Kavazoğlu-Mişaulis Derneği’nde Gerçekleştirilen Etkinlikte AKEL Politbüro Üyesi ve Meclis Grubu Sözcüsü Yorgos Lukaidis’in Konuşması
Kıbrıs’a karşı taksimci komplonun, düşmanlık ve fanatizmin kurşunlarıyla katledilen Derviş Ali Kavazoğlu ve Kostas Mişaulis’in ortak vatanımızın kurtuluşu için Kıbrıslıtürklerin ve Kıbrıslırumların ortak mücadelesinin sembolü olmalarının üzerinden 53 yıl geçti.
Kavazoğlu ve Mişaulis zor ve çetin dönemlerde yaşadılar. Amerikancı-NATO’cu emperyalizmin ve Türkiye’nin yayılmacılığının değirmenine su taşıyan milliyetçilik ve şovenizmin Kıbrıs’ı içten içe kemirmeye başladığı dönemlerde yaşadılar ve siyasal faaliyetlerini sürdürdüler. İşte bu zor dönemlerde Kavazoğlu ve Mişaulis yurtseverliği bilinç edindiler.
Sol’un, enternasyonalizmin ve işçi sınıfının birliğinin idealleriyle onlar şovenizme karşı mücadele yolunu seçtiler. Onlar ülkemizin ve halkımızın bağımsızlığının, egemenliğinin ve birliğinin savunulması için Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin ortak mücadelesinin yolunu seçtiler.
Kavazoğlu Kıbrıstürk toplumunun hakları için savaşıyordu ama aynı zamanda o gerçek bir yurtsever olarak Kıbrıs halkının tümünün hakları için mücadele ediyordu. “Gerçek haklarımızın ve çıkarlarımızın güvence altına alınmasını ve korunmasını talep etmek yasal ve demokratik hakkımızdır” diyordu. “Ama Kıbrıslırum yurttaşlarımızın haklarına müdahale etme hakkımız yok, ne de böylesi bir arzumuz var” diye ekliyordu. Toplumlararası çatışmalar sırasında Kavazoğlu kan dökülmesinin Kıbrıs’ın yerli ve yabancı düşmanlarına hizmet ettiğinin tamamen bilincindeydi. O trajik koşullarda Kıbrıslırumlara şu karakteristik sözlerle hitap ediyordu: “Kıbrıs’ın davasının antiemperyalist karakterini daha iyi gösterecek faaliyetlerinizle ve olumlu tutumunuzla Kıbrıslıtürk yurttaşlarınıza imkanlar yaratın ve yardımcı olun. Kıbrısrum toplumundan sorumsuz unsurların olumsuz faaliyetleri sadece sömürgecilerin ve Denktaş’ın maceracı politikasına hizmet etmektedir”.
Şovenler Derviş Ali Kavazoğlu’yu düşman ve hain olarak görüyorlardı. Onu, tıpkı genel olarak Sol’u gördükleri gibi, Kıbrıs aleyhine karanlık planların hakim kılınmasının önünde tehlikeli bir engel olarak görüyorlardı. Hunharca katledilmesinden birkaç ay öncesinde Kavazoğlu’nun aldığı mektupta diğer şeylerin yanı sıra “şerefsiz, cehenneme gideceğin gün yakın” diye yazıyordu ve mektubun üzerinde gönderenin adresi Denktaş’ın Türkiye’deki evinin adresiydi.
11 Nisan 1965’te Kıbrıslıtürk milliyetçi terör örgütü TMT Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin dostluğu ve işbirliği için mücadele eden iki yoldaşımıza pusu kurdu ve onları alçakça katletti. Derviş Ali Kavazoğlu AKEL Merkez Komitesi üyesi olarak Kıbrıs’ı dolaşıyor, partinin ortak mücadele için görüşlerini aktarıyor ve emperyalizmin planlarını su yüzüne çıkarıyordu. O kara günde PEO’nun değerli kadrosu ve yoldaşı Kostas Mişaulis yolculuğunda ona refakat ediyordu.
İki yoldaşımızın kahramanca mücadelesinde ve fedakarlıklarında halkımızın barış içerisinde bir arada yaşama ve birlikte ilerleme arzusu vardır. Emeğinin karşılığını almak ve onurlu yaşamak için ortak mücadele vardır. Onların kanlar içerisindeki o son kucaklaşmasında yabancı vasiler ve bağımlılıklar olmaksızın, gerçekten bağımsız ve özgür vatan için on yıllardır uğrunda mücadele ettiğimiz, canımızı feda ettiğimiz her şey var.
