Home  |  Konuşmalar   |  Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleştirilen etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

Avrupa Parlamentosu’nda gerçekleştirilen etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

 

Ülkemiz açısından önemli bir etkinliği gerçekleştirerek, Avrupa Parlamentosu’nda bir kez daha bir araya gelmemizden duyduğum mutluluğu dile getirmek istiyorum. Bu etkinliği bizimle birlikte organize eden ve buna katılan Sol Gruba ve şahsen Başkan Gabi Zimmer’e teşekkür ederim.

Kıbrıs sorununda yakın zamanda yaşanan gelişmeler çok endişe vericidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde Türkiye’nin tahrik edici hareketleri nedeniyle müzakere süreci birkaç aydır tehir edilmiş durumdadır.

Bilindiği gibi, Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’nin kuzeybatı kısmının büyük bir bölümünü Türkiye tanımamakta ve çok yanlış bir şekilde, bu bölümün kendisine ait olduğu görüşünü öne sürmektedir. Sözü edilen bu bölgede Türkiye deniz hukukunu ihlal eden somut faaliyetlere geçmişte tekrar, tekrar girişmiştir. Bununla birlikte, yakın zaman içerisindeki tahrikleri başka zamanlardakilerden daha ciddi tahriklerdir.

Bu kez Türkiye çok ileri gitti. İkinci bir adım atarak, MEB’in bir bölümünde kendi hesabına talepte bulunmadığı ama yasa dışı devletin Münhasır Ekonomik Bölgesi olarak gördüğü bölgeleri art arda iki NAVTEX ile taahhüt altına aldı. Ancak bunu yaparken, kendisinden başka hiçbir devletin tanımadığı yasa dışı bir varlıktan söz ettiğini elbette görmezlikten gelmektedir. Türkiye dışında dünyanın bütün devletleri işgal altındaki bölgenin, dolayısıyla Münhasır Ekonomik Bölge’nin de Kıbrıs Cumhuriyeti’ne ait olduğunu tanımaktadırlar.

Türkiye bununla kalmadı. Üçüncü adımı da attı; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde geçmişte hiçbir zaman ne kendi hesabına ne de yasa dışı devlet hesabına sahip çıkmadığı bölümü ilk kez olarak taahhüt altına aldı. Sözünü ettiğim MEB bölümü, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin özgür güney sahillerinin karşısında bulunan bölümdür. Daha somut olarak, karasularımızın çok yakınındaki ve ΕΝΙ-KOGAS şirketinin gerçekleştirdiği sondajın önündeki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güney sahil hattının büyük bölümünü taahhüt altına alma yönünde ilerledi.

Türkiye’nin tahammül edilemez tahriki müzakere sürecini somut olarak etkilemektedir. İzlenilecek süreç ve yöntem hakkında anlaşmaya varılan görüşmelerin özlü aşamasının geçen Ekim ayında başlamasının hemen arifesinde bu tahrik edici hareketin yapılması bu tahriki daha da kabul edilemez kılmaktadır. Türkiye bu hareketleriyle müzakerelerin ertelenmesine yol açanın kendisi olduğunu biliyordu ya da en azından bilmelidir. Bu noktada, görüşmelerin ertelenmesinin başka bir şey, görüşmelerin kesin olarak sonlandırılmasının başka bir şey olduğunu vurgulamak istiyorum. Kıbrıs sorununun çözümü için tek yolun BM gözetiminde ve çerçevesinde toplumlar arası görüşmeler olduğu daima dile getirdiğimiz tezimizdir. AKEL için, Kıbrıs sorununun çözümü en yüksek öncelik olduğundan, müzakere sürecinin sonlandırılmasına asla onay veremeyiz.

Bizim anlayışımıza göre, son kez yapılan hareketler gibi, böylesi boyutlardaki hareketlerin Kıbrıs sorununun çözüm sürecine yardımcı olmamakla kalmayıp, çözüm yönündeki çabalara da ciddi zararlar verdiğini herkesin anlaması için görüşmelerin ertelenmesi gerekli hale geldi. Bu tür hareketlerin sadece müzakere sürecinin kendisine etkisinden söz etmiyorum. Bu tür tahrikler, başka yan etkilerinin yanı sıra, Türkiye’nin gerçek hedefleri hakkında Kıbrıslırumlar içerisinde haklı olarak kuşku duyulmasına ve umutsuzluğa yol açmaktadır. Dolayısıyla, Türkiye’ye yönelik olarak nüfuzlarını uygulayabilecek olan herkese çağrıda bulunuyorum. Mmüzakere sürecinde durumu hiç istenmeyen ertelenme noktasına götüren Cumhurbaşkanı Anastasiadis değil, Türkiye’dir. Krize Türkiye yol açtı ve Türkiye bu krizin aşılmasını sağlamalıdır. Bugün istenen şey şudur: Tahrik edici hareketlerin geri çekilmesinin yolunun bulunması ve böylece hiçbir taraf küçük düşürülmeksizin müzakerenin yeniden başlamasının mümkün kılınmasıdır.

