Yasa dışı devleti kınama etkinliğinde AKEL Merkez Komitesi Genel Sekreteri Stefanos Stefanu’nun yaptığı konuşma
Bu yıl, yasadışı devletin kuruluş ilanının 40. yılı ve her yıl olduğu gibi bir kez daha burada Orfeas barikatında bir araya gelerek, istilayı, işgali ve Ankara’nın ülkemizdeki bölünmeyi kalıcılaştırma hedefli her türlü hareketini kınıyoruz. Kıbrıs’ın kendi halkına ait olduğunu ve bu nedenle ülkemizin özgürlüğü ve yeniden birleşmesi için mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğimizi tekrar haykırıyoruz.
Yasa dışı devletin kuruluş ilanını kınayan bu yılki etkinlik yanı başımızda, Orta Doğu’da bir savaşın yaşandığı koşullarda gerçekleştiriliyor. İsrail devleti uluslararası hukukun her ilkesini, her türlü medeniyet kavramını ihlal ederek Filistin halkına karşı soykırım teşebbüsünde bulunuyor. İsrail devleti uluslararası toplumun insani ateşkes çağrılarını inatla görmezden gelerek, bebekleri, çocukları, anneleri, kadınları ve sivilleri katlediyor. Bu, tüm insanlığı hedef alan bir aşağılamadır; tüm insanlık için büyük bir ayıptır. İsrail devletinin cani politikasından tiksindiğimizi ve kınadığımızı ifade ediyoruz.
Ortadoğu’daki durum ve Gazze Şeridi’ndeki savaş şu gerçeği, Kıbrıs’ta yaşadığımız durumun ne kadar yapay ve ne kadar hassas olduğunu da ortaya koyuyor. Fiili işgalin ve fiili bölünmenin ne kadar tehlikeli olduğunu gösteriyor. Kıbrıs sorununun çözümüyle ülkemizde kalıcı barışın sağlanmasının ne kadar gerekli olduğunu vurguluyor.
Yıllardır dondurulmuş haldeki bir çatışma yeniden canlanabilir mi? Bu olabilir. Çözümsüz bir şekilde zamanın geçmesi sonucu yıkım yaşanabilir mi? Bu da olabilir. Yani sonsuza kadar süren donmuş çatışmalar yok. Kâbusa yol açan nedenler ortadan kaldırılmazsa, bir an gelip, kâbusun daha şiddetli bir şekilde geri gelmesi her zaman olasıdır. Taksimin kesinleşmesi ve kalıcılaşması bir kâbustur. Bunu önlemek için mücadele ediyoruz çünkü taksim birçok tehlike ve maceranın kaynağıdır.
Kıbrıs halkına tam olarak nerede olduğumuz ve bizi bekleyen tehlikelerin neler olduğu hakkındaki gerçekleri anlatmalıyız. Bunu yapmamız gerekiyor çünkü 1974’ten bu yana yaşadığımız geçici durum, gerçekte var olmayan bir kesinlik ve kalıcı güvenlik yanılsamasına yol açıyor. Kıbrıs sorununda durum sadece kritik değil, aynı zamanda tehlikelidir.
Türkiye’nin işgali devam ettiği sürece, halkımızın bunca yıldır inşa edip başardığı hiçbir şeyin garantisi yoktur. Kıbrıs sorunu çözülmeden, yurdumuz yeniden birleşmeden hiçbir şey güvence altında görülemez. Tam tersine, Kıbrıs sorunu çözülmeden zaman geçtikçe Türkiye adadaki yasadışı varlığını pekiştirme hedefine giderek daha da yaklaşıyor.
Kıbrıs sorunu çözümsüz kalmaya devam ettiği sürece, tehlikeler daha da artıyor. Ankara taksimi pekiştiren hareketlerini adım adım sürdürüp, dişlerini her gösterdiğinde, giderek bölünmeyi derinleştiren kabul edilemez hareketlerine devam ettiğinde, kendimizi nasıl güvenlik içerisinde hissedebiliriz, gelecek kuşaklar kendilerini nasıl güvenlik içerisinde hissedebilir? Ankara sahada işgalci yeni oldubittilere yol açma yönünde hareket edip her fırsatta egemenlik haklarımızı hiçe sayarken kendimizi nasıl güvenlik içerisinde hissedebiliriz?