TMT’ci faşistler Kavazoğlu ve Mişaulis’i alçakça katlederek kendi bölücü planlarına engel olan herkesi susturmak istediler. Ortak vatanımız için mücadele eden her Kıbrıslı’yı terörize etmek istediler.
Onlar hunharca cinayetleriyle ortak vatan vizyonunu ve düşüncesini öldürebileceklerini sandılar. Ancak yanıldılar. Kavazoğlu ve Mişaulis’in mücadelesi ve fedekarlıkları Kıbrıs halkının mücadelesine ilham verdi, inancı güçlendirdi. Onlar Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin barış içerisinde bir arada yaşaması mücadelesinin sancağı oldular. Onlar yurdumuzun yeniden birleşmesi mücadelesinin sembolü oldular.
Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin dostluğunun kahraman şehitlerinin mücadeleleri, fedakarlıkları ve katledilmeleri genel olarak Kıbrıs sorununun tarihi boyunca yaşananların gösterdiklerini de doğruladı. Milliyetçilik ve şovenizmin yurtseverlikle hiçbir ilişkisi olmadığını, açık ya da kamufle edilmiş her tür milliyetçilik ve şovenizmin yurdumuzun ve halkımızın sadece yıkım ve büyük acılar yaşamasına yol açtığını doğruladı. Aynı zamanda yurdumuzda yurtseverliğin Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin dostluğu, işbirliği ve barış içerisinde bir arada yaşamaları mücadelesiyle eş anlamlı olduğunu ve öyle olmaya devam ettiğini de doğruladı. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin aynı ananın, Kıbrıs topraklarının evlatları olarak gerçek efendisi olacakları özgür ve yeniden birleşmiş bir vatan için ortak mücadelesiyle eş anlamlı olduğunu ve öyle olmaya devam ettiğini doğruladı.
Bu, bu kadar basit ve net gerçek Türkiye’nin istilasından sonraki en zor anlarda dahi Kıbrıs sorununda AKEL’in siyasi analizinin ve faaliyetinin ana ekseni oldu. Bu görüşümüzden dolayı bize şüpheyle baktılar, karşı çıktılar, bizimle alay ettiler, hakaretlere ve saldırılara hedef olduk. Ancak boyun eğmedik. Kavazoğlu ve Mişaulis’in bize bıraktıkları emaneti ve ilkelerimizi terk etmedik. İki toplumun yeniden yakınlaşmasıyla ilgili olarak hareket ettikleri farklı noktadan, verdikleri farklı içerikten ya da tutumlarıyla sergiledikleri tutarsızlık ya da çelişkilerden bağımsız olarak, Sol’un dışındaki güçler ve insanlar tarafından da sonuçta yeniden yakınlaşma politikasının kucaklanmasını sürekli mücadelelerimizle sağlamayı başardık.
Bunları derken, milliyetçiliğin Kıbrıs toplumunda egemen ideolojik saplantı olmaya, devlet kurumları ve siyasal güçler içerisinde çeşitli biçimlerde güçlü bir şekilde ifade edilmeye devam ettiğini elbette ki bir an için dahi görmezden gelmiyoruz. Milliyetçiliğin yurdumuzda yol açtığı yıkıcı sonuçlarından hiç ders almadığımızı ya da çok az ders aldığımızı kanıtlayan örnekler ne yazık ki sayısızdır. İzninizle sadece bir örnek vereceğim. Kavazoğlu ve Mişaulis’in kendilerini feda etmeleri gençliğimize örnek gösterilmeye değer görülmeyip, okul faaliyetleri çerçevesinde buna bir dakika dahi ayrılmazken, Anastasiadis hükümeti ve AKEL dışında Meclis’te yer alan diğer partiler enosis referandumunun 70 yıl sonra okul kutlamaları içerisinde yer alması için nazi ELAM’ın girişimine katkıda bulundular.