Türkiye bu somut harekete giriştiğinde hedefi neydi? Birincisi, kendi katılımı olmaksızın doğal gazın değerlendirilemeyeceği mesajını göndermekti. İkincisi, Kıbrıs sorununun çözümünün kendi isteğine göre kesilmiş, biçilmiş bir biçimde olması yönünde şantaj yapmaktı. AKEL’in tezi çok nettir. Biz her an için çözüme hazırız. Ancak her hangi bir çözüme değil. BM’nin ilgili kararlarında, Yüksek Düzey Anlaşmaları’nda, uluslararası hukukta ve Avrupa hukukunda öngörüldüğü gibi, adil, işler ve yaşayabilir bir çözüm istiyoruz. Doğal zenginliğimizin değerlendirilmesi için egemenlik hakkımızdan ödün vermiyoruz. Eğer Türkiye doğal gazın değerlendirilme sürecinde olası bir taraf olmayı istiyorsa, mümkün olan en kısa sürede çözümün başarılması için bizimle işbirliği yapsın.

Neden Türkiye uluslararası toplumdan yoğun bir biçimde tepki gelmeden bu tahrik edici harekette bulunabileceği görüşündeydi? Çünkü IŞİD’e karşı mücadelede -karşılığını alarak- rol üstlenme yönünde ilan ettiği niyetinin – şimdilik niyet düzeyinde kaldı- karşılığını almaya girişmesi için koşulların uygun olduğu görüşündeydi. Görülen o ki, uluslararası toplumun kendisine muhakkak ihtiyacı olduğunu ve bu nedenle de kendisini önlemek için uluslararası toplumun sonuç alıcı bir şekilde baskı uygulayacak konumda olmadığını düşünüyor.

Bununla birlikte, Türkiye’nin bu boyutlardaki yasa dışı bir harekete girişmeyi bu dönemde kararlaştırmasının başka nedenleri de var. Bunların daha iyi anlaşılması için yakın geçmişe kısaca bir göz atmanın gerekli olduğu görüşündeyim.

Doğal gazdan Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızın da yararlanması için tek gerçekçi yolun Kıbrıs sorununun çözümü olduğunu her zaman söylüyorduk. Bu yönde AKEL olarak elimizden geleni yaptık ve yapıyoruz. İlerleyebileceğimizi Dimitris Hristofyas’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde kanıtladık.

Sayın Talat’la deniz bölgeleri konusunda anlaşmaya varmayı hedefledik ve bunu başardık. Münhasır Ekonomik Bölge dâhil, bütün deniz bölgeleri merkezi federal yönetimin yetkisinde olacaktır. Bu görüş birliği karşılıklı olarak yararlıdır: Bir yandan, gelecek Federal Cumhuriyet’in tek egemenliğini ve tek uluslararası kimliğini teminat altına almaktadır ve diğer yandan da, ilgili konuların birlikte idaresini garantilemektedir. Ayrıca (doğal gaz da dâhil) tüm doğal kaynakların merkezi federal yönetimin yetkisinde olacağına dair görüş birliğiyle ve federal gelirlerin dağılımına ilişkin görüş birliğiyle bağlantılı olarak, Kıbrıs sorununun çözümüyle doğal gaz konusunun temel olarak çözülmüş olacağı açıkça görülmektedir. Tabi ki, bunun için yukarıda belirtilen görüş birliklerine saygı gösterilmesi yeterlidir. Türkiye’nin doğal gazın Kıbrıslıtürklere de ait olduğu tezine en ikna edici yanıt budur.

Ama sadece bunlar değildi. Üç başlıkta (Yönetim ve yetkilerin paylaşımı, Ekonomi, Avrupa Birliği konuları) Hristofyas-Talat arasında neredeyse anlaşmaya varılmıştı. Bunun ötesinde, diğer üç başlıkta ilerleme olmamasının nedeninin, Kıbrıstürk tarafının bütün diğer başlıklarda anlaşmaya varılmadan önce toprak başlığını tümüyle tartışmamakta ısrar etmesi olduğunu çok iyi biliyorsunuz. Bu, güvenlik başlığını çok taraflı buluşmaya sevk ederken, bu başlıkla ayrılmaz bir biçimde bağlantılı olan mülkiyet başlığında ilerlemeyi de kaçınılmaz bir biçimde engelledi.

