Home  |  Konuşmalar   |  Kıbrıs’ın bağımsızlığının yıldönümü vesilesiyle İngiltere’deki Kıbrıslılar Birliği tarafından gerçekleştirilen etkinlikte AKEL M.K. Örgütlenme Sekreteri Hristos Aleku tarafından yapılan konuşma

Kıbrıs’ın bağımsızlığının yıldönümü vesilesiyle İngiltere’deki Kıbrıslılar Birliği tarafından gerçekleştirilen etkinlikte AKEL M.K. Örgütlenme Sekreteri Hristos Aleku tarafından yapılan konuşma

 

Sayın davetliler,
Sevgili dostlar,
Bugün Kıbrıs’ın bağımsızlığının yıldönümünü kutluyoruz.
Kıbrıs’ın bağımsızlığının, halkımızın uzun yıllar boyunca verdiği mücadelelerin ve aynı zamanda 1950’li yılların sonuna doğru sömürgeciliğe karşı mücadelenin girdiği çıkmazlar nedeniyle dayatılan bir uzlaşmanın sonucu olduğunu saptamak için geçen 55 yıl yeterlidir.
Kıbrıs’ın sömürgeci Britanya imparatorluğunun egemenliği altına girdiği daha ilk yıllardan itibaren Kıbrıs halkının sömürgeciliğe karşı mücadelesinin başladığını söyleyebiliriz.

