yunan ilişkilerinde art arda yaşanan krizlerde ve Yunanistan’ın egemenlik haklarının Ankara tarafından sürekli reddedilmesinde de sergilediği tutum pratikte görülmektedir.
Sayın Hristodulidis’in bunları oldukça iyi bildiği açıktır. NATO’nun gelişimi konusunda Güvenlik Konseyi’nin daimî üyelerinin ilişkilerinde artık yerleşmiş olan rekabetin boyutlarını da gözden kaçıramaz. Tüm bunlara rağmen, üstelik de müzakere ihtimalinin ufukta yeniden göründüğü bir konjonktürde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ittifaka katılımının ve Kıbrıs sorununun daha geniş bir jeostratejik çekişmeler içerisinde çözülmesi ihtimalinin sorumluluğunu üstlenmektedir.
Güvenlik Konseyi’nin beş daimî üyesinin Türkiye’ye iki devletli çözüm yönündeki kabul edilemez tutumundan vazgeçmesi için baskı yapmasını talep ettiğimiz bir dönemde, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin NATO’ya katılımıyla ilgili herhangi bir tartışmayı Türkiye’nin açıkça reddetmesiyle o ya da bu şekilde sonuçlanacak tehlikeli bir girişimde bulunuyor.
Sonuçta, Cumhurbaşkanı müzakerelere kalınan yerden devam edilebilmesi için koşulların yaratılmasına odaklanıp inisiyatifler üstlenmesi gerekirken, hiçbir zaman müzakere konusu olmayan konuları açıyor. Üstelik bunu müzakerelere kalınan yerden devam edilmesi konusunda Kıbrıs Rum tarafının beyan etmiş olduğu tutumu, Ulusal Konsey’de oybirliğiyle alınan bir yığın kararı bizzat kendisi baltalayarak yapıyor. Konunun özü ile ilgili en ciddi anlaşmazlıkların çerçevesi göz önüne alındığında, bugünlerin cevapsız kalan sorusu şu: Neden şimdi?