Yoldaşlar,
Kavazoğlu ve Mişaulis yoldaşlarımızın mücadeleleri ve fedakarlıkları hak ettikleri sonuca ulaşmamış olmaya devam ediyor. Türkiye’nin istilasından 43 yıl sonra yurdumuzun ve halkımızın bölünmüşlüğü ve işgal devam ediyor. Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili gelişmelerin umut verici olmaktan uzak olduğu görülüyor. Crans Montana’da sürecin çöküşü ve üstelik de Türkiye’ye sorumluluk yüklenmemesi ve buna paralel olarak garantiler ve güvenlik konusunda ortaya koyduğu tutumdan dolayı BM Genel Sekreteri tarafından övülmesi çok olumsuz bir gelişmedir. Sadece Kıbrıs sorununun çözümü açısından Sayın Guterres’e göre tarihi bir fırsat kaçırıldığı için değil, aynı zamanda üzerine sorumluluk yüklenmemesiyle Türkiye’ye Kıbrıs sorununda ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin MEB’inde kabul edilemez yeni oldu bittilere yol açmasında kolaylık sağladığı için de…
Ciddi tehlikeler hakkında AKEL olarak zamanında uyardık. Türkiye’nin Kıbrıs MEB’inde uluslararası hukuku ihlali ve sergilediği saldırganlıkla ne yazık ki tehlikeler şimdiden ete kemiğe bürünüyor. Türkiye’nin korsanca hareketiyle İtalyan sondaj platformunun araştırma çalışmalarını engellemesi ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin enerji planlarına vurduğu darbe çok olumsuz bir ek gelişmedir. Bu kötü gelişme gerilimin tehlikeli bir şekilde artmasının dışında çok yönlü yan etkileriyle Kıbrıs sorununa karşılıklı kabul edilecek, bütünlüklü bir çözüm bulunması çabalarını sabote etmektedir.
Bu gelişmeler karşısında uluslararası toplumun ve Avrupa Birliği’nin önceden önlem almayarak ya da Kıbrıs MEB’inde Türkiye’nin saldırganlığını direkt olarak kınamayarak sergiledikleri zayıf tepki ve hatta nötr tutumla durum ne yazık ki daha ciddi ve daha kötü hale gelmektedir. Avrupa Konseyi’nin AB üyesi bir devlete dayanışmasını sözlü olarak ifade etmesi iş işten geçtikten dahi olsa elbette olumludur. Ancak önemli ve belirleyici olan bu sözlü dayanışmanın ve genelde AB-Türkiye ilişkilerinin gelişmesinin bundan sonrasında somut ve elle tutulur bir siyasi içeriğe sahip olması ve bu içeriğin birincil hedefimiz olan Kıbrıs sorununun çözümüne hizmet etmesi ve aynı zamanda Türkiye’nin olası yeni maceracı hareketlerinde caydırıcı işlevinin olmasıdır.
Ancak uluslararası faktörün geçmişe kıyasla olumsuz yönde değişen tutumunun analizi bu değişikliğin Crans Montana sürecinin çöküş nedenleri hakkında uluslararası alanda yaratılan imajla bağlantılı olduğunu göstermektedir. Bu imaj Türkiye’nin olası yeni oldu bittileri ve maceracı hareketleri karşısında Kıbrısrum tarafının siyasi zırhına önemli darbe vurmuştur. Bu siyasi zırhın dayanakları bir yandan Kıbrıs sorununun çözümü yönünde Kıbrısrum tarafının uluslararası düzeyde kanıtlanmış olan iradesi ve diğer yandan Kıbrıs sorununun çözümü çerçevesinde doğal gazdan sağlanacak gelirlerin idaresi ve adil dağılımı hakkında Hristofyas ve Talat tarafından varılan önemli görüş birlikleridir.
Ne yazık ki çözümün başarılamamasının sorumluluğunun Türkiye’ye yüklenmemesi ve BM Genel Sekreteri tarafından Türkiye’ye yapılan övgü ve aynı zamanda çözüme ulaşılamamasından Nikos Anastasiadis’in de sorumlu görülmesi, Kıbrıslırumların tek taraflı hareketlerle Kıbrıs’ın MEB’indeki doğal zenginlikte Kıbrıslıtürklerin yasal haklarını görmezden gelerek onları bundan mahrum bıraktığı yönünde Türkiye’nin bahaneleri karşısında Kıbrısrum tarafının bütün siyasi argümanlarına darbe vurdu.
Türkiye’nin sorumlu görülmemesinin sonucu olarak Crans Montana’ya kadar uluslararası alanda ikna edici olan siyasi tez, yani Türkiye bir yandan kendi sorumluluğuyla Kıbrıs sorununu çözümsüz tutarak ve diğer yandan Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünü ve Kıbrıslıtürklerin haklarını öne sürüp Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kendi MEB’inde egemenlik haklarını uygulamasını engelleyerek, Türkiye’nin Kıbrıs’ı çifte esarette tutamayacağı siyasi tezi artık ciddi zorluklarla karşı karşıyadır.
