Yasadışı devletin ilanının kınandığı etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma
Yasadışı devletin kuruluş ilanını mahkûm etmek için bu yıl da burada toplandık. Binlerce yurttaşımıza ölüm saçan, başka on binlercesini göç etmek zorunda bırakan Atilla’nın barbar istilasını işgal karşıtı bu etkinliğin kürsüsünden bir kez daha mahkûm ediyoruz. Devam etmekte olan işgal ve sonuçlarıyla işlenen suçu kınıyoruz. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde Türkiye’nin art arda yaptığı tahrikleri mahkûm ediyoruz. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin doğdukları topraklarda geleceklerine mayın döşemekte ısrar eden Türkiye’nin politikasını kınıyoruz. Kendisine ait olmayan bu topraklarda kendi çıkarlarını dayatmayı isteyen Türkiye’nin politikasını kınıyoruz. Kendisine hiçbir borcu olmayan, üstelik emperyalizmin ve Türk yayılmacılığının işlediği suçları kan, göç ve yerinden edilmekle ödeyen bir halka kendi çıkarlarını dayatmayı isteyen Türkiye’nin politikasını kınıyoruz.
1974’ün hain darbesi ve Türk istilası emperyalist planların birinci kısmını teşkil ediyordu. Türkiye’nin yıllarca hedefi olan 1974’ün çifte cinayetinin sonuçlarını kalıcılaştırma girişimi çok zaman öncesinde başlatıldı. Kıbrıs’ın işgal altındaki bölgesinin Türkiye’ye “entegrasyonu” misyonu o zamanlar Ankara’nın gözdesi olan Rauf Denktaş’a verildi. Denktaş bölücü faaliyetlerini doruğa ulaştırmanın uzun zamandır hazırlığındaydı. Kıbrıs sorununda durgunluk bahanesiyle, Kıbrıstürk toplumu içerisindeki her ilerici sesi susturmaya çalıştı. Planlarına karşı direnebilecek her gücü ezmeye çalıştı. Askeri düzenle tam koordinasyon içerisinde sözde “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti”nin ilanı yönünde ilerledi. BM Genel Kurulu’nun 1983 başında tüm işgal güçlerinin adadan çekilmesini talep ederek, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tam egemenliğini ilan ettiği kararı almasına rağmen, Ankara, Birleşmiş Milletler’in çağrılarını tahrik edici bir şekilde görmezden gelerek, kendi hedeflerine ulaşma yönünde ilerledi. 15 Kasım 1983’ten kısa bir süre önce işgal güçleri işgal altındaki bölgelerin tüm iletişimini kesti. Denktaş “bağımsızlık” ilanı için 14 Kasım 1983 akşamı Ankara’nın yazılı emrini aldıktan sonra, bu bölücü hareketi gerçekleştirme yönünde harekete geçti.
Türkiye rejiminin bu bölücü hareketine Partimiz derhal tepki gösterdi ve Kıbrıs halkını yurtsever eylem birliğine çağırdı. Bu bölücü hareketin hedefinin Kıbrıs’ın kesin olarak taksim edilmesi ve yurdumuzun Amerikancı-NATO’cu emperyalizmin bir üssü haline getirilmesi için çifte Enosis çizgisinin ilerletilmesi olduğu açık bir şekilde görülüyordu. Yasadışı devletin ilanı tüm uluslararası camia tarafından mahkûm edildi. BM bu ilanın geri alınmasını istedi ve tüm üyelerini işgalci yapıyı tanımamaya çağırdı.
Bugüne kadar yasadışı devleti sadece Türkiye tanımaktadır. Bununla birlikte yasadışı devletin ilanı Kıbrıs sorununun çözümünü daha da zor hale getirdi. Defakto varlığı ve uluslararası alanda konumunun yükseltilmesine yönelik girişimler Kıbrıs sorununun barışçıl çözümü ve yurdumuzun yeniden birleşmesi için verilen mücadeleyi zorlaştırmaktadır. Yasadışı devletin kuruluşunun ilanıyla ortaya konulan bölücü hareketin ilerici Kıbrıslıtürkler tarafından kabul edilmediği bir gerçektir. Bununla birlikte, Denktaş’ın ve Cuntacı Türk generallerin baskılarının ve geçen bunca zamanın etkisiyle, kimilerinin yasadışı devletin yapılarına “alışkanlık edindikleri” görülmektedir.