Özellikle II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinin ardından, tüm dünyada sömürgeciliğe karşı ulusal kurtuluş mücadelelerinin yoğunlaştığı bir dönemde, bu mücadele gelişme kaydetti. Özgürlük mücadelesinde gerek Sol, gerekse Sağ siyasal partiler yer aldılar. Dolayısıyla halkımızın kurtuluş mücadelesini sadece 1955-59 yılları arasında ve sadece EOKA’yla sınırlandırmak yanlış ve haksız bir değerlendirmedir.
Halkımızın kurtuluş mücadelesine özellikle Sol’un katkısı önemliydi. AKEL ve daha geniş olarak Halk Hareketi kitlesel siyasal mücadelenin öncüsü oldu ve özgürlük mücadelesine o dönemde dünyanın dört bir yanında ulusal kurtuluş hareketlerini karakterize eden antiemperyalist içeriği verdi. Biz sömürgeciliğe karşı mücadeleyi kendi tekelimizde görme çabasında değiliz. Diğer siyasal güçlerin de katkı ve özverilerini tanıyoruz. Ancak aynı zamanda o dönemin mücadelelerini kendi tekellerine almayı isteyenler, sömürgeciliğe karşı mücadeleye Halk Hareketi’nin katkısını sıfırlamaya çalışanlar karşısında tarihi gerçekleri ve Sol’un katkısını ısrarla savunmaya devam edeceğiz.
1940’lı ve 1950’li yıllarda koyulan hedef, kendi kaderini tayin hakkının uygulanması aracılığıyla Enosis’in gerçekleştirilmesiydi. Birleşmiş Milletler’in Tüzük Şartı sömürgecilik altındaki bütün halklara bu hakkı tanıyordu. Sonuçta, acı maceraların ardından Zürih-Londra anlaşmalarına ve güdük bir bağımsızlığa ulaştık.
Neler bu sürecin yaşanmasına ve bu sonuca yol açtı?
Bu soruya yanıt vermeye çalışırken, sömürgeci gücün kendi çıkarları doğrultusunda izlediği politika dikkatimizden kaçmamalıdır. Sömürgeciler Kıbrıslıların en doğal hakkı olan kendi kaderini tayin etme hakkını tanımadılar. Britanya’nın tertipleriyle, Türkiye’nin ilgili taraf olarak Kıbrıs sorununa dâhil edildiği ve daha sonrasında yaşananlara olumsuz damgasını vurduğu dikkatimizden kaçmamalıdır.
Ancak Kıbrıs’ta ve Yunanistan’da da sorumluluklar vardı. Üstelik görmezden gelmenin, susup geçiştirmenin doğru olmadığı ağır sorumluluklar. Yunanistan’daki iç savaşın ve Soğuk Savaş döneminin ürünü olan, Sağ liderliğin kısır antikomünizmi sömürgeciliğe karşı birleşik bir cephenin güçlenmesini engelledi ve bu şekilde ulusal kurtuluş mücadelemizin sonuç alıcılığının altını oydu.
Bunun yanı sıra, Sağ liderliğin milliyetçiliği ve şovenizmi, Kıbrıslıtürklere tepeden bakan tavrı iki toplum arasında anlaşmaya sadece izin vermemekle kalmadı, iki toplumun birbirleriyle zıtlaşmasını da körükledi. Böylece sömürgeci güç kendi “böl ve yönet” politikasını yaşama geçirmek için, Ankara Türk şovenizmini ve kendi taksim politikasını geliştirmek için uygun zemini buldu.
Resmi Yunanistan’da da sorumluluklar var. İttifak’a bağlı dönemin Yunanistan hükümetleri en kritik anlarda Kıbrıs halkının doğal müttefiki olarak değil, NATO çıkarlarının simsarı olarak hareket ettiler.
Sağ liderliğin en büyük yanlışlarından biri de silahlı mücadele biçimini seçmesiydi. Kıbrıs’ta coğrafi, askeri ve siyasi nedenlerden dolayı başarılı bir silahlı mücadele verilmesinin koşulları yoktu. Silahlı mücadele çıkmazlara, çıkmazlar da Zürih ve Londra anlaşmalarının dayatılmasına götürdü.
1955-1959 arasında kahramanca, özverili anların yaşandığı oldu. Özgürlük için mücadele eden bazı Kıbrıslı yurtseverler canlarını dahi feda ettiler. Onların anılarına ve fedakârlıklarına saygılıyız. Ancak kahramanlıklar ve fedakârlıklar, özellikle Makarios’un sürgününden sonra Grivas’ın verdiği içerikle, silahlı mücadele yolunun seçilmesinin yanlış olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Grivas’ın bizzat kendisinin de itiraf ettiği gibi, onun üç düşmanı vardı: Komünistler, Türkler ve İngilizler. Böylesi bir yaklaşımdan iyi sonuçlar çıkmasını hiç kimse bekleyemezdi.
Kahramanlıklar ve fedakârlıklar, silahlı mücadelenin korkunç çıkmazlara götürdüğü gerçeğini de değiştirmiyor. Elbette daha sonrasında, askeri olarak İngilizleri yendiğimiz, ama politikacıların bu zaferi değerlendirmeyi başaramadıkları masalı uyduruldu. Bu masalın hedef aldığı kişinin Makarios olduğunu anlamak hiç de zor değildir. Nitekim 1958’de Averof’a “diplomasiye yardımcı olmayı amaçlayan militan mücadele, bugün çıkmaza girmekte” diyen Grivas’ın kendisi de EOKA’nın çıkmazını kabul etmekteydi.
