AB’nin 60 Yılı: Hayatın Gerçekleri Onların Beyannamelerini Çürüttü
Günümüzün Avrupa Birliği’nin temellerini atan Roma Anlaşmaları’nın 25 Mart 1957’de imzalanmasından bu yana 60 yıl geçti. AB’ye üye 27 ülkenin liderleri AB’nin kuruluşunu kutlamak için Roma’da bir Zirve şenliği düzenlediler. Ne var ki, bu sefer kutlamalar, AB’nin karşı karşıya olduğu ve mevcudiyetiyle ilgili çıkmazları gizleyememektedir. Brexit, AB karşısında sosyal memnuniyetsizliğin artması, AB içerisinde aralarında köprü kurulamayan çelişkiler, milliyetçiliğin ve yabancı düşmanlığının yükselişi gibi sorunlar AB’nin bütünlüğünün ve geleceğinin artık kesin olmadığının gözler önüne sermektedir. Altmış yıl sonra, AB kurucularının beyannamelerinin ve vaatlerinin sadece doğrulanmamakla kalmayıp, her gün çürütüldüğü apaçık ortadadır.
- Avrupa’nın halkları “refah” yerine, bankaların kurtarılması için milyarlar akıtılırken, işsizlerin, evsizlerin ve yoksulların sayısını milyonlarla saymaktadır.
- AB “barış” yerine, sürekli bir şekilde militarize edilmekte, NATO’nun ikiz kardeşi haline gelmekte, savaşı yaşayan Ortadoğu ile silah ticaretini sürdürmekte, silah sanayisine “yatırım yönelimi” ilan etmektedir. AB, bir Avrupa komutanlığı oluşturup, askeri saldırılara ve müdahalelere karışarak, tüm dünyada askeri misyonlar yürütmektedir. Yugoslavya, Libya, Irak, Afganistan ve Suriye’de elleri kana bulanan AB Ukrayna’da faşizmin hortlatılmasında suç ortağı oldu.
- AB liderleri “dayanışma” yerine, Akdeniz’in sularında boğulan mültecileri “Avrupa Kalesi” dışında tutmak için duvarlar ve elektrikli dikenli tellerle engeller dikmekte, devriyeler ve operasyonlar düzenlemektedirler.
- “Demokrasi” yerine, AB’nin işleyişinde demokrasi eksikliği sürekli olarak artmakta, devletler ve bölgeler arası eşitsizlikler yeniden üretilmekte ve aynı esnada anti-komünizm kurumsallaştırılmakta ve İkinci Dünya Savaşı’nın tarihi tahrif edilmekte ve çarpıtılmaktadır.
Bu dramatik gerçeklik gökten zembille inmedi, bir anda ortaya çıkmadı. Bu, AB’nin kapitalist doğasının ve on yıllardır egemen olan neo-liberal politikalarının sonucudur. Avrupa’yı bu duruma Avrupa’nın Sağ ve Sosyal Demokrat güçleri birlikte götürdüler. Hatta bugünkü duruma yol açan aynı reçeteler ve politikalarla çözümlerin bulunacağı konusunda ısrar ediyorlar. Farklı süratlerde ilerleyecek bir AB için beş senaryoyu öngören “AB’nin Geleceği Üzerine Beyaz Kitap” onların sahip oldukları felsefenin tipik bir örneğidir. Beş senaryoda var olan ortak payda AB’nin askeri birliğinin derinleştirilmesidir. AB liderlerinin, halkların ihtiyacının daha çok savaş ve daha fazla silahlanma olduğu görüşünde oldukları açıktır. Diğer yandan, çeşitli milliyetçi ve aşırı sağ güçlerin birçok üye ülkede öne sürdükleri “Avroseptik politikalar” aynı derecede tehlikeli ve halkların çıkarlarına karşıdır ve büyük sermayenin en gerici kesimleri tarafından yönlendirildiğinden Avrupa’nın en karanlık zamanlarını anımsatmaktadır.