Sayın Eroğlu Kıbrıstürk toplumu liderliğini üstlendiğinde, görüş birliklerini sabote etti ve genel kanaat görüşmelerin çıkmaza sürüklenmesinde tüm sorumluluğun onda olduğu yönündeydi. Bu koşullarda Türkiye son zamanlardakine benzer tahriklerde bulunma yönünde ilerlemekte zorlanıyordu.

Devamında olanlar bilinmektedir. Sayın Anastasiadis Cumhurbaşkanlığı seçimlerini kazandığında, AKEL görüşmelerin kalmış oldukları yerden devam etmesi yönünde herkesi teşvik etti. Müzakereye baştan başlanmasının süreci sonuçsuz ve sonu gelmez bir hale getireceğine ve görüş birlikleriyle menedilen taksimci tezlerin Kıbrıstürk tarafınca geri getirilmesi tehlikesinin olduğuna dair uyarılarda bulunduk. Son tahlilde, böylesi bir durumda ya çıkmaza girilecekti ya da içten pazarlıklılar kendi beğendikleri çözümü dayatma girişiminde bulunmak için uygun zemini bulacaklardı.

O zamandan bu yana iki yıl geçti ve yaşananlar maalesef yukarıda belirttiğim korkularımızı doğruluyorlar. İzlenen sürecin sonucu iki taraf arasındaki uçurumun genişlemesi oldu. Sayın Eroğlu Kıbrısrum tarafını görüş birliklerini yararsız hale getirmekle suçlayıp, aniden görüş birliklerinin ateşli savunucusuna dönüştü. Ama aynı esnada görüş birlikleriyle çatışan taksimci tezlerini geri getirdi.

Tekrar ediyorum, AKEL’in tezi müzakerenin kalmış olduğu yerden devam etmesi ve askıda olan temel konuların tartışılmasıydı ve AKEL’in tezi bugün de bu olmaya devam etmektedir. Görüş birlikleriyle ilgili olarak ortak payda bulunamayınca, bir an gelip, başka yollardan çıkmazın aşılması girişiminde bulunulacağı beklenen bir şeydi. Böylece, görüş birlikleriyle ilgili olarak sonu gelmeyen bir tartışmanın terk edilip, askıda olan konuların doğrudan tartışılması konusunda anlaşmaya varıldı.

AKEL, Kıbrıs sorununun çözümü için tek yol müzakere süreci olduğundan, müzakere sürecini desteklediğini tekrar, tekrar net bir şekilde dile getirdi. Bunun için de, görüş birlikleri bir kenara bırakılarak üzerinde anlaşmaya varılan süreci uygun görmememize rağmen, buna karşı olamazdık; çünkü böylesi bir şey sadece öze değil, aynı zamanda sürece ilişkin olarak da çıkmaza götürürdü.

Şimdi önemli olan şudur: Türk tahriklerine karşı koyulması, oldubittilerin ortadan kaldırılması ve müzakere sürecinin yeniden başlayabilmesidir. AKEL bu yönde bütünlüklü bir öneri sundu ve bu önerinin ana noktası görüş birliklerinin yeniden onaylanması ve aynı zamanda hem Kıbrıstürk toplumuna, hem de Türkiye’nin kendisine yönelik teşviklerdir. Çeşitli nedenlerden dolayı bu önerimiz ilerlemedi. Ancak adil olmak için şunu söylemeliyim ki, zaman içerisinde Cumhurbaşkanı bu önerimizin temel noktalarını yılbaşında NAVTEX’in yenilenmesinden önce kendisinin art arda sunduğu önerilere dâhil etti. Ayrıca bir adım daha ilerleyerek, hidrokarbonlar konusunun müzakerenin son aşamasında görüşülmesini kabul etti. Bu hareketi içerde bazı haklı tepkilere de yol açtı.

Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde hidrokarbon yataklarının bulunması ülkemize dünya enerji haritasında yer alma olanağını sunmaktadır. Bölge açısından barış faktörü olma olanağını sunmaktadır. Kıbrıs doğal gazı bölgenin diğer yataklarıyla birlikte Avrupa Birliği’nin enerji güvenliğine ülkemizin özlü katkısı için perspektifler açmaktadır.

Avrupa Birliği’nin tükettiği doğal gazın üçte ikisini ithal ettiği, enerji gereksinimlerinin ve aynı zamanda iki ana tedarikçisine bağımlılığının her geçen gün artmakta olduğu göz önüne alındığında, AB’nin sadece stoklarını güvence altına almakla kalmayıp, paralel olarak tedarik kaynaklarını da çoğaltma arzusunda olduğu net bir şekilde görülmektedir. Tüm bunların yanı sıra, coğrafi dağılım faktörünü de hesaba katarsak, Kıbrıs” oynayacağı önemli bir role sahiptir.