Sol Kıbrıs’ın ve bölgenin koşullarını doğru değerlendirerek, Kıbrıs halkının birleşik güçlerinin kitlesel siyasal mücadelesi önerisinde sonuna kadar ısrar etti. Sömürgeci Britanya imparatorluğunun çöküş, emperyalizmin sömürgecilik sisteminin dağılma sürecinde olduğu ve onlarca halkın bağımsızlıklarını kazandıkları bir dönemde, eğer ilkelerde istikrar, ısrar ve sabırla kitlesel siyasal mücadele yolunu izleseydik, Zürih ve Londra anlaşmalarıyla varılan sonuçlardan çok daha iyisine ulaşmayı başarabilirdik. Ve bugün Kıbrıs’ın kaderi farklı olabilirdi.
Elbette şunun altını çizmeliyiz: Kıbrıs’ın bağımsızlığı ne kadar güdük de olsa, Zürih ve Londra anlaşmalarının tüm yüküne rağmen, halkımız açısından yine de büyük bir kazanımdır. Kıbrıs halkı asırlarca esaretin ardından tekrar özgür halklar arasında yerini aldı. Kıbrıs bağımsız bir devlet oldu ve uluslar arası camiada yerini aldı. Bunu değerlendirmemiz gerekirdi. Sınavdan geçtik ve maalesef başarısız olduk. 1960’da endişeler, korkular ve belirsizliklerle ama aynı zamanda büyük beklentilerle yol çıktık. Yaşam ne yazık ki korkularımızı doğruladı ve beklentilerimizi yalanladı.
Yine şu sorunun yanıtını düşünmeliyiz: Neden durum kötüye gitti?
Bu soruya basit ve tek bir yanıt verilemez. Olanların diyalektik bir yaklaşımla değerlendirilmesi ve çok düşünülmesi şarttır. Bu soruya verilecek yanıtın akademik bir değeri yok. Yine kritik dönemeçte olduğumuz günümüz koşullarında, bu yanıt halkımızın bugünü ve yarını açısından büyük öneme sahiptir. Eğer tarih, yaşamın büyük öğretmeniyse, en nihayet bizim ondan ders almamız gerekir. Başka başarısızlıklar yaşama lüksümüz yok.
Ne oldu da Kıbrıs gemisi kendini fırtınalar ve felaket içerisinde buldu?
Kıbrıs’ın bağımsızlığı iki etmen tarafından, yabancı dayatmalar ve şovenizm tarafından sistematik bir biçimde sabote edildi.
Kıbrıs’ın jeostratejik konumu daima yabancı güçlerin ilgisini çekiyordu. NATO ittifakı Kıbrıs’ı bölgede emperyalist çıkarlara hizmet edecek batmayan bir uçak gemisi haline getirmek için çeşitli biçimlerde ve çeşitli planlarla adayı kontrolü altına alma girişimlerinde bulundu. Buna paralel olarak, Türkiye de adanın taksimi ve kendisine bağımlı hale getirme hedefiyle tertiplere başladı. NATO ve Türkiye Kıbrıs’ın aleyhine planlarında yakın işbirliği yaptılar. Kıbrıs sorununun gelişmesinde dış faktör belirleyici rol oynadı.
Ancak ne yazık ki, iç düşman da vardı. İki toplumda da aşırı sağ güçler Kıbrıs’ın bağımsızlığına hiç inanmadılar. Bağımsızlığı Kıbrısrum tarafındaki bu güçler Enosis’e, Kıbrıstürk tarafındaki bu güçler de takime yönelik bir geçiş aşaması olarak görüyorlardı. İki taraftaki bu güçlerin ideolojik olarak ortak paydaları milliyetçilik ve şovenizmdi. Milliyetçilik ve şovenizm Kıbrıs kalesinin fethinde Truva Atı rolünü oynadı. Grivas ve Denktaş, EOKA-B ve TMT birbirlerine düşman gibi görünüyordularsa da, aynı yabancı merkezlerin emirlerini yerine getirdiler ve aynı hedefe, Kıbrıs’ın yıkımına hizmet ettiler.
1964’ten 1974’e kadar Makarios etrafında birlik olan Kıbrıs halkı NATO’cu dayatmalara ve Türkiye’nin istila tehditlerine karşı durmayı Bağlantısızlar Hareketi’nin ve sosyalist toplumun dayanışmasıyla başardı. 1967’de Yunanistan’da Cunta’nın iktidara gelmesiyle ve EOKA-B’nin hain terörist faaliyetleriyle, Kıbrıs Cumhuriyeti’ni sabote etmeyi hedefleyen saldırılar doruğa ulaştı. Cunta ve EOKA-B’nin hain faşist darbesi Türkiye’ye istila için kapıları açtı.
Dolayısıyla dış dayatmalar ve Türkiye’nin yayılmacı politikası Kıbrıs’ın başındaki büyük bela olduysa da, bu dayatmalar, eğer ihanet ve Beşinci Kol onlara yolu açmasaydı, sonuç alamayacaklardı. Kıbrıs trajedisinin büyük gerçeği budur.
Bu gerçekten ders aldık mı?
Kıbrıs sorununun çözümü için bugünlerde sürdürülen yeni çaba sürecinde ve daha da çok bu çabanın sonucunda muhtemelen kısa bir süre sonra bu soruya yanıt vermeye çağrılacağız.
Birleşmiş Milletler’in bu yeni inisiyatifinin iyi önkoşullarının olduğu ve bu çabadan olumlu şeyler çıkabileceği görüşündeyim. Sayın Akıncı’nın Kıbrıstürk toplumu liderliğine seçilmesinin yeni bir pencere açtığı, Kıbrıs sorununun çözümü ile bunca acıları çekmiş olan yurdumuzun yeniden birleşmesi için umutları canlandırdığı inkâr edilemez bir gerçektir.