Ülkenin kaderini elinde tutan yöneticilerin, siyasi liderliğin her şeyden önce gerçekleri söyleme, durumun tüm boyutlarını ve olası sonuçlarını açıklama sorumluluğu var.
Yaşadığımız gerçeklik yapaydır. Sahip olduğumuzu sandığımız güvenlik kırılgandır. Geçmiş olduğunu düşündüğümüz tehdit, belki de her zamankinden daha büyük.
Önümüzdeki seçenekler hakkında hepimizin açık ve dürüst konuşma yükümlülüğümüz var. En azından biz bu yükümlülüğü hissediyoruz ve böyle hareket ediyoruz. Kıbrıs sorununun çözümü için onlarca yıl önce üzerinde mutabakata varılan seçeneklerin ötesinde başka seçeneklerin de olduğuna dair bilerek ya da bilmeyerek geliştirilen yanılsama kimilerinin halkımızı uyutmak isteğiyle yol açtıkları belki de büyük yanılgıdır.
Önümüzde sadece iki seçenek var: Ya Birleşmiş Milletler’in ilgili kararlarında belirtildiği gibi siyasi eşitliğe dayalı iki bölgeli, iki toplumlu federasyon çözümü için tutarlı bir şekilde çalışacağız ya da taksimle karşı karşıya kalacağız. Ya çözümle ülkemizi yeniden birleştireceğiz ya da Kıbrıs’ın yarısını Türkiye’ye bağışlayarak 1974’te vatanımıza karşı işlenen çifte suça imza atacağız. Yani önümüzde tek bir yol var: uluslararası toplum, Birleşmiş Milletler Örgütü tarafından desteklenen ve kararlarında yer alan ve 1977’den itibaren Kıbrıstürk toplumuyla üzerinde mutabakata vardığımız çözüm.
Bugün Kıbrıs sorunu tarihindeki en uzun çıkmazı yaşıyoruz. Kıbrıs sorununda hareketliliğin, girişimin, müzakerenin ve gelişmenin olmadığı ve çıkmaz yaşanan her dönemde Türkiye’nin taksimci yeni oldubittilere yol açma yönünde hareket etme fırsatını bulduğunu tarihsel tecrübe göstermektedir. Crans Montana’daki başarısızlığın ardından, Türkiye’nin yaklaşık yirmi yıl sonra iki devletli çözüm tutumunu tekrar ortaya koyması tesadüf değildir. Bu kabul edilemez ve tahkir edici tutum, çözüm bulma çabalarını daha da zorlaştırmaktadır.
Zaman aleyhimize çalışıyor. Zaman Kıbrıs sorununun çözüm perspektifinin aleyhine işliyor. Zaman Türkiye’nin işgalinin sona ermesi ve Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi perspektifinin aleyhine çalışıyor. Bu durum karşısında yapılması gereken, büyük sözler sarfetmek değildir. Yapılması gereken, üstlenilen girişimler, ortaya koyulan hareketler hakkında duyurular ve açıklamalar yapmak ve medyaya bazı bilgiler sızdırmak değildir. Görüşmelere hazır olduğumuzu söylemek de yeterli değildir. Ancak Türk tarafı olumsuz, gerçekten de olumsuz. Bu durum karşısında sürekli olarak özlü girişimlerde bulunmalı, müzakerelerin yeniden başlaması için perspektif, umut yaratan inisiyatifler üstlenmeliyiz.
Ancak bunun yerine, şu ana kadar Avrupa Birliği’nin sürece daha aktif katılımı hakkında Sayın Hristodulidis’in sıkça tekrarlanan önerisinin sonuç vermesini bekler bir pozisyonda takılıp kaldık ve görünüşe göre bu öneri de bir yerlerde takılıp kaldı. Avrupa Birliği’nin Kıbrıs sorununa ilişkin rolünü açıkça tanımlayan Avrupa Konseyi’nin ilgili kararları göz önüne alındığında bunun tamamen öngörülebilir bir şey olduğu anlaşılmaktadır.
Aynı şekilde, Cumhurbaşkanı’nın sürekli dönüm noktalarından söz ederek, toplumda yarattığı büyük beklentiler de havada kaldı. Cumhurbaşkanı’nın sözünü ettiği dönüm noktaları, kilometre taşları geldi, geçti ama sonuçta herhangi bir gelişme olmadı.