Ancak bu, direnmekte ısrar eden ve Kıbrıs’ı ortak vatanımız, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni ortak evimiz olarak algılayan Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızın, ilerici güçlerin olmadığı anlamına gelmez. AKEL olarak bu güçlere elimizi uzatıyor; yeniden birleşme ve barış için antiemperyalist, işgal karşıtı ortak yurtsever cephede onlarla birlikte mücadele ediyoruz.
Ancak ne yazık ki gelişmeler, mücadelelerimizin arzu ettiğimiz sonuca kısa sürede ulaşmasını beklememize izin vermemektedir. Son dönemde Türkiye’nin her zaman olduğundan daha da fazla tahrik edici bir tutum içerisinde olduğu görülmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Münhasır Ekonomik Bölgesi’nde Türkiye’nin tahrik edici hareketleri ilk kez yaşanmamaktadır. Ancak Türkiye, Münhasır Ekonomik Bölgemizin daha öncesinde ne kendi hesabına, ne de yasadışı devletin hesabına hiç şüphe belirtmemiş olduğu kısmında ilk kez ihlallerde bulunmaktadır. Sözünü ettiğim kısım, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin özgür güney sahillerinin karşısındaki MEB’in kısmıdır. Ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güney sahil bölgesinin büyük bir kısmının, hatta karasularımıza çok yakın olan ve ΕΝΙ-KOGAS’ın sondaj çalışmalarının yapıldığı yerin önündeki bölgenin Türkiye tarafından kapatılmasından söz ediyorum.
Bu gelişmeler karşısında, müzakere sürecinin sonlandırılması değil, ertelenmesi kararına AKEL de onay verdi. Görüşmelerin ertelenmesi görüşmelerde özlü aşamaya başlanmasının arifesinde yapılan böylesi ciddi tahriklerin görüşme sürecine öldürücü darbe vurduğu mesajını gönderen bir tepki biçimini teşkil etmektedir.
Söz konusu olan tamamen istenmeyen bir gelişmedir. Biz, her zaman BM çerçevesindeki görüşmelerin Kıbrıs sorununun çözümü için tek yol olduğuna inandık. Hedefimiz, Türkiye’nin, krizin aşılmasına izin verecek ve özlü müzakerelerin yeniden başlamasına götürecek hareketlerde bulunmasıdır.
Türkiye hiçbir zaman boşu boşuna hareketlerde bulunmadı. Bu hareketleri de kendiliğinden ya da aniden yapılan hazırlıksız hareketler değildir. Türkiye kendisinin özlü katılımı olmaksızın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğal gazı değerlendiremeyeceğine dair net bir mesaj göndermeyi istemektedir. Bunun için tahrik etmekte ve şantaj yapmaktadır. Cihatçılara karşı savaştaki rolü nedeniyle -ve sadece bu da değil-, güçlü tepkilerin gündeme gelmeyeceğini bilmektedir. Anastasiadis’in ve DİSİ hükümetinin “stratejik ortaklar” diye övdüklerinin Türkiye’nin tahriklerine gösterdikleri yumuşak tepki Batılılar için Türkiye’den daha değerli olabileceğimizi sanmanın kendi kendini kandırma olduğunu kanıtlamaktadır.
Bunun için de, izlemekte olduğu tek gözlü ve ileriyi göremeyen dış politikası Cumhurbaşkanı’nı düşündürmelidir. Uluslararası toplumun önemli bir kesimi tarafından ortaya koyulan eşit mesafede durma tutumları Sayın Anastasiadis’in dış politikasının olumlu olarak değerlendirilemeyecek sonuçlarından biridir. Dimitris Hristofyas döneminde Türkiye yine Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenlik haklarına karşı çıkma teşebbüsünde bulunmuştu. Ama o zaman uluslararası toplumun yanıtı kararlılık içeriyordu, direkt ve netti. Çünkü o dönemde çok boyutlu bir dış politika izleniyordu ve buna paralel olarak çözüm için istek ve irademiz görüşme masasında her gün teyit edilmekteydi.