Elbette ki, bu aşamada hiç kimse önümüzdeki süreçte nelerin olacağına dair kesin değerlendirmelerde bulunamaz. En azından şu ana kadar, Sayın Akıncı’nın yapıcı bir şekilde ilerlemekte kararlı olduğu ve sorunun Türkiye’siz ele alınabilecek yanlarının çözüme kavuşturulması niyetinde samimi olduğu görülüyor. Dolayısıyla, Cumhurbaşkanı Anastasiadis yıllardır Ulusal Konsey’de belirlenmiş olan çizgiyi tutarlılıkla izlerse, Kıbrıs sorununun iç yanlarına dair anlaşma menziline girilmesi olasılığı var. Eğer bu başarılırsa, o zaman güvenlik, garantiler ve yerleşikler gibi önemli konularda Türkiye kararlarını almaya çağrılacaktır.
Yaşadıklarımızdan ders alıp almadığımız sorusunu yanıtlamaya çağrılan her birimizin üzerinde çok düşünmesinin gerekli olduğu bu noktada, iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümünün bazı siyasal güçler tarafından reddiyle iç cephede oluşan tablo endişe yaratmaktadır. Böylesi bir ret ulusal çıkarlarımıza hizmet etmemekte ve kesin bir biçimde taksime götürmektedir.
Bu nedenle, Kıbrıs sorununun küçük partisel maksatlar için kullanılamayacağını ve kullanılmaması gerektiğini ısrarla tekrarlamamız gerekiyor.
Bu nedenle, çözümün ve Kıbrıs’ın yeniden birleşmesinin yurdumuzun bugünü ve yarını açısından çok büyük önemini sürekli olarak vurgulamamız gerekiyor. Taksim, Kıbrıs halkı için bir seçenek olamaz. Taksimle sadece yurdumuzun yarısını kaybetmeyeceğiz, aynı zamanda çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceğiyle birlikte diğer yarısını da belirsizliğin ipoteği altına sokacağız. İstila ve işgalin ağırlığı altında, iki taraf arasındaki müzakereler aracılığıyla varılan iki bölgeli iki toplumlu federasyon çözümü konusunda 1977’den itibaren anlaşmaya vardık. Önümüzdeki ikilem federasyon ya da başka bir çözüm değildir. Gerçek ikilem, iki bölgeli iki toplumlu federasyon ya da taksimdir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, taksim bizim için bir seçenek değildir. Taksim Kıbrıslırumlar için olduğu kadar, Kıbrıslıtürkler için de yıkım demektir.
Dostlar, Kıbrıs sorununun çözümü konusunda ihtiyatlı bir iyimserliğin olduğu bir sürece girilirken, ekonominin gidişatı ve genel olarak iç yönetim konusunda ne yazık ki aynı şeyi söyleyemiyoruz. Hükümet maalesef kalkınma önlemleri yerine, kemer sıkma önlemleri uygulayarak, Avrupa Birliği’nin tercihlerine ve politikalarına bağlı kalmaya devam ediyor. Bu politikanın sonuçları şunlardır:
– 70.000’den fazla yurttaşımız ya da nüfusun %16’sı işsizdir.
– 250.000 insanımız ya da nüfusumuzun üçte biri yoksullaştırılmıştır.
– 50.000 insanımız yardım kurumlarından aldıkları yardımla beslenmektedir.
– Sağlık sistemi çökmüş bir durumdadır.
– Çocuklar kahvaltı yapmadan okula gitmektedir.
– İnsanların evlerinden çıkarılmasına ve evlerine el konulmasına başlanmıştır.
– Sosyal hizmetler Avrupa’daki var olan en düşük seviyelere indirilerek, tehlikeli derecede sınırlandırılmıştır.
Sadece bu belirttiklerimizden açıkça görülmektedir ki, ne insanlarımızın durumu, ne de ekonomiye ilişkin rakamlar iyiye gitmemektedir. Gerçek kalkınma toplumun paylaşacağı bir zenginliği yaratmalıdır. Yeni istihdam olanakları yaratmalıdır. Yoksulluğu sınırlamalı, sosyal devleti güçlendirmelidir.
İnsanlarımız sıkıntı içerisindeyken, yokluk ve kemer sıkma politikalarıyla gerçek kalkınmanın sağlanamayacağı anlaşılmalıdır.
Onların reçeteleri denendi ve başarısız oldu.
Nitekim 2016 devlet bütçesinin de aynı frekansta, aynı anlayışla hazırlandığı görülmektedir. Bu bütçe Troyka kokan bir Memorandum bütçesidir. Sosyal devlet daraltılırken, kalkınma harcamaları iki yıl boyunca %30 oranında azaltıldıktan sonra sadece %5 oranında arttırılmaktadır.
Bu durumda kim kalkınmayı sağlayacak? Avrupa’da en yüksek faizleri uygulayan bankalar mı ekonomiyi canlandıracak kredileri verecek? Var olmayan yabancı yatırımcılar mı? Devletin sınırlı kalkınma fonları mı? Özelleştirmeler mi? Bu kötümser tabloyu değiştirmek istiyorsak, hükümetin önerilerimize kulak vermesi ve rotasını değiştirmesi gerektiği düşüncesindeyiz.