Bu olumsuz gelişmede Nikos Anastasiadis’in de sorumluluğu vardır. Hatta ağır sorumluluğu vardır, çünkü o ya doğru çözüme varılması ya da Türkiye’nin teşhir olması için var olan büyük olanakları değerlendirmeyi seçmedi. Ne yazık ki Anastasiadis ülkeyi değil, seçimleri düşünerek ve seçmen kitlesinin belli kesimlerinin oyunu kazanma hedefiyle hareket etti. Gelecek nesiller yerine seçimleri daha önemli gördü. Ancak onun tercihlerinin sonuçlarının bedelini beklendiği ve bizim de uyardığımız gibi tüm halkımız ödüyor.
Geçmişi değiştiremeyiz. Doğal olarak dikkatimiz bugüne ve yarına yönelmelidir. Bugün yaşanan gelişmelerin önümüze koyduğu ikilem çok somuttur ve bu ikileme çok net bir yaklaşım ve stratejiyle yanıt vermeliyiz. Seçeneklerden biri Kıbrıs sorununun çözüm sürecindeki çıkmazın derinleşmesi ve aynı zamanda askeri gerilimin yükselmesidir. Diğer seçenek gerilimin düşürülmesi ve Kıbrıs sorununun çözümü için diyaloğun yeniden başlamasının ön koşullarının yaratılmasıdır. Kıbrıs’a ve halkımıza hizmet eden seçeneğin hangisi ve Türkiye’nin işine gelen seçeneğin hangisi olduğu apaçık bellidir.
Aklı başında her yurttaşımız gibi, AKEL olarak ülkemiz ve halkımız yararına olan seçeneği destekliyoruz. Aynı zamanda Sn. Anastasiadis’i en nihayet maksatlı tutumları terk etmeye ve BM Genel Sekreteri’nin koyduğu şartlarla müzakere sürecinin yeniden başlaması için hazır olduğu mesajını net bir şekilde göndermeye çağırıyoruz. Sn. Anastasiadis’in müzakerelerin yeniden başlaması için kendi ön koşullarını koyması tercihi ve üstelik de kendisinin yakın geçmişte büyük bir kolaylıkla terk ettiği ön koşulları öne sürmesi tercihi uluslararası faktör ve özellikle BM Genel Sekreteri tarafından hiç anlaşılır değildir.
Üstelik Sn. Anastasiadis’in tutumunun sonucu olarak, birincisi BM Genel Sekreteri müzakere sürecinin devam etmesi için tarafların hazır olmadığı görüşünde olmaya devam etmektedir. İkincisi, diyaloğun başlaması için Kıbrıstürk tarafının kabul edilemez talep ve kendi ön koşullarını öne sürmesi kolaylaştırılmakta ve çıkmaz daha da derinleşmektedir. Üçüncüsü, müzakere sürecinin çöküşüne ilişkin sorumluluklar hakkındaki imaj değişmeyip, Türkiye’nin Kıbrıs aleyhine planlarına kolaylık sağlanmaktadır.
Erdoğan’ın gerek ülke içerisinde siyasi rakipleri aleyhine, gerekse neredeyse bütün komşu devletlere karşı saldırgan tutumlar ortaya koyduğu koşullarda, Erdoğan’ın bu Türkiye’si ile, hem müzakere sürecinin yeniden başlaması perspektifi hakkında, hem de Kıbrıs sorununa bulunacak bir çözümün yaşayabilirlik perspektifi hakkında pek çoklarının yoğun çekincelerinin olduğu elbette ki bir gerçekliktir. Kimilerinin daha da ileri giderek, iki devlet ve kadife ayrılık fikriyle açık ya da gizli bir biçimde flört ettikleri görülmektedir.
Müzakere sürecinin yeniden başlaması ve başarılı sonuca ulaşması perspektifi hakkında elbette ki hiç kimse peşinen sonucu bilemez. Ancak kesinlikle şu iki şeyi söyleyebiliriz: Birincisi, Kıbrıs sorununun çözümü için müzakerelerden başka yol yoktur. Dolayısıyla bunun zıddını savunanlar bilerek ya da bilmeden işgali ve taksimi tercih ediyorlar. İkincisi, İsviçre’de görüşmelerin çöküşüyle ilgili sorumluluklara dair imajın değiştirilmesinin yolu sadece sürecin yeniden başlamasıyla açılabilir.