Bu kez, üstelik tahriklerin daha da büyük olduğu koşullarda, uluslararası tepkiler maalesef aynı derecede net değildi. İzleyeceği dış politikanın her şeyden önce Kıbrıs’ın çıkarlarını savunan bir dış politika olmasını düşünmesi yönünde Cumhurbaşkanı’na çağrıda bulunuyoruz. Bölgemizdeki gelişmeler ve rekabetler, ileriyi göremeyen analizleri değil, bugün yapılanın aksine, koşulların doğru incelenmesini gerektirmektedir.
Biraz önce de belirttiğim gibi, bizim kanaatimize göre, Türkiye ortaya koyduğu hareketlerle net bir mesajı göndermeyi istemektedir. Bu mesaj da, Kıbrıs sorunu ister çözülsün, ister çözülmesin, Kıbrıs’ın doğal zenginliğinin değerlendirilmesinde kendisinin de yer almayı istediği ve yer alacağı mesajıdır. Gerçek hedefi budur. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin doğal zenginliği üzerinde Kıbrıslıtürklerin çıkarlarını güya savunuyor görünmesi sadece bir bahanedir.
Bu kürsüden de tekrar ediyoruz: Doğal zenginlik bölgemiz için barış ve istikrar unsuru olabilir ve olmalıdır. Kıbrıs halkının tümünün ilerlemesi ve refahı için değerlendirilebilir ve değerlendirilmelidir. Kıbrıslıtürk yurttaşlarımızın da doğal gazdan yararlanmalarının tek gerçekçi yolunun, Kıbrıs sorununun çözümü olduğunu AKEL olarak her zaman dile getirdik. Eğer Türkiye gerçekten Kıbrıslıtürklerin çıkarlarını düşünüyorsa, kendi çıkarlarının gerektirdiklerini anlıyorsa, mümkün olan en kısa zamanda adil, işler ve yaşayabilir bir çözümün sağlanması için bizimle işbirliği yapacaktır. Bunu başardığımız takdirde Kıbrıslıtürklerin çıkarları korunacak ve doğal gazı değerlendirme sürecine kendisinin katılımının yolu da açılacaktır.
Doğal zenginliklerimizden sağlanacak gelirlerden Kıbrıslıtürklerin yararlanması perspektifinin ve yolunun olduğunu Dimitris Hristofyas’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde gösterdik. O dönemde, Sayın Talat’la deniz bölgeleri konusunda anlaşmaya varıldı. MEB dâhil, istisnasız tümüne ilişkin olarak yetki merkezi federal yönetimde olacaktır. Aynısı komşu ülkelerle münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesi ve olası anlaşmazlıkların çözülmesinde de geçerli olacaktır. Tüm bunlar BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre yapılacaktır. Doğal kaynaklara ilişkin yetkinin merkezi federal yönetimde olacağına dair görüş birliği ve federal gelirlerin dağılımına ilişkin görüş birliğiyle bağlantılı olarak, Kıbrıs sorununun çözümüyle doğal gaz konusunun temel olarak çözülmüş olacağı açıkça görülmektedir. Yeter ki, bu görüş birliklerine herkes saygı göstersin. Doğal gazla ilgili olarak Türkiye’nin iddiaları karşısında en ikna edici yanıt budur.
Bu saatte hepimiz dikkatimizi gerilimin düşürülmesine yoğunlaştırmalıyız. Hareketleriyle görüşmelerin yeniden başlamasını engelleyen ve Kıbrıslırumlarda yoğun kötümserlik, kuşku ve güvensizlik hisleri yaratan Türkiye’ye yönelik olarak uluslararası toplum nüfuzunu kullanmalıdır.