Kıbrıs’ta, AKEL dışındaki tüm siyasi partiler bir kaç yıl öncesine kadar AET/AB hakkında en küçük eleştirilere dahi tepki gösteriyorlardı. AB ile ilgili gerçekleri ortaya çıkaran ve çıkarmaya devam eden AKEL, AB’nin halk düşmanı bütün gönüllü ve önde giden savunucusu olmaya devam eden DİSİ tarafından yıllarca “Avrofobik” ve “geri kafalı” olduğu iddialarıyla suçlanmaktaydı. Oysaki AKEL, Kıbrıs sorunuyla ilgili nedenleri kıstas alarak ve bazı önkoşullarla, Kıbrıs’ın AB’ye girmesini kabul ettiğinde dahi bunun AB’nin karakterinde bir değişiklik olduğundan değil, uluslararası koşulların dramatik olarak değişmesinin sonucu olduğunu deklere etmişti. Nitekim Kıbrıs’ın AB’ye üyelik müzakereleri sırasında da, AKEL, Kıbrıs’taki hukuki çerçevenin en ilerici ve halk yanlısı unsurlarının korunması için dönemin DİSİ hükümetine karşı mücadele vermişti.
2004’ten beridir AKEL, AB’yi bugünkü haline getiren her şeye karşı çıkan tek Kıbrıslı siyasi partidir. Avrupa Anayasası’na, Lizbon Reform Anlaşması’na, “Avrupa 2020” stratejisine, Yeni Ekonomik Yönetim Çerçevesi’ne, “Bankacılık Birliği”ne ve ABD ile Kanada piyasalarını (TTIP and CETA) bir araya getiren anlaşmalara, yani büyük sermayedarlara “motivasyonlar” sunarken, emekçilere kemer sıkma politikalarını, çalışma ilişkilerinin esnekleştirilmesini, özelleştirmeleri ve liberalleştirmeleri dayatarak, üye devletlerin ekonomilerini boğucu bir çerçevede kurumsallaştıran ve sürekli geliştirilmekte olan tüm bunlara gerek Temsilciler Meclisi’nde, gerekse Avrupa Parlamentosu’nda sadece AKEL karşı oy kullandı. Kaldı ki Anastasiadis hükümetinin işbirliğiyle Kıbrıs’a dayatılan 2013 memorandumu ve banka mevduatlarına uygulanan ve felaketi andıran traşlama aynı felsefenin ürünüdür. Ayrıyeten, AB’nin dış ve savunma politikalarının militarist ve müdahaleci karakterine ve bunun yanı sıra baskıcı ve fişleyici “anti terör” yasalarına da gerek Temsilciler Meclisi’nde gerekse Avrupa Parlamentosu’nda karşı çıkan tek Kıbrıslı siyasi parti AKEL’dir.
Aynı esnada, AKEL, sadece karşı çıkmakla kalmayıp, her zaman alternatifler sunmaya da çalışmaktadır. İşsizliğin, tekellerin ve NATO’nun AB’sine karşı mücadelelerle birlikte, kıtanın geleceği için alternatif bir yolu ve farklı bir vizyonu öne çıkarıyoruz. Avrupa Parlamentosu’nun kürsüsünü ve tüm Avrupa’da ilerici güçlerin ve emekçilerin ortak eylemleri için olanakları değerlendiriyoruz. Kıtamızdaki Sol güçlerin uğrunda mücadele ettiği Halkların Avrupası elit kesimler ve bankerler tarafından değil, halklar tarafından inşa edilecektir. Halkların Avrupası, egemen ve eşit devletlerin demokratik birliği demektir; nisanların çoğunluğunun yararına sosyal ve çevresel kalkınma demektir; dış politikanın barış ve dayanışmaya hizmet etmesi demektir; kültürel çeşitlilik, cinsiyet eşitliği ve farklılıklara saygı demektir.
Avrupa’nın geleceği Brüksel’in dar yönetim organlarında ve Roma’da düzenlenen kutlamalarda değil, Avrupa kıtasının şanlı devrim tarihinin devamını teşkil eden halkların, emekçilerin ve gençlerin mücadelesindedir.
24 Mart 2017
AKEL Merkez Komitesi