Tüm bunlara ilaveten, Erdoğan rejiminin Türkiye içinde ve dışında tahrik edici hareketlerinin yol açtığı korku ve endişelerin haklı nedenleri olsa da, Kıbrıs sorununda onurlu bir uzlaşı çerçevesinde değil de, mevcut işgalci-taksimci statüko çerçevesinde daha güvende olacağımız sonucuna varılması her tür mantıkdan yoksundur. Yani, Türkiye Kıbrıs’tan çekip gitmek zorunda kaldığı takdirde değil, adamızda kalmaya devam ettiği takdirde Türkiye’nin daha az korkutucu olacağı sonucuna varılması her tür mantıkdan yoksundur.
Durumun mantıklı ve gerçekçi değerlendirilmesi taksimin hiçbir biçiminin yaşayabilir olmadığı sonucuna götürmektedir. Taksimin her biçimi sadece yaşayabilir olmamakla kalmayıp, Kıbrıslırum-Kıbrıslıtürk bütün halkımızın yeni yıkıcı maceralar yaşamasına yol açacak reçeteyi teşkil edecektir.
İşgal altındaki bölgenin tamamen Türkiyelileştirilmesi ve Türkiye’nin vilayetine dönüştürülmesi hem Kıbrıslıtürklerin toplumsal varlığını daha da büyük tehlikeye sokacaktır, hem de tüm Kıbrıs’ın yeni acılarının başlangıcı olacaktır. Türkiye’nin Kıbrıs’ta kalıcı varlığından özgür bölgelerin de güvenliği açısından doğacak dev tehlikeleri sadece siyasi körler algılayamıyorlar. Sadece Kıbrıs aleyhine maksatları olanlar ve kör fanatizm içerisindeki kimileri Türkiye’nin adamızdaki varlığını kalıcı olma ötesinde meşru hale de getirmek için iki devletli çözümden söz edebilir.
Bu nedenle, Yeşil Hat’ın ya da olmamasını dileriz ama Kıbrıs’ta Türkiye’yle bir sınırın ülkemiz ve bölgemizde barış ve istikrar açısından giderek artan bir tehdidi teşkil edeceğine, Kıbrıs’ın ve halkımızın geleceği açısından giderek artan bir tehlikeyi teşkil edeceğine dair AKEL olarak daima uyarıda bulunmaya devam edeceğiz.
Dolayısıyla özgür, yeniden birleşmiş ve barış içerisindeki vatan için mücadele bayrağını asla indirmememiz, işgal ve taksimle asla uzlaşmamamız Kavazoğlu ve Mişaulis karşısında, daha genel olarak Sol’un ve Kıbrıs’ın kahramanları karşısında ve özellikle de gelecek nesiller karşısında görevimiz ve boynumuzun borcudur.
AKEL için ve aynı zamanda vizyonları yarım vatanla, yarım halkla, yarım gökyüzü ve denizle sınırlı olmayan bütün Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürkler için tek yol Kıbrıs sorununun çözümü olmaya devam etmektedir.
Artan zorluklara ve engellere rağmen, tek vatan-tek halk sloganıyla ilerlemeye aynı kararlılıkla devam ediyoruz. İki toplumun makul ve meşru endişelerine yanıt verecek, uluslararası hukuka ve Kıbrıslıların tümünün insan haklarına ve özgürlüklerine saygıyı güvence altına alacak iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümü için mücadele etmeye aynı kararlılıkla devam ediyoruz.
Kavazoğlu ve Mişaulis’in vizyon edindikleri, uğrunda mücadele ederek canlarını dahi feda ettikleri Kıbrıs’a ulaşıncaya kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Orduların ve yabancı bağımlılıkların olmayacağı barış içerisindeki bir Kıbrıs’a ulaşıncaya kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Kıbrıslırum, Kıbrıslıtürk, Ermeni, Maronit ve Latin bütün halkımızın dostluk, işbirliği ve barış içerisinde birlikte yaşayacağı, birlikte ortak geleceğimizi yaratacağımız, birlikte yurdumuzun gerçek efendisi olacağımız ortak vatana ulaşıncaya kadar mücadele etmeye devam edeceğiz. Güvenlik, refah, sosyal ilerleme ve başarı içerisindeki bir gelecek için mücadele etmeye devam edeceğiz.
Kahramanlarımıza şan ve şeref!
Zito i Kipros!
Yaşasın Kıbrıs!
Yaşasın Barış!