İç cepheye ilişkin olarak, öncelikle hepimiz ciddiyet ve tutarlılıkla davranmalıyız. Geçmiş zamanların doktrinlerini ve günahlarını hatırlatan aşırılıklar hiçbir şeye hizmet etmiyorlar. Bunlar gelişmeleri sadece iletişimsel olarak kamufle edebilirler. Görüşmelere son verilmesine dair sözde ehemmiyetli analizler de hiçbir şeye hizmet etmiyorlar. Böylesi bir girişimde bulunursak, bu, ülkemizde taksimi kalıcılaştırmaya davetiye çıkarmak gibi olacaktır. Yani 1974’te halkımızın aleyhine planlanan ve işlenen suçu haklı çıkarmak olacaktır. Böylesi canice bir harekete AKEL’in imzasını koyması asla söz konusu olamaz.
Şimdi vakit, Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in seçimler öncesindeki tutum ve tavırlarını geride bırakma cesaretini gösterip, Kıbrıs’ın iyiliği için mantıklı bir şekilde hareket etmesinin vaktidir. Deniz bölgelerine, komşu ülkelerle münhasır ekonomik bölgelerin belirlenmesine ve olası anlaşmazlıkların çözümüne ilişkin Hristofyas-Talat anlaşması ve doğal kaynaklar hakkındaki görüş birlikleri ekseninde önerilerde bulunmasının zamanıdır. Böylece üzerinde anlaşmaya varılanlar karşısında Türkiye sorumluluklarını üstlenmek ve kendisini gerçekten ilgilendirenin Kıbrıslıtürklerin çıkarları mı yoksa kendi çıkarları mı olduğuna yanıt vermek zorunda kalacaktır.
Yurdumuzun yeniden birleşmesi perspektifini açık tutmayı başarmamız için birlik şarttır. İlkelere dayanan ve tutarlı bir şekilde yaşama geçirilen bir birlik şarttır. Birlik atmosferinin yaratılmasında ana sorumluluğu olan Cumhurbaşkanı’nın ne yazık ki bunu anlamış olduğu görülmemektedir. Her fırsatta birlik çağrısında bulunurken, aynı esnada kendisi ya da hükümetinin üyeleri ortamı dinamitlemektedirler. 1974 Darbesinde Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na yaptıkları saldırıda ölen komandoların cenaze törenine İçişleri Bakanı’nın katılmasının ve orada yaptığı konuşmasının öfkelendirmediği demokratik bir insan var mı? Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in tam olarak hangi nedenden Grivas’a kendisini borçlu hissettiği sorusunu sormayan demokrat bir insan var mı? Bu ülkede yasallığı ve demokrasiyi yıkmayı planlayanları, bu planları yaşama geçirenleri, kurum olarak Cumhurbaşkanı’nın şereflendirmesi ve onurlandırması hem hayal kırıklığına yol açan, hem de tahrik eden bir harekettir. Darbeyi ve istilayı yaşamış olan ve bugün işgali yaşayan halkımızın Cumhurbaşkanı’ndan Grivas’a barış borcunun olduğunu duyması tahrik edicidir.
Barışı ve yurdumuzun yeniden birleşmesini gerçekleştirmek boynumuzun borcudur. Bu, en kritik anlarda vatanı ve Cumhuriyeti savunan, bugün yaşamda olan veya olmayan, bilinen ya da meçhul binlerce kahramana olan borcumuzdur. Onlar ve gelecek nesiller için mücadeleye devam etmeliyiz ve devam edeceğiz.
Yakın tarihimize baktığımızda, söylenen büyük yalan lafları, atılan milliyetçi nutukları ve yapılan çılgınlıkları görmekteyiz. Bunlar bizi iyi hiçbir yere götürmediler. Bunları tamamen geride bırakalım ve artık tel örgülerin yurdumuzdan kesin olarak sökülmesi için mücadele edelim. Ülkemizde barışın kök salması için mücadele edelim. Geleceğe giden yolu açmak için mücadele edelim.