Yapılması gereken, Kıbrıs sorununun çözümü ilkelerinden asla vazgeçmeden, Kıbrısrum tarafının, genel olarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin öne çıkmasıdır. AKEL bunun nasıl yapılabileceğine dair somut bir öneri sundu. Sayın Anastasiadis’e de sunmuş olduğumuz bu öneriyi Sayın Hristodulidis’e de sunduk. Önerimiz dört ana adımdan oluşuyor:
Birincisi, ilgili BM kararlarında tanımlandığı gibi, siyasi eşitliğe dayalı iki bölgeli iki toplumlu federasyon için üzerinde anlaşmaya varılmış olan çözüm zemininde tutarlılığımızın ve ısrarımızın sürekli olarak vurgulanması.
İkincisi, müzakerelerin 2017’de kesintiye uğradığı yerden ve o zamana kadar varılan tüm yakınlaşmalar korunarak Guterres Çerçevesi temelinde devam etmesi.
Üçüncüsü, Türkiye ve Kıbrıstürk toplumuyla ilgili olarak, kırmızı çizgileri kesinlikle ihlal etmeden merkezine enerji konusunu koyacağımız pozitif bir gündemin oluşturulması. Sadece AB-Türkiye ilişkileri müzakerelerin yeniden başlamasının yolunu açacak dinamizmi sağlayamıyor.
Dördüncüsü, Kıbrıs Cumhuriyeti tarafından Kıbrıstürk toplumunu desteklemeye yönelik somut önlemlerin duyurulması ve hayata geçirilmesi. Cumhurbaşkanı aylar önce hükümetin bazı önlemleri hazırladığını belirtti ancak bunlar hiçbir zaman kamuoyuna açıklanmadı. Çözüme ulaşmak için gerekli devasa çabada Kıbrıslıtürkler bizim doğal müttefiklerimizdir ve onların güvenini kazanmalıyız.
Önerdiğimiz her şeyin Tanrı kelamı olduğunu iddia etmiyoruz. Bunların mutlaka müzakerelerin yeniden başlatılmasına yol açacağına dair bir garanti de yok. Ancak Kıbrısrum tarafı olarak ilerleme yönünde siyasi iradeye sahip olduğumuza dair ikna edici olmanın tek yolu budur. Türkiye’ye niyetini göstermesi konusunda baskı yapmanın yolu budur. Buna rağmen Türkiye yapıcı bir şekilde hareket etmezse, uluslararası topluma karşı kendisi sorumlu olacaktır. Ve en azından niyeti ifşa olursa, o zaman işgalci yeni oldubittilere kolayca yol açamayacaktır.
AKEL, Kıbrıs’ın geleceğini kazanması için tutarlı ve sürekli olarak çalışmaya ve mücadeleye devam edecektir. Türkiye’nin işgaline son verecek, ülkenin birliğini yeniden sağlayacak, Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin, halkımızın tümünün insan haklarını ve temel özgürlüklerini güvence altına alacak bir çözüm için mücadele etmeye devam edecektir. Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin ortak devletlerini birlikte yönetip ortak geleceklerini birlikte inşa edebilecekleri kalıcı barış, güvenlik ve işbirliği koşullarını iki toplum arasında yaratmak için çalışmaya ve mücadeleye devam edecektir.
Kıbrıs sömürgecilikten kurtulup bağımsızlığını kazandığı ve bağımsızlığın tamamlanmasını hedef edindiği dönemde Parti ve Halk Hareketi olarak bunu vizyon edindik.
Ülkemizi yeniden birleştirecek ve özgürleştirecek çözüme ulaşmayı başarma hedefiyle bunu vizyon ediniyoruz.
Yasa dışı devletin kuruluş ilanının hüzünlü yıldönümünde bir kez daha haykırıyoruz: Türkiye’nin işgaline ve taksime hayır! Kıbrıslırumların, Kıbrıslıtürklerin, Maronitlerin, Ermenilerin ve Latinlerin ortak vatanı, özgür, birleşik Kıbrıs’a evet!
Mücadeleye yılmadan devam ediyoruz!
Yaşasın Kıbrıs’ımız!
Yaşasın halkımız!