 

Dostlar,
Kıbrıs’ın bugün çok kritik bir kavşakta olduğu açıkça görülmektedir. Bugün Kıbrıslırumların ve Kıbrıslıtürklerin, bütün halkımızın ve yurdumuzun yeniden birleşmesine yürekten inanan hepimizin, mücadele eden bir halk için şart olan faziletlere, özgüvenimize, sabrımıza ve inancımıza sarılmamız gerekiyor.
Yurdumuzda en nihayet mutluluk ve refah rüzgârının esip esmeyeceği bize bağlıdır; hangi yolu izleyeceğimize bağlıdır. Soluk alabileceğimiz günlere ulaşmamız bize bağlıdır; vereceğimiz mücadelelere, alacağımız inisiyatiflere bağlıdır.
Biz mücadele yolunu seçiyoruz. Bizi işgalden kurtaracak, Kıbrıs’ı yeniden birleşmeye götürecek yolu seçiyoruz. Kıbrıslırumların, Kıbrıslıtürklerin, Maronitlerin, Ermenilerin ve Latinlerin, bütün halkımızın gerçek kalkınmasının ve refahının olacağı, insan haklarının güvence altında olacağı koşullara götürecek olan yolu seçiyoruz.
Hep birlikte inanç ve özgüvenle bu yolda ilerleyelim. Kıbrıs’ımızın her tür bağdan ve yükten kurtulacağı, yurdumuzun bağımsızlığını birlikte kutlayacağımız günlere muhakkak kavuşacağız.

 

Yaşasın Kıbrıs’ımız!

PREV

Kıbrıs’ın bağımsızlığına adanan etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma

NEXT

Kıbrıs sorunu hakkında Brüksel’de gerçekleştirilen etkinlikte AKEL M.K. Genel Sekreteri Andros Kiprianu tarafından yapılan konuşma