Noble şirketinin araştırma ve doğrulama sondajları 12. parseldeki doğal gaz yataklarının durumunu artık açık bir şekilde göstermiştir. Ayrıca ENI/KOGAS şirketi de araştırma sondajlarına devam etmektedir ve yeni sondajlar için sözleşmeler imzalanmıştır.

Son iki yılda doğal gaz bulunmasına yönelik araştırmalarda bir dizi olumsuz sonuca varıldı. Bunlar ENI/KOGAS şirketi tarafından yapılan araştırmalarda 9. parselde değerlendirilecek yatakların bulunmaması ve TOTAL’in 10. ve 11. parsellerde sondaj yapılabilecek jeolojik yapıyı bulamamasıydı. Bu gelişmeler kimseyi memnun etmemektedir; buna karşılık bu, ülkemizin doğal zenginliğinin araştırılması ve değerlendirilmesi çabalarının sonu değildir ve bu çabaların sona ermesi olarak da görülmemelidir. Sonuç alabilmenin mümkün olabilmesi için, başarısızlıkla sonuçlanan birçok girişimin yapılmasının, çok çaba ortaya koyulmasının ve çok zamanın gerekli olduğunu uluslararası tecrübe göstermektedir.

AKEL’in görüşü şudur: Münhasır Ekonomik Bölge’de hidrokarbon yataklarının varlığının doğrulanması tek başına hiçbir şey demek değildir. Önemli olan bunları değerlendirilebilmeyi ve ticari olarak halkın yararına kullanmayı başarmaktır.

Bölge doğal gazının değerlendirilmesine yönelik olarak geçmişte var olan bütünsel bir planı ve bu yönde yapılanları bugünkü hükümet alaşağı ettiyse de, Kıbrıs’ı bölgedeki bir enerji kavşağı haline getirecek olanakların ve fırsatların hala var olduğu konusunda AKEL olarak ısrar ediyoruz. 12. parseldeki doğrulanmış yatakların ve zaman içerisinde bulunacak olası yeni yatakların en iyi bir biçimde değerlendirilmesini içerecek bir planlamanın, bütünlüklü bir stratejik planlamanın yapılması ve yaşama geçirilmesi için daha kararlı ve tutarlı bir biçimde harekete geçmesi yönünde hükümete çağrıda bulunuyoruz.

Türkiye’nin AB’ye doğal gaz naklinin kavşağı haline gelme arzusunda olduğu gözümüzden kaçmamaktadır. Bölgemizde bulunan doğal gaz bu planlamalarda kendi büyük önemine sahiptir. Kıbrıs doğal gazının Türkiye üzerinden boru hattı aracılığıyla Avrupa Birliği’ne nakledilmesi yönünde belki kimilerinin sahip oldukları düşüncelerin, Kıbrıs sorunu çözülmediği ve Kıbrıs topraklarını Türkiye yasa dışı bir biçimde işgal etmeye devam ettiği sürece tartışma konusu dahi olamayacağını AKEL olarak kesin bir biçimde beyan ediyoruz. Sadece Kıbrıs sorununun çözümünden sonra böylesi bir şey tartışılabilir ve bunun teknik ve ekonomik olarak ne kadar mümkün olabileceği konusunda karar alınabilir.

Son olaylar Kıbrıs sorununun çözümünün kaçınılmaz bir gereksinim olduğunu bir kez daha göstermektedir. İşgal ordularının ve yerleşiklerin adadan ayrılmasını öngören bir çözümün; Güvenlik Konseyi’nin ilgili kararlarında belirtildiği şekilde siyasi eşitliğin olacağı iki bölgeli iki toplumlu bir çözümün; birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bütün yurttaşlarının insan haklarına ve temel özgürlüklerine saygıyı, tek egemenliği, tek uluslararası kimliği ve tek vatandaşlığı güvence altına alan bir çözümün kaçınılmaz bir gereksinim olduğunu son olaylar bir kez daha göstermektedir. Hepinize bu zor ve haklı mücadelede bizi desteklemeye devam etmeniz çağrısında bulunuyorum. Yukarıda belirttiğim temelde Kıbrıs sorununun çözümü iki toplumun da çıkarınadır ve aynı zamanda Yunanistan’ın, Türkiye’nin ve çalkantılı bölgemizin bütün halklarının da çıkarınadır.

PREV

İki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümü hakkında AKEL’in görüşleri

NEXT

POGO Yeri örgütünün 7 Mart 2015’te gerçekleştirdiği “Kıbrıslırum-Kıbrıslıtürk kadınlar – Ortak Mücadele” konulu etkinlikte AKEL milletvekili ve POGO Kadın Hareketi Genel Sekreteri Skevi Kukuma tarafından yapılan konuşmadan bölümler