Cumhurbaşkanı Anastasiadis kendisinin ve partisinin hızla nihai taksime yol açan politikaları nedeniyle en ağır tarihsel sorumluluklarıyla yüzleşmeye hazır olmalıdır
Kıbrıs Sorunuyla İlgili Olarak Hükümetin Son Açıklamaları Hakkında AKEL Politbürosu’nun Kararı
AKEL Merkez Komitesi Politbürosu Cuma günü gerçekleştirdiği toplantısında, diğer konuların yanı sıra, AİHM’e Beşinci Başvuru’nun yapılması ve 1960 Anayasası’na dönüş konuları da dahil olmak üzere, Cumhurbaşkanı’nın son açıklamalarına odaklanarak, Kıbrıs sorunundaki gelişmeleri ele aldı. Sayın Anastasiadis açıklamalarıyla iki ana soru gündeme gelmektedir. Birincisi, bu kararlar ve hareketlerin Kıbrısrum tarafınca ilan edilmiş olan hedefe, yani müzakerelerin Crans Montana’da kesintiye uğradığı noktadan bir an önce yeniden başlaması hedefine nasıl hizmet ettiği konusudur. İkincisi de Cumhurbaşkanı Anastasiadis nihayet bu yönde önemli inisiyatifler üstlenme niyetinde midir yoksa ne Türkiye açısından ciddi bir bedeli olan, ne de yurdumuzu taksimci statükodan ve işgalden kurtaran, sadece iç politikaya yönelik hareket ve duyurularla yetinmeye devam edecek midir?
Hükümetin AİHM’e Türkiye aleyhine 5. Devletler Arası Başvuru’da bulunma yönünde ilerleme niyetinin tek konusunun Türkiye tarafından Mağusa’nın kapalı bölgesinde yapılan yasa dışı hareketler olacağı açıklandı. AKEL’in ilkesel görüşü, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS) gibi uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan haklar da dahil olmak üzere, uluslararası hukuktan kaynaklanan haklara her hukuk devletinin tam saygı gösterilmesini talep etmesi gerektiği yönündedir.
Bizim anlayışımıza göre, böylesi ciddi hareketler küçük siyasi gereksinimlere hizmet etme kriteriyle değil, sonuçlarının başarılı olması ihtimalinin arttırılması, işgalci güç üzerinde gerçekten baskı oluşturması ve kapsamlı çözüm hedefine hizmet etmesi güvence altına alınacak şekilde yapılmalıdır. Bu girişimin başarı ihtimallerini değerlendirmek ve gereken sorumlulukla hareket etmek hükümetin sorumluluğundadır.
Önümüzdeki veriler somut ve bellidir. AİHM’de başvuruların yargılanması BM Güvenlik Konseyi kararlarının ihlalleriyle değil, yalnızca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından korunan hakların ihlalleriyle ilgilidir. 4. Devletler Arası Başvuru’yla ilgili davada AİHM’nin Kıbrıs Cumhuriyeti açısından olumlu karar almasının bir parçasını mülklerin yasal sahiplerinin hakları ve Türkiye tarafından yapılan sürekli ihlaller teşkil etmişti. Söz konusu karar ağır siyasi önemine rağmen, hukuki yolların tek başına bizi işgalden kurtarmadığı ve Türkiye’yi taksimci yeni oldubittilerde bulunmaya son vermeye zorlamadığı açıkça görülmüştür.
Ayrıca, AİHM’nin içtihat hukuku ve özellikle Dimopulos davasıyla ilgili kararı, böylesi bir başvuruda kararın içeriğini belirsiz kılmaktadır. Özellikle de Türk tarafının kapalı bölgenin bir kısmını askeri alan niteliğinden çıkarıp, kentsel alana çevrilmesini dile getirdiği ve mülklerin yasal sahiplerine sözde Taşınmaz Mal Komisyonu ile temasa geçme çağrısında bulunduğu ve mülklerin yasal sahiplerine hangi muamelenin (iade, tazminat, takas) yapılacağına veya hangi idare altında geri döneceklerine bakılmaksızın, AİHM’nin bu “Komisyon”u tatmin edici bir araç olarak kabul ettiği koşullarda.
Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in Zürih Anayasası’na dönüş taahhüdü ve bunun BM Güvenlik Konseyi Kararları, Doruk Anlaşmaları ve varılan yakınlaşmalarla bağdaştığı iddiası ile ilgili olarak da, bugüne kadar hiçbir Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın böylesi bir şeyi hedeflemediğini kaydediyoruz. Bunun nedeni çok basittir. Bazı uç siyasi güçlerin tezleriyle özdeşleşme kesinlikle üniter bir devlete değil, Türkiye’nin arzuladığı nihai taksime yol açar. Ve Hükümet Sözcüsü AKEL’i güya kabul edilemez tavizler vermesi yönünde Cumhurbaşkanı’na baskı yapmakla suçladığından dolayı apaçık görünene işaret etmemiz gerekiyor. Kıbrıs sorununda en son geri adım, ister açıkça dile getirilmiş olsun, isterse hamaset kisvesi altında olsun, nihai taksim fikriyle bir uzlaşmaktan başka bir şey değildir.
AKEL’in güya daha fazla tavizler verilmesini istediği yönünde Hükümet Sözcüsü’nün iddiasıyla ilgili olarak, kendisini AKEL’in önerisini daha dikkatli okumaya çağırıyoruz, bu önerinin tek yaptığı mevcut çıkmazdan çıkışın ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri tarafından talep edildiği şekilde müzakerelerin yeniden başlaması için bir dinamizm yaratmanın yolunu sunmaktır. AKEL’in Kıbrıslıtürklere Guterres Çerçevesi’ne dönüşü kabul etmeleri için motive edici olarak verilmesini önerdiği şey, bu Çerçeve’nin stratejik ortak anlayış olmasının öncelikle benimsenmesini ön koşul olarak koymaktadır. Türkiye’ye yönelik motive edici öğeler ise, sadece Kıbrıs sorunu çözüldükten sonra verilmektedir. AKEL’in önerdikleri içerisinde hiçbir şey Kıbrısrum tarafının kırmızı çizgilerini ihlal etmemektedir. Zaten Türkiye’ye sondaj çalışmalarını MEB’imizin kuzey kısmıyla sınırlandırılmasını öneren de AKEL değildir. Kıbrıs sorununun çözümü öncesinde de Kıbrıslıtürklere doğalgazdan gelir sunacağını söyleyen de AKEL değildir. Başpiskopos da dahil olmak üzere, pek çok kişiyle iki devletli bir çözüm fikrini paylaşan da AKEL değildir.
Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in 1960 Anayasası’na dönüşte ısrar edeceğine ilişkin tezinin BM Güvenlik Konseyi Kararları, iki toplum arasında varılan Doruk Anlaşmaları ve yakınlaşmalar ile doğrudan çeliştiği apaçık bellidir. 1960 Anayasası üniter bir devleti, BM Güvenlik Konseyi Kararları, iki toplum arasında varılan Doruk Anlaşmaları ve yakınlaşmalar iki bölgeli iki toplumlu bir federasyonu öngörürken, böyle bir iddiada bulunmak için halkın anlama yeteneği bu kadar mı küçümseniyor? 1960 Anayasası’nın çıkmazları çözmek için herhangi bir mekanizma olmaksızın, Meclis’te ayrı çoğunlukların yanı sıra yürütme erkine veto hakkı tanıdığını Cumhurbaşkanı Anastasiadis’e hatırlatmayı faydalı buluyoruz. Ayrıca 1960 Anayasası Garantörlük Antlaşması’nı aynen içermektedir. Bütün bunlara varılan yakınlaşmalar, Guterres Çerçevesi ve Genel Sekreter tarafından önerilen çözümü uygulama mekanizması aracılığıyla etkin bir yanıt verilmişti.
Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in son açıklamaları ve hareketleri Kıbrıs sorununda izlediği başarısız politikanın sonuçlarını yönetimde karşılaştığı zaafını gözler önünde sermektedir. Her politika intiba yaratmak için yapılan beyanlara değil, vardığı sonuçlara bakılarak değerlendirilir. Son dört yılda zamanın verimsiz geçmesi Kıbrıs sorununu toprak üzerinde çok olumsuz gelişmelerle eşi görülmemiş bir durağanlığa sürükledi. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin MEB’inde olanlar, Mağusa’da yaşananlar ve çözümün içeriği açısından gündeme getirilen tehlikeli kaymalar, nihai taksime doğru çok tehlikeli bir gidişatın sarsılmaz delillerini teşkil etmektedir. Cumhurbaşkanının görevi tek amacı partilerin taraftarlarını tatmin etmek olan hareketlere son verip, denemelerde bulunmayı terk edip, üzerinde anlaşmaya varılan çözüm zeminini ve yakınlaşmaları sorgulamayı ve reddetmeyi sonlandırarak, bunca gecikmeyle dahi olsa, en azından şimdi, Kıbrısrum tarafının güvenilirliği sağlayacak ikna edici inisiyatifler üstlenmesidir.
Zaten AKEL’in tam zamanında sunduğu bütünlüklü siyasi önerinin çerçevesi de bunu içermektedir. Cumhurbaşkanı Anastasiadis bu öneride içerilen anlayışı dahi benimsese, Türkiye ya müzakerelere kalınan yerden dönmek zorunda kalacaktır ya da bugün yaşanan çıkmazın sorumluluğunu tek başına yüklenecektir. Ancak Cumhurbaşkanı Anastasiadis aynı politikasında ısrar ederse, kendisinin ve partisinin hızla nihai taksime yol açan politikaları nedeniyle en ağır tarihsel sorumluluklarıyla yüzleşmeye hazır